Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Medya Yorumları - Sayfa 10 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > iç-dış politika
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Medya Yorumları
Konudaki Cevap Sayısı
741
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
444477

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #91  
Eski 17-09-2007, 19:46
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Emin Çölaşan sert konuştu !

Bir süre önce Hürriyet Gazetesi'yle yolları ayrılan Yazar Emin Çölaşan, suskunluğunu ART'deki programında bozdu.


Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ile hazırladığı programda konuşan Çölaşan, "AKP aleyhine yazmamam konusunda uyarıldım. Bu son dönemlerde daha çok olmaya başladı. Ancak baskı gören sadece ben değildim. Muhabir arkadaşlar medyada daha çok baskı görüyor. Başbakan'a soru sormamaları için uyarılıyorlar" dedi.

Çölaşan, ART'de yaklaşık 1.5 saat süren program boyunca, Hürriyet Gazetesi'nde yaşadıklarını çarpıcı bir dille anlattı.

AKP'nin medya patronlarını "teslim aldığı"nı öne süren Çölaşan, "Hepsi bir yerlerinden yakalanmış. O yüzden seslerini çıkaramıyorlar. Hele Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'la ilgili hiç kimse bir şey yazamıyor. Ben de bu yüzden gazeteden ayrılmak istiyordum. Ancak görüştüğüm birçok gazeteci arkadaşım (sakın ayrılma, orası bir mevzi, mevziyi terk etme) dediler. Bu yüzden atılana kadar yazmayı sürdürdüm" ifadesini kullandı.

Çölaşan, Hürriyet'ten ayrıldıktan sonra bir kitap yazmaya başladığını da söyledi. Yazar, kitapta yaşadığı olayların ayrıntılarının belgeleriyle ortaya konulacağını belirtti.

Kitabını Bilgi Yayınevi'nden okura sunacağını belirten Çölaşan, "Ekim'in ortasında çıkar kitap" dedi.

ÇÖLAŞAN'A SEKRETER

Öte yandan, Çölaşan'ın anlaştığı yayınevi Bilgi, yazara bir oda ve sekreter tahsis etti. Çölaşan, çalışmalarını Bilgi'nin merkezinden yürütecek.
( Kaynak : www.realhaber.com )
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
meraklı (18-09-2007), serdarkus (18-09-2007)
  #92  
Eski 18-09-2007, 12:50
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Lightbulb 2 defa okudum...

PENCERE
İLHAN SELÇUK
ABD Türkiye'yi Bölmeyi mi Düşünüyor?..
Abdullah Gül , Çankaya'ya çıkar çıkmaz Güneydoğu'ya gitti; AKP'nin cumhurbaşkanı olduğundan, parti tabanınca sarıldı sarmalandı...

AKP Güneydoğu'da DTP'yi seçim sandığında zorluyor...

Peki, Gül her şeyden önce neden Güneydoğu'yu yeğledi?..

*

Türkiye'nin güneydoğusu ile Irak'ın kuzeyi arasında Amerikan BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) işliyor...

Bizim ülkemizde "Ilımlı İslam Devleti Modeli" ne doğru gidişatta ciddi bir engel yok...

Peki, ABD'nin kulağı kesik ustalarının bölgede tasarımları ne?..

*

1) Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Irak'ta, daha başka deyişle her iki yanda çoğunlukla ağır basan din İslamdır...

Sünnidir..

Nakşidir..

Ilımlı İslam projesi bölgede ağır bastı mı, yeme de yanında yat...

2) Her iki tarafta ağır basan etnik çoğunluk Kürtlerden oluşuyor...

Kuzey Irak'ta aşiret düzeni üzerine Barzani-Talabani var...

Bizde Güneydoğu Meclis'e DTP'yi yolladı...

Etnik taban aynı...

3) Ekonomik ilişkiler (teröre karşın) yoğunlaşmış durumdadır; giden gelen kamyonun, alışverişin, tezgâhtaki ihalelerin haddi hesabı bilinmiyor... Sınır kapısı ticaret turnikesi gibi... Kuzey Irak, Güney Irak'tan çok, Anadolu'ya bakıyor... Ortak ekonomik altyapı oluşuyor...

4) Her iki tarafta da PKK var...

Ancak terörün üssü, Kuzey Irak'ta, Kandil'de barınıyor...

PKK'yi (terörü) hem Kuzey Irak yönetimi, hem ABD koruyor...

Ankara'daki Meclis'te grubu bulunan DTP de PKK'ye 'terörist' diyemiyor...

5) ABD Irak'ı işgal etti; ülke artık 'fiilen' parçalandı...

Amerika Kuzey Irak yönetimiyle, Bağdat'tan ayrı olarak petrol üzerine anlaştı...

*

Beş madde üzerine yukarıda sıralanmış gerçekler, Güneydoğu sınırının her iki yanında konuşlanmış Amerika'nın BOP'una uygun bir gelişimi ve oluşumu vurguluyorlar...

2002'de AKP'ye terörsüz bir Türkiye teslim edilmişti.

O günden bugüne, terör, Amerikan himayesinde geliştirildi; mayınlı yöntemler uygulamaya geçirildi; Türk ordusunun Güneydoğu sınırını aşarak terör yuvalarını basması ve dağıtması engellendi...

Neden?..

PKK üstüne pazarlık için...

Bugün ne söyleniyor:

- PKK'yi dağdan düze indirin..

- Nasıl?..

- Af çıkarın!..

Peki, bugünkü Diyarbakır yerel yönetiminin hali meydanda!.. Barzani - Talabani'nin durumu besbelli!.. DTP'nin söylemi ortada!.. PKK de düze inince sorun çözülecek mi?..

Yoksa Amerika başka bir şey mi düşünüyor?..

*

Amerika'nın planı kör kör parmağım gözüne somutlaşırken biz ne yapıyoruz?..

AKP iktidarı marifetiyle ABD'ye biat ediyoruz...

Gül neden Çankaya'ya çıkar çıkmaz apar topar Güneydoğu'ya gitti?..

Yanıtı belli bir bilmece bu!..
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (18-09-2007), dentist (18-09-2007), flz (19-09-2007), janus (19-09-2007), Lizzy (19-09-2007), neron (18-09-2007), Ramo (19-09-2007), zumbul (18-09-2007)
  #93  
Eski 19-09-2007, 11:00
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Gördüğüm en ağır yazılardan biri...Renklendirdiğim kısmı 2 kez okuyun.

Bekir Coşkun
bcoskun@hurriyet.com.tr



Helal anayasa...


SIRA geldi kendi anayasalarını yapmaya.

Parlamentoda çoğunluğu, ülkede iktidarı, cumhurbaşkanlığı ile de devleti ele geçirdiklerine göre, bir anayasaları eksikti.

Şimdi onu yapıyorlar.

Kafalarındaki "ılımlı İslam"a engel olmayacak bir anayasa...

Nitekim Mir Dengir Mehmet Fırat, dünkü gazetelerde "Siyasi irademizi anayasanın arkasına koyacağız" diyordu.

Anayasanın arkasına koyacakları o siyasi iradeyi elbette tahmin edersiniz.

Anayasanın dili yok.

Ki "Kim benim arkama saptırılmış siyasi iradesini koyuyor?" diye yakınsın.

*

Yeni anayasada gizli ya da açık:

- Anayasa Mahkemesi�nin çoğunluğu iktidara geçiyor, böylece anayasanın özündeki devrim yasalarına aykırılık gibi bir engel kalmıyor.

- Laikliğin tarifi (elbette kendi malum kafalarına göre) yeniden yapılıyor.

- Türban serbestleştiriliyor.

- MGK�nın işlevi ve etkisi azaltılıyor.

- Yargının bağımsızlığı budanıyor.

- YÖK iktidara bağlanıyor.

- İrtica-gericilik-tarikat-marikat nedeniyle ordudan atılanlara geri dönme kapısı açılıyor.

*

Ve hepimiz biliyoruz ki; amaçlarına doğru bir adım daha atıp kendi helal anayasalarını yapıyorlar.

Peki buna kim engel olacak?

Bu pısmış-sinmiş muhalefet mi?..

Her devrin adamı kesilen bu yazarlar-çizerler, bu aydınlar mı?..

Her fırsatta irticadan ve laikliğin tehdit altında olduğundan söz edip ortalığı ayağa kaldıran... Ama Abdullah Gül cumhurbaşkanı olunca selama duran laik cumhuriyetin bekçileri(!) mi?..

Bu medya mı?..

Yeni Cumhurbaşkanı�nın kendilerini uçağa doldurup dünyayı gezdirmesini bekleyen patronlar mı?..

Ya da; kendisini yalnız ve aldatılmış hisseden, ülkesinin sürüklendiği karanlığa gönlü razı olmayan, ama çaresiz-küskün insanlar mı?..


Kim engel olacak AKP�nin kendi anayasasını yapmasına?..

Kim?..
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (19-09-2007), janus (19-09-2007), Lizzy (19-09-2007), meraklı (21-09-2007), neron (19-09-2007), Ramo (20-09-2007)
  #94  
Eski 21-09-2007, 13:41
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Trt'de İlk 'İkİncİ Cumhurİyet' TartiŞmasi

TRT'DE İLK 'İKİNCİ CUMHURİYET' TARTIŞMASI
Reha Muhtar bir miladın perde arkasını yazdı

21.09.2007

İkinci Cumhuriyet’in bugünkü anlamıyla, isim babası olan Mehmet Altan bir süre önce Ertuğrul Özkök’e, soruyordu...
1992 Temmuz’unda ilk kez bir televizyon programında “İkinci Cumhuriyet’in tartışılmasını hararetle destekleyen idealist akademisyen Ertuğrul Özkök’e ne oldu da bugün, bu kavramın karşısında?..”
Soru beni tam 15 yıl öncesine,1992’nin o Temmuz gecesine götürdü...
Başka kentlerde yaşayanlar pek bilmezler...
Yaz Ankara’da çok sıcak geçer, ama geceler hafif hafif eser...
TRT’nin 2. kanalına program yaptığım günlerdi...
İkinci Cumhuriyet tartışmasını ilginç ve önemli buluyordum...
Türkiye, İkinci Cumhuriyetçiler’in dediği gibi “Çok daha demokratik, çok daha sivil, çok daha katılımcı, daha çoğulcu bir sistemi haketmiyor muydu?”
Mustafa Kemal’in her dediği kutsallaştırılmış, Kemalizm diye bir ideoloji yaratılmış ve düşünce hayatı kısırlaştırılmıştı...
Söylemler daha fazla demokrasi isteyen insanlar için enteresan ve albeniliydi, söyleyenler ise entelektüeldi...
Kuşku yok Çetin Altan bu işin ideolojik alt yapısını kuran, fikir babasıydı...
Kendisini aradım;
Bana, “Bu İkinci Cumhuriyet’in isim babası bizim Mehmet Altan...” dedi, “Sen git onunla konuş... Bu işi götüren o...” dedi...
Bugün hala sorarım kendi kendime...
Altan ailesinde Çetin Altan, Ahmet Altan ve Mehmet Altan arasında adı konulmayan aile içi gizli bir görev dağılımı mı vardır?..
Esasen aynı fikirler, farklı mecralarda 3 ayrı adam tarafından savunulur...
Ne ilginç tesadüftür ki, bugünlerde İkinci Cumhuriyet Gazetesi de kardeş Ahmet Altan tarafından çıkartılacak...


***


Neyse...
Telefonda görüştüğüm Mehmet Altan deyim yerindeyse fişek gibiydi...
Karşısına düşündüğüm ismi duyunca, adrenalininin yükseldiğini farkettim...
Uğur Mumcu Cumhuriyet’i yani Birinci Cumhuriyet’i savunacaktı...
Ona, “Çetin Altan Mehmet Altanı’ı önerdi...” dediğimde, “Uyanık!.. Çocuğunu başıma salıyor... Olsun, çocuğu gelsin farketmez...” dedi...
Uğur Mumcu’ya göre bunlar, “dönek aydın fantezileriydi...”
İtiriaf edeyim biraz da sert bulmuştum Uğur Mumcu’yu...
Hani ne vardı sanki daha fazla demokrasi istemekte?..
Yıllar yılı hep daha fazla demokrasi isteyen bizler değil miydik?..
Hani ne vardı sanki, toplumun farklılıklarından, kültürlerin ayrılıklarından, değişik renklerden ve tonlardan yeni bir sinerji yaratmada?..
Amerikalı dediğin bu farklılıkların patlayan sinerjisi değil miydi?..
Esasen Amerikan toplumunun Kıta Avrupa’sına karşı en temel üstünlüğü bu farklılıkların sinerjisinde yatmıyor muydu?..
Uğur Mumcu bu ütopyalardan hoşlanmıyordu besbelli...
Bunların “emperyalist oyunları” olduğu kanısındaydı...
Amaç Atatürk’ün Cumhuriyet’inde gedikler açmak, sulandırmak, laikliği ve Cumhuriyet’i ketempereye getirmekti...
İkinci Cumhuriyet tartışması son canlı yayın tartışmasıydı sanırım Uğur Mumcu’nun hayatında katıldığı...
Zor bir tartışmaydı...
Bir kere TRT’deydi ve TRT Devlet televizyonuydu...
Programın tanıtım fragmanları girdiği zaman ortalık ayağa kalktı...
Haber Dairesi Başkanı Şahap Alp, odasına çağırdı beni:
-Sen ne yapıyorsun?..
-Cumhuriyet’i tartıştırıyorum...
Acayip acayip yüzüme baktı... Hani bu deli yine ne yapıyor gibi?..
“Her taraftan telefonlar geliyor...” dedi...
“Sen merak etme abi, ben her şeyi hallettim...” dedim...
Pek inanmadı ama, başına da bir iş almak istemiyordu...
Bugün Mehmet Altan’ın, “Niye değiştin Ertuğrul Özkök?..” diye sorduğu Hürriyet’teki o yazı çok işime yaramıştı...
Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü’nün “Çok ilginç bir tartışma olacak” diye ilan ettiği tartışmayı sansürlenen haber dairesi başkanı da olmak istemeyecek kadar iyi bir prof esyoneldi...
Tartışma tarihi bir tartışmaydı...
Bugün yeniden onlarca kez izlemek isteyeceğim bir programdı...
Tartışmadan sonra, Mehmet Altan İstanbul’a döneceği için havaalanına gitti...
Uğur Mumcu ile TRT’nin karşısındaki Ankara Oteli’nin açık havadaki masalarından birinde oturduk...
Püfür püfür esen bir Ankara rüzgarı vardı...
Yine emperyalistlerin oyunlarından bahsetti, tarihten örnekler verdi...


***


Birkaç ay sonra arabasını çalıştırırken patlayan bombayla öldürdüler Uğur Mumcu’yu...
O günden bugüne İkinci Cumhuriyet, tartışma olmaktan çıktı, hayatın bir parçası oldu...
Ertuğrul Özkök, kinayeli bir şekilde soruyor ya hani:
“İkinci Cumhuriyet’in ilk Cumhurbaşkanı mı..?” diye...
15 yıl önce o programı yapan bir meslektaşı olarak ben bir şeyler söyleyeyim Mehmet Altan’a...
Hiçbir zaman farklı fikirlerin olmasından korkmadım...
Değişik renklerin, değişik kültürlerin, farklı fikirlerin, farklı değerlerin bir potada eritilmesinden hep yeni ve mükemmel bir sinerji çıkacağına inandım...
İkinci Cumhuriyet bunlarsa itirazım yok...
Ama İkinici Cumhuriyet derken, eldeki çoğulculuktan da olacaksak?..
Eğer eldeki çoğulcu modernite, daha da kısırlaşacak?..
Farklılıklar türban giymekten ibaret kalacaksa?..
Yarın Anadolu Üniversiteleri’nde başı açık kızlar yalnızlaşacaksa?..
Hakkını aramak zorunda kalacaksa?..
Bizler çok demokratik bir toplum olmaya gidelim derken, Malezya’ya uzanacak ya da Hamas’a selam duracaksak...
Varsın olmasın o İkinci Cumhuriyet...
Ben almayayım...
Alana da mani olmayayım!

VATAN

Minik Yorum : Eski fişek samimi....
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
meraklı (21-09-2007)
  #95  
Eski 21-09-2007, 13:49
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Talking Buyrun

Ertuğrul Özkök
ertugrulozkok@hurriyet.com.tr

Yazının kaynağına gitmek için tıklayınız...

Elbette odunu bile seçtirirsiniz


BAŞBAKAN diyor ki:"Herkes kendi işine baksın."Demek istiyor ki:

"Anayasa’yı yapmak biz seçilmişlerin işidir, siz buna karışmayın."

Ben diyorum ki:

Çok tehlikeli ve riskli bir yola giriyoruz.

Elbette biz gazeteciyiz.

Elbette sandıktan çıkmıyoruz.

Elbette kanun yapma yetkisi sizin elinizde.

Hatta...

Elbette, "Siz isterseniz odunu bile seçtirirsiniz"...

Ancak...

* * *

Bize, "Siz işinize bakın" diyemezsiniz.

Çünkü işimiz bu.

Karışmak.

Sizin işinize de, toplumda olan bitene de karışmak.

Eğer basın, demokratik hayatın ayrılmaz parçası ise elbette işinize karışacak.

Ya öteki kurumlar...

Üniversiteler...

Yüksek yargı...

Sendikalar...

İş dünyası...

Sivil toplum örgütleri...

Anayasa "en üst toplumsal mutabakat" demekse, bizler, onlar işe karışmadan bunu nasıl sağlayacağız?

"Ben yaparım. Halk kabul eder" diyorsanız, çok tehlikeli bir gidişin yolunu açmış olursunuz.

* * *

Eğer demokrasi bir kurumlar sistemi ise ben de bu yetkime dayanarak işinize karışıyorum ve diyorum ki:

Çok tehlikeli bir yola giriyorsunuz.

Biliyorum, hemen "Darbe mi" diyeceksiniz. Çünkü hiç aklınızdan çıkmıyor.

Hayır ben ondan söz etmiyorum.

Siz nasıl "Kadınlar korkmasın" diyorsanız, ben de "Siz de korkmayın. Bir askeri darbe tehlikesi ortaya çıkarsa birlikte karşı çıkarız" diyorum.

Hatta bu konuda size kamuoyu önünde söz veriyorum.

Bana güvenmiyor musunuz?

Güven karşılıklıdır.

O zaman bizden size güvenmemizi nasıl beklersiniz?

* * *

22 Temmuz seçimini, "Dindar Cumhurbaşkanı seçimi" haline getirdiniz.

Böylece siyasi bir karara, dini bir motifi soktunuz.

Şimdi Anayasa’yı "türban referandumuna" çevirmeye doğru gidiyorsunuz.

Yani toplumsal bir mutabakat teşebbüsüne yine dini bir motifi sokuyorsunuz.

Bir rejim, adım adım işte böyle elden gider.

Ben diyorum ki:

Siyasi hayata din motifini sokmak "haksız rekabettir".

Anayasalar, maddelerinden çok "ruhları" ile yaşayan toplumsal mutabakat metinleridir.

Şimdi "türban" gibi bir dini motifi, Anayasa referandumunun ana teması haline getirirseniz, rejimin ruhunu da değiştirmiş olursunuz.

Şunu çok iyi biliyorum.

Anayasa’yı bu motifle referanduma götürürseniz halkın onayını alırsınız.

Ama bu sizin zaferiniz olmaz.

Türkiye kaybeder.

Cemaatten alacağınız alkışlar da o kaybı telafi edemez.

* * *

Tekrar ediyorum.

Elbette siz isterseniz odunu bile seçtirebilirsiniz.

Anayasa’yı, türban Anayasası haline getirip halkın onayını da alabilirsiniz.

Ama bunu yapmayın.

Önce seçim meydanlarında verdiğiniz uzlaşma sözünün samimiyetini ispat ediniz.

Toplumun bir kesimine hákim olan, rejimle ilgili endişeleri gideriniz.

Bu güven ortamı oluştuktan sonra türban sorunu kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Yoksa Anayasa’yı, kendi zaferi ilan eden kişilerin yaratacağı iklim, her mahallede türban Ogün’leri, oruç Yasin’leri yaratacaktır.

Bir ülke işte böyle Malezyalaşır.

Minik Yorum : Süvari : Bunuda mı kovacaklar..bu da 2. Cumhuriyetçi değilmiydi ..Uff yaa kim kimdi ..kim dönendi ..ne döndü..aman yaaa
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (21-09-2007), Ramo (21-09-2007)
  #96  
Eski 21-09-2007, 13:54
neron - ait Avatar
neron neron bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 139/3021
68 Mesaj ına 527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Cevap

Minik yoruma bir cevap, bir Türk büyüğünden zamanında verilmişti

Dün dündür, bugün de bugün
Alıntı ile Cevapla
neron kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (21-09-2007)
  #97  
Eski 21-09-2007, 14:04
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Ortalıkta dönen , çark eden falan yok ki...
Bu ve bunun gibiler kısa vadeli avantaya doğru hiç sapmadan , hiç taviz vermeden giderler. Bunlar kadar yolundan dönmeyen görülmemiştir.
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (21-09-2007)
  #98  
Eski 21-09-2007, 15:49
chem73 - ait Avatar
chem73 chem73 bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 948/1476
0 Mesaj ına 4383 Kere teşekkür edildi
Arrow Aman efendim siz buyurun :)

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/gost...3577&yazarid=2
__________________
"İşler ehline verilmediği zaman kıyameti bekle "
Tl nin kıymetini bilelim.
Para sende varsa herkeste olan , sende yoksa kimsede olmayandır.
Piyasaya söz geçiremiyorsan sözünü dinle :)
Alıntı ile Cevapla
chem73 kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (21-09-2007)
  #99  
Eski 23-09-2007, 10:04
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı İran’a şeriat ’demokrasi’ ve ’özgürlük’ vaatleriyle geldi. Örtünmek moda oldu!

Soner YALÇIN

sonery@hurriyet.com.tr

AKP’nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye’nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye’nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran’ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran’ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.


MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

Şah’ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK

Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

"Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

Şiraz’da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

REFERANDUM OYUNU

Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65’inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

HALKI ANLAYAMADIK

Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi’ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

Örtünmek moda oldu!

Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

Kaçanlardan biri de bendim.

Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

(Not: Bu metin, Bahman Nirumand’ın "İran" kitabından derlenmiştir.)

Türkiye’nin İran benzerliği çok şaşırtıcı

ÖNCE bir tespit yapalım:

Diyorlar ki, "Türkiye, İran’a benzemez!"

Yanılıyorlar.

Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

19. yüzyılda İngiltere’nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

İki ülke de tarım ülkesiydi.

20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

Her iki ülke 1920’lerde yeni liderleriyle yönetildi:

İran’da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

Türkiye’nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk’tü.

Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar.

Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

İran 1940’ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

İran’da 1951’de, Türkiye’de 1960’ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

İran’da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

CIA, İran’daki darbeci Musaddık’ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi’yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

Türkiye, 1961’de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

1960’lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

YEŞİL KUŞAK PROJESİ

Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970’li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

Sovyetler Birliği, Afganistan’a girmişti.

ABD’nin kontrolündeki Şah, İran’ı terk etmişti. Türkiye’de büyük bir sol dalga vardı.

Soğuk Savaş döneminde siz ABD’nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

İran’da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

ABD, Şah’tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran’da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

ABD, Sovyetler Birliği’ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti’ne izin vermeyeceğim" diyordu.

Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar’ı destekliyordu.

Bahtiyar, ABD ve İngiltere’ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

Sonunda Humeyni, Tahran’a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan’ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.

Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

Askerler bu kez Beni Sadr’ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

DESTEK ESNAFTAN

İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963’te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye’ye sürgüne gönderilmişti.

Durum aslında bizim Nakşibendiler’e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse...

Türkiye’deki İslami hareketler ile İran’daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran’a benziyor mu?
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (23-09-2007), flz (23-09-2007), Gozlemci (24-09-2007), Ramo (23-09-2007)
  #100  
Eski 23-09-2007, 19:31
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Memleketin en böyük gazetesinin böyük başyazarı, memleketin en mühim meselesine en ciddi eleştiriyi getirerek vatandaşların önüne dünyanın en sert gerceklerini kırbaç gibi şakırdatmış :

Ertuğrul ÖZKÖK


Havuz problemi


SİZE, Cem Yılmaz parodilerinde rastlamayacağınız bir havuz problemi sormak istiyorum.

Çok büyük bir havayolu şirketinin Avrupa’dan ABD’ye uçan A-330 uçağındasınız.

Yemek servisi açılıyor.

Servis, business class’ın en arka sırasından başlıyor.

Siz business class’ın önden üçüncü sırasında 10-A numaralı koltukta oturuyorsunuz.

Mönüde ana yemek olarak üç seçim hakkınız var.

Gulaş et, mantarlı makarna ve ızgara somon balığı.

Uçak, her seferinde bu üç yemekten belli miktarda yüklüyor.

* * *

Soru şu:

Diyelim ki somon ızgara yiyeceksiniz.

Arkadan başlayan servis size gelinceye kadar, somon ızgara tabağından size de kalması şansı yüzde kaçtır?

Cevap şıkları şunlar:

a) Bu ciddi bir havayolu şirketidir. İhtimal yüzde 100.

b) Yüzde 70.

c) Yüzde 50’nin altında.

d) Size kesinlikle kalmaz.

Havuz probleminin cevabını yazının sonunda vereceğim.

Bu sorunun muhatabı benim.

Bir hafta arayla Atlantik aşırı iki seyahat yaptım.

Biri Türk Hava Yolları ile.

Ötekinin adını vermiyorum, çünkü biraz eleştireceğim.

Belki sadece benim başıma gelmiştir diye genelleme yapmak istemiyorum.

Şunu belirteyim:

Uçuşların her ikisi de Amerika Birleşik Devletleri’neydi.

Her iki uçak da A-330 tipiydi.

Türk Hava Yolları ile New York’a uçtum. Ötekiyle de Washington’a.

Biri Türkiye’nin havayolu şirketiydi.

Öteki ise dünyanın en güçlü ülkelerinden birininki.

Her ikisi de business class’tı.

Aradaki farklar şöyleydi:

Türk Hava Yolları, catering işini Viyana’da büyük başarılara imza atan Atilla Doğudan’la ortaklaşa kurduğu bir şirkete verdi.

Başlarda Doğudan’ın ne yapmak istediğini tam anlayamamıştım.

Ama son seyahatim için şunu söyleyebilirim:

THY bize tam anlamıyla "first class" hizmeti verdi.

Yemek için seçim hakkı kesinlikle çok daha fazlaydı.

Yemeklerin sunumu için seçilen tabaklar çok iyiydi.

İnsana "nouvelle cuisine" estetiği ile yemek yediği duygusunu veriyordu.

Yemeğin başında, bir görevli, şef kıyafetiyle mükemmel kanepeler dağıtıyordu.

Burada yediğim somon füme gerçekten çok lezzetliydi.

Sonuç:

Atlantik aşırı business class uçmak için kesinlikle THY’yi tercih ederdim.

Atilla Doğudan, sonunda Viyana’daki kalitesini THY’ye taşımayı başarmış.

Kendimi güzel bir restoranda yemek yemiş gibi hissettim.

Boneli, beyaz önlüklü şefin yarattığı restoran efekti de gerçekten güzeldi.

* * *

Gelelim öteki havayoluyla ilgili havuz probleminin cevabına.

Doğru cevap "d" şıkkıydı.

Geriden başlayan servis bizim sıraya geldiğinde, ne bana ne de yanımdaki kadına somon ızgara kalmıştı.

Çözüm ne?

a) Business’te arka sıralarda oturacaksınız.

b) Somon ızgara yemeyeceksiniz.

c) Türk Hava Yolları ile uçacaksınız.

Ama "c" şıkkını, yani THY’yi seçiyorsanız dikkat, orada da çok ciddi bir sorun var.

Kalkışta ve inişte insanlara zorla dinletilen o öldürücü ağır Türk müziği.

İnsan sırf o işkenceye katlanmamak için somon ızgara yemekten bile vazgeçebilir
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
neron (24-09-2007), Ramo (23-09-2007)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 18:04 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce