Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Kıssadan Hisse Hikayeler - Sayfa 10 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Müştemilat
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Kıssadan Hisse Hikayeler
Konudaki Cevap Sayısı
107
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
123358

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #91  
Eski 01-12-2008, 15:51
ahmetunalcam ahmetunalcam bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Nov 2008
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 2/0
1 Mesaj ına 5 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Şiir ve öykülerimi yayınlarken ismimi deklemenizi rica ediyorum.
Şair-Yazar : Ahmet Ünal ÇAM

Alıntı:
dentist´isimli üyeden Alıntı
Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; “-Gayet iyi.” dedi. Güzelliğinden emindi. Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi.Cep telefonu çaldığında , akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.
- Alo…kızım, nasılsın ?
- İyiyim anne. Ne oldu *
- Sana bir surprizim var.
- Surpriz mi ?
- Evet.Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş….
- Eee kimmiş.
- Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum.
- Ben mi ?
- Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.
- Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen.
- Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.
- Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım.
-Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim.O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.
-Tamam anne ..tamam…
- Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum.Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.
- Hemen darılma, tamam dedim ya…
- O nasıl tamam demekse… neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.



Genç kız , izin alıp çıktı.Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı,lüks eğlence yerlerine giderlerdi.
Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti. “-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam” diye düşündü.
Köylü kadın çekinerek seslendi;
- Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim ?
“Kızım” diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.
- Ne var, adres mi soracan !..
Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;
- Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.
- Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.
Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. “-Nihayet.” diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.
Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü.Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;
- Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamaya benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı…
Kadın dayanamadı;
- Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim !
- Oooo... laf yapmayı da biliyormuş
-Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.
Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.



Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.
- Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde ?
- Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş.
- Allah Allah !... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.
Genç kız bir an durakladı.
-Küçük bir kız mı ?
- Evet
- Anne !. biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi ?
- Kültürsüz değil ama zengin değil.
- Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.
- Köyden gelen kadına ne denir ki !..
- Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.
- Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. " - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda , ben kapınızı çalarım". Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.
-Ne istiyormuş ?
- Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.
- Anne , o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım ?
Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;
- Kızım, sen bebekken biz köydeydik.
- Eee…
- Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri,atları,tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.
-Evet, hatırladım.
- O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.
- Herhalde şimdi anlatacaksın…
- Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…
- Niçin ?
- Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah !.. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…
Şair-Yazar : Ahmet Ünal ÇAM
Alıntı ile Cevapla
ahmetunalcam kullanıcısına teşekkür edenler
account (02-12-2008), dentist (01-12-2008), neron (02-12-2008), serdarkus (01-12-2008), zumbul (02-12-2008)
  #92  
Eski 01-12-2008, 18:51
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Hoş Geldiniz

// Şoför Ali

Yaşlı, ezik, bitkin görünüşlü yaşlıca adam bir kahvehaneye girdi. Yoksul elbiseleri ilk bakışta dikkat çekiyordu. Kasanın yanı başında oturan şişman adam onu görünce yanındakilerle sohbeti kesti. Kahvehanenin içine doğru ilerleyen yaşlı adama kısa bir süre daha baktıktan sonra bir el işaretiyle çaycı çırağını yanına çağırdı, yanındakilerin de duyduğu bir ses tonuyla kızarak söylendi;

-Oğlum, dikkat etsene, dilenci giriyor sen uyuyorsun. Müşterileri rahatsız etmeden çıkar şunu dışarı.

-Hemen patron.

Çırak hızlı adımlarla yaşlı adamın yanına gitti. Şişman adam onu takip ediyordu. Yaşlı adamla konuşan çırağın dönüp kendisine doğru geldiğini görünce, yanındakilere dert yanarak elini cebine attı;

-İşte bazıları böyle yüzsüz oluyor. Para koparmadan gitmeyecek anlaşılan.

Cebinden çıkardığı bozuklukları gelen çırağa uzattı;

-Ver şu parayı da gitsin.

Garson, elini paraya uzatmadı;

-“Dilenci değilim” diyor patron.

-Ne istiyor o zaman, çay mı içecekmiş? İçsin de gitsin o zaman, napalım.

-Yok patron, ‘Destan şeklinde şiirlerden okurum veya isteyen olursa öyküler anlatırım’ diyor. Üç-beş kuruş veren olursa onla geçiniyormuş.

-Ooo, çıkar dışarı çıkar. Bir de onunla uğraşamam.

Arkadaşları müdahale etti;

-Bırak be İzzet, bırak anlatsın bakalım. Baksana eski toprak belki değişik bir şeyler anlatır, kahvehaneye de renk katar, fena mı?

Birkaç kişi birden ısrar edince kıramadı onları;

-İyi hadi, çağır yanımıza gelsin bakalım.

Çırak haber verince, yaşlı adam gözünde bir parıltıyla, bir umutla yanlarına geldi;

-Selamünaleyküm.

-Aleyküm selam.

Şişman patron uyanık biri olduğunu gösteren bakışlarla;

-Amca sağ elin hep ceketinin cebine, çok paran var da çalmasınlar diye sıkı sıkı tutuyon galiba.

Yaşlı adam, konuşan adamın gözlerinin içine baktı, sonra soruyu duymamış gibi davrandı. Şişman adam devam etti;

-Bak amca, anlatacağın öykü hoşumuza gitmezse bizden beş kuruş çıkmaz haaa !

-Beğenmezseniz ben zaten para istemem zaten.

-Ne anlatacan bakalım, ne öykülerin var.

-73 harbinden öyküm vaaar.

-Çok eski amca bırak onları.

-Kurtuluş savaşından vaar, Çanakkale`den var…

-Onlar da çok eski amca. Daha yeni daha renkli öykülerin yok mu?

-Hepsi yaşanmış, hepsi heyecanlı be, ‘renkli renkli’ diye ne demek istiyon ki?

Birisi sırıttı;

-Gün değişti amca artık artislerin hikâyelerini dinliyor millet.

Yaşlı adam kaşlarını çattı, ayağa kalkmaya çabalayarak söylendi;

-Yok onlardan bende.

Şişman patron, arkadaşlarına doğru gülerek;

-Yahu benim babamın Kore savaşı yıllarında yaşadıkları bundan daha iyi hikâyedir. Ben size babamın hikâyesini anlatırım merak etmeyin.

Yaşlı adamın tekrar gözü parladı, kalktığı sandalyeye tekrar yerleşerek sordu;

-Baban Kore’de mi savaştı?

Şişman adam bir kahkaha attı;

-Yok be amca, adamı güldürme. Babam da benim gibi uyanıktı, askerden yırtmayı başarmış.

Arkadaşları şişman adamın bu sözlerine gülerken, yaşlı adamın kaşlarının çatıldığını fark etmemişti. Yaşlı adam, öfkesini saklamaya çalışarak sordu;

-Nasıl yapmış bunu uyanık baban?

-Ooo, sen `öykü anlatacam` diye geldin, bize öykü anlattırıyorsun.

-Sen anlat hele, benim de bir hikâyem vardır elbet.

-Anlat hele İzzet, biz de merak ettik, anlat.

-İyi iyi, tamam. Öyle uzun bir şey değil canım. Dedemin tanıdığı doktor varmış şehirde. Babamın bacağını sargıya almış, götürmüş doktora.

-Bir yanlışın olacak, Kore için çağrılırken, baban asker ocağında mıydı, değil miydi?

-Askerdeydi ama Kore’ye asker gönderileceği lafları çıkınca hemen izne memlekete gelmiş. İzindeyken de dedem ona sahte bir doktor raporu çıkarttırmış. Hükümetin asker kararı aldırıp, asker göndermesi sırasında bacağı kırık göründüğünden kurtarmış paçayı.

-Olur mu öyle şey, doktor verir mi böyle bir rapor!

-Amca, sen parayı bol verirsen olur, bal gibi olur.

-Sen bunu duyunca üzülmedin mi?

-Amca, babam yaşındasın ama kusura bakma çok safsın ya. Ne üzülecem, gidenlerin kimisi öldü, kimisi kolu, ayağı kopuk geldi. Babam da öyle olsaydı iyi mi olurdu.

-Bana bak, savaşta ölene şehit derler, (İçini çekerek, zorlukla söylendi) savaşta kolu-ayağı kopana da gazi derler. Onlar olmasaydı, sen burda rahatça….

-Bırak bunları amca bırak, ta Kore’deki savaştan bahsediyoruz. Bize ne yahu.

-Askerden kaçmanın bahanesi mi bu! Savaşa karşı çıkmak başka ama devletin bir savaşa girdiyse, karar verdiyse, kaçmak…

Şişman adamın yanındakiler, kötü bir şey söyleyeceğini hissettikleri yaşlı adamı susturdular;

-Amca, sen kendi hikâyeni anlat bakalım.

-Pekâlâ. Ben size Kore’de savaşan Şoför Ali’nin öyküsünü anlatacağım.

Şişman patronun, gülerek “-Aman kısa olsun amca, savaş mavaş bizi korkutur” diye seslenmesini duymazlıktan geldi, devam etti;

-Türk birlikleri, savaşın en korkunç mücadelelerinin olduğu yerlere gönderiliyordu. Şimdi bakmayın Amerikalıların bize sırt döndüklerine, nankörlük yaptıklarına, Kore savaşında Türkler olmasaydı çok büyük kayıplar vereceklerdi. Bir keresinde Çinliler Kunuri’de ani bir saldırıyla, 8. Orduya bağlı Amerikalıların 2. tümeninin çevresini sarmaya başlamış, çok zor durumda bırakmışlardı. Geri çekilmek istiyorlar ama Çinlilerin yoğun saldırısından geri de çekilemiyorlardı. 2. Tümen düşerse, 8.ordunun tamamının da zorda kalacağı, çevresinin sarılabileceği söyleniyordu. 2. Tümene geri çekilme vakti kazandırmak için, beş bin Türk askeri, sonu ölüm olduğu bilindiği halde Çinlilerle Amerikalıların arasında gönderildi. Türk birliği yok olana kadar Amerikalıların kurtarılması planlanmıştı. Hatta Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin başkumandanı Mac Arthur’un bu görevden sonra Türk Tugayını kırmızı çizgiyle çizdiği ve kayıp olarak gösterdiği sonradan öğrenilmişti. Bu kadar imkânsız görülen görevde Türk birliklerinin çevresi dört defa Çinlilerle sarılmış ve onlar da dört defa kendilerini saran Çinlileri yararak kurtulmayı başarmıştı. Türklerin, kahramanlıkları kadar yaralılarını bu zor şartlarda geride bırakmamaları da Amerika ve Avrupa gazetelerinde günlerce yazılmıştı.

-Amca amca, güzel anlatıyorsun da, görmüş gibi anlatıyorsun. Hayırdır, sen de mi ordaydın? Gazeteleri de gördün mü?

Çevredekiler dikkatlice dinlemeye başladığı halde, bu soru üzerine gülümsediler. Yaşlı amca sakince cevap verdi;

-Ordaymış gibi anlatınca daha heyecanlı olmuyor mu? Hem Amerikan gazetelerinden alınan haberler bizim gazetelerde de yayınlandı, hiç merak edip okumadınız mı?

Kısa bir sessizlikten sonra devam etti;

-Yaralılarını da taşımışlar diyorduk ya, işte şoför Ali’nin de hikâyesi bu kısımla ilgili. Sivilde şoförlük yaparmış Ali. Canı tez biriymiş. Öyle ki, düşman cephesinden atılan el bombalarından herkes kaçarken, o hemen alıp geri atıyormuş. Böyle çok arkadaşını kurtarmış. Ama bir keresinde, alıp geri atmak istediği el bombası erken patlamış. Ali’nin sağ kolunu götürmüş.

Yaşlı adam, söylediklerinin etkisini bekler gibi kısa bir an durmuş. Bu duraklamayı fırsat bilen kahvehanenin patronu İzzet, diğer insanlardan tepki görmek de istemediğinden sesini fazla yükseltmeden söylenmiş;

-Ya, gördün mü, dönüşte şoförlük de yapamaz artık.

Yaşlı adam, nemli gözlerini ona dikip yine kısa bir süre sessizce bakmış, sonra;

-Haklısın, yapamadı.

-Sen tanıyor muydun yoksa amca, yaşadı mı böyle biri?

-Çankırılıydı, bizim köylüydü.

-Eee, güzel öyküymüş amca, al bakalım paranı.

Yaşlı adam, kahvehane sahibinin önündeki sehpaya koyduğu paralara bakmamaya çalışmış, arkalardan birinin seslendiği soruyu dinlemiş;

-Sonra nolmuş şoför Ali’ye. İş bulmuş mu?

-Allah bilir, benim duyduğum bu kadar.

Yaşlı adam ayağa kalkmış, başka bir şey demeden dönüp uzaklaşmaya başlamış.

-Heey, amca öyküne para verdik alsana.

Geldiğinden beri, sağ elini hiç cebinden çıkarmayan yaşlı adam, sol elini istemem şeklinde sallayıp, dudaklarında acı bir tebessümle cevaplamış;

-Senin paranı istemem.

Eline sehpadaki parayı alıp yaşlı adamın peşine koşan kahvehane sahibi, yaşlı adama öfkeyle seslenmiş;

- Ne demek ‘senin paranı istemem’ al şu parayı.

Yaşlı adam aldırmadan devam etmeye kalkınca hakarete uğradığını düşünüp, kolundan asılmak istemiş;

-Dur bakalım, aaa… Bu da ne!...

Yaşlı adamın, cepten zorla çekilen, ceket sağ kolundan yere bezler düşmüş. Çevredekiler o zaman yaşlı adamın sağ kolunun olmadığını görmüşlerdi.

Yaşlı adam sol yumruğunu sıkarak, kolunu çekiştiren adama bir an baktı. Sonra eliyle ceketinin cebinden bir gazi madalyasını çıkarıp göğsüne taktı. Çatık kaşları, küçümser bakışlarıyla şişman patrona son kez baktıktan sonra, arkasındakilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan, yürüyüp gitti.

Ahmet Ünal ÇAM //
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
account (02-12-2008), ar_de_ (02-12-2008), buena vista (01-12-2008), dentist (01-12-2008), Master (01-12-2008), neron (02-12-2008), Ramo (15-04-2009), serdarkus (01-12-2008), zumbul (02-12-2008)
  #93  
Eski 01-12-2008, 20:11
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Her zaman bekleriz.

Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.


Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun ona “Anneciğim, annler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-ya gelmezse, ya izin alamadıysa.” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.


Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı.. Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu;” Bu telaşın niye?” diye ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.


Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de..” İçinde sıkıntı armaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh.. yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”

Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse..” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı., ekranına baktı, arayan oğluydu.

Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?

Açtı telefonu;

-Alo..

-Alo, nasılsın anneciğim?

-Sağol yavrum, sen nasılsın?

-İyiyim anneciğim.

-Ne yapıyorsun, işler nasıl?

-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.

-Öyle mi yavrucuğum.

Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;

-İzin aldın mı yavrum?

-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.

-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?

-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.

-Sen sen.. bunun için izin almadın mı?

-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.

Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.

-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?

-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.

-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.

-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?

-Dışardaydı yavrum. Hah.. kapı çalıyor, sanırım baban geldi.

-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzüelinin kapısındayım.

-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.

Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.

Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.


Ahmet Ünal ÇAM
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
account (02-12-2008), alihoca (12-01-2009), ar_de_ (02-12-2008), buena vista (01-12-2008), chem73 (02-12-2008), janus (02-12-2008), Master (01-12-2008), meraklı (12-01-2009), neron (02-12-2008), Ramo (15-04-2009), serdarkus (01-12-2008), zumbul (02-12-2008)
  #94  
Eski 12-01-2009, 18:17
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Cherry Bir insan varmış bir de insancık.........

Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş,
geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye basladı. Tir tir
titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi.
Padişahin keyfi kaçtı. Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaslı
bir adam padişahın huzuruna çıktı,
' Müsaade buyurursanız ben onu sustururum' dedi. Padisah da ' Lütfetmis
olursunuz' dedi.

Yaslı adam emretti, köleyi denize attilar. Köle birkaç kere suya battı
çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye
yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu
uslu oturmaya başladı.

Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, ' Bu isteki hikmet nedir'
diye sordu.

Yaslı adam cevap verdi:
- Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse , huzurun kıymetini bilemez.

*** *** ***

Ewt efenim, kıymet; kıymetin anlamını bildikçe değerlidir, keyiflidir,bilenin göz ardı edemeyeceği, bilmeyenin bir türlü anlayıp kabul edemeyeceği ama habire eleştireceği dir.

Kıymetlerimizin kıymetini, kıymetli tutabildikçe kıymetlenelim ve kıymetlerimizi var edebildikçe keyiflenelim. Alabildiğimiz her nefes gibi, konuşabildiğimiz her söz gibi, paylaşabildiğimiz her dost gibi...

Sağlıkla kalın, hoş kalın
__________________
meraklı: üzerine vazife olmayanla ilgilenen.. Herşeye burnunu sokan..."merak ediniz, öğreniniz ki yeni ufuklarda başarı sizin olsun."
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
account (13-01-2009), alihoca (12-01-2009), ar_de_ (19-01-2009), buena vista (14-01-2009), dentist (12-01-2009), Gozlemci (13-01-2009), Master (12-01-2009), neron (13-01-2009), Ramo (15-04-2009)
  #95  
Eski 15-04-2009, 18:57
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı ''Müslümana haram''dır Çeşmesi.

Bursa'da zamanında Müslüman bir zat bir çeşme yaptırmış. Eski adı yahudilik yol ağzı, bugün ki adı Arap Şükrü muhitinde, ve başına bir kitabe eklemiş, "her kula helâl, müslümana haram"... Tabii başkent, Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye...

Efendime söyleyeyim, gitmişler kadıya şikâyete, yaka paça yakalanmış adam huzura getirilmiş, bu nasıl fitnedir, dini islam ahalisi müslüman olan koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu müslümana yasakla... Olcak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin? diye çıkışmışlar adama...

Adam müsade buyrun sebebi vardır, lakin ispat ister, delil şarttır der... Kadı kızar: "Ne delili, ne ispatı, sen fitne çıkardın müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın katlin vaciptir!" der. Ama bir yandan da merak eder, nedir gerekçen diye sorar, adam bir tek Sultan´a derim diye cevap verince, karışır yine ortalık. Söz Sultan´a gider, adam saraya yaka paça götürülür...


Padişah sinirlenir ama diğer yandan da meraklanır : "De bakalım ne diyeceksen, bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, bir tek müslümana haram yazarsın..."

- Adam başı önünde delilim vardır, lâkin ispat ister

- Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?

- O zaman hükme kıldan incedir boynum sultanım

- Eeee

- Sultanım her hangi bir havradan (sinagog´dan) bir rastgele haham ı izahsız yaka paça tutuklayın, bir hafta bakın neler olacak..

Dediği yapılmış adamın, tüm azınlıklar bir olmuş, başlarında museviler, "Ne oluyor, bu ne zulüm, bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim..." efendim çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş,

Bir hafta dolunca: Sultan´ım artık bırakmak zamanıdır demiş adam, haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer sultana teşekkürler, hediyeler, az zaman geçmiş ki adam aynı işi herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız sultanım demiş.


Aynı işlemle, aynı usulle bir papaz derbest edilmiş, yaka paça alınmmış pazar ayininden, aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar... Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha bir sarılmışlar birbirlerine.

Sultan: "Bitti mi?" demiş adama.

- "Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle" demiş.

- Şimde nedir isteğin?

- Efendim başkentimiz Bursa'nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimad edilen alimini alınız mimberinden,

dedikleri gibi olmuş, Ulucamiinin imamını, cuma hutbesinin ortasında almışlar... Yaka paça götürmüşler...

Ve ne olmuş bilin bakalım ?


Bir Allah'ın kulu, tek bir olumlu kelâm etmemiş, ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz, dememiş. Peşinden giden olmamış, arayan soran olmamış...

Geçmiş bir hafta, nerde imam diye gelen giden olmamış... Aptal ve cahil bir imam atanmış yerine, ne konuştuğunu kulağının duymadığı yobaz cinsinden, halk halinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derbest edilen koca âlim için;

-bizde onu adam, hoca bellemiştik,

- kimbilir ne haltlar etti de tutuklandı...

- vah vah acırım arkasında kıldığım namazlar...

- sorma sorma...

Padişah, kadı ve adam izlemişler olanı biteni, padişah;

- eee ne oalcak şimdi adam

- bırakma zamanıdır, bide özür dileyip helallik almak lazımdır hocadan

- "haklısın" demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş, adam başı önünde;

- ey büyük sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böylesi müslümanlara SU HELÂL edilir mi?

Sultan acı acı tebessüm etmiş;

- "Hava bile haram, hava bile..." demiş...



Çıkarılacak ders: BÖYLE HER ŞEYE SUSKUN KALAN KOYUN GİBİ BİR MİLLETE BÖYLE BİR ÜLKE, HARAM DEĞİLSE BİLE EN AZINDAN FAZLA....
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (22-04-2009), ar_de_ (16-04-2009), buena vista (16-04-2009), chem73 (16-05-2009), Gozlemci (15-04-2009), Master (16-04-2009), meraklı (16-04-2009), neron (16-04-2009), serdarkus (16-05-2009), su (07-07-2009)
  #96  
Eski 16-05-2009, 07:34
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow Demokrasi Kalitesi....

Sevgili Ramo Yukarıdaki yazınıza...

Yılmaz Özdil
yozdil@hurriyet.com.tr


İstanbul Valisi Muammer Güler misin, ağlar mısın?


Okula gaz bombası atıldı.


Demek ki...

Milli Eğitim, okul kurmuş oraya.

Öğretmen atamış.

*

Otobüs durağı var...

Belediye sefer koymuş yani.

*

Cami var.

Diyanet, imam göndermiş.

*

Anons yapıyordu dün minareden: "Sayın halkımız, polise taş atmayı bırakın, yıkım durdurulmuştur!"

*

Polis karakolu var iyi mi...

İçişleri Bakanlığı kondurmuş.

Ki, etrafı kolaçan etsin...

Yasadışı işler olmasın.

*

Semt polikliniği zaten vardı...

Devlet Hastanesi de var artık.

Sağlık Bakanı açtı, geçen sene.

Şelaleli gölü var hastanenin.

*

PTT’si var.

Devlet bankası şube açmış.

*

Yapılmaması ve dolayısıyla yıkılması gereken evlere bakıyoruz... Doğalgaz bağlanmış, elektrik bağlanmış, su bağlanmış, telefon bağlanmış, internet kafesi var, dünyaya online, asfaltı cillop gibi, metro geliyor, kanalizasyonu var...

Çöpü toplanıyor.

*

E biri bana izah edebilir mi lütfen...

"Kaçak" bu işin neresinde?


*

Sonra gidip, "N’aapmışın lan sen gizli gizli!" diye vatandaşın kıçına tekme atıyorlar... Suratına filan su sıkıyorlar.

XXXX

Minik Not : Yarın 2 eklememle beraber bir DEVE kalıbında sorum olacak...
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (21-05-2009), chem73 (16-05-2009), serdarkus (16-05-2009)
  #97  
Eski 17-05-2009, 10:23
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow Demokratik Devlet Kalıbında ki gelişmeler....

Evet 2 ilave



Şükrü KIZILOT
skizilot@yaklasim.com




Yasaya uyan yine cezalandırıldı


BAŞLIĞI okuyanların çoğunun şaşıracağını sanmıyorum.

Olsa olsa, "Acaba hangi olay?" diye merak edeceklerdir.

Gerçekten, bu ülkede yasalara uymak yıllardır sorun olmaya başladı.

Birçok kişi, yasalara uymayanların adeta ödüllendirildiğini görünce, "Bütün suçum yasalara uymak mı?" diye serzenişte bulunuyor.

Bu konuda sayısız örnek var.

SON ÖRNEK

Harçlarla ilgili...

Harçlar Kanunu'nda yapılan bir düzenleme ile yasalara uyanlar yine cezalandırıldı!..

Bilmeyenleri de göz önüne alarak, basit bir örnekle açıklayalım.

(A) inşaat ve (B) inşaat, sahip oldukları arsalar üzerine, birer (ya da birden fazla) bina inşa etmişler.

Her iki inşaat da Ocak 2009'da bitmiş. Hemen ardından, tapu kayıtlarında "arsa" olarak gözüken gayrimenkulleri, "bina" vasfına dönüştürülmesi yani cins düzeltmesi (tashihi) yaptırmaları gerekiyor.

Bunun için hem (A), hem de (B) inşaatın; bina metrekare inşaat maliyetleri + arsa payları üzerinden hesaplayacakları toplam bina vergi değerini beyan edip, binde 15 oranında harç ödemeleri gerekiyor. Her ikisinin de ödeyeceği harç 160 bin TL'dir.

BAKIN NE OLMUŞ

(A) inşaat, kurallara uymak suretiyle, Ocak 2009'da, beyan zorunluluğunu yerine getirmiş ve hesaplanan 160 bin TL harcın, 60 bin TL'sini de ödemiş. Bu durumda ödeyemediği 100 bin TL harç, vergi dairesince gecikme zammı uygulanmak suretiyle tahsil edilecek.

(B) inşaat ise, kurallara uymamış ve 1 TL dahi ödememiş.

CEZALANDIRILAN HANGİSİ?

Hadi bilin bakalım... Bu iki firmadan cezalandırılan hangisi?

(B) inşaat yani "1 TL dahi ödemeyen firma" diyenler, kaybettiler.

Bir kanun çıktı ve o kanunla 28 Şubat 2009 tarihine kadar, mükellefiyetini yerine getirmeyen (B) firmasına, "100 TL harç öde yeter" denildi (Bkz. 28 Şubat 2009 tarihli Mükerrer Resmi Gazete'de yayımlanan 5838 sayılı Kanun'un 17, 32/18. ve Geçici 6. maddeleri).

60 bin TL ödeyen ve 100 bin TL borcu kalan (A) firmasına ise, "Bu yasa seni ilgilendirmiyor. Hiç bildirmeseydin 100 TL ödeyecektin. Sen bildirimde bulunduğun için kalan 100 bin TL borcunu, faiziyle birlikte öde" denildi.

YASAYA UYMAK SUÇ MU?

(A) firması yetkilileri, çıldıracak duruma gelerek sordular; "Biz yasaya uyduk ve zamanında bildirimde bulunduk hatta toplam 160 bin TL harcın 60 bin TL'sini de ödedik. Şimdi yasaya uyduk diye kalan 100 bin TL'yi ve bir de faizini mi ödeyeceğiz? Yasaya uymayan (B) firması sadece 100 TL harç ödeyecek. Yasaya uymakla suç mu işledik?"

Evet... Hadi bakalım bu soruya tatmin edici bir cevap verin...

Veremezsiniz...

Ortada birbirinin benzeri iki olay ve ödenecek 160 biner TL harç var.

(A) firması, yasalara uymak suretiyle beyanda bulunduğu için 160 bin TL, (B) firması da yasalara uymayıp, beyanda bulunmadığı için 100 TL ödeyecek.

Diyeceksiniz ki "Olmaz böyle şey!"

Oldu bile...

+++++++

DÜN İçişleri Bakanı Beşir Atalay, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Osman Güneş ve Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal'a bir çağrı yaptım.

Normal olarak böyle yazılar yayımlandığında, kendilerine hitap edilen kişiler en azından bir kibarlık gösterip ararlar ve "Gerekeni yapacağız" gibisinden, çoğu zaman tutulmayacak sözler verirler.

Bu kez böyle olmadı.

Dün bu yazıyı yazdığım saate kadar (15.32) deyim yerindeyse bu ismi ve makamı büyük beylerden "tık" çıkmadı.

Elbette kendileri meşguliyetlerinden başlarını kaldıramamış olabilirler, anlayışla karşılamak gerek.

Ama emirlerinde maaşlarını bizim ödediğimiz vergilerden alan onlarca görevli var; içlerinden bir tanesine rica edip, yalandan da olsa bir açıklama yaptırabilirlerdi.

Yapmadılar, çünkü büyük olasılıkla başında bulundukları bakanlığı ve emniyet teşkilatını ele geçirmiş bir çeteyle mücadeleyi göze alamıyorlar.

Bu çete, dün yazdığım gibi ancak Emniyet görevlilerinin ulaşabileceği, Uğur Dündar ve eşine ait kişisel bilgileri müptezel bir yayın organına servis etti.

Bunu yapan kişileri yakalamak, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah için bıyıklarına briyantin sürmek kadar kolay bir iş aslında.

Ama o da belli ki bu çetenin faaliyetlerinden yılmış, uğraşamıyor.

Yoksa daha haberin yayımlandığı sabah bu işi çözmüş, kamuoyuna devletin elindeki kişisel bilgileri sızdıranları enselerinden yakalamış olurdu.

Değerli beyler! O koltuklarda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ödediği vergiler sayesinde oturuyorsunuz. Bunun karşılığını vatandaşlara hizmet ederek ödemek zorundasınız.

Tekrarlıyorum: Bunu yapanların kimler olduğunu hemen ortaya çıkarmazsanız, siz de bu suçun ortağı olursunuz.

++++++

Minik Soru : Demokrasi istemekten önce istenmesi gereken nedir ????!!!
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (17-05-2009), chem73 (17-05-2009), Ramo (17-05-2009), serdarkus (17-05-2009)
  #98  
Eski 17-05-2009, 11:07
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow ve Son EK

Özdemir İNCE



Köy enstitüleri ve imam hatip okulları (1)


MARDİN'in Bilge adlı köyünde şehit edilen, 24 yaşındaki köy imamı Kazım Ozan için Allah'tan rahmet dilerim.

Ahmet Hakan'ın "Erkek Çalıkuşu" unvanını verdiği genç imam, hakkında yazılanlardan çıkan sonuca göre, Türkiye'nin çok muhtaç olduğu "tür"den bir imamdı. Ruhu şad olsun!

* * *

İmam-hatip okulları öğretmen/imam çatışmasına girmeyecek, öğretmen ile birlikte el ele cumhuriyet için çalışacak aydın ve çağının çağdaşı imamlar yetiştirmek amacıyla kurulmuştu.

Köy enstitülerinden yetişen köy öğretmenleri de "aydın ve çağının çağdaşı" olan, imam hatip mezunu genç imamlarla işbirliği yapacaklardı.

Alın size toplumsal barış!

Toprak reformu yapılacak, çiftçi topraklandırılacak, böylece ağa ve mütegallibenin kurduğu egemenliğin zincirleri kırılacaktı.

Aydın imam ile köy enstitülü köy öğretmeninin işbirliği sayesinde şeyh ve şıhların otoritesi kırılacak, tarikat ve cemaatlerin egemenliği sona erdirilecekti.

Alın işte size toplumsal barış!

Bu düzen kurulup 1960'a kadar devam edebilseydi, Türkiye 70'lerin başında çağ atlardı. Hem sanayisi kurulur, hem tarımı yükselir, hem de vatandaşlar aydınlanırdı.

Bunun sonunda, bir türlü kurulamayan demokrasi kurulur ve kök salardı.

* * *

Ama olmadı: CHP içinde yuvalanmış ağa, mütegalibe ve mürteci takımı, ilerici ve devrimci kanadın bütün plan ve projelerini sabote etti. Bu sabotaj 1938'den önce de vardı. Atatürk'ün ölümünden sonra iyice etlendi butlandı ve örgütlendi.

Prof. Dr. Çetin Yetkin, "Karşıdevrim, 1946-1950" adlı kitabında "Meclis'teki toprak ağalarının, Osmanlı artıklarının neden bu tasarıya karşı çıktıkları ve bu karşı çıkış sürecinde DP'yi kurdukları daha iyi anlaşılacaktır" (s. 211) diye yazmaktadır.

Çetin Yetkin, "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu"nun başına gelenleri anlatırken bunları söylemektedir.

Köy enstitülerinin kuruluşunun Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile çok yakın ilişkisi vardır (s. 235). Toprak reformundan sonra Çiftçi Ocakları kurulacak ve böylece Cumhuriyet'in toprak mülkiyetiyle ilgili altyapı devrimi gerçekleşmiş olacaktı.

Bu devrim sürecinde köy enstitüsü mezunu köy öğretmeninin köylüye önderlik etmesi düşünülüyordu.

* * *

Toprak reformu, çiftçi ocakları ve köy enstitüleri sayesinde Devrimci Cumhuriyet projesinde çok önemli adımlar atabilecekti. Bu proje CHP'nin tek parti döneminde içerden sabote edildi. İnönü'nün bu süreçte oynadığı olumsuz rol çok dikkat çekicidir.

Demokrat Parti iktidarı köy enstitülerini kapattıktan, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nu rafa kaldırdıktan sonra kendi karşı projesini yürürlüğe koydu. Bu projenin ana ekseni ve orta direği imam hatip okullarıydı. Son 60 yıllık yakın tarihimizi anlamak isteyenler bu yazının konu edindiği ilişkiyi mutlaka anlamak zorundadır.

Artık gerçek nedenleri bulacak doğru dürüst araştırmalar ve bilimsel yorumlar yapılsın!


++++

http://www.yaziyaz.com/dergi/2007/04/koy-enstituleri/

1947 sonunda, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü,’’benzer okullar olduğu’’ gerekçesiyle kaldırdı. Enstitülerin can damarı kesilmişti…


Hasan Ali Yücel yıllarca komünistlik suçlaması ile mahkemelerde süründü. İsmail Hakkı Tonguç, Yücel sonrası gelen tüm bakanlar tarafından sürüldü ve en son olarak resim öğretmenliğine atandı. Daha sonra emekli ettirildi. Tonguç,1960 yılında, Hasanoğlan Köy Enstitüsüne yaptığı son yolculuk sonrasında geçirdiği iç kanama dolayısı ile vefat etti.


CHP, Hasanoğlan kapatıldıktan sonra, İlahiyat fakülteleri ve İmam Hatip açılmasına izin verdi. Buna rağmen 1950 seçimlerini kaybetti.

İktidara gelen DP,1953’te tüm Köy Enstitülerini kapattı. Solculuk bahanesiyle ve büyük toprak sahiplerinin baskısıyla Köy Enstitüleri’nin 13 yıllık serüveni sona erdi.

++++
Minik Üstü Not :
Tanıyanlar bilir siyaset açılımlı konuşmaları sevmem, zira GS lılık taraftar olmak adına bana yetiyor...!! Demokrasi İstemi kadar, Tarafsız, Endişeşiz Eğitimli İNSAN olmak çok daha önemli....

'' Tarafsız İNSAN olmak Doğrulardan arındırır.Zira Gerçek TEK '' Hindistanda ki okuldan kalan bir söz....
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (17-05-2009), alihoca (02-07-2009), AnnE (18-05-2009), ar_de_ (21-05-2009), buena vista (17-05-2009), chem73 (17-05-2009), neron (18-05-2009), Ramo (17-05-2009), su (07-07-2009), Süvari (18-05-2009)
  #99  
Eski 12-06-2009, 15:15
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ne kıssa ne kıssadan hisse .......

Atlas Okyanusuna düşen Air France uçağını geç kalarak kaçıran bir İtalyan kadının trafik kazasında öldüğü bildirildi.

İngiliz Times gazetesinin İtalyan ANSA ajansına dayandırdığı haberde, İtalya'nın Bolzano-Bozen bölgesinde yaşayan emekli Johanna Ganthaler'in, Brezilya'da eşiyle birlikte tatil yaptığı ve 31 Mayısta Rio de Janeiro havaalanına geç kalarak düşen Air France uçağını kaçırdığı belirtildi.

Çiftin, kazadan bir gün sonra Rio'dan kalkan bir uçak bulmayı başardığı, ancak daha sonra Avusturya'nın Kufstein bölgesinde trafik kazası geçirdiği kaydedildi.

Yoldan çıkan araçlarının karşı yönden gelen bir kamyonun altına girdiği kazada, Johanna Ganthaler'in yaşamını yitirdiği, kocasının ise ağır yaralandığı ifade edildi.

Not: Black list var elinde sanırım Azrail in
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
account (13-06-2009), alihoca (02-07-2009), ar_de_ (19-06-2009), serdarkus (14-06-2009)
  #100  
Eski 02-07-2009, 09:35
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ergenekon şüphelileri aralıklarla yakalanmaktadır...

İş adamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar;
'Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi...'
Berber çocuğa seslenir:
'Ali, buraya gel!'
Bunun üzerine çocuk sakince dükkâna girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, 'bak şimdi' diye fısıldar ve bir elinde beş yüz bin, diğer elinde beş milyonluk bir banknot olduğu halde çocuğa sorar:
'Hangisini istiyorsan alabilirsin?'
Çocuk dalgın dalgın bir beş yüz bine bir de beş milyona bakar ve sonunda beş yüz binlik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır. Berber işadamına döner ve gülerek:
'Gördün mü? Sana söylemiştim.' der.
Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden beş milyonluk değil de, beş yüz binlik banknotu aldığını sorar. Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir :
- Eğer beş milyonluğu alırsam oyun biter!'
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
account (02-07-2009), alihoca (02-07-2009), ar_de_ (02-07-2009), dentist (02-07-2009), Master (02-07-2009), meraklı (07-07-2009), neron (03-07-2009), su (07-07-2009)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 09:56 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce