Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Kıssadan Hisse Hikayeler - Sayfa 9 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Müştemilat
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Kıssadan Hisse Hikayeler
Konudaki Cevap Sayısı
107
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
123585

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #81  
Eski 30-06-2008, 10:35
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Aman Ormancı

Bir gün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düşürür.

"Aman tanrım" diye bağırdığında bir peri belirir ve 'Ne diye bağırıyorsun ?'der. Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltaya ihtiyacı olduğunu söyler.

Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir. 'Baltan bu muydu ?' diye sorar.

Ormanci 'hayır' diye cevaplar. Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar. 'Baltan bu muydu ?'

Ormancı yine 'hayır' diye cevaplar. Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar. 'Baltan bu muydu ?' Ormancı 'evet' der.

Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir.

Ormancı mutlu bir şekilde evine döner.

Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karisi suya düşer. Ormancı 'aman tanrım' diye bağır! ır.

Peri yine belirir ve sorar: 'Ne diye bağırıyorsun ?' Ormancı' karim suya düştü der.

Peri suya dalar ve Jennifer Lopez ile birlikte geri döner.'Senin karin bu mu?' diye sorar. Ormancı 'evet' der.

Peri sinirlenmiştir, 'Yalan söylüyorsun, gerçek bu değil' der. Ormancı 'özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri dönecektin, ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin. Ben fakir bir adamım ve üç karimin sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim. Jennifer Lopez'e evet dememin sebebi budur...

Bu hikâyeden alınacak ders: Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni vardır ve bu başkalarının yararı içindir. Kendileri için bir şey istiyorlarsa ekmek çarpsındır...
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (30-06-2008), AnnE (30-06-2008), ar_de_ (01-07-2008), buena vista (30-06-2008), dentist (30-06-2008), Master (30-06-2008), zumbul (02-12-2008)
  #82  
Eski 08-07-2008, 15:17
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

HAYATINIZ SEÇTİĞİNİZ KADINDIR

Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman Generale :

-Hayatını bağışlarım ama bir şartım var , der.
'Kadınlar hayatta en çok ne ister?' budur bilmek istediğim.......Bu
sorunun yanıtını getir ; kurtar kelleni der.

General sorar soruşturur bu çetin sorunun yanıtını aramaya başlar ve
Kafdağındaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir....Günlerce gecelerce
at koşturur , cadıyı bulur ve sorar:

-Kadınlar hayatta en çok ne ister?

Korkunç cadı yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki yenilir yutulur
cinsten değil.....

-Evlen benimle!!!!. ....
O zaman öğrenirsin ancak istediğini...


Bu ölümcül teklifi kabul eder General ve doğru yanıtı alır almaz koşar
Harun Reşit'e ve :

-Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister!.

Harun Reşit Generalin hayatını bağışlar ancak cadıyada evlenmek için
söz vermiştir.
Neyse evlenirler.İlk gece General bir bakar ki , o korkunç cadı
dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş karanlık odada.....Konuşur cadı :

- Benim kaderim böyle.... Günün sadece yarısı güzel olabilirim , diğer
yarısı çirkinim der.Ne dersin? Geceleri seninleyken mi güzel olayım ,
yoksa gündüzleri dışardayken mi?.....

General düşünür ve :

- Sen bilirsin kararı kendin ver der.İşte o an korkunç cadı sonsuza
dek güzel bir kadın olarak kalır....

Peki bu öyküden çıkarılacak 3 ders nedir???

1.Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek isterler.
2.Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın her zaman güzeldir.
3.İster güzel olsun, ister çirkin olsun her kadın aslında bir cadıdır.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır...... .Zevkli bir kadına rastlarsanız
zevkiniz, bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz , zeki bir kadına
rastlarsanız zekanız gelişir.Hayat kat kattır.Babil' in Asma Bahçeleri
gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi
kadınlar götürür.Ve bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara ,
gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası , manzarası ve
hayatıdır..... Hayatınız seçtiğiniz kadındır......
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
account (09-07-2008), ar_de_ (09-07-2008), Ramo (03-09-2008), serdarkus (08-07-2008), su (17-07-2008), zumbul (02-12-2008)
  #83  
Eski 03-09-2008, 19:43
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kızılderili

Bir gün New Yorkta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya

çıkarlar, gruptan biri kızılderilidir yolda yürürken insan kalabalığı siren

sesleri yolda çalışma yapan işçilerin araçlarının çıkardığı gürültü

araçların korna sesleri arasında ilerlerken kızıldereli kulağına cırcır

böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar arkadaşları bu

gürültünün

arasında bu sesi duyamayacağını kendisinin öyle

zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler.

aralarından bir tanesi inanmasa da onunla birlikte aramaya devam

eder. Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür arkadaşı da

arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin

arasında gerçekten bir cır cır böceği bulurlar.

arkadaşı kızıldereliye senin insanüstü güçlerin var bu sesi nasıl

duydun diye sorar, kızıldereli ise bu sesi duymak için insanüstü

güçlere

sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini

izlemesini

söyler. kaldırıma geçerler ve kızıldereli cebinden çıkardığı bozuk

parayı

kaldırımda yuvarlayarak atar, bir çok insan bozuk para sesinin

ceplerinden

düşen bir paramı diye sesin geldiği yöne doğru bakar

kızıldereli arkadaşına dönerek, gördünmü önemli olan nelere değer

verdiğin

ve neleri önemsediğine bağlıdır.

herşeyi ona göre duyar , görür ve hissedersin der
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (04-09-2008), ar_de_ (05-09-2008), dentist (03-09-2008), Gozlemci (04-09-2008), Master (03-09-2008), meraklı (04-09-2008), serdarkus (04-09-2008), zumbul (02-12-2008)
  #84  
Eski 05-09-2008, 22:56
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..."

İhtiyar balıkçı, Karayipler'de 85 gün olta salladıktan ve eve eli boş döndükten sonra bir gün iyice açılıp "büyük balık"ı yakalar.


Lâkin kıyıya dönerken, yedeğine aldığı, teknesinden yarım metre daha büyük olan bu "kılıç", yol boyu kan kokusuna gelen canavar köpekbalıklarınca didik didik edilir. Bu korkunç mücadeleden elinde kala kala dev balığın iskeleti kalmıştır.
Kan revan içinde, uykusuz ve bitkin sahile yanaşırken,
"Beni adamakıllı yendiler... Hem de ne yeniş"
diye geçirir içinden. Sonra silkinir ve yüksek sesle şunu söyler:

"Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..."


Hayat yolculuğumuz da öyle değil midir?
Kimi için güzel bir kadındır
"büyük balık", kimi için zengin bir damat...
İyi bir hayat... Hayırlı evlat...
Ya da müstakil ev, son model araba, sınırsız servet...
Kimi, "büyük balık"ı hiç göremeden ölür.
Kimi, bir kez tuttu mu, bir daha açılmaz hiç...
Onunla gömülür.
Kimi ise; yaşam denilen, şakaya gelmez deryanın dalgalarında yalpalana yalpalana arar büyük balığı bir ömür boyu...


Açıldıkça bulma şansıyla birlikte artar, yitirme ihtimali...
Zor bulanlar, çabuk yitirir bazen...
Acımasızca yağmalanır ve sonuçta elde bir kılçıkla kalakalırlar.
Yenilgi değildir onlarınki aslında...
Olsa olsa biraz fazla açılmışlardır.
Ama insanlık, kısmen de, onların fazla açılması
sayesinde ilerler.
Ünlü romanın esin kaynağı olan balıkçı
Gregorio Fuentes 104 yaşında ölmüştü.


"Ensesinde derin kırışıklıklar olan sıska adam",
Dünyaya veda etmeden önce, Ankara'da hafızama son
bir ağ atıp geçmişti.

Bir şişe rom karşılığı çektirdiği son fotoğraflarına bakarken, "Keşke bu fırtınalı yolculuğun sonunda hepimiz ayni şeyi yüksek sesle söyleyebilsek" dedim kendi kendime:

"Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..."
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (07-09-2008), AnnE (06-09-2008), ar_de_ (08-09-2008), Master (06-09-2008), meraklı (06-09-2008), neron (08-09-2008), serdarkus (06-09-2008)
  #85  
Eski 16-09-2008, 19:38
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kavak Ağacı ile Kabak

Ulubir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Baharilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeysekavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-On yılda, demiş kavak.

-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

-Doğru, demiş kavak.

Günlergünleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabaküşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıyadoğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:

-Neler oluyor bana ağaç?

-Ölüyorsun, demiş kavak.

-Niçin?

-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

1.Ders: Çalışmadanemek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolaykaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (17-09-2008), ar_de_ (17-09-2008), neron (17-09-2008), su (01-11-2008), zumbul (02-12-2008)
  #86  
Eski 08-10-2008, 17:40
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

BİR MÜDDET ZEYTİN YİYECEĞİZ, SONRA...

Kendisini karşılayan sekretere; Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi.
Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti: "Nazif Bey mi?" dedi. "Evet,
Nazif Bey!"diye cevap alınca, hüzünlü bir ses tonuyla "Nazif Beysizlere
ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu."dedi. Hiç beklemediği bu
haberle bir acı saplandıyüreğine. "Ya, öyle mi??" diyebildi sadece.
Hicranlıbir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum
eden yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı. Kendisini toparlayıp
"Onun adına görüşebileceğim bir yakını var mı acaba?"diye sordu. "Evet
var, oğlu Selim Bey....". Titrek bir sesle "Öyleyse Selim Beyle
görüşebilir miyim?" dedi. Görevli hanım, insanda saygı uyandıran bu
kibar beyefendiye, "Selim Bey oldukça meşgul bir insan,randevusuz
görüşmek pek mümkün olmuyor; ama ben yinede kendisine bir haber
vereyim." dedi ve telefona yöneldi.. Sonra "Kim diyelim efendim?" diye
sordu. "Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım." cevabı üzerine
sekreter dahili telefonu çevirdi. Daha sonra mütebessim bir çehreyle,
"Selim Bey sizinle görüşmeyi kabul etti, lütfen beni takip edin." dedi.

Beraber merdivenden çıktılar. İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir
salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı
açarak, 'Buyurun!' dedi. O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen
vakur ve mütebessim gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak,
"Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir." dedi. "Bendeniz de Selim
Cebeci? Lütfen buyurun, oturun." dedi, genç iş adamı. Mehmet Bey,
kendisine gösterilen yere oturur oturmaz "Yirmi üç yıl, tam yirmi üç
yıl? Vaktiyle bana burs verip okumama vesile olan insanın elini öpmek
için bu ânı bekledim." dedi ve dudakları titredi, gözleri doldu. "Ama o
büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm
anlatamam." Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü:
"Fakat en azından o büyük insanın mahdumunun elini sıkmaktan da
bahtiyarım." Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı,
kulaklarına inanamıyordu. Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı
gibi dizildi cümlelerine: "Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı
Mehmet Baydemir mi?" Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir
anlam veremeyerek başıyla "Evet" dedi. Bunun üzerine Selim Beyin gözleri
sevinçle parladı. "Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık."
dedi.

Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi
sıktı ve "Sizi karşıma Allah çıkardı." dedi. Bu sözler profesörü çok
şaşırtmıştı. "Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden?" dedi. Selim
Bey gülen gözlerle profesöre bakarak "Bizdeki emanetinizi vermek
için..." deyince, profesörün şaşkınlığı iyiden iyiye arttı. "Emanet mi?"
dedi. Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi.
Karşısındakine "Gelebilir misiniz?" deyip telefonu kapattı. Mehmet Bey,
şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya iyi giyimli bir
bey girdi. Selim Bey ona yanına gelmesini işaret etti, sonra kulağına
bir şeyler fısıldadı. Gelen kişi bir şey söylemeden geldiği kapıya
yöneldi. O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlı bir sohbete başladı.

Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık, yerini birbirlerine
hasret kırk yıllık ahbapların yeniden buluşmalarındaki sevinç, samimiyet
ve güvene bırakmıştı. Mehmet Bey yurt dışındaki tahsilinden,
araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyen memleket
hasretinden bahsetti. Sonra Nazif Beyin duvardaki portresini göstererek,
"Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum." dedi. "Bana yalnızca maddî
destek vermedi, mânen de beni hiç yalnız bırakmadı. Yurt dışında tahsil
görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu. 'Sana
bunun için burs vermedim.' diyerek bana istikamet verdi. Ona her
namazımda dua ediyorum." dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki
fotografına mıhladı. Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâ
veremediği diğer tabloya kaydı. Son derece şık bir çerçevenin içinde,
bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap
duruyordu. Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de
sıralandığını fark etti: "Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra..." Selim
Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi; fakat aklı
tabloda kalmıştı. Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı.
İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu: "Bir müddet
sabredeceğiz, sonra..." İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri
olmasaydı, yanına gidip tabloyu iyice inceleyecekti; fakat bu uygun
düşmez, düşüncesiyle yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını
gidermeye çalışıyordu. Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın
içinde kalıyordu. Üçüncü cümlede: "Bir müddet yürüyeceğiz, sonra..."
diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha sıralanıyordu. Artık aklı
hep tablodaydı. Sonunda dayanamayıp, "Selim Bey merakımı mazur görün. Şu
tabloya bir mânâ veremedim." Selim Bey kendisine has bir gülüş ile
misafirine baktı, derin bir nefes alarak: "Malumunuz, babam varlıklı bir
insandı. Oldukça iyi bir hayatımız vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi
kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki
hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu. Hatırlıyorum da
bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin koyabilmişti. O zengin
kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin... Şaşkınlık içinde, 'Başka bir
şey yok mu?' diye sormuştum. Bu soru karşısında annemin hüngür hüngür
ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor. Annemin ağlayışına mukabil babam:
'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...' dedi ve durdu, güçlü bakışlarını
üzerimizde gezdirdi, 'Alışacağız.' dedi. Ve iştahla bir zeytin alıp
ağzına attı.

Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar.
Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık. Doğru dürüst bir
eşyamız da kalmamıştı. Annem bezgin bir sesle: 'Bu evde hiçbir şey yok!
Burada nasıl yaşayacağız.' diye haykırdı. Bunun üzerine babam: 'Bir
müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi . Gittiğim özel okuldan
ayrılmış, bir devlet okuluna yazılmıştım. Sabahleyin okula servisle
gitmeyi umarken, babam elimden tuttu, 'Bu ilk günün, okula beraber
gideceğiz.' dedi. Yürümeye başladık. Okul oldukça uzak gelmişti bana,
yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum. Babam kim bilir hangi düşüncelere
dalmıştı. Geride kaldığımı fark etmemişti. Biraz sonra fark edince bana
döndü. İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla
baktıktan sonra, yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden,
kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla, 'Yoruldum.' dedim. Babam oldukça
sakin bir şekilde: 'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra alışacağız.' dedi.
Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak dönüyordu.
Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu.
Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün,
merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade,
seccadenin üzerinde de bir tespih vardı. Duvarda ise Arapça bir ibarenin
altında şu yazı vardı: 'Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.'
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu hal birkaç
yıl sürdü.

Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi. Ağlamaklı bir yüz
ifadesi vardı. Her birimize bir paket getirmişti. Köşkten ayrıldığımız
günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı.
'Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyor musunuz?' dedi, kelimeleri
boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini kesmek
zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve bizi
ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa o
turdu. Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu.
Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk. Gazeteyi açtı, içinden bir
çift yeni çorap çıkardı. Bu gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını
kurmaya çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı. Çorabı burnuna
götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı.
Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik. Babam nihayet
kendisini topladı ve 'Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim.
Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime
'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır.
Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.'
demiştim. Bugün ise, Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim. Artık
kimseye tek kuruş borcum kalmadı." dedi. Sonra gözyaşları içinde
ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski
çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret nişanesi olarak
sakladım. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarını ödeyinceye kadar bütün
kazancım alacaklılarının hakkıdır.' diyor". Selim Beyin bakışları
bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp
duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran hayran baktı. "Babanız
sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydım öyle müreffeh bir
hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım."
Selim Beye döndü ve "Siz ne yapardınız?" diye sordu. Selim Bey kendisine
has tebessümü ile: "Bir müddet zeytin yerdim, sonra..." dedi ve
gülümsedi.

O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir kutuyla içeriye
girdi. Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı. Selim Bey yerinden
kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı. 'Buyurun, yıllarca size vermek
istediğimiz emanetiniz.' dedi. Mehmet Bey bilinmez duygular içerisinde
kutuyu açtı. İçinden kadife bir kese çıktı. Keseyi açıp içini kutuya
boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı. Keseden birkaç tane cumhuriyet
altını ile bir not çıkmıştı. Mehmet Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı
açıp okumaya başladı. Sevgili Mehmet Bey oğlum, Bazen istediğimizi
yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu... Tahsil hayatınız boyunca
size burs vermeyi taahhüt etmiştim. Ancak eğitiminizin son altı ayında
size burs verme imkânını bulamadım. Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden
kavuştum; lâkin bu sefer de size ulaşamadım. Dolayısıyla size borçlandım
ve borçlu kaldım. Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek
mümkün olsaydı, ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum. Zira sevgili
oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememenin ızdırabıyla kaç
gece ağladım onu Rabb'im bilir. Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki
değeriyle altına çevirdim. Bu altınlar sizindir. Bunlar elinize
ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım. Sevgilerimle, Nazif
Cebeci. Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı. Bu büyük insanın yüceliği
karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor, ağlıyordu. Selim Bey de bir
hayli duygulanmıştı. Onun da yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Bir ara
yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı. Kendisine
yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor gibiydi.
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
account (09-10-2008), ar_de_ (10-10-2008), Gozlemci (12-10-2008), Master (08-10-2008), neron (09-10-2008), Ramo (08-10-2008), zumbul (09-10-2008)
  #87  
Eski 10-10-2008, 19:52
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Smile Bu sefer kısa ama öz bir laf.....

DERDiNi KARINLA PAYLAŞ...


SONRA, HEM DERDiNLE HEM DE

KARINLA UGRAŞ...)))




Ramo ya mail için tşk.
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
account (12-10-2008), Master (11-10-2008), Ramo (11-10-2008), serdarkus (11-10-2008)
  #88  
Eski 12-10-2008, 10:30
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sorunlarınızı Evinize Taşımayın

Eski bir çiftlik evini tamir etmekle uğraşan marangoz, işteki ilk gününü zorluklarla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği, işe bir saat geç gitmesine neden olmuş, elektrikli testeresi iflas etmiş, bütün gün çalışıp didindikten sonra evine dönmek üzefre arabasına bindiğinde arabası çalışmamıştı.

Evin sahibi, çalışkan ustanın başına gelenlere üzüldü ve onu evine bırakmaya karar verdi. Kötü bir gün geçiren marangozun pek keyifli olduğu söylenemezdi. Yol boyunca neredeyse hiç konuşmadılar. Araçtan indiklerinde , usta , ev sahibini içeri davet etti. Adam bu nazik teklife hayır demedi.

Eve doğru yürürlerken, marangoz küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu ve dallarının uclarına her iki eliylede dokundu. Kapı açıldığında ise suratı şaşırtıcı bir şekilde değişti. Güneş yanığı yüzünü kocaman bir tebessüm kapladı. İki küçük çocuğunu sevgiyle kucaklarken , eşine de kocaman bir öpücük vermeyi ihmal etmedi. Hoşsohbet ve neşeli bir adam olup çıktı.

Bu değişime bir anlam veremeyen ev sahibi, kendisini uğurlayan marangoza bunun nedenini sordu ve en çok da ağacın dallarına neden dokunduğunu merak ettiğini söyledi.

"O benim dert ağacım" dedi usta. "İşimde ister istemez bazı sorunlarla karşılaşıyorum ama şundan eminim ki bu sorunlar evime , eşime ve çocuklarına ait değil. Bunun için her akşam eve döndüğümdei sorunları o küçük ağaca asıyor, sabah isşe giderken de tekrar alıyorum.
Ama komik olan ne biliyormusunuz ? Sabahları onları aldığımda, akşamki kadar çok olmadıklarını görüyorum."

Sizlerde iş hayatınızdaki sorunlarınızı sevdiklerinize hissettirmeyin.
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (12-10-2008), ar_de_ (12-10-2008), buena vista (12-10-2008), Gozlemci (12-10-2008), janus (12-10-2008), meraklı (13-10-2008), serdarkus (12-10-2008), su (15-10-2008), zumbul (02-12-2008)
  #89  
Eski 17-10-2008, 22:04
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Karga

80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşında
ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı.
Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sahbet ettikten sonra oğlu
susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin
yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu..
Yaşlı baba kargaya gülümserek biraz baktıktan sonra oğluna sordu:
- Bu ne oğlum?

Oğlu şaşkın, cevapladı:
- O bir karga baba.

Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu:
- Bu ne

oğlum?

Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı:
- Baba, o bir karga

Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor,
başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara
çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu:
- Bu ne?

Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü:
- O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun ?!

Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini
yükseltti:
- Baba bunu neden yapıyorsun?
Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen
hâlâ sormaya devam ediyorsun.
Sabrımı mı deniyorsun ?!

Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti
ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi.
Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını

buldu.
Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna
uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi:

'Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken
yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu.
Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle
sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim.
Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi
sevgiyle doldurdu...
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (18-10-2008), alihoca (30-10-2008), ar_de_ (19-10-2008), buena vista (19-10-2008), coser (18-10-2008), janus (18-10-2008), Master (18-10-2008), meraklı (18-10-2008), neron (20-10-2008), serdarkus (18-10-2008), su (01-11-2008)
  #90  
Eski 30-10-2008, 19:48
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Coban´in biri dere kenarinda koyunlarini otlatiyormus. Tam o anda yanina bir Cherokee Jeep yanasmis. Brioni gomlek Cerruti ayakkabilar giyen Ray-Ban gozluklu ve YSL kravatli bir surucu asagiya inmis ve cobana sormus.

Eger kac tane koyunun oldugunu bilirsem bana onlardan bir tanesini verirmisin?

Coban bir adama birde koyunlarina bakmis 'Tamam' diye cevap vermis.

Genc adam arabasini park etmis telefonunu bilgisayarina baglamis bir NASA sitesine girmis GPS´ini kullanarak yeri taramis bir database ve logaritma ile doldurulmus 60 excel tablosunu acmis ve 150 sayfalik bir rapor basmis.

Cobana donmus Tam olarak 1586 adet koyunun var demis.

Coban 'Dogru' diye cevap vermis 'Koyununu alabilirsin. ' Genc adam koyunu almis ve jeep´inin arkasina koymus.

Bu sefer coban genc adama donmus 'Eger senin ne is yaptigini bilirsem koyunumu geri verirmisin?' diye sormus.

Adam 'Evet neden olmasin' diye yanitlamis. 'Sen Dunya Bankasi´nda Danismansin' demis coban.

Adam sormus 'Nasil oldu da bildin?'. Coban Cok basit diye cevap vermis.

Buraya cagrilmadan geldin bu birrr..

Ikincisi benim bildigim bir seyi bana soylemek icin benden bir koyunumu istedin.

Ucuncusu yaptigin hicbir seyden anlamiyorsun cunku kopegimi aldin!

Alıntı
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (31-10-2008), alihoca (30-10-2008), ar_de_ (31-10-2008), buena vista (31-10-2008), chem73 (31-10-2008), Master (31-10-2008), meraklı (31-10-2008), neron (31-10-2008), su (01-11-2008)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 15:38 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce