Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Tencere - Sayfa 12 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > Gözlem-Tespit
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Tencere
Konudaki Cevap Sayısı
308
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
146531

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #111  
Eski 16-08-2006, 23:16
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı 1919 Paris Barış Konferansı’nın laneti

Özdemir İnce (Hürriyet, 15.08.2006)
Hazırlayan : GüneşVural



İSRAİL devletini, 1919 Paris Konferansı’nda, İngiliz ve Fransız emperyalizmi ile Arap milliyetçiliği kurdu. ABD’nin işbirliği ile.

Paris Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu paramparça edilip, cetvel ve pergelle Arap devletleri ve mandalıkları kurulmasaydı İsrail devleti de kurulamazdı. Günümüzü anlamak için bu gerçeği hiçbir zaman unutmamak gerekir! Biri ötekinin diyetidir!

VERSAILLES TOHUMU

Dünya, Paris Barış Konferansı’nı 1919 Haziranı’nda Versailles’da (Versay) imzalanan Alman Antlaşması’yla anımsar. Ama o dünya aynı konferans bağlamında Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan Sevres (Sevr) Antlaşması’nın imzalandığını anımsamaz. Bu "o dünya"ya Sevres paranoyasından söz eden Türkler de dahildir. Sevres’i bilmeden günümüzü anlayamayız!

Paris Barış Konferansı’nda Avrupa ve Ortadoğu’nun sınırları yeniden çizildi ve böylece yeni düşmanlık ve savaş tohumları ekildi. Hitler’i ortaya çıkartan Versailles Antlaşması’dır.

SÖZ DİNLEYEN ARAP

Daha önce sözünü ettiğim "Paris 1919" adlı kitaptan İngiltere Başbakanı Lloyd George’la ilgili bir alıntı yapacağım: "Anadolu’da Helenik dünyanın dirilmesi, Filistin’de yeni bir Yahudi uygarlığının oluşması, Süveyş’in güvene alınması, Hindistan yolunun her türlü tehditten arındırılması, ’Verimli Hilal’ topraklarında, Dicle-Fırat vadilerinde sadık ve söz dinleyen Arap devletlerinin olması, İngiltere’nin İran’dan aldığı petrolün korunması ve bir takım yeni kaynakların doğrudan İngiltere kontrolü altında olmasıyla ilgiliydi. Amerikalılar nezaket gösterip orada burada bazı mandalar üstlenecekler" (S. 375) ve Fransa mümkün olduğunca Ortadoğu yağmasından uzak tutulacaktı.

1916’da Fransa ile Sykes-Picot anlaşması yapılmıştı, ama Fransa’ya neden kazık atılmasındı?

Picot ile Sykes’tin 1916 yılında yaptığı plana göre: Suriye kıyısıyla bugün Lübnan olan yerlerin çoğu Fransa’ya veriliyor, İngiltere de orta Mezopotamya’nın, Bağdat yöresinin ve güneyde Basra bölgesinin doğrudan denetimini alıyordu. Filistin uluslararası bir yönetime veriliyordu. Bugünkü Suriye, Irak’ın kuzeyinde Musul bölgesi ve Ürdün’deki yerel Arap liderleri, kuzeyde Fransızların, güneyde de İngilizlerin denetimi altında yönetim sağlayacaklardı.

Bilindiği gibi Haşimi aşiretinden ve Peygamber soyundan Mekke Şerifi Hüseyin, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı ayaklandı. Oğullarından Faysal’ın akıl hocası İngiliz Lawrence idi. Sonuca bakın: Suriye Fransız mandası yapıldı; Irak’ın başına Faysal kral oldu; Ürdün’ün başına kardeşi Abdullah geçti; Filistin İngiliz mandası oldu; Mekke Emiri Hüseyin, Arap dünyasını yönetecek bir Haşimi hanedanı kurmak istiyordu, ama 1924 yılında Hicaz tahtını da kaybetti. Hicaz’ı alan İbni Suud kendi adıyla bir krallık kurdu: Suudi Arabistan yani.

TARİHE KÜFREDİN!

Bu işler olurken, Lübnan ve Filistin neden Suriye’ye bağlanmıyor diyenler çıktı, ama dinleyen olmadı. Bu yetmiyormuş gibi İngilizler, Yahudilere yeni bir dünya vaat eden ve vatan olarak Filistin’i gösteren Balfour Deklarasyonu’nu yayınladılar.

Bu kısa özetten ben "Paris Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu paramparça edilip, cetvel ve pergelle Arap devletleri ve mandalıkları kurulmasaydı İsrail devleti de kurulamazdı" sonucuna varıyorum.

Anlattığım gerçeklere dayanamayıp bana küfredenler, bana değil tarihe küfretsinler!
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
TheSecret (19-08-2006)
  #112  
Eski 18-08-2006, 23:31
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı BÜyÜme Ve Kalkinmayi SÜrdÜrebİlİr Mİyİz?

Ekonomi, faiz-kur tuzağından bir türlü çıkamıyor. Aşırı değerli YTL den kurtulamıyor.. Temmuz ayından sonra yeniden girmeye başlayan sıcak para, tekrar kurların gerilemesine YTL nin aşırı değer kazanmasına neden oluyor.. Şimdi , son 4 yıldan beridir konuştuklarımızı değerli YTL sorunlarını sil baştan konuşmak gerekiyor.

Değerli YTL nin bir sorunu “ sürdürülebilir büyüme “ konusunda ortaya çıkıyor..

Yüksek faiz düşük kur üretim ve büyümeyi ithalata bağımlı yaptı.. Üretimde ithalata dayalı bir yapı oluştu..

2004 yılında aramalı ithalatın toplam ithalat içindeki payı yüzde 67.3 idi.. Bugün bu pay yüzde 72.7 ye ulaştı.

Ocak ayından Haziran ayına kadar geçen 6 aylık dönemde aramalı ithalatı 17.9 oranında arttı.. Aynı dönemde sanayi üretimindeki artış yüzde 2.8 oldu.. Aramalı ithalatının daha hızlı artışı, üretimin giderek ithalata daha çok bağımlı bir yapı kazandığını gösteriyor.

Türkiye sürekli olarak döviz kurlarını düşük tutarak, ithalata dayalı büyümeyi sürdüremez.. Sürdürmeye kalktığı için Bu defa ihracatta rekabet gücümüz düşüyor.. Cari açık artıyor. Dış borç stoğu artıyor. Reel faizler yüksek seyrediyor. Yatırım hacmi daralıyor.. İşsizlik artıyor..
Yazının Devamı

http://www.esfenderkorkmaz.com/180806buyume.html
Alıntı ile Cevapla
  #113  
Eski 19-08-2006, 20:55
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Hayırlı sabahlar Hans!

Öğrencilere tavsiye edilen '100 Temel Eser'i her yayınevi kendi ideolojisine göre çevirmiş. Andersen Masalları 'Bir varmış bir yokmuş, Allah'ın kulu çokmuş' diye başlıyor. Heidi'nin dedesi 'Türk' olmuş...

İSTANBUL - Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) ilköğretim öğrencileri için tavsiye ettiği '100 Temel Eser'de büyük başıbozukluk var. Bakanlık denetim yapmadığı için eserleri isteyen yayınevi basabiliyor, kitaplarda olayların anlatımı kitabı basan yayınevinin ideolojisine göre değişiyor.
Bir klasik haline gelmiş çocuk kitaplarında kahramanlara Türkçe isim veriliyor. Yabancı yazarların kitaplarında günler 'Hayırlı sabahlar'la başlıyor. Yabancı eserlerde, çevirmenlerin isimlerine de rastlamak mümkün değil.

Anton Çehov değişti
MEB, 2005'te ilköğretim öğrencilerinin okuması için '100 Temel Eser' tavsiye etti. Bakanlık kitapların listesini ilan ettikten sonra yayınevleri bu 100 kitaptan bazılarını basarak öğrencilerin kullanımına sundu. Bu yayınevlerinden biri de Damla Yayınevi. Yayınevi 50 kitaptan oluşan bir set hazırladı. Bu sette yer alan bazı kitapların anlatımlarında sık sık İslami söylemler kullanıldı.
Yayınevinin 100 Temel Eser kapsamında bastığı Anton Çehov'un hikâyelerinin bulunduğu kitaptaki 'Acı' isimli hikâyede Grigoriy, karısına 'Sabret güzelim! Allah'ın yardımıyla hastaneye varır varmaz bu sancılardan kurtulacaksın' diye sesleniyor. 32. sayfada ise Grigoriy şöyle konuşuyor: "Allahım bu ne tipi! Sen ne dersen olur Allahım; ama ne olur bana yolumu kaybettirme..."
Kaval isimli hikâyede 78. sayfada çiftlik kâhyası Meliton ve çoban köylülerde yaşanan değişimi konuşuyor. Meliton değişimi şöyle açıklıyor: "Çünkü çok günah işlemeye başladık. Allah'ı büsbütün unuttuk, onun için... Böyle giderse elbette kötü son gelir... Kendimizi bilmenin, aklımızı başımıza toparlamanın zamanı şimdi."


Pinokyo: Allah rızası için
Oscar Wilde'ın 'Multu Prens' isimli kitabında Miller ve Hans 'Hayırlı sabahlar' diye selamlaşıyor. Kitabın sonunda ise, Kaz, 'Yüce Allahım diye bağırdı sonra da suya doğru koşmaya başladı' cümlesi yer alıyor. Pinokyo kitabı da yer yer değiştirilmiş. 23. sayfada Pinokyo 'Allah rızası' için ekmek istiyor, 39. sayfada ise Ateş Yiyen'e 'Allah sizden razı olsun' diyor. Andersen Masalları-I'de 'Bülbül' masalı, 'Bir varmış bir yokmuş. Dünyada Allah'ın kulları pek çokmuş' şeklinde başlıyor.
Polyanna'nın 15. sayfasında Polly Teyze, Polyanna'ya şöyle bir cevap veriyor: "Benimle böyle konuşman hayret verici. Soruna gelince, Allah'ın bana bahşettiklerinin değerini bilirim."
Bir başka yayınevi Nehir Yayınları da '100 Temel Eser' kapsamında paket halinde 45 kitap hazırladı. Bunlardan Pinokyo'da, Pinokyo'nun marangoz babası Gephetto'nun ismi Galip Dede olarak değiştirilmiş. Galip Dede'nin başındaki püsküllü bere ise sarık olarak adlandırılıyor. Orijinal hikâyede Heidi'nin dedesinin adı Alm iken aynı yayınevinin bastığı Heidi kitabında İsviçre'de yaşayan adamın adı Alp Dede olmuş.


Bandrolden kaçınma yolu
Uzmanlar ve akademisyenler, yayınevlerinin, '100 Temel Eser'
adıyla, bandrolsüz basmak için 96 sayfanın altına düşürüp bastığı ve kısalttığı kitaplardan bir hayli rahatsız. Kitap Çevirmenleri Meslek Birliği Yönetim Kurulu üyesi Tuncay Birkan, çevirmen ya da yayınevinin metne katmak istediklerinin 30-40 yıllık çeviri ahlakına uymadığını söyledi. Birkan, şu tepkiyi gösterdi:
"Bu, ideolojik bir çarpıtma. Ayrıca bu '100 Temel Eser'i herkes basıyor. Üstelik basılanların çoğu tam metin değil. Dünyanın her yerinde eserlerin kısaltılmış hali basılıyorsa bu kitabın üzerine not düşülüyor. Ama burada yapılmıyor. Okuyucu kandırılıyor. Anne-babaların dikkat etmesi gerekiyor. Birçok yayınevi '100 Temel Eser'i ticari kaygıyla basıyor. Bu kitaplarda ortada gerçekten bir çeviri yok. Ayrıca kitaplarda kimin çevirisinden alındığı da yazılmalı."


'Kitaplar bir araç'
İstanbul Bilgi Üniversitesi Türk Dili Birimi öğretim görevlisi Nilay Yılmaz da, her yayınevinin istediğini yaptığını ve kitapların anlatımlarının çevirmenin yorumuna kaldığını söyledi. Yılmaz, "Her çevirmen veya yayınevi kendi ideolojisini yansıtırsa, çocuklar ilköğretim yaşında okudukları o kitapları ileride okumak istemeyebilir. Kitapları aldığınız zaman ideolojisiyle birlikte alıyorsunuz. Bir araç gibi kullanılıyor bu kitaplar. Ayrıca kitap, 96 sayfanın altında olunca bandrol gerekmiyor. Bu yüzden asıl metinleri bir hayli kısaltıyorlar."

Kaynak
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=196195
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (19-08-2006)
  #114  
Eski 20-08-2006, 08:31
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Halife tatilde

http://www.milliyet.com.tr/2006/08/20/yazar/dundar.html
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
Ramo (20-08-2006)
  #115  
Eski 21-08-2006, 21:04
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Tarihin en kötü dönemi

Değerli dostlar, çok samimi olarak bütün içtenliğimle söylüyorum; Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar “tehlike sınırına yakın”, bu kadar “güçsüz”, bu kadar “aciz bırakılmış” olmadı. Küreselleşme, Avrupa Birliği, Gümrük Birliği gibi bize parlak gösterilen kavramlar bir taraftan içimizi kemirip özelleştirme adı altında 80 yıllık birikimlerimiz ile oluşan tesislerimizi elimizden alırken, dış politikamız tamamen AB ve ABD güdümünde eriyip gidiyor, hatta gitti. Yıllardır övünürüz “NATO’nun ABD’den sonra en büyük ordusuyuz” diye, o da maalesef içi boş bir söylem çıktı. İsrail Orta Doğu’yu işgal ederken, İran “meşru hakkım” diyerek Kandil’i vururken; biz taş dahi atamadan ABD’den izin bekliyoruz. "Ordu” dediğinizi duyar gibiyim, ordu ne yapsın! Kuvveti harekete geçirecek siyasi otorite olmayınca!

Değerli dostlar, dikkat ederseniz yukarıda “Cumhuriyet tarihinin en kötü dönemini yaşıyoruz" dedim. Aynı günleri geçirdiğimiz ama başımızdaki çatının adı “Türkiye Cumhuriyeti” olmayan bir dönem daha var; Osmanlı’nın son yılları.

Peki o günler mi, yoksa bu günler mi daha kötü? Bugünleri yaşayarak biliyorsunuz ama gelin o günleri farklı kaynaklardan derlediklerim ile bir kere daha hatırlayalım ve kararı sizlere bırakalım.

Yiğit Bulut

Devamı
http://www.referansgazetesi.com/habe...908&ForArsiv=1
Alıntı ile Cevapla
  #116  
Eski 26-08-2006, 16:44
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Elektrik zamları

Günlerdir elektrik kesintileri ve basında zam haberleri izledik durduk.
Ülke genelinde kaçak elektirik oranlarına göz atalım.

Şanlıurfa % 66.7

Diyarbakır % 62.7

Hakkari % 62.5

Mardin % 59.3

Van % 58.0

Şırnak % 52.0

Batman % 51.0

Muş % 50.0

Bitlis % 48.0

Siirt % 48.0

Kastamonu % 4,

Trabzon %5,4

Giresun %3,5

İşte kaçak elektirik tablosu. İnanılmaz boyutlarda birileri kullandığı elektriğin parasını ödemezken birileri kuzu kuzu ödüyor.Malesef kaçak kullananın yani hırsızın ödemesi gerekenide ödüyor.Bölgesel olarak olaya baktığımız da ödeme yapmayanlar doğu illeri.
Bizde ödemesek diyeceğim ama,ikinci gün elektriğimiz kesilir.Elektiriğe zam gelmiş.Demek ki kaçak daha da arttı dünayanın en pahalı petrolünü ve elektriğini kullanmaya devam.Bu kadar hırsızlığa göz yumup parasını başka bir şekilde başkalarından çıkarmaya çalışan zihniyetide başarılarından dolayı kutlamak gerekir.Bunları görüp hala susan milletimizinde sabrına, alnından öpülür.Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (26-08-2006), buena vista (27-08-2006), dentist (27-08-2006), neron (28-08-2006)
  #117  
Eski 28-08-2006, 21:46
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kadın - Gelenekler - Dindarlık

Kaç zaman var ki, şehirlerimiz kırlarımız İslam'ın kişilik eğitiminden yoksun bir hayatı paylaşıyor. Bir tür 'Cahiliye'yi yaşıyoruz. Bu tarumar edilmiş ortama bir de küresel ahlakın hedonist damarı nüfuz ettiğinde, ortaya, kadınların - erkeklerin - çocukların savrulduğu bir ortam çıkıyor. Türkiye'nin sancılı kişilik haritasının MR'ı çekildiğinde ortaya İslamsız’lığın fotoğrafı çıkacak. Güldünya’ların dramı incelenirken asıl bunun üzerinde yoğun yoğun düşünmek gerekiyor. Töre cinayetleri ve aile içi şiddet, medyada büyük alarma sebep oluyor. Muhtemelen AB ilişkileri ile paralel biçimde, medya, töre cinayetlerinin üstüne gidiyor. Ve muhtemelen, töre cinayetlerinin üzerine gitmenin, "kadın hakları” sorununa da çözüm yolunda bir pencere açması umuluyor.

“Güldünya” haberlerini okuyan modern, şehirli kadınlarımızın taa içten “vah vah” diyecekleri muhakkak.

***

Belli ki Anadolu’da kadın olmak zor.

İki evli bir köylü vatandaşa soruyor televizyon gezgincisi:

-Niye iki evlendin amca?

Cevap tahmin edileceği gibi:

-İki evlenmesem bu çifte çubuğa kim gidecek, zerzevatı kim sulayacak, inekleri kim sağacak!!!

Bir anne aynı gezgin televizyoncuya;

-İki kızımız vardı, sattık onları, diyor. Sattık!!! Anne!!! İçselleşmiş bir dram...

Ağır işçi, ırgat, maraba kadın, ne dersen de... Tarlada, ahırda, evde, mutfakta, gece, gündüz hep o vardır, uyanıktır, ayaktadır, hizmettedir.

Kadın dövülür mü? Dövülür. Kadın azarlanır mı? Elbet, normal işleyiş gibidir bu. “Sus be kadın!” en saygın ilişkilerin içinde yer alır. Bir İtilmiş - Kakılmış ilişkisidir bu...

Tecavüzde kadın her halükarda bedel öder, ırzıyla, bazan canıyla... Erkek bazan öder. Anlaşma halindeki gayri meşru ilişkilerde de kadın ilk mağdurdur.

Evliliklerde yöresel güç etkilidir. Para gibi, ağalık gibi etkiler, zaman zaman kadınların dünyasını da darmadağın eder, erkeklerin dünyasını da... Sevgiler tırpanlanır gider.

***

Ama kadınlık, şehirlerde, büyük şehirlerde de zordur. Hatta kadınların en özgür kabul edilecekleri dünyada zordur kadınlık.

Aile içi şiddet, kimi zaman bilim adamlarının evlerinden ses verir, kimi zaman sanat dünyasının, kimi zaman büyük mal - mülk sahiplerinin...

Kadın ve ekonomi, kadın ve medya dediğinizde, cinsellik sömürüsü gelir oturur gündeme. Kadın vücudu metalaşır, insanların cinsel duygularını harekete geçiren bir malzeme haline gelir. Otomobil lastiğinin reklamı yapılırken kadının vücudu sergilendiğinde kadın hakları zirveye çıkmış olmakta mıdır değil midir?

Televole programlarında sergilenen kadın - erkek trafiği, daha doğru ifadeyle el değiştiren kadınlar, çok sağlıklı bir kadın statüsüne mi işaret etmektedir?

British Council adına “Medya ve Toplumsal Katılım” başlıklı araştırmayı yapan Ankara Üniversitesi Araştırma Görevlisi Mine Gencel Bek çarpıcı ama bilinen bir gerçeğe ulaşıyor:

“Kadın bedeniyle hiç ilgisi bulunmayan haberlerde bile kadın bedeninin teşhir edildiğini görüyoruz. Kadınlar haberlerde daha çok görüntüleriyle, güzellikleriyle varlar. Çoğu zaman bir sağlık haberi bile kadın bedenini teşhir eden fotoğraflar eşliğinde sunulabiliyor. Ayrıca kadın vali gibi meslek sahibi kadınlarda cinsiyetleri özellikle vurgulanıyor.” Yani, bir yerde ‘kadın hakları’nı savunur roller üstlenen medya, bir başka yerde kadın bedeni üzerinden rant devşiren bir güç haline geliyor. Görüntülü medya, reytingi kadın bedeni üzerinden yapıyor, basılı medya ise tiraj hesabını kadın cinselliği ile doğrultmaya çalışıyor.

Yani Anadolu’da kadın öyle, büyük şehirlerde böyle... Kadının statüsü müthiş bir zaaf içeriyor.

***

-Buna karşılık medyanın kimi yaklaşımlarında “Namus Belası’ndan bir kurtulsak...” türü söylemler var. Kadın tecavüz sonucu veya nikah dışı ilişki ile hamile kaldığı çocuğu doğursa mesela...

-Ah kadın ekonomik özgürlüğünü kazansa, diye başlıyor kimi söylemler... O zaman evlerde bir haklar bildirgesi imzalanır ve herkes hakkına razı olur!!!

-Medya teşhir ede ede, kamuoyu önünde döve döve terbiye eder belki bu şiddet tutkunlarını ve gelenek mahkumlarını...

-Kanunlar çıkarırsak, en ağır cezalar verilirse, uçan kaçan kurtulmazsa kanunların elinden kimse cesaret edemez kadınların kılına dokunmaya...

-Bir de Mor Çatılar kurulursa... Sığınma evleri bulunursa her ilde, ilçede, kasabada... Kadın koca dayağı yememek için kaçmayı düşündüğünde sığınacak bir yeri olursa... ***

Olmuyor.

-Bir kere küresel kültürün ana damarlarından birini oluşturan cinsel serbestlik, ona bağlı tüketim alanları, kadını her gün daha çok bedeni ile gündeme gelmeye zorluyor. “Namus” kavramı aşındırıldıkça, kadının payına saygınlıktan daha çok, cinsellik bakımından “daha çok tüketilmek” düşüyor.

-Kaldı ki, namus kavramı aşındırılamıyor; çünkü insanın temel kanuniyetleri içinde yer alan “neslin devamı”, karşı cinslerin birbirine aidiyetleri noktasında özel duyarlılıklar oluşturuyor.

-Tecavüz sonucu hamile kalınan çocuk doğurulursa sorun hallolmuyor. O çocuk orada, bir utanç belgesi gibi duruyor.

-Kadın, aile dışında aradığı özgürlük yolculuklarında mutluluklar bulmuyor. Mor Çatılar bugüne kadar mutluluk yuvaları olmadı. Özgürlük tutkusu ile yola çıktığında kadın yalnızlığa ya da başka ezginliklere mahkum oluyor.

-Aile içi ilişkiler, haklar bildirgesi ile sağlıklı hale getirilemiyor. Haklar bildirgesi girişimi, ev ortamını mahkeme ortamına dönüştürüyor ve bundan ne kadın ne erkek mutluluk duyabiliyor.

-Boşanmalar çığ gibi büyüyor. Aile Mahkemeleri, boşanma davalarına doydu, kusacak hale geldi. Bu gerçekten yola çıkıldığında, eğer aile, insan soyunun devamı için en hayati yapı ise, ve o yapı kadın - erkek birlikteliği ile mümkünse, demek orada bir toplumsal urlaşma söz konusu... Kadının rollerinde savrulma var, erkeğin rollerinde savrulma var, demek ki.

-Ve medya ilgisi...

Medya eğer, kadınlık - erkeklik dünyaları ile, cinsel bir malzeme bulmuş olmanın coşkusu ile ilgilenmiyor, hakikaten insani bir amaç içinde bulunuyorsa bile, insanlar en azından teşhir edilmenin sıkıntısını yaşıyorlar. “Aile mahremiyeti” medya sunağında kurban edilmiş oluyor. Kaldı ki, medya, bu alanda bile bir tutarlılık içinde değil. Medya neye karşı, neyi savunuyor, hangi dünya görüşünden yola çıkıyor? Bunların hepsi derin kuşkular içeriyor. Medya pratiği ise, reyting canavarının karnını doyurabilmek için en çılgın kadın sömürüsünü sergiliyor.

***

Çıkış nerede?

Çıkış yeni bir kişilik inşasında...

Yeni bir eğitimde...

Yeni insanda...

Bunu, bu ülkenin kadınını erkeğini, küresel bir anaforun içine atarak gerçekleştiremezsiniz. Eğer öyle yaparsanız, memleket cehenneme döner. Binlerce, yüzbinlerce Güldünya üretirsiniz. Ve onların kanlarına ellerini bulaştırmış babalar, analar, kardeşler üretirsiniz.

Yanlış bir özgürlük tanımı, yönlendirmesi, alır genç kadınları, TV’lerin kadın programlarından, sokakta kurşunlanmaya, ya da, büyük şehirlerin batakhanelerinde ona buna yem olmaya, varoşlarında sefaletle boğuşmaya götürür.

Türkiye, kadın ve aile politikalarında yanlışları oynamanın bedelini ödüyor. İş gerçekten dramatik hale geldi.

Yeni insan, yeni bir kişilik inşası...

Bunun için yepyeni bir toplumsal eğitim.

Kadını ve erkeği insan olarak gören, insan olmakta kadın ve erkek arasında hiçbir fark gözetmeyen, erdemli kadını erdemsiz erkeğe tercih eden, yani farkı erdemde arayan bir yeni anlayışla...

Hiç kuşkusuz o, İslam’la olacak.

Gelenek yanlış oluştu. Kıran kırana oluştu.

İslam tam da bunları değiştirmek için geldi.

İslam, ilk geldiğinde de Arap toplumunun geleneklerini yeniden inşa etti. Baba öldüğünde oğula miras kalan kadın anlayışını yıktı attı İslam. Kadına zulmü yırttı attı. Kadına izzeti sundu. Kimse, yanlış gelenekleri İslam’la aklamaya, ya da yanlış gelenekleri İslam’ın üzerine yıkmaya kalkmamalı. İslam hiçbir erdemsizliği onaylamıyor, ‘erkek erdemsizliği’ne dönüşen ‘erkek egemenliği’ni de onaylamıyor.

Ama kaç zaman var ki, şehirlerimiz kırlarımız İslam’ın kişilik eğitiminden yoksun bir hayatı paylaşıyor. Bir tür ‘Cahiliye’yi yaşıyoruz. Bu tarumar edilmiş ortama bir de küresel ahlakın hedonist damarı nüfuz ettiğinde, ortaya, kadınların - erkeklerin - çocukların savrulduğu bir ortam çıkıyor. Türkiye’nin sancılı kişilik haritasının MR’ı çekildiğinde ortaya İslam’sızlığın fotoğrafı çıkacak. Güldünya’ların dramı incelenirken asıl bunun üzerinde yoğun yoğun düşünmek gerekiyor.
Alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (29-08-2006)
  #118  
Eski 03-09-2006, 08:39
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı 'Kız, ben ister miyim termik santral hiç?'

Tarım arazileri ve su kaynakları termik santralle tehdit altında kalan Saray ilçesinden Ayşe Nine: "Öleceğim yarın öbür gün, kemiklerimi kepçeye mi doldursunlar? Kız, ben ister miyim termik santral hiç?"


'Ayçiçeklerimizi öldürtmeyeceğiz!' '

Saraylılar, ilçelerinde yapılacak termik santrale karşı tek vücut olmuş durumda. Yüksek oranda kükürt içeren kömürün tarım arazilerini ve su kaynaklarını yok edeceğini öne süren ilçe halkı, kamuoyuna 'İkinci Bergama olmaya hazırız' mesajını veriyor.

Haber ajansları Tekirdağ-Saray Termik Santrali ihalesini Başat Enerji'nin kazandığı haberini geçtiğinde, o küçük ilçede yaşayan 40 bin kişi bu kez yıllardır gördükleri kâbusun gerçek olduğunu anladı. Devlet 'enerjide dışa bağımlılığı' azaltmaktan dem vuruyor ve santralin en geç beş yıl içinde tamamlanacağını duyuruyordu. Her defasında ihaleye çıkan ve şimdiye kadar kimsenin teklif vermediği Saray Termik Santrali, bu kez gerçek olacaktı. Hem de ilçedekilerin yaşamlarını, köylerini, ayçiçeklerini, eşsiz doğalarını kurban alarak. Can havliyle kurdular Saray Doğayı Koruma ve Temiz Çevre Derneği'ni. Havaya, su kaynaklarına, doğaya, canlı cansız her şeye zarar verecek bu fosil yakıt canavarını ilçelerinde istemediklerini haykırmaya başladılar. 5 bin kişinin katıldığı 'Termik Santrale Hayır' mitingi, o güne kadar birlikte davranma iradesini pek de göstermeyen Trakya halkının verdiği 'İkinci Bergama geliyor' çığlığıydı bir bakıma. Biz de İstanbul'a 150 kilometre uzaklıktaki Saray'ın yolunu tuttuk, bu çığlığı duyarak. (Sabah)
MÜJGÂN HALİS
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
Ramo (03-09-2006), serdarkus (03-09-2006)
  #119  
Eski 12-09-2006, 19:24
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı İç Borç

Nereden nerelere (http://www.hazine.gov.tr/stat/yillik_stok_GNP.htm)

1985 yılında 7 milyon ytl olan iç borç
1995 yılında 1,4 milyar ytl
1999 yılında 22,9 milyar ytl
2001 yılında 122,2 milyar ytl
2002 yılında 149,9 milyar ytl
2005 yılı sonunda 244,8 milyar ytl
2006 Haziran ayı sonunda 249,7 milyar ytl olmuştur.

Peki iç borç stokunun milli gelire olan oranı neymiş, ne olmuş:
1985 yılında %19,7 olan oran
1995 yılında %17,3
1999 yılında %29,3
2001 yılında %69,2
2002 yılında %54,5
2005 yılı sonunda %50,3 olmuştur.
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (16-09-2006), dentist (12-09-2006), neron (13-09-2006), R.W (13-09-2006)
  #120  
Eski 16-09-2006, 08:13
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Iki Mizgin

Mizgin Özbek 9 yaşındaydı. Batman'ın Balbaşı köyünde yaşıyordu.
5 Eylül Salı günü Batman'dan okul ihtiyaçlarını almak üzere abisinin kullandığı Renault ile yola çıktı. Böbrek hastası olan annesi de şehirde doktora görünecekti. Öne anne, arkaya Mizgin yerleşti.
Umurlu Köprüsü'ne geldiklerinde korucu olduğunu sandıkları silahlı bir sivil arabayı durdurdu, "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu.
"Batman'a hastaneye" dediler.
"Benim arkadaşım da hasta. Bizi de bırakın" dedi adam...
Arkadaşına seslendi. Ağaçların arkasından, iki çuval taşıyan, silahlı bir adam daha geldi. Çuvalları bagaja koyup Mizgin'in yanına oturdular.
Kim oldukları sorulunca "Korucuyuz" dediler.
45 dakika sonra, yol üzerinde bir panzer belirdi. İhbar almışlardı. Megafonla "Dur" dediler. Araçtaki iki kişi silahını şoföre çevirip "Durma. Anneni ve kardeşini öldürürüz" diye bağırdı. Araç panzeri sollamaya kalkınca da ateş başladı.
Şoför direksiyonun altına attı kendini, anne onun üzerine kapaklandı.
3-4 dakika süren çatışmadan sonra araçtan çıkarıldıklarında annenin vücudunda 3 kurşun vardı.
Mizgin ise ölmüştü. Yüzünün sol tarafı tamamen parçalanmış, bacakları kırılmış, parmakları yanmıştı.
Görevliler onun cesedini saçlarından çekerek çıkardılar arabadan...
Genelkurmay, çuvallardan tüfek ve el bombaları çıktığını açıkladı.
Valilik "Araçtaki iki PKK'lının el bombası atıp uzun namlulu tüfeklerle ateş etmeleri üzerine çatışma çıktığını" söyledi.
İHD ise "Bomba atıldığına dair bir emare yok. Sağ yakalanabilirlerdi" dedi.
Pazartesi okula gidecek olan Mizgin, koltuğuna oturan tanımadığı 2 adamın kaderine ortak olmuştu.
* * *
Onun acısı dinmeden, bir başka Mizgin'in, 13 yaşındaki Mizgin Demir'in ölüm haberi geldi bölgeden...
O da Diyarbakır Bağlar'daki alçakça bir patlamada, annesi ve 3 kardeşiyle birlikte can vermişti.
Dün Milliyet'te Ümran Avcı'nın haberinde okumuşsunuzdur:
8 yaşında lösemiye yakalanmıştı Mizgin... Ama tedaviye verecek para nerede? Babası Ankara'da bir barda davul çalarak eve para yollamaya çalışıyordu. Büyük ağabeyi çocuk yaşta baba olmuş, sabah derse, öğleden sonra tamirciye gidiyordu.
Mizgin'in 4 küçüğü daha vardı; en ufağı 11 aylık...
Saçları dökülmüştü. İşte o zor anda devreye LÖSEV girmiş, Mizgin'in tedavisini üstlenmişti. Tedavi sonucu 4 ay önce saçları yeniden çıkmaya başlamıştı küçük kızın...
10 gün önce yeni bir eve taşındılar. Yoksulluk ve hastalıkla geçen 13 yıldan sonra yeni bir hayat başlayacaktı.
Zulüm, yol vermedi.
Evde telefon olmadığından Ankara'daki babaya ancak jetonlu telefondan verebildiler acılı haberi:
Karısı ile 4 çocuğunu kaybeden babanın Diyarbakır'a dönecek parası yoktu cebinde... Akrabadan toplanan parayla geldiğinde çocuklarının cenazesi kalkmıştı bile...
O cehennemden sağ kurtulan oğlu Barış'a koştu hemen...
Onun da yüzde 70 sakat kalacağını öğrendi.
Barış sakatlanmıştı Diyarbakır'da...
Kan kanserini yenen Mizgin'se kanlı bir teröre yenilmişti.
* * *
Mizgin, "müjde" demekmiş.
Son 10 günde 2 Mizgin'in yaşadığı 2 felaket, Güneydoğu'da müjdelere hâlâ ne kadar uzak olduğumuzu hatırlattı bize...
Sakatlanan Barış'ı yaşatmak için, Kürdüyle Türküyle el ele vermenin tam zamanıdır şimdi...

can.dundar@e-kolay.net
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
Ramo (17-09-2006)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 13:38 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce