Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe - Sayfa 31 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Arka BahÇemiz > Arka BahÇe
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Arka BahÇe
Konudaki Cevap Sayısı
14495
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
638941

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Modları Göster
  #301  
Eski 28-09-2006, 19:41
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2988 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı

Alıntı:
AnnE´isimli üyeden Alıntı
Günaydın Ahali ;

Bilen bilir...Anlatmaya hacet yok pürmelalimizi.

Çok çok uzun süren , başkaları için çalışma hayatından sonra, birkaç yıl önce kendimiz için çalışmaya karar vermiş idik.Aaaahhh...
......................................
Ve '' kendimiz için '' çalışmaya başlayınca, verilmiş sözlerin , uzun dostlukların , koca öğüntülerin kayboluvermesi, ömür boyu yenmesi hayal edilemeyecek kazıkların bir kalemde giri giri vermesi.
........................................
Ve öyle bir noktaya geliş ki ; verilmiş sözlerin tutulamaması noktasına geliverişler ; çaresiz kalıverişler ; bitap düşüverişler ; hayata küsüşler hatta vazgeçişler... Onurunu sorgulamacalar, böyle olma ihtimali var mıydılar ...
.........................
kaybolanları toparlayabilme umudunu yeşertmeye çalışmaktayım. Kaybolanlar .... o kadar çok ki...
Bu Yaziyi okudugumdan beri 2 SATIR yazmak istedim, ama nereden baslasam nasil girsem konuya bir turlu kestiremedim..
Yasadiklarini cok iyi anlayabiliyorum, cunki bu satirlarin yazari da senin gibi Damdan dustu..
AnnE olarak yazilarindan tanidigim AnnE isen bu iLK damdan dusmeyi atlatacak, ders alacak ve daha sonra ise "Tatli bir ani" sekline donusturebilecek seviyede meziyetlere sahipsin.

Nasil mi bu kadar RAHAT bilebiliyorum?
Musterek dostumuz sagolsun..

Umid ederim Bayramdan sonra Dogu Roma imparatorlugunun baskentinde olursun, yuz yuze gorusur, tanisir, bu konu ve digerlerini detayli olarak konusuruz.

"AnnE , AnnE gibi dönebilir mi , bilemem.
Hangi yaralar iz bırakmaz , hiç bilemem."
Demissin...

AnnE AnnE gibi donecek de, en hafif yara bile mutlaka iz birakacaktir.

O izlerde olmasa,
Tecrubenin ADI ne olacakti ?
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
bikmisbroker kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (28-09-2006), Gozlemci (29-09-2006)
  #302  
Eski 29-09-2006, 18:38
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Geçmiş Sanal Olur ki

Efendim;

Bir önceki yazımda özlem söyletir dedim ya, özlemin önceki kaynağını yazmakla beraber bende sık sık oluşan bu özleme alışkanlığının biraz yaşımla başımla uyuşmayan bir araz olduğunu söylemeyi unuttum. Dilerseniz açıklamaya çalışayım. Bu yaz dâhil olmak üzere her yaz tatili, sömestr tatili, fırsat bulup kaçabildiğim her bayram tatillerinde anacağızımın dizi dibinde yerimi alırım. Buraya kadar kısmını çok sık, hatta bıktıracak kadar yazdığını biliyoruz, dediğinizi duyar gibiyim.

Siz, eşek kadar herif utanmasa, anneee, anneee, diye ağlayacak demeden, konuyu özlem konusuna getireceğim merak etmeyin. Hoş, meraktan da çatladık öldük, diyen serzenişleriniz sanaldan duyulmayacağı için en iyisi, sonuna kadar okuyup kurtulmanız gibi geliyor. Devamla, memleketten döndüğüm bir iki ay pek sevdiklerimi rahatsız etmediğim söyleniyor. Lakin üçüncü aydan itibaren derste öğrencilerimin, öğretmenler odasında arkadaşların ve yolu kazara benim odaya düşenlerin anlattığına göre, konu ne olur ise olsun, sonu mutlaka anne ile bitiyormuş. Bunu zerre kadar bilinç ile yapıyor isem ne olayım.

Her neyse, dostların sözleriyle değil ise de, şimdi hapı yuttuk veya ulan yine mi, diyen bakışları karşısında, bunun istem dışı ve bir yaratılış arazı olduğunu kabullenmek zorunda kaldım. Durdum duramadım derken, kalktım, kalp ve damar hastalıkları doktoru bi dostun uzman ellerine kendimi teslim ettim. Böylece, aslında bendeki arazın sadece annemle ilgili olmadığını öğrenmiş bulunuyorum. Alıştıra alıştıra söyledi sağ olsun. Şu fakir yüreğin geçmişe ve anılara nikotinden fazla bağımlı olduğunu ve özlemi kaldıramayacak kadar zayıf olduğu ile gerçeği ile yüzleşmiş olduk anlayacağınız.

Yok yok! Sn Masterîn vurgun yemekten yorgun yüreği gibi, cümle doktorlar elbirliği edip sabahtan akşama kadar,
topuktan boğaza kadar yaracağız, üç dört damar, kapak neyin bay edip, bi de pas edeciğiz demedi sağ olsun. Ve Allah tuttuğunu altın etsinki, ilaç hele hele iğne vermedi amaa anılara bağımlılık sürecek, özlemlerini de sakın içinde tutma, demeyi de ihmal etmedi.

Burada Sizlerin, ‘eyvah yandık’ dediğiniz kısmın ‘içinde tutmama’ konusu olduğu malumunuzdur.

Sadede gelecek olursam, iş bu nedenle; anıların depreştiği ve sevdiklere özlediğim zamanlarda, bir önceki, bugünkü ve sonra devam edecek olan yazılarımda işleyeceğim kökeni özlem olan söyleşilerimi, hastadır, yaşlıdır, yazıktır deyip kızmadan değerlendirmenizi önemle rica ediyorum. Yüksek izin ve müsaadelerinizle bugünkü yazımda görüşme süresi bir iki ayı çoktan aşan birkaç dosttan ve kimi anılardan bahsedeceğim.

Düşününce sanal âleme ilk bağlantı kuruşumun üzerinden yıllar geçmiş. Bağlantı kurmuştum ama okuyucu olarak geçen birkaç yıldan sonra ancak yazmaya cesaret edebilmiştim. İnsani ilişkilerimde arızalı bir dönemime denk geldiği için epeyce bir süre uzaktan seyir halindeydim. Buna bir tür inziva hali de diyebilirsiniz.

Sonra her nasılsa ıkına sıkıla yazarak katılımcı olabildiğim ilk yer olarak, Değerli Ağabeyimiz Ahmet MERGEN’İN sitesi olan Teknikborsa Forum ortamı olmuştur. Mergen Ağabeyimiz teknik analiz konusunda Türkiye’nin ilklerinden olduğu için Amerika dâhil edindiği borsa bilgi ve tecrübesini açmış olduğu forum ortamında paylaşıma açmıştır. Onun koca yüreği ile yarattığı sımsıcak ortamda sadece para konuşulmamış her türlü bilgi, sevinç, dert paylaşılmıştır.

Asıl adı Nejdet olan nam-ı diğer TEDCEN (= AVICENNA = ALMES adları ile de bilinir) gibi şimdi adını hatırlayamadığım birçok nadide insanı ilk orada tanıdım. Halen üyeliğimi sürdürdüğüm, arada sırada mutlaka göz attığım ve hatırladıkça minnet duyguları ile andığım o günler için Mergen Ağabeyimize tekrar tekrar teşekkür etmekten kendimi alamıyorum.

Türk Borsa Tarihinde veri transferi gibi birçok alanda ilklere imza atarak adeta çığır açan Palatodata Şirketi ve sonradan Matriksi yaratan Güzel İnsan Sn Reha Gülerman Beyefendidir. Kurmuş olduğu şirketin yanı sıra açmış olduğu forum ortamı ile sayısı elli binleri aşan, Anadolu’nun dört bir yanından insanları bu karanlık içinde bir araya getirerek buluşturmuştur. Sümeryatırım ve Platodata Forum üyelerine tanışma ve kaynaşma adı altında, aslı yatırımcıları borsa hakkında bilgilendirmek olan toplantı ve seminerler düzenlemekten de çekinmedi.

İlki İstanbul olan ve Ankara ile sürdürülen bu toplantılar, şehrin beş yıldızlı otelleri ve en lüks mekânlarında yemenin ve içmenin sınırsız çeşitliliğini insanlara bedava sunan toplantılardı. Bununla yetinmeyip küçük yatırımcıları bilinçlendirmek anlayışını devamı olup yine kendi kesesini yoran seminerler düzenledi. Süresi on beş günü bulan ve alanının uzmanları tarafından her türlü teknik ve temel bilgilerinin verildiği seminerlerdi bunlar.

Seminerlere katılıp teknik ve temelci oldum, borsayı yaladım yuttum diyemeyeceğim. Dört işlemin sağlamasını unutan birinden kırkından sonra rakamlar ve çizgilerin dansını anlamasını beklemenin zorluğunu çekmeyen bilmez tabiî ki. Burayı biraz yumuşattığıma bakmayın, kalın kafam basmadı desem en doğrusudur. Ama birçok değerli insanla yüz yüze tanışma onuruna eriştim. Hangi birini sayayım ki?

İnadına mert, sözünün eri ve dosta vefalı bir yürek olan ve kelimenin tam anlamı ile arka-taş olan nur yüzlümüzü anlatabilmek için doğru kelimeleri bulmayacağımdan korkarım. Öyle ki, ne zaman dara düşseniz, yanı başınızda bitiveren ve şimdilerde pek rastlanmayıp nesli tükenmekte olanlardandır.

Sanal âlemde ilk kez Atmaca namı ile tanınıp, elli atmış binli Platodata ve Matriks forum ortamlarını aylarca tek başına sürükleyip götüren, sonrasında Hisse Net ortamında da keşfedilerek Süvariye dönüşen Arka BahÇe sakini ile de orada tanıştım. İlk olarak konuşur gibi akıcı yazabilme yeteneği ile dikkatimi çekmiş, uzaktan habersiz ama beğeni ile izlemeye almıştım. Sanalın günlük yaşamın getirdiği ilişkilerden bir diğer üstünlüğü, zanlının bu izlemeden hiçbir haberi olmayışıdır diyebiliriz sanırım.

Seminere, öğrenci telaş ve heyecanı ile katıldığımda; yanı başımda ailesinden aldığı terbiyeyi tertemiz yüzünde yansıtan hali ile tanıştığımda nasıl sevindiğimi anlatamam. Sessiz, sakin ve saygılı bir duruş altında inatçı bir kararlılığın gizli olduğu söylemeliyim. Gel zaman git zaman derken, Allah ona kendisi gibi asil ve zarif bir eş verdi. Sağ olsun bize de düğününde oynamak düştü. Düğünü şenlendirelim derken, iki kuruşluk itibarımız varsa bile o gece onu da kaybettik vesselam.

Efendim düğün dedim ya, nikâhtan daha doğrusu gelin ve damattan daha heyecanlı nikâh şahidinden bahsetmemek olmaz. Plato ve Matriks ortamlarında yaptığı Moderatörlük sırasında kestiği kelle sayısı ile Voyvodayı bilem kıskandıran Ceenk’ten bahsediyorum. Kariyer basamaklarında yükselen bir iktisatçı kimliğinin yanı sıra iyi bir temel analizci, deyim yerinde ise zehir gibi bir zekâ ve çok yönlü bir kişiliğe sahip olmanın, nikâh şahitliği yaparken heyecandan titremeyi önlemediği, Ceenk örneğinde görülmüştür netekim.

Biri kararlı sakinliği, dinginliği yansıtırken diğeri ise kabına sığmayan bir hareketlilik ve eylemci yönü ile biraz farklı kutupların birbirini çekmesine iyi bir örnek olarak gösterilebilecek olan bu ikiliye, sanala âlemin siyam ikizleri dense yeridir. Yüreklerinde gram kadar fesat bulunmayışı, inandıklarında inatçı ama saygılı duruşları bu ikiliyi özel ve güzel kılan özelliklerindendir.

Tanıdığım diğer güzel insanlar bir yana, sadece bu güzel insanları tanıma şansı verdiği için bile, Platodata, Matriks ortamlarının sahibi Sn Reha GÜLERMAN Beyefendiye ve sanal alemin yaratıcılarına sonsuz teşekkür borçluyum. Sanalda tanışılıp yaşanan ilişkilerin doğru ve kalıcı olamayacağı üzerine yapılan bir eski tartışmada söylediğim bu cümlenin bugünde aynen geçerli olduğunu belirtmeliyim.

Hani, yaşlı nineler anıları anlatmaya başlayınca, dur bak asıl önemli yerini anlatmadan gitmen olmaz, diye kolunuzu çekiştirir dururda Sizi bırakmaz ya! Bencileyin de, pek genç olmayan yaşım ve aklımla hatırladıkça, aklıma düştükçe, sırası geldikçe ve dahası Siz Dostlar yeter! Diyinceye kadar zaman zaman kafanızı ütüleyeceğim gibi görünüyor.

Biraz anılar, biraz özlem derken şimdilik bu kadar diyelim. Ve sürç-ü lisanımız olmuş ise affınıza sığınalım.

Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (29-09-2006), buena vista (29-09-2006), chem73 (29-09-2006), Emekli (29-09-2006), Emin (29-09-2006), neron (01-10-2006), R.W (02-10-2006), Süvari (06-10-2006)
  #303  
Eski 04-10-2006, 21:50
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Hayallerinde uçanlar



Değnekten atımıza binip de hangimiz at kadar hızlı koşmak istemedi,yada gözlerimizi gökyüzüne dikip pamuk yığını bulutlar üstünde bir kuş zarafeti ile süzülebilmek istemedi.Çoğumuzun renkli çocukluk hayalleriydi bunlar.Büyüdükçe temkinli olmaya hayallerimizi sınırlamaya gerçek,olabileceklerin peşinde gitmeye zorlanmadık mı?Uç fikirler peşinde koştuğumuzda hayal adamı olmakla suçlanmadık mı?

O bir hayal adamıydı.hayallerini yaşadı,yaşattı ömrünü bu uğurda harcadı.Tüm varlığını bu uç düşüncesinin peşinde kaybetti.

1926 lı yıllarda bir Fransız uçağı sergilenmek üzere Denizli ye geldiğinde,çok gençti.Herkes göklerde bir kuş gibi süzülen devrin teknoloji harikasını hayranlıkla izlerken.Ona başka bakan iki gözdü O.Koca savaşların yılgınlığı ,yokluğu üzerine kabus gibi çöken yaratıcı Türk insanının “bizde yapabiliriz bunları” diyen sesi soluğu idi.

Mehmet sulu; 1909 yılında Denizli`de doğdu.Kentin eski mahallelerinden birinde evinin avlusunda tüm zamanını ilk Türk uçağını yapmaya harcadı.Bu uğurda anasının ata yadigarı altınlarını,sekiz tane tarlasını sattı.Kentte sadece dört tane olan otomobillerden birisini alıp motorunu,tekerlerini uçak yapımında kullandı.Bir çok aksamı ahşap,bez ve saçtan oluşan bu uçağı üç aylık bir süreçte tamamladı.Bugünkü Atatürk stadyumunun olduğu geniş arazide engellemelere rağmen uçağını uçurdu.Yerden birkaç metre yükselen uçakla uçmayı başardı.

Bu deneme sonrasında Mehmet Sulu Eskişehir tayyare fabrikasında çalışmaya davet edildi.Bir süre burada çalıştıktan sonra kendi isteğiyle tekrar memleketine döndü.Eğitimsizliğine rağmen hep hayallerinin uğrunda yürüdü.

Bugün borsada satın aldığım bir şirket hissesinin yükselişi keyif verirken.Hep aklıma takılan o şirketin uçakların neden Mehmet Sulu` ların eseri değildi.Neden teknoloji üretmekte geriydik.Mehmet`lermi azdı.Yoksa analar çokça Mehmetler doğuramıyor muydu artık.Bir yerlerde eksik bıraktığımız ,yapamadığımız bir şeyler olmalı.Ama ne...?

Yararlanılan Kaynaklar
Geçmişten Günümüze Denizli (Yerel Tarih ve Kültür Dergisi Sayı:9)
Yazıya konu olan tarihi bilgi: Hüseyin Şimşek (E)Hv.Müh Kd. Albay
Fotoğraf:Serdar Başkaya albümünden
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (04-10-2006), bikmisbroker (04-10-2006), buena vista (04-10-2006), dentist (05-10-2006), Emin (05-10-2006), neron (05-10-2006), orhan_s (08-10-2006), R.W (09-10-2006), Süvari (06-10-2006)
  #304  
Eski 05-10-2006, 22:01
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı bir ani..kitaplari toplarken aklima geldi..yazayim dedim..

Bunu hiçbir bilen yok.
Ilk karsilastigimda.
Bir saskinlik.
Bir heyecan.
Ne yapacagini bilememek.
Hosuma gitmisti aslinda.
Hemen hemen bütün kitaplarini okumustum Aziz Nesin ``in.
…….
Izmir`de fuarda..kitap fuarinda…imza gününde.

-Nedir bu ziriltilar..
-Efendim.
-Evlat.
-Buyur Aziz agabey.
-Al su yirmiligi.
-Ne yapayim bu yirmi kagidi?
-Biliyorsun,bugün sira bende.Kitaplarimi satin alanlar,isterlerse imzalayacagim.
-Iyi güzel de..Bu yirmi kagit ne olacak?
-Kitaplarini imzaladigim arkadaslara çay söyleyeceksin.
-Peki olur, ama…
-Bak iste, çayciya söyle bizi çaysiz birakmasin !
Bir sure sonra çayci yanima gelip ona verdigim paranin bittigini söyledi.
Bende bir firsatini bulup,
-Aziz agabey.
-Evet evlat.
-Yirmi kagit bitmis.
-Ne çabuk !

Dünyanin kitabini imzalamisti kisa zamanda.Farkinda bile degildi yoruldugunun.
Yanlis hatirlamiyorsam bir çay 25 kurustu o zaman..Insani sasirtacak derecede alçak
gönüllü ve çok tutumluydu..Nur içinde yatsin.

buena vista
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (05-10-2006), Emin (06-10-2006), janus (06-10-2006), kasved (06-10-2006), orhan_s (08-10-2006), Ramo (05-10-2006), Süvari (06-10-2006)
  #305  
Eski 06-10-2006, 23:55
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Boğaz Turu

Binmeyenler dahi televizyonlara kadar yansıyan binlerce görüntüleri ile boğazın adeta süsü olan tarihi boğaz vapurlarını az çok bilirler. Osmanlı tarafından bahşedilen kapitülasyonlardan yararlanan İngiliz ve Ruslar 1837’li yıllarda iki vapur ile ilk boğaz ulaşımını başlatmışlar.

Osmanlı Devletince, önce Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi tarafından Hümapervaz adı verilen ilk gemi ile boğazda yolcu taşımaya başlanmış. Halkın boğazın iki yakası arasındaki mesafeyi yarı yarıya kısaltan bu vapurlara ilgisi, daha sonra Şirketi-i Hayriye’nin kurulması ile hız kazanmıştır denilebilir.

Şirketi-i Hayriye’nin İngiltere gemi tezgâhlarında yaptırılan ve Rumeli, Tarabya, Göksu, Beylerbeyi, Tophane, Beşiktaş gibi sefer yaptıkları semtlerin isimleri verilen altı gemi boğazı turlamaya başlamışlardır. Cumhuriyet Döneminde deniz ulaşımına Türkiye Denizcilik İşletmeleri olarak daha da önem verilerek sürdürüldüğünü görüyoruz.

Tamirat ve bakımları ile o günlerden bugüne yaşatılabilen vapurların seferleri sonucunda boğazda birçok yeni yerleşim yerleri açılmıştır denebilir. Geçmişin piknik ve mesire yerlerinin şimdinin ünlü semtlerine dönüşmesine sağlayan işte bu ulaşım aracıdır dense yeridir. Bu vapurların yaz ayları için üstü ve yanları açık kısımlarına oturarak boğazın seyrine dalmanın tadı başkadır. Çamlıca gibi yüksekçe bir yerden baktığınızda bu vapurların bir kuğu edası ile boğazda turlarını seyretmek ise ayrı bir zevktir.

Birçoğunuzun bildiklerini tekrarı sayılabilecek bu girizgâhtan sonra bugünkü konumuza gelelim.

Benim haftalık stres ve yorgunluğumu attığım en büyük lükslerimden biri, Cumartesileri gittiğim Eminönü’nden boğaz vapuru ile dönmektir. Öyle ki, gün batımı sırasında mavi, yeşil ve kızılın dansını izlemek başlı başına bir keyiftir. Hele de mevsim ilkbaharsa boğazın her iki yakasındaki tarihi köşklerin bahçelerinde ki erguvanlar açtığı zaman ki görüntü, ne sinir bırakır, nede yorgunluk desem inanın.

Bizde yalan yok. İnanmadım diyen buyursun gelsin göstereyim. Hatta her ayın bir iki Cuma akşamı, bu keyifli boğaz yolculuğunu yaşayan vapur sakinlerinden bazılarının, İstinye İskelesinden sonra Tarabya Oteli yakınlarında sahile yakın seyrederken, Memet Efendi Balıkçısının en itibarlı köşesinde Arka BahÇe Dostlarının masasında toplananlara el bile salladıkları ayniyle vakidir. Hadi canım, o kadar da değil diyene, denemesinden para almadığımızı hatırlatalım.

Sadede gelecek olursam ayda en az bir iki defa tekrarlanan bu boğaz turlarında başıma gelen iki olay var ki, işte bugünkü yazımın ana konusudur. İlkinden başlayayım.

Eminönü’nden on sekiz on vapuruna binerken hava günlük güneşlikti. Bir buçuk saati tutan boğaz turunda İstinye iskelesine kadar herkes sorunsuz indi. Gelin görün ki, İstinye iskelesinden sonra göz gözü görmeyen cinsten bi sis bastırdı. Bizansın havalarını bilmeyen yolcuların paniğini görmeliydiniz. Can yeleklerini çıkarmak için cebelleşenlerden tutunda, o soğukta suya atlayıp sahile kadar yüzebilmenin hesabını yapanlara, eller yukarıda dua edenlere kadar envayi çeşitten bulmak mümkündü anlayacağınız.

Dakikada bir siren öttürerek ve yürüyerek geçebileceğiniz bir hızda giderken, kaptanın ‘İstinye İskelesine sis nedeni ile yanaşamayacağız’ anonsu geldi. Eyvah, yandık nidaları arasında aynı anons birer saat ara ile Büyükdere ve Sarıyer’de iskelelerinde tekrarlandı. Uzatmayayım efendim, son durak olan Rumelikavağı İskelesine, yarım saati aşan bi uğraşı sonunda zar zor yanaşıp inebildik. Neredeyse toprağı öpecek hâldayız demek ahvalimizi ancak özetler.

Rumelikavağı dediğimde boğazın Karadeniz’e çıkış yerinde bir yerdedir. Gecenin bi yarısı, saat bilmem kaç, onca insan ortada kala kaldık. İETT Otobüslerinin son seferlerini çoktan kaçırdığımız içinde herkes taksilere hücum etti. Duraktaki üç taksiyi de, Evde bebeğim var, yaşlıyım, hastayım diyen kaptı gitti. Üç kadın bi ben sona ve dona kaldık. Yazık gariplerimin, herifiz diye yanıma sokuluşlarını, bizi bırakıp gitmeyin, deyişlerini duysanız içiniz parçalanır billahi. Bırakmadık tabii.

Bir saati geçkin sürede aldıkları yolcuları bırakıp dönen ilk taksiye bindik. İnanmazsınız bilirim ama ikisini İstinye, birini Yeniköy olmak üzere üçünü de evlerine kadar götürüp, sağ salim teslim ettim. Övünmek gibin olmasın, Köy çocuğu olaraktan sölemsi ayıp, para neyin de verdirtmedim. Gecenin birini çoktan aştığı bir vakit, sinirler tepede çatacak adam arar bir halde, eve ancak duhul olabildim.

Nerede kaldın, diyen İstanbul doğumlu laz kızına da; sisinden, havasından, suyundan başlayıp, memleketlerinin, taşı toprağı altınına kadar, cem-i cümlesine hörmetlerimi sunduğumu söylememe gerek yok sanırım. Büyük ihtimalle, sinirin geçsin, bunun hesabını verirsin, burnundan getiririm nasılsa, dediği için ses etmedi.

Kurtarıcımız diye ikide bir arayan hanımlarla dost oluşumuz bu olayın tek tesellisidir. Tesellisidir de, şuncacık iyiliğimizin semeresini de gördük, keyfini sürdük desem de yalan olur. İyilik yapmışız, kadir kıymet bilen insanlarmış ki arayıp soruyor, davet neyin ediyorlar, değil mi efendim? Bunda ne kötülük var. Ama gelde birilerine anlat. Yok, efendim bi defa teşekkür etmeleri yetmiyor muymuş? Allah muhafaza, çiçek neyin alıp, okula ziyaretlerini filan söylemediğim iyi olmuş.

Boğaz turlarında yaşadığım ikinci olay, tarihi boğaz vapurlarının koltuklarının rahatlığı ile ilgilidir. Sadece koltukları rahat değildir. Vapurun içi geniş, kışın soğuğunda sımsıcaktır. Oturduğunuz koltukların yumuşaklığı bir yana geniştir de. Geniş dediysem de, cumartesileri içeride çok yolcu olmadığı zamanlarda şöyle yan gelip uzanarak bir saati aşkın bir şekerleme keyfi yapabilirsiniz.

Salonun sıcaklığı, koltukların geniş ve yumuşaklığına bir de, denizin hafif dalgalı halinde vapur yolculuğu sırasında çekeceğiniz bir saatlik uykunun tadını, Kuş tüyü yatağınız olsa bulmanız mümkün değildir. Boğaz vapurlarının yolcularının büyük çoğunluğu da birbirlerini tanır. Bu yolculuk sırasında ürkek çekingen verilen selamlaşmalar ve günaydınlaşmalar, sohbete, sohbetler kimi zaman dostluklara dönüşür.

Bu dostlukların akşamın yorgun argın iş dönüşlerinde, yanlarına alınan nevaleler ve gazete kâğıtlarına sarılı içeceklerin çay bardakları ile şereflenip yudumlanması ile sürdürüldüğü görülür. Denilebilir ki, Bu boğaz vapurlarının seyrine doyum olmaz arka kısımlarında yaşanan adeta bir geleneğine dönüşmüştür. İçki dediysem de kendini bilmezcesine yapılan ve kadın kızlara sarkılıp, illallah ettirten türden değildir. Bunlar kimseyi rahatsız etmemek için, hafiften zulalayarak, şöyle biraz saklayıp gizleyerek, mahcup içişlerdir.

İster salon, ister dışarıda yenenler içilenler, buyur edilir paylaşılır. Herkes biri birini az çok tanıdığı için uyuyanlar ineceği iskele öncesi uyandırılır. Ben kendimi öyle bir alıştırmışım ki, bizim iskeleye gelmeden önce mutlaka uyanırım. Lakin yorgunluğuma denk geldiği kimi zamanlarda, bir hadi bilemedin iki defa da olsa, bu uyandırılanlardan biri de ben olmuşumdur. Bakın buraya kadar hiç bi mesele yok. Uyuyup kalmayı kabahat sayıp kabullensek bile kaldıracak var diyorsunuz, ama işte her zaman böyle olmayabiliyor maalesef.

Şimdi efendim, Osmanlıdan devralınan Şirketi Hayriye’den, Cumhuriyet Döneminde Denizcilik İletmeleri olarak yapıda çalışan, canım boğazın incisi vapurlarımızı mevcut iktidar ne yaptı etti, İDO adında İstanbul Belediyesine ait bir şirkete devretti. Bunlarda hemen ilk icraat olarak, emekliliği gelenleri, tazminatını verebildiklerini, başka kurumlara sürebildiklerini, derken tüm personeli toptan kapı önüne koydu desem yerdir. Siyaset bu göz kör olsun, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dedim geçtim. Diyecem ama diyemedim, çünkü işin ucu beni bulup dokundu efendim.

Bi kere bunların bulup buluşturup, üzerine turuncu urba giydirip getirdikleri, Karadeniz’de taka kullanmakla az çok denize teşni laz çocukları olduklarından bile şüpheliyim. Bir iskeleye yanaşmaları var ki, yanaşmıyoruz adeta koca vapurla adeta iskeleye tos vuruyor sanırsınız. Bir saat yirmi dakikalık süreyi, bir saat daha uzatıp, canım boğaz sefasını cefaya çevirdiler. Sonra birde bazı seferleri birleştirerek üstüne adeta tüy diktiler.

Bir hafta geldik ki, altı on vapuru ile altı yirmi vapuru seferinin birleştirilmiş olduğunu gördük. Bunun Türkçe meali, boğazın her iki yakasından Karadeniz’e kadar olan iskelelere tek, tek, uğrayacağız demektir. Beşiktaş’a kadar Rumeli Yakasından, sonra direk karşıya Kanlıca’ya kadar Anadolu Yakasına, olmadı tekrar Rumeli Yakasından Sarıyer’e kadar, sonra tekrar Anadolu Kavağına uzatılmış. Boğaz turu olmuş bir mekik turu. En hızlısından gidişle bile süre üç saati aşmış anlayacağınız.

Neyse efendim, az biraz şaşkınlık ve çok sinirle de olsa, el mecbur bindik. Nasılsa saat ondan aşağı bizim iskeleye gelmemizin mümkünü yok dedik. Şöyle kıvrılacak kadar bir yer bulup uzandık. Uzanış o uzanış efendim. İkide bir kafayı kaldırıp iskelelere bakıp daha çok, daha çok derken bizim vücut saatimizde iflas etmiş tabii. O kalabalık arasında bizim tanıdıklar da kendi telaşlarına düşüp bizi kaldırmayı unutmuş.

Allahtan Anadolu Kavağında inen son yolculardan biri ‘hemşerim kalk’ dedi. Kaldıran olmasa, artık vapurun sabahki seferine kadar uyuduk gittiydi. Anadolu Kavağı neresi oluyor, demeyin şimdi. Gecenin bi yarısı indiğim bilmediğim bi yer işte. Sağa baksan sola baksan nafile, ev denizin taa ötesinde karşıda kalmış. Ulan kayboldum deseem olmaz. Karakola gitsem adama gülerler.

İzninizle, iyice maskara olmamak için, o akşam(gecenin körü demek daha doğru) olanları daha fazla anlatmamak, burada keseyim. Yine gecenin birini geçen bir saatinde yorgun argın, sinirden bitkin, aç biilaç bir halde eve ancak ulaşabildim. Bizim cadılar ile elin laz kızına olayı tüm açıklığı ile anlattık mı? Tabii ki hayır! Ve Allah muhafaza! Arka BahÇe’nin önemli bir toplantısına acilen çağırdılar, filan dedik.

Suratımızın en nalet şeklini gördüklerinden de olayın peşini bırakıp yattılar. Uyudukları salona gelen homurtular ile sabitlenince de şöyle ayakucuna basarak mutfağa gidip(lanet olası dolapta sessizce açılıvereyim demez) aşırabildiklerimle karnımızı doyurduk diyemesem de ancak açlığımızı yatıştırabildik.

Peki, şimdilerde uyuyor ya da uyuya kaldığın oluyor mu? Derseniz, uyuya kalmak neyse de, bugünlerde İDO’nun deniz seferine koydukları gemi müsveddelerinde, aşağıdaki motorun gürültüsünden ve uzanılamayacak kadar daracık koltuklarda uyumanın mümkünatı yok efendim.


Sürç-ü lisanımız olmuşsa affedin lütfen.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (10-10-2006), buena vista (08-10-2006), Emin (07-10-2006), kasved (08-10-2006), neron (09-10-2006), R.W (09-10-2006), Ramo (07-10-2006), sudha (07-10-2006), Süvari (11-10-2006)
  #306  
Eski 15-10-2006, 21:47
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Yollara Düşmek

Önümüz bayram malum memlekete gitmek lazım. Bi garip anam şimdi elinde bavulu ile caddenin başında gördüğünü yeşil alisi sanar ağlar. Hoş bavullu bavulsuz fark eder mi derseniz, etmez derim. O yine ağlamak için bi bahane bulur mutlaka.

Kurban olduğum mis gibi çemçem sularının aktığı çeşmeler kurudu, anamın gözlerinde akan yaşlar ne bitti, ne kurudu. Tabii ne kadar anlatsam da İstanbul’da yola çıkmanın ne menem bi bela olduğunu yaşamayan bilmez.

Ama sağ olsun oğlum şimdi yollarda pel perişan olacaksın gelme istersen filan demeyi de ihmal etmez Allah için. Onu da, gerekirse benim yol şikayetlerime karşı argüman olaraktan söylediğine dair kuşkularım yok değil. Neyse madem yol hazırlıklarından söz açılmışken, Bizans İlinde yola düşmenin ne demek olduğunu bilmeyenlere hayrına iki kelam etmek lazım.

Edelim ki, olur a, içinizden taşı toprağı altın bellenen İstanbul’a göç etmek isteyen biri, Allahın kulu da çıkıp anlatsaydı şu eziyeti, gelmezdim billahi, demesin. İkamet Sarıkıyılar olunca otobüs ile ulaşım için Esenler’e, tren için Haydarpaşa gitmenin memlekete gitmekten bin kere zor olduğunu hemence belirtelim.

Önce Beşiktaş veya Taksim’e otobüs ve dolmuşla -ki en kısasından kırk beş dakikadır. Trafik bi sıkışırsa en uzununu sormamış olun.- gitmek zorundasınız. Sonra oradan otobüse -ki kaç, dakka, saat bekleyeceksiniz bilemem- bineceksiniz. Artık yolun, trafiğin, şoförün hal ve durumuna göre Esenler Terminaline ulaşacaksınız. Okurken iki dakikalık iş gibi algılamamanızı şiddetle öneririm.

Tabii az buçuk eşya, koli falanınız var ise, otobüste hınca hınç dolu ise, Anadolu Türk İnsanının ne kadar sıcakkanlı olduğunu, koyun koyuna, sarmaş dolaş giderken daha iyi anlarsınız. Tıklım tıklım dolu, artık duraklarda durmaz direk gideriz, diye de boşuna beklemeyin. Türk şoförünün önce sert fren, sonrada köklediği gazla her duraktan en az on kişi daha otobüse sığdıracak yer açacağından emin olun. Sıcak, ter, koku, yakın-uzak temas konularına -şu mübarek günlerin yüzü suyu hürmetine- değinmemekte fayda görüyorum.

Hadi vardınız diyelim. Orada bineceğiniz Otobüs Firmasını bulmak için, tabelaları okumaya kalkmanızı ise hiiç önermem. Samanlıkta iğne arayın daha iyi. İki saat sürecek bi işkenceye girmeden hemen en yakın ayakçıya sorun gitsin. Amman ha! Sormakla hemen gideceğinizi de sanmayın, biletiniz varken bi bilet daha almak zorunda kalmamak için de, polis memuru filanım deyin ki, otobüs firmanızın yerini saygılı ve acele tarafından göstersinler.

Başlamışken tren ya da demiryolu tercihi halinde Haydarpaşa’ya ulaşımı da anlatalım. Benim gibi Avrupa yakasında ikamet edenler, önce otobüs veya dolmuş ile Taksime, oradan Beşiktaş veya Eminönü’ne gitmek zorundalar. Bitmedi efendim. Haydarpaşa’ya gitmek için gemiye bineceksin, tabii ki geminin saatine denk gelmediyseniz bekleyeceğinizi ikide bir söyletip durmayın.

Hadi yine kıyamadım, bi kıyak daha yapayım. Beşiktaş, Karaköy veya Eminönü’nden gemiye binerken dalgınlığa gelip Kadıköy’e binmeyin. Ne olur diyenler için, hele de çanta, eşyası olanlar için Kadıköy’de inip, Haydarpaşa’ya geri yürümenin adamın anasını ağlattığını söylüyorlar. Benim yanlış bindiğimi düşünmüyorsunuzdur umarım. Bi arkadaş anlattıydı da, hayrına yazayım dedim.

Oldu olacak, bari bir başka arkadaşın uyarısını da ekleyivereyim. Diyelim ki, Beşiktaş, Karaköy veya Eminönü’nden deniz yolu ile Haydarpaşa’ya gideceksiniz. Yola çıkmadan önce hava durumunu mutlaka öğrenin. Ne alakası var, diye çokbilmişlik etmemenizi şiddetle öneririm. İstanbul bu dile kolay, havasına suyuna güven olmaz diye boşuna söylememiş herifler. Karaköy’e bin bir eziyetle ulaşabilen arkadaş ne görsün?

Bir fırtına, bir fırtına ki, gemiler yolcu almaya iskeleye yanaşamıyorlar. Dalgalar adeta kudurmuş gibin iskeleyi döverken, burnunun ihtişamı, kaptan köşkünden dahi fark edilen kaptanın gemiyi iskeleye bindirme korkusu, pörtlemiş gözlerinden okunuyormuş. Ha gayret ha gayret, nah muzafferiyet, hesabı yanaşıp yanaşıp, icraat yapamadan geriye çekiliyorlar.

Tabii dakikalar saatleri kovalarken trenin hareket saati gelip geçiyor. Bizim ki melül mahzun kala kalıyor. Evine geri dönüp gitse, yatsa uyusa olmaz. Memlekete geliyorum diye haber vermiş bir kere. Bencileyin ana kuzusu da olduğu için, anam ağlar sızlar diye, tutuyor bir taksi, taa Harem Otobüs Terminaline kadar gidiyor. Gecenin bir yarısı güç bela bir bilet bulup memleketin yolunu tutuyor.

Bu işin bana en çok dokunan kısmı ise olayı sıcağı sıcağına anlatmamış oluşudur. Dalga geçeceğimden korktuğu için de, bu konuyu benden tam üç yıl saklamış. Ben başımdan geçen bir yol vukuatını anlattıktan sonra, cesaretlenip ‘sorma yahu’ diyerek zar zor anlatmıştı. Hatta Karaköy Harem arası taksi ücretinin kaç para tuttuğunu hala da söylemez.

Şimdi birde arabası olanların hallarını anlatmaya kalksam gene destan gibin uzayııp gidecek en iyisi mi burada keseyim.


Sürç-ü lisanımız olmuş ise affedin lütfen.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (15-10-2006), dentist (15-10-2006), dohol (15-10-2006), Emin (16-10-2006), hadramut (17-10-2006), R.W (16-10-2006), Ramo (15-10-2006), serdarkus (16-10-2006), Süvari (20-10-2006)
  #307  
Eski 28-10-2006, 21:12
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Yollar Biter, Dertler Bitmez

Angara’da arkadaşlarımdan biri var ki, yüreğimin yufkalığından her fırsatta yararlanmasını pekiyi bilir. Bu yılki üç günlük iznimin de içine etti diyecem ama yaptığım işin hayrı kaçar diye söylemiyorum. Telefon görüşmelerimizden birinde eşek arısı sokası dilimle, memlekete gitmek için bilet almaya gidecem, demek gafletinde bulunmuş idim. Olmaz, bana uğramadan gidersen darılırım. Gel, hem çok hayırlı bir işe katkın olur, filan deyince pirelenmem lazımdı aslında ama nerde bizde o açık gözlük.

Allah da biliyor ya, bu tohuma kaçan herife dünürcülük yapıp, bi garip ana kuzusu kızın yüreğini yakıp beddua alacağız diye içime korku düşmedi değil. Hemen peşinen; Olum, ben sana dünürcülük bilem yapıp günaha giremem, ona göre dedim. Yok, yok, öyle bir iş değil, gelince anlatırım deyip, şak diye kapaması bir oldu. Eh, el mecbur ayak pranga hesabı tıpış tıpış Başkentin yoluna düşmek zorunda kaldık.

Çakıcı Biraderimize ait olduğu rivayet edilip, Türkiye’yi ahtapot kolları gibi sarıveren Metro Turizm Şirketinden bir bilet aldık. Alt tarafı bir otobüs firması işte deyip geçmeyin. Hani bunun üstüde otobüs firması desek doğrudur. Herifçioğlu koca devlet ile yarışırcasına İstanbul’un Alibeyköy, Dudullu Semtlerine her bi şeysi kendine ait tam tekmil terminaller dikmiş. Bak şimdi inanmazsınız amma bu terminallerden her semte yarım saatte bir çalışan servisler bile koymuş.

Aşağı yukarı her semtte var olan bilet satış şubelerinden aldığınız bilet ile adeta hemşerimizin huzurlu kollarına kendinizi teslim ediyorsunuz. Herifçioğlu yolcuların rahatlatılıp hafifletilmesi için elinden geleni ardına komamış. Her türlü ihtiyaçları düşünüp, şehirlerarası yollara konaklama tesisleri inşa etmeyi ihmal etmemiş. Varmaya ahdettiğiniz yere gidince kadar, taşıdığınız cüzdan birazcık hafifletilmiş oluyor ama o kadarı da olacak artık.

Allah için, Terminal ve konaklama tesislerinde, yok denen meret bile yok, dense yeridir. Her türlü, hediyelik eşya, gazete, çay çorba başta olmak üzere envayi çeşit yiyecekler emrinize amadedir. Tabii ki tüm bunları babasının hayrına meccanen vermesini beklediğimi söylemiyorum canım. Diğerlerini bilemem amma benim en çok yüznumara ve çay fiyatları canımı yaktığı için, birazcık değinmekte yarar var.

Yolculukta onca zaman geçmiş, tiryakilik kafaya vurmuş bir haldesiniz. Düştük artık, ne olsa içeceğiz diye kendinizi hafiften şartlandırıp hazırladınız diyelim. Bi kere kalın ve kaba belleri ile çay bardakları çok büyük oldukları için en başında illet olmamanız mümkün değil. Aldığınız ilk yudum sonrasında da ben bu çayı içmiyorum deseniz bile, tahsilat konusunda ünü yurt sathını çoktan aşan pek maharetli değerli hemşerim parayı peşinen aldırttığı için, aman da çok üzüldüydük diyeniniz olmuyor.

Hadi çayı sevmem diyeniniz vardır şimdi. Kurtulduk sanmayın sakın. Bu güzide tesislerde helâ ve su fiyatlarının canınızı yakacağından emin olabilirsiniz. Memlekette helâ ve suya para vermeyip çayı sudan ucuza için biri olarak, gurbet ellere düştüğüm ilk günden beri, bu üçlü beni en çok üzüp rahatsız edenlerin en başında gelir, İş bu durumda halimi tahmin ediyorsunuzdur inşallah. Rahatsızlığınız ne olursa olsun, sahibi çok çakıcı birinin mekânında itiraz etmenin bedelini de, ben etmediğim için bilemiyorum.

Bilet satış şubelerinden başlayarak, terminal ve konaklama tesislerine değinip otobüslerden bahsetmemek olmaz. Alman Mercedes gurubundan Setra, Travega ve Neoplan gibi firmaların üretmiş olduğu son model otobüsler, kapitalizmin lüks tüketime, insan ve toplumu nasıl bağımlı hale getirebileceğine dair çok iyi bir örnek oluşturur sanırım. On yıllar boyunca, güzel Ülkemin şehirlerarası yollarında, Mercedes’in 302 Modeli ile yazın ter, kışın soğuk demeden cefa çekenler yazdıklarımı mutlaka daha iyi anlayacaktır.

Lakin yirmi yıl önce İstanbul-Ankara arasındaki mesafeye 302’lerle yedi saatte varanlar için, yapılan onca tünel ve yüzlerce viyadükler üstüne kurulu otoban yolların yanında, teknik teknolojik güç ve ihtişamı ile bu son model otobüslerle aynı mesafeyi yine yedi saatte alabilen şoförlerin kullandığı arabalarda seyahat etmenin anlamını yaşamayan pek bilmez. Hele, döğüş kavga ve illa iki üç numaralı biletlerini alıp otobüse biner binmez horlamaya başlayanlar, hiç bilmez.

İşte bu ahval, otobüslerin motorlarındaki güç, içlerinin lüks ve ihtişamına karşın, şoförün mahareti, teknoloji karşısında insan unsurunun önemine adeta işaret eder gibidir. Fiyatı neredeyse milyon Euro’lara varan bu son model otobüslerin, seyir zevkini en iyi tadacağınız üç numaralı koltuğunda seyahat ederken, bu vasıtaları köyünün kağnıları ile karıştıran şoförlere rastlayınca maruzatımın daha iyi anlaşılacağına eminim.

Amma velâkin, işinin ehli şoförlere düştüğünüzde, seyahatiniz birazcık heyecan sosu karıştırılmış zevk ve eğlenceye dönüşüverir. Benim gibi direksiyon başında hiç oturmamış ve ehliyetle tanışmamış olsanız da, yolcularını sağa sola, öne arkaya adeta selam verir gibi kafa sallatmadan, içini dışarıya boca etmeden araba sollayan işinin ehillerine şapka çıkarırsınız. İş bu ehil insanların direksiyon, fren ve gaz pedalları ile temas ve ilişkileri bir virtüözün kemanı ile ilişkisinden çokca farklı değildir.

Bundan önceki dâhil olup, bu yazının da baş tarafını okuyunca gördünüz gibi, Ankara’ya gitmek için yola düşmüştük. Güya Sağlık Bakanlığında görevli Angara’lı Dostumuzun hayırlı iş önerisi olan, Hacettepe Onkoloji ve Ankara Onkoloji Hastanelerinde fahri müfettişlik görevlerimizden bahsedecektik. Hatta hayır hasenat seven yaradılışımdan hiiç söz etmeden, laf aramızda diyerek pasaklı evinde kalmayacağımı bilen Dostumuzun bize ayarladığı Polisevi ve Öğretmenevleri ziyaretlerinde yaşadığımız kimi olayları anlatacaktık.

Her daim görmek zorunda olduğunuz gibi sözün özünü diyemeden, uzattıkça uzatarak konuya bir türlü vasıl olamadık. İzninizle ve kısmetse bir başka yazıya deyip burada sonlandırayım.


Sürç-ü lisanımız olmuşsa affedin lütfen.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
account (29-10-2006), bikmisbroker (30-10-2006), chem73 (29-10-2006), dentist (28-10-2006), Emin (31-10-2006), Gozlemci (30-10-2006), hakan (28-10-2006), korhan (01-11-2006), neron (30-10-2006), R.W (31-10-2006), Ramo (29-10-2006), Süvari (30-10-2006)
  #308  
Eski 31-10-2006, 04:53
Mazhi - ait Avatar
Mazhi Mazhi bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Frankfurt a.M.
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 277/113
0 Mesaj ına 2144 Kere teşekkür edildi
Mazhi - MSN üzerinden Mesaj gönder
Thumbs down Şeref yoksunu medya

--------------------------------------------------------------------------
31 Ekim 2006-HURRIYET
Peruk aynı tören farklı



Cumhuriyet Bayramı kutlamaları çerçevesinde Edirne Valisi Nusret Miroğlu Deveci Han’da resepsiyon verdi.

Resepsiyona gelen konukları Asuman ve Nusret Miroğlu çifti salon girişinde tek tek ellerini sıkarak karşıladı. Gece boyunca, üzerine uzun siyah takım elbise giyen ve sade bir makyaj yapan Asuman Miroğlu’nun geçen yılki resepsiyonda olduğu gibi peruklu olduğu konuşuldu. Resepsiyona şehit annesi olan Edirne Şehit Aileleri Yardımlaşma Derneği’nin Başkanı Ali Vardar’ın eşi Mihriban Vardar türbanla katıldı.

Vali eşi

Resepsiyon boyunca sıkılgan tavırları ile dikkat çeken Edirne Valisi Nusret Miroğlu’nun eşi Asuman Miroğlu, bürokrat eşleriyle sohbet etti.


--------------------------------------------------------------------------


Şimdi size soruyorum dostlar:

1-)Edirne Valisinin eşinin peruğunun ne gibi bir "haber değeri" vardır?

2-)Edirne Valisinin eşinin sıkılgan tavırlarının ne gibi bir "haber değeri" vardır?

3-)Hürriyet Gazetesi olarak, Edirne Valisi ile kişisel bir anlaşmazlığınız olsa bile, haberinize valinin eşini alet etmeniz ne derece ERKEKLIGE SIGAN bir davranıştır?

3-)Adı son zamanlarda "satılık kalem gazetesi"ne çıkan Hürriyet'i, AYDIN DOĞAN DENEN KUŞ YEMI SATICISININ eline kim veya kimler düşürmüştür?

4-)Bu kadar kepaze medyası olan bir ülkeden bir şey beklemek, rasyonel bir insana uyar mı?

5-)Böyle mantıksız ellerde yürüyen, yalan üzerine kurulu, herkesin tuttuğunu kopardığı, cahilliğin ve seviyesizliğin prim yaptığı bir ülkede yaşamaktan utanmıyor musunuz?

Ben utanıyorum.

Toplumumdan, ve toplumumun aynası olan medyamdan UTANIYORUM...

Bu yazının yeri Arka Bahçe değil ama neyse, kırk yılın başı biz de içimizi dökelim
__________________
Yeni e-mail adresim mbkaya[AT]hotmail.de, eskiden yazıştığımız arkadaşları Msn listeme beklerim.. Sevgiler, Mazhi
Alıntı ile Cevapla
Mazhi kullanıcısına teşekkür edenler
dohol (31-10-2006), Ramo (02-11-2006)
  #309  
Eski 03-11-2006, 23:41
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Başlıksız ve Konusuz

Kış geldi, şimdi o taraflar iyice soğumuştur.

Ne bitmez işmiş!

Bitmedi mi daha?

Anladım, müflis olmuş; dağ, taş dolaşarak fırsatçı olarak algılanmamak için kaybolanların, hem de sizin vurguladığınız gibi “Kaybolanlar .... o kadar çok ki...” peşindesiniz.

Yazılarınızdan yola çıkarak, hayata bakış yönünüze istinaden sıkı bir izleyiciniz olmuştum.

Gözlerim arıyor ve siz görünürlerde yoksunuz.

Bazen, sanki sizi anlar gibi oluyorum ama anlayamıyorum.

Tamam, daha borcunuz çok olabilir ama arkabahçeye, bizlere hiç borcunuz yok mu?
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (04-11-2006), Ramo (04-11-2006), TheSecret (04-11-2006)
  #310  
Eski 04-11-2006, 12:26
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı



Çok özledik çoook..
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (04-11-2006), dohol (04-11-2006)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 17:18 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce