Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Medya Yorumları - Sayfa 11 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > iç-dış politika
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Medya Yorumları
Konudaki Cevap Sayısı
741
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
443054

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #101  
Eski 24-09-2007, 09:18
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow Yola Devam...

Mehmet Tezkan mtezkan@gazetevatan.com

Bence, AKP’nin türban konusunda oyun planı başka..

Şöyle: Anayasa’nın ikinci maddesini değiştirecekmiş gibi davranıyorlar..

Ortalık ayağa kalkıyor..

Yüksek öğrenimde kılık kıyafeti serbest bırakacaklarını söylüyorlar, kıyamet kopuyor..

Çarşaf da mı serbest, peçe de mi serbest gibi yorumlar yapılıyor..

Yok yok, diyorlar, onlar değil.. Devrim yasaları var..

Kısaca havanda su dövülüyor..

Niye mi?

Anlatayım..

Bir kere AKP, Anayasa’yı değiştirse bile kolay kolay türban yasağının kaldıramayacağını biliyor..

Türbanın üniversitelerde serbest olabilmesi için Anayasa’nın ikinci maddesinin değişmesi gerekir.. Yeni bir laiklik tanımına ihtiyaç var..

Yaparlar o zaman?

Yapamazlar..

Çünkü dördüncü madde ilk üç maddenin değiştirilemeyeceğini, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini söylüyor..

Olur mu ama, değiştirilmiyor ki yenisi yazılıyor..

Tamam da kabul edilene kadar yeni madde eskisinin değişmesi için verilen teklif değil mi?

Evet.. O zaman Anayasa’ya aykırı.. Teklif edemezsin..

Kim söylüyor?

Yüzde 92 oy veren halk..


*


Yani laiklik maddesiyle oynamak kolay değil..

Peki ne yaparlar?

Yüksek öğrenimde kılık kıyafet serbesttir diye madde koyup sorunu aşabilirler mi?

Tartışmalı ama zor..

Çünkü türbanı yasaklayan Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın ikinci maddesine atıfta bulundu.. Laiklik karşıtı eylem sayarak yasak getirdi..

Bu ne demek?

Şu: Anayasa’nın ikinci maddesi değişmeden türban üniversitede serbest kalamaz..

İkinci madde de değiştirilemiyor..

Yani çıkmaz sokak..

Hayır değil..

İşin püf noktası burada..


*


AKP’nin önünde tek yol kalıyor.. Üniversitelerdeki türban yasağı uygulamasını yumuşatmak..

Bu nasıl olacak.. Rektörler marifetiyle, YÖK eliyle..

Demek ki YÖK’ün değişmesi gerekiyor..

Yeni anayasa değiştiriyor.. YÖK’ün 11 üyesi olacak, 6’sını Bakanlar Kurulu belirleyecek..

11’e 6..

Başka söze gerek var mı?

Başkan da AKP’li bir isim olmalı..

Kim kim?

Abdüllatif Şener olmasın!

Troyka falan deniliyordu ama AKP’nin dördüncü ayağı Şener’di.. Kenara çekildi, üniversitede ders vermeye başladı..

Yoksa YÖK Başkanı olmaya mı hazırlanıyor..

Neden olmasın..

AKP bu konuya bu kadar çok önem veriyorsa en güçlü adamını da YÖK’ün başına koyar..

Bence bu isim de Abdüllatif Şener olur..

Uygulamayı gevşet, görmezden gel, gerisini zamana bırak..

Plan bu mu?

İlk aşamada evet. İlk hedef YÖK’tür..

İkinci hedef Anayasa Mahkemesi..

Yeni anayasa üye sayısını 17’ye çıkartıyor.. 8 üyeyi Meclis belirleyecek.. 5’te 3 çoğunlukla.. Yani AKP oylarıyla..

Sonra ne olacak?

Anayasa Mahkemesi’nin türban-laiklik ilişkisini yeniden yorumlayacak.. 1989’da yapılan katı yorumu değiştirecek.. Yumuşatacak.. Türbana geçit verecek.. Kalıcı olmasını sağlayacak..


*


Şimdi size bir soru.. En kritik nokta..

Anayasa Mahkemesi’nin sekiz üyesi ile YÖK’ün altı üyesini kim belirleyecek..

Başbakan..

Başbakan bu isimler diyecek, Bakanlar Kurulu atayacak..

Başbakan bunlar diyecek, AKP grubu Meclis’te seçecek..

Olay bitecek..

Sivil anayasalı sivil demokrasi olacak!


http://www9.gazetevatan.com/haberdet...ryid=4&wid=131
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
Ramo (24-09-2007)
  #102  
Eski 24-09-2007, 09:31
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Hitap şekli değişti de....

Mine G. Kırıkkanat mine.gokce@wanadoo.fr 24.09.2007

Cesaretten esarete


İsa’dan Önce 502 yılında Roma, Kral II. Porsenna’nın komutasındaki Etrüsk orduları tarafından ablukaya alındı. Kentin bütün yolları tutuldu, buğday bulunmaz oldu.

Roma halkı açtı. Gaius Mucius adlı genç Patrisyen, (toprak sahibi) tarihte böyle kuşatma görmeyen kentin Etrüskler tarafından aşağılanmasını onuruna yediremiyordu. Duyduğu utancı kendisini feda ederek temizlemeye karar verdi. Senato’ya gitti ve: “Tiber nehrini geçip tanrıların yardımıyla soylu bir amaca hizmet edeceğim, kentten çıkıyorum, ancak firar ediyorum sanmayın!” dedi. Senatörler izin verdi.

Gaius Mucius, pelerininin altına bir hançer gizledi ve düşman saflarına sızdı. Etrüsk karargâhına vardığında, asker aylıkları dağıtılıyordu, komutan ve Başyaveri yan yana oturmuşlardı. Hangisinin Porsenna olduğunu bilemeyen Gaius Mucius, hançerini rastgele salladı ve Kral yerine Başyaveri öldürdü. Kıskıvrak yakalanıp Porsenna’nın önüne çıkartıldığında bile korkmuştan çok ürkütücü bir görünümü vardı.

“Ben Romalıyım!” dedi Porsenna’ya. “Seni öldürmek istiyordum, öldürmek için gösterdiğim cesareti, ölmek için göstermeye hazırım. Acıda ve savaşta cesaret, bir Roma erdemidir. Sana kin besleyen bir ben değilim. Ardımda aynı yolu izleyecek pek çok onurlu Romalı var. Her an bir hançer, karargâhının ortasında göğsüne inebilir. Roma gençliği sana savaş açtı Porsenna! Ardına ordularını alamayacağın bir savaş. Teke tek. Sen ve bir Romalı arasında geçecek bir dövüş olacak bu!”


***

Kral, genç Romalı’nın cesaretinden hem ürkmüş, hem de müthiş öfkelenmişti. Eğer hazırlanan komployu tüm ayrıntılarıyla anlatmazsa, bir ateş çemberinin ortasında yavaş yavaş yakmakla tehdit etti, Gaius Mucius’u.

Savaş divanının ortasında, tanrılara tütsü yakmak için kullanılan kutsal bir ocak yanıyordu. Gaius Mucius sağ elini ateşin içine daldırdı ve öylece tutarak: “İyi bak Porsenna! Yücelik istendiği zaman gövde nelere dayanır, öğren!” dedi. Etini kılını kıpırdatmadan çatır çatır yakan Romalının irade gücü, Etrüsk Kralı’nı sarsmıştı. Gaius Mucius’u ateşten uzaklaştırdı ve: “Seni özgür bırakıyorum” dedi. “Benden çok, kendi canını yaktın. Eğer hizmetimde olsaydın, cesaretini överdim. Seni savaş yasalarıyla cezalandırmayacağım. İşkence görmeyeceksin. Seni bağışlıyorum, Roma’ya dönebilirsin.”

Genç Romalı, Kralın bu cömertliğine karşın: “Madem ki cesarete saygın var, benden tehditle alamadığını, iyilikle öğreneceksin” dedi. “Roma gençliğinin seçkin neferleri, üç yüz Patrisyeniz biz. İlk ben geldim. Ardımdan tek tek ötekiler, seni öldürmekte başarılı oluncaya kadar şanslarını deneyecek ve hiçbirisini, öncekinin kaderi etkilemeyecek!”

Gaius Mucius, Roma’ya döndükten sonra sağ elini yitirdiği için Scaevola, yani “solak” diye anıldı. Ama gösterdiği cesaret, Porsenna’yı düşündürdü. Roma’ya elçiler gönderdi ve barış önerdi.


***

16 Mayıs 1919 günü, İsmail Hakkı Efendi’nin kaptanlığında İstanbul’dan Karadeniz’e açılan Bandırma vapurunda 76 kişi vardı. 22 kurmay subay, 25 er ve erbaş, 8 müşavir ve katip, 21 mürettebatla 76 genç adamdılar.

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktığında, ardından 54 genç yürek geliyordu. Önden gelenlerle birlikte, 300 etmiyorlardı, henüz! Ama yüz binler olacaklardı 4 yılda...

Bu toprakların sonuncu evrensel kahramanı, son dehası, idam fermanıyla birlikte bu ülkenin kulluk talihini de yırttı ve tarihin matematik akışını değiştirdi. 57 yılda yaktığı ömrünün eserini, kendisi gibi cesur olacağını umduğu gençlere emanet etti. Gençliğe Hitabe’si, Atatürk’ün gerçek vasiyetidir.

Bu vasiyet az sayıda yüceye, çok sayıda cüceyi yenebileceği cesareti aşılamaktadır. Yücelik cesaret ister, cücelik esaret. Kafaları esir alabilmek için, önce cesareti unutturmak gerekir.

Gençliğe Hitabe’nin ders kitaplarından niçin çıkarıldığı, açık değil mi?

http://www9.gazetevatan.com/haberdet...ryid=4&wid=122


Minik Yorum : Baskı hatasıdır diyenler de var ama...
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
Gozlemci (24-09-2007), janus (24-09-2007)
  #103  
Eski 25-09-2007, 10:52
neron - ait Avatar
neron neron bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 139/3021
68 Mesaj ına 527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Amerika Amerika...

Bekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.tr

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/....asp?yazarid=2


AMERİKA’dan önemli haberler geliyor:

"Başbakan iftar verdi..."

"Erdoğan namaza durdu..."

"Tayyip Bey sahura kalktı..."

Bunlar işin "İslami" yanı.

"Ilımlı" yanı ise "Jennifer Lopez, Brad Pitt ve kimi Hollywood yıldızları Erdoğan’ın iftar yemeğine katılacaklar" diyorlar, oldu mu size "ılımlı İslam"...

*

Nedense bizim Müslümanlar, her zaman Amerika’ya hayrandırlar. Bir yere gidip beklemeleri gerektiğinde orası Amerika’dır.

Bayılıyorlar oralara.

Normalde Arabistan çölündeki kutsal mekánları-şehirleri sevmeleri gerekmez mi?

Bunlar fırsat bulunca doğru Amerika’ya.

Haberlerde gördüm; seçim boyunca halkın "Bilal askere" diye bağırdığı, Türk ordusunda yazıcı dahi olmayan oğul Bilal, turp gibi orada Amerika için çalışıyor.

Torunlar Amerika’da doğdukları için, elbette onlar şimdiden Amerikan vatandaşı.

Ailenin tümünün cebinde ABD’nin "yeşil kart"ı...

Şimdi kimin "gidecek bir başka yeri olup olmadığını" daha iyi anlıyorum.

*

Ama dağlarda PKK, ABD silahları ile kasabalardan-köylerden gitmiş yoksul çocuklarımızı (Elbette ABD’ye güvenerek ve ABD silahları ile) vurmaya devam ediyor.

Türkiye, Kuzey Irak’ta kıpırdayamıyor.

Çünkü ABD’den habersiz operasyon yapmama taahhütleri var; dünkü Cumhuriyet’te altında Abdullah Gül’ün imzası olan anlaşmanın metni yayınlandı.

Ve bir bir tabutların içinde köylerine-kasabalarına dönüyorlar yaban güvercinleri.

(Dün Kara Harp Okulu’nda konuşan Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ’un sözlerini öbür sayfalarda bulup okumalısınız.)

*

Ama ne gam?..

Oğul, torun, gelin, kızlar, aile Amerika’da, Jennifer Lopez iftara geliyor.

Hollywood’un ilgisi de çok fazla diyorlar.

Hollywood Hollywood olalı, içinde hem komedi, hem trajedi, hem entrika olan bundan iyi film görmüş olabilir mi?..

Olamaz...
Alıntı ile Cevapla
neron kullanıcısına teşekkür edenler
Lizzy (25-09-2007)
  #104  
Eski 25-09-2007, 10:53
neron - ait Avatar
neron neron bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 139/3021
68 Mesaj ına 527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Cengiz Çandar ve statüko zaptiyeleri

Özdemir İNCE


Cengiz Çandar ve statüko zaptiyeleri
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/...asp?yazarid=72


’HER dönemin adamı gezginler kumpanyası’ndan Çengiz Çandar’la ilgileneceğim bugün. Cengiz Çandar, cumhuriyetçileri statükocu olmakla suçluyor. (Referans, 7 ve 14 Eylül 2007).

Öyleyse evrensel statükoyu tanımlayalım: Küresel, liberal ve emperyalist kapitalizm.

Şimdi Türkiye’de statükoyu tanımlayalım: IMF ve Dünya Bankası’nın yönetiminde; ABD ve AB’nin gözetimi altında; küresel, liberal ve emperyalist kapitalizmin hizmetinde AKP iktidarının düzeni.

Cengiz Çandar, bu küresel kapitalist emperyalizmin hizmetinde dirsek çürütüyor, sonra kalkıp bu kapitalizm ve emperyalizmin hedef haline getirdiği cumhuriyeti savunanlara "statükocu" diyor.

EMPERYALİZME ÖVGÜ

Statüko (statu quo) sözlük anlamıyla kendi başına ne iyidir, ne de kötüdür. Nötr bir durumdur. Onun iyilik ve kötülüğü toplu durumda ortaya çıkar, yani görecedir ve konjonktüreldir.

Cengiz Çandar’ın yanında yer aldığı ve övgüsünü yaptığı evrensel statükonun ne olduğunu yukarıda yazdım, bir kez daha yazayım: Küresel, liberal ve emperyalist kapitalizm.

Cengiz Çandar, küresel, liberal ve emperyalist kapitalizmi eleştiren cumhuriyetçileri statükonun zaptiyeleri olarak tanımlıyor.

YA GREV HAKKI!

Cengiz Çandar, İslamcı AKP’nin Türkiye’de karşı olduğu ne kadar ilke ve özellik varsa onları statüko olarak tanımlıyor. Ona göre demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti statükoyu temsil ediyor. Ona göre Anayasa’nın 174. maddesinin koruması altında olan Devrim Yasaları da statükonun bir parçası.

Ama çalışanların aleyhine olan yasalara, memurlara grev hakkını vermeyen yasalara karşı değil. Milletvekillerinin dokunulmazlığına, partiler ve seçim yasalarına karşı değil. Bu bağlamda (değişiklik istiyorsa) istediği AKP’nin öngördüğü değişiklikler. İktidar partisinin sözcülüğünü yapıyor ve AKP zihniyetine karşı çıkanları statükocu olmakla suçluyor.

Şimdi birkaç statüko durumunu inceleyelim: Hitler, Mussolini, Salazar, General Franko, Humeyni ve benzerlerine karşı statükoyu savunmak iyi mi yoksa kötü mü?

ROBERTO CARLOS!

Cengiz Çandar’ın önemli özelliklerinden biri, dayanıksız ve dayanaksız iddialarını doğru ve gerçekmiş gibi ileri sürmesidir: "Hiçbir anayasanın ’değiştirilemez’ ve hatta ’değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ maddeleri olamaz" (Referans, 14.04.07) diye yazıyor. Bu mesnetsiz, Cengiz Çandar’vari iddia en azından Fransız ve ABD anayasaları karşısında geçersizdir.

Fransız anayasasının 89. maddesinde, yönetimin cumhuriyet olan biçimi ve ülkenin toprak bütünlüğü ile ilgili herhangi bir değişiklik ve değişiklik önerisinin yapılamayacağı yazar.

ABD anayasası ilk kabul edildiği günden bu yana çok bakımdan değiştirilmiş olmasına karşın, temel ilkeleri 1789’da olduğu gibi kalmıştır. ABD anayasasını yapan "Babalar", herhangi bir partinin metni değiştirmemesi için, yerine getirilmesi olanaksız koşullar koymuştur.

Cengiz Çandar’ın boş iddiasını bu iki örnek çürütmektedir. Birleşmiş Milletler’e üye devletlerden kim bilir kaçının anayasasında değiştirilmez maddeler vardır.

NOT: Cengiz Çandar, kendisinin 2. Cumhuriyet Milli Takımının Roberto Carlos’u olduğunu yazmış (Referans, 23.09.07). Doğrudur, onun mümtaz yeri bu "Gayrimilli Karma"dadır!
Alıntı ile Cevapla
neron kullanıcısına teşekkür edenler
Lizzy (25-09-2007), meraklı (26-09-2007)
  #105  
Eski 26-09-2007, 05:02
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow Şık bir Özet....

Umur Talu
utalu@sabah.com.tr

Küresel mahalle


Hakikaten "bir başkadır benim memleketim".
Malezya dahi şaşırmıştır bu ilgiye.
Her eğilimden basın, "Malezya'yı keşfe" çıktı.
Dünya yuvarlak ya; kimi hep Batı'ya giderek ulaşıyor Malezya'ya, kimi hep Doğu'ya.
Orada karşılaşıyorlar.
Bizimkiler atışırken, Malezyalılar şaşkın.
Kendinden şüpheli, kendinden ürken, aslında hep başkalarına benzemek isterken bir başkasına benzeme endişesi taşıyan, ruhu yaralı canım memleketim.

Oralarda bir de Endonezya var.
Felakettir yani.
"Endonezya olmak" tan da korkulabilir.
Ben korkardım eskiden.
Çünkü, "küresel sistem" dışında kalmasın, "bu kış komünizm gelmesin" diye, CIA teşvikli seri katliamla neredeyse bir gecede onbinlerce insan kesilmişti orada.
Diktatör olsun, baskı olsun, katliam olsun, ceset olsun, ama "sistem dışına kaçmasın" diye.

Aslına bakarsanız, "Malezya olmaya teşebbüs suçu" da mevcut bu küresel sistemde.
"Malezya olmaya teşebbüs suçu" nun din ile, ağzımızdaki mahalle baskısıyla, başını örtmeyle filan ilgisi yok.
O "küresel mahallenin baskısı" na dair.
"Malezya olmaya teşebbüs suçu", aslında küresel ekonomiye, ucuz işgücü ve teknoloji ile sanayi mahallesi, "sıcak para" tatil köyü olarak, "ihracata dayalı ekonomi", "yükselen piyasa" diye eklemlenmişken, oyunbozanlığa kalkışmak demek.
Birdenbire, ekonomini korumak uğruna, "yanlış bir yol" a sapıp spekülatif sermaye akışını sınırlandırmaya, vergilendirmeye girişmek,
"mahallenin abilerinin, ağalarının, babalarının baskı ve buyrukları" ndan farklı bir yol tutturmayı tasavvur etmek demek.
Malezya hem bu suçun bedellerini ödemiş, hem de bir süre daha o suçu işlemeye devam ederek nispeten daha az hasarla atlatabilmiş bir memleket.


"Küresel mahalle" açısından "mahalle dışına meyletmek" ciddi suç zaten.
İran, "İslam Cumhuriyeti" olduğu için mi, "Şeriat devleti" ve "İslam Krallığı" Suudi Arabistan'a göre daha tehlikeli mesela?
İran "devrim ihraç etmeye niyetli olduğu" için mi, Bin Ladinler' in (CIA projeleriyle de) yetiştiği, dünyanın her tarafına dağılan "mücahitler" i finanse etmiş Suudi Arabistan'dan daha ürkütücü?
İran Şii olduğu için, Suudi Arabistan Sünni olduğu için mi?
İran'da kadınlar (zorla) örtündüğü ama oy verebildiği, aday olabildiği için mi; Suudi Arabistan'da kadınlar (zorla) örtündüğü ama oy da veremediği, aday da olamadığı için mi?
İran'da "dini" zümre ve imtiyazlar bulunduğu, Suudi Arabistan'da "dini" nin yanında, ülke kaynaklarına el koyan maddi imtiyazlar ile hanedan ve zümre hâkimiyeti olduğu için mi?
Hangi ülkede olursa olsun nükleer silah dünya, bölge için tehlikeli: Ama İran'ın "bir ihtimal" nükleer silah kapasitesi, İsrail'in varolan, kullanmaya hazır, Akdeniz'de dolanan nükleer silahlarına göre niye daha tehlikeli?
Mesele İran'ın "masum, kendi halinde, insan haklarına saygılı" olmadığının tescili değil; mesele çifte standart.

Çifte standart yok aslında.
"Standart" şu:
"Küresel mahalle" dışına çıkmayacaksın; bilhassa petrolünle, paranla, ticaretinle, verginle, küresel alışveriş, tasarruf ve yatırımda dolardan başka paraya niyetle, silahlanma kaynağın ve biçiminle, dünya hiyerarşisini sarsıcı meydan okumalarla kafayı (kendi kendine) yemeyeceksin.
Suudi Arabistan'ın "no problem" olmasının esas sebebi bu.
"Milli devrim" le Şah devirip petrolü millileştiren ve CIA darbesiyle kazınan "laik" İranlıların suçu da oydu.
"İslam devrimi yapmış" İran'a saldırtılırken, "Diktatör" Saddam' ın "iyi çocuk" olmasının esas sebebi de oydu.
Sistem dışına kaçtığında Saddam' ın "pis çocuk" olmasının da.


"Mahalle baskısı" sadece başın örtüsüne dair bir şey değil.
Esas, "gözün bağları" na dair bir hikâye.
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
janus (28-09-2007), meraklı (26-09-2007), Ramo (26-09-2007)
  #106  
Eski 27-09-2007, 19:01
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı IMF'nin hatalarını ödeye ödeye perişan olduk

IMF'nin ucuz döviz, yüksek faiz politikasının faturalarını ödeye ödeye perişan olduk. Önümüze yeni bir fatura getiriliyor.

1994 yılında ekonomi duvara vurmak üzere iken, başta IMF olmak üzere yabancılar bize "İyisiniz... iyisiniz" diyor ve de bize yüksek faizle döviz kredisi kullandırıyordu. Batacağı gözle görülen Impex Bank, Marmara Bank ve TYT Bank gibi bankalara İsviçre'deki finans kuruluşları yüzde 25-yüzde 45 gibi inanılamaz faizlerle döviz kredisi kullandırıyordu.
Başkalarına yüzde 5 faizle kredi verenler yabancıların güç durumdaki bankalardan aldıkları yüksek faizin içinde "risk primi" vardı. Çünkü bu çarkın dönmeyeceği, saadet zincirinin bir yerde kopacağı belliydi.
Yıl başında 15 bin TL olan dolar nisan ayı başında 38 bin liraya çıktı. Merkez Bankası rezervleri hızla erimeye başladı. Gecelik faiz yüzde 400'e yükseldi.
Ortalığı temizlemek ile Tansu Çiller görevlendirildi. IMF'nin tavsiyesi doğrultusunda üç banka kapatıldı.

Aman yabancılar üzülmesin
Üç bankanın batacağını göre göre yüksek faizle döviz kredisi veren yabancılar, "Paramızı isteriz... Vermezseniz Türkiye'nin itibarı sıfır olur... Türkiye'ye kimse para vermez..." diyerek yaygara koparınca, mecburen alacaklarını devlet ödedi. Faturayı halk paylaştı.

2001 başında ekonominin yüksek faiz ve ucuz döviz nedeniyle duvara vurmak üzere olduğu belliydi. Bankalar ayakta kalmak için yüzde 25- yüzde 35 faizle dolar topluyor, dövizle borçlanıyordu.
Şubat ayında Merkez Bankası'ndan bankalar döviz çekmeye başladı. Merkez Bankası dolar fiyatını 963 bin TL'ye yükseltti. Gecelik faiz yüzde 1.400'ler gibi inanılmaz rakamlara yükseldi.
Ortalığı temizlemek ile Kemal Derviş görevlendirildi.
IMF'nin tavsiyesi doğrultusunda 20 banka kapatıldı. Bankaların borçlarını TMSF üstlendi. Böylece bankaların batacağını göre göre yüksek faizle kredi veren yabancıların bankalardan alacakları TMSF tarafından güvence altına alındı.
Bankaların içeriye, dışarıya borçlarını gene halk ödüyor. Öde öde bitmiyor.

Biz bu filmi çok gördük

Şimdi IMF tarafından öncekilerden farklı bir senaryo önümüze getiriliyor.
1994 krizinde yabancıların döviz alacaklarını "devlet" temizlemiş, faturayı halka ödetmişti.
2001 krizinde yabancıların alacaklarını TMSF üstlendi. Fatura halka ödettiriliyor.
Anlaşıldığı kadarıyla IMF olası bir dalgalanmada bu defa yabancıların alacaklarının T.C. Merkez Bankası tarafından ödenmesini sağlayacak bir düzenleme getiriyor.
1994 krizinde ortalığı temizlemekle Tansu Çiller, 2001 krizinde Kemal Derviş görevlendirilmişti. Anlaşıldığı kadarıyla olası bir dalgalanmada ortalığı temizlemek için seçilen kişi Mehmet Şimşek. Verilen bilgiler doğru ise, Devlet Bakanlığı'na getirilen Mehmet Şimşek şu günlerde ABD'de IMF ile yeni senaryonun uygulanma şeklini belirlemeye çalışıyor.
Ne diyelim? Hayırlı olsun... IMF'de "formül" tükenmez!.."Bizde bu ense olduktan sonra, biz daha çok dayak yeriz!"

guras@milliyet.com.tr
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
janus (28-09-2007)
  #107  
Eski 28-09-2007, 16:12
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Allah biliyor! Biz de bilelim!

Allah kerimdir, cömerttir, kerem sahibidir, lütfu ve ihsanı boldur. Her şeyden haberlidir, yukardan bakınca görüyordur, sevabını da bana, size, ona, vergi veren hemen herkese yazıyordur.

Bize çaktırmıyorlar.

Açık etmiyorlar.

Söylemiyorlar.

Ramazan ayında şehirlerin en büyük meydanlarına kurulan yoksula, çaresize, işsize, umutsuza “oruçlarını açsınlar” diye yiyecek vererek aslında inaçları ve Ramazan ayını alet edip “oy toplamak için üretilmiş sadaka sosyalizmini Türkiyemiz’e has bir model” olarak kazandıranlar (başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iktidar partisi çizgisindeki tüm yeni sivil, politik bürokrasi ve Anadolu ağırlıklı olarak uç verip taze zenginleşen sınıf mensubu elitistler) bizden gerçeği saklıyor.

Parayı bize ödetiyorlar.

Allah kabul ederse!

Hayır duasını kendilerine alıyorlar. Ramazan ayı boyunca “sadaka sosyalizmi çadırlarına” giden ve sayıları 11 milyona ulaşan yoksul insanlar, kendilerine sunulan iftar yemeklerinin parasının bizlerden çıktığını bilmiyor.


***

Bu gerçeği ben bulmadım.

Prof Şükrü Kızılot buldu.

SKY TV’nin iyi habercilerinden Can Baydar da, iki gün üst üste konuyu çeşitli açılardan alıp işleyen yayınlar yaptı. Prof Şükrü Kızılot, vergi yasalarının ince labirentlerinde dolaşırken, 3 yıl önce, 2 Ocak 2004 tarihinde, 5035 ve 581 sayılı yasalarla “vergi yerine sadaka verenlere muafiyet tanınmasına” imkân veren yeni düzenlemeler getirildiğini gördü.

Üç yıl olmuş.

Şükrü Hoca dahil herkes uyumuş. Bu düzenlemelere göre, bir dernek ya da vakıf, kuruluşunun amaçları bölümüne; “fakirlere yardım amacıyla gıda bankacılığı faaliyetine bulunuruz” diye yazarsa bu tür vakıf ve derneklere yapılan gıda, temizlik, yiyecek, giyecek yardımlarının tutarı vergiden düşülüyor.

Hem gelir vergisinden.

Hem kurumlar vergisinden.

Fakire-fukaraya, garibe-gurebaya, Ramazan’da kurulan iftar çadırına koşan milyonlarca çaresize; birileri yiyecek-içecek yardımı yapıyor görünüyorlar. Ancak yardımın tamamını vermeleri gereken vergiden düşüyorlar.


***

Gıdayı kim vermiş oluyor.

Sen, ben, o...

Biz, siz onlar...

Vergi verenler...

İftar yemeğinin parasını biz veriyoruz, duayı onlar yani Ramazan çadırlarını kurarak “kimsesize iftar desteği” verdik propagandası yapanlar topluyor. Allah da bunu görmüyor, bilmiyor, sezmiyormuş gibi toplumu kandırıyorlar. Gıda bankacılığı ile uğraşan vakıf ve dernekler ve onlara destek verenler, “fakirlere yardım ettikleri” için takdir topluyor.

Gerçekten takdir etmeli.

Fakat yaptıkları harcamayı vergilerinden düşünce bu, “hayır etme eylemi” olmaktan çıkıp, toplumun vergisini verenin parasıyla “fakir-fukarayı-garip-gurebayı Ramazan çadırında kandırma” siyasetine dönüşüyor.

Allah bunu biliyor.

Biz de bilelim istedim.
Necati Doğru ndogru@gazetevatan.com
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (28-09-2007)
  #108  
Eski 29-09-2007, 18:49
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sıcak takipte skandal yenilgi..

Yalçın DOĞAN



EN yetkili ağızlardan birinden, özel sohbetimiz sırasında duyduğum söz, her geçen gün biraz daha doğrulanıyor. Halen Türkiye’nin en etkin görevlerinden birini yürüten o yetkilinin sözü şöyle:

"Amerika müttefikimiz gibi değil de, bize düşmanmış gibi davranıyor, Türkiye’nin belini doğrultmasını sanki hiç istemiyor."

Türkiye’nin dün Irak’la terörle mücadele adı altında imzaladığı anlaşma tam bir skandal. En kritik konu, Türkiye aleyhine sonuçlanıyor. Anlaşmadan sıcak takip maddesi çıkartılıyor. Sıcak takip, herkesin bildiği sınır ötesi operasyon. Hukuken imkansız hale geliyor.

Anlaşmanın imzalanması zaten bu madde için uzuyor. Sonunda, Amerikan baskısıyla, Türkiye sınır ötesi operasyon hakkından vazgeçtiğini dünyaya ilan ediyor.

O etkili ve yetkili makamın sözlerini ister istemez bir kez daha anımsıyorum.

ASKERE RAĞMEN

Uluslararası deyimle, sıcak takip, bizde günlük deyimle sınır ötesi hareket.

Askerler aylardır, sınır ötesi operasyon, diye bas bas bağırıyor. Her kapalı toplantıda, her açık fırsatta. Sınır ötesi operasyon olmadan, PKK ile mücadele güç. Elbette, önce kendi evini düzenlemek gerek. Ama, bataklık Kuzey Irak’ta. Sokakta çelik çomak oynayan çocuklar biliyor bunu. Yine de, Irak’la yapılan anlaşmadan sıcak takip maddesi kaldırılıyor.

AKP iktidarı Amerika’ya boyun eğiyor. Çünkü, Amerika bastırıyor.

Böylece, askerin sınır ötesi operasyon sözleri askıda kalıyor. Bu anlaşmanın içerde ciddi sıkıntı yaratacağını şimdiden söylemek, erken bir tahmin değil.

İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı’nda müzakere tekniği iflas ediyor. Konu iki bakanlığı da ilgilendiriyor. Müzakereyi fiilen yürüten İçişleri Bakanlığı. Zaten, Amerika bastırmış, teknik filan laf.

Yeni Dışişleri Bakanı Ali Babacan, yeni İçişleri Bakanı Beşir Atalay ilk sınavlarında çakıyor.

BM HAKKI GİTTİ

Bundan daha vahim bir sonuç var.

Sıcak takip, Birleşmiş Milletler kuralı. Koşullar oluştuğunda, BM ülkelere sıcak takip hakkı tanıyor.

Şu ya da bu biçimde, tehdit altındaki bir ülkenin kullanabileceği bir hak. Her ülke için, bütün zamanlarda geçerli.

Şimdi Irak’la imzalanan anlaşmadan sıcak takip maddesinin kaldırılması, Türkiye’nin BM nezdinde bu hakkını kaybetmesi anlamını taşıyor.

Sıcak takip maddesini özel bir anlaşmaya koymak istediğinde, o madde reddedilirse, BM hakkı kayboluyor. Bundan sonra artık imkansız ama, günün birinde, bir başka iktidar, sıcak takip kararı verirse, adamlar başımıza dikilip, "anlaşma ile siz bu haktan vazgeçtiniz, size geçmiş olsun" diyecek.

Terörle mücadelede, AKP’nin bugüne kadar attığı en geri, en skandal adım. Pratikte sınır ötesi hareket artık yok, teoride ise, uluslararası hakkın askıya alınması var.

Dışişleri Bakanı Ali Babacan New York’ta ABD Bakanı Rice’a belki de, bininci kez, "PKK ile mücadelede somut adımlara ihtiyacımız var" diye dert yanarken, Ankara’da sıcak takip maddesi anlaşmadan çıkıyor.

DALGA GEÇER GİBİ

Anlaşmada sıcak takip yok ama, dalga geçer gibi, bir kurul var.

Bu kurul oturacak, altı ayda bir, terörle mücadelede neredeyiz, sorusunu ele alacak. Sürekli oyalama.

Geçen yıl da, ABD Terörle Mücadele Koordinatörü atıyor. Bu girişim hiçbir işe yaramıyor. Şimdi yeni numara, bu kurul. Dostlar alışverişte görsün.

Türkiye terörle mücadelede ciddi darbe alıyor. (HÜRRIYET)
Alıntı ile Cevapla
  #109  
Eski 01-10-2007, 10:55
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Büyük başarı kazanıldı!

Dış politikada büyük başarı kazanıldı:

Artık, Avrupa Birliği'nde istenmediğimiz açıkça belli oldu. Fransa ve Avusturya eliyle Almanya, açıkça bizi istemiyor. Bunlar istese, diğerleri sırada. Bırakın istemeyi, uyum süreci bile işletilemiyor.
Artık, Irak'ta "sıcak takip" olanağımız kalmadı. Amerika'ya boyun eğildi. Kabul etmesek de, Kürt devleti kuruldu. Kürt devletinin baskısı, bize geri adım attırdı. Burada da her şeyi kaybettik. Bunun karşılığında, PKK'nın ileri gelenlerinden bazıları bize verilecek. Ama, PKK bitmeyecek. Üstelik, PKK'nın elinde ABD tankları bile var.
Kıbrıs'ta Denktaş'tan kurtuldular. Bir zamanlar hiç kabul edemeyeceğimizi açıkladığımız Birleşmiş Milletler'in aracılığını şimdi koşa koşa kabul ediyoruz.
Ekonomide büyük başarı kazanıldı:

Borsanın yüzde 71'i, devlet tahvillerinin yüzde 38'i yabancılara ait. Üstelik, fiyat kontrolü de onların elinde. Sonuç olarak, artık döviz fiyatlarını bağımsız dediğimiz Merkez Bankamız belirleyemiyor.
Merkez Bankamızda 70 milyar dolar, bankalarda ayrıca 50 milyar dolar dövizimiz var. Ama, bunlar bizim ihtiyaçlarımız için değil, yabancıların ihtiyaçları için tutuluyor.
Artık, bankalarımızın resmi olarak yüzde 22'si yabancıların elinde. Ama, gayri resmi olarak bankaların yaklaşık yüzde 45'i yabancılar tarafından kontrol ediliyor.
Özelleştirmelerden büyük para kazanıldı. Ama, paralar faize gitti. Faize karşı olduğunu söyleyen hükümet, en büyük rantiye dostu çıktı.

İhracat arttı ama...

Düşük döviz kuru, yüksek faiz, bol özelleştirme geliri, yıllık 20 milyar dolara yaklaşan yabancı yatırım sayesinde enflasyonu yüzde 10'un altına düşürdük. Bu düzenin devamı ettirilmesi ise, tamamen yabancıların elinde. Yani, enflasyon hem kalıcı olarak düşürülemedi hem de bu konudaki karar yabancılara bırakıldı.
Artık, üretim yapılamıyor. Enerji ve iş gücü fiyatlarımız yüksek. Değerli Türk lirası sayesinde, ithal edip tüketmek, üretmekten daha ucuz. Bu nedenle, her tarafımızı alışveriş merkezleri sardı. Buralarda, neredeyse tamamen yabancı mallar satılıyor. İhracat arttı ama ithal mala süsleme yapılıp satma anlamında.
İç işlerde büyük başarı kazanıldı:

Türk vatandaşları, "siz", "biz" diye ayrıldı. "Kapalılar", "açıklar"dan nefret ediyor. Artık, herkes birbirine düşman gözüyle bakıyor. Bazıları, namaz kılıp, oruç tutmayana iş bile vermiyor.
Cumhurbaşkanı, generallerle; Başbakan rektörlerle, savcılarla kavgalı. Bu coğrafyadaki tek koruyucumuz olan asker, iyice sindirilmiş ve yıpratılmış durumda. Ülke bölünmekle karşı karşıya. Üstelik, bölününce paylaşım kolay olsun diye, belediyeler kullanılarak mali bakımdan da özerk bölgeler yaratılıyor.
Şimdi de anayasa değiştiriliyor. Artık, yüzde 51 ne derse o olacak. Artık, kim daha hızlı çoğalıyorsa, Türkiye'nin idaresi onda kalacak. Artık, para ve yardım ile kimler kandırılabiliyorsa, Türkiye'yi onlar yönetecek. Artık, yüzde 51'i alan, 5 yıl için "kral" olacak. Aslında, bizi, "kral"ı yönetenler yönetecek. Bize de Sayın Başbakan'ın dediği gibi gitmek kalacak!

ytoruner@milliyet.com.tr
Alıntı ile Cevapla
  #110  
Eski 01-10-2007, 14:34
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı TV’de erkek seyretti diye karısını boşadı


KATI şeriat yasalarının kadınlara hayatı zindan ettiği Suudi Arabistan’da son olarak pes dedirtecek cinsten bir boşanma olayı yaşandı.

Riyad’da yaşayan bir adam, bir erkeğin sunuculuk yaptığı televizyon programını tek başına izleyen eşini ’ahlaksızlık’ yaptığı gerekçesiyle boşadı. Adı açıklanmayan adam şeriata göre yabancı bir erkekle bir kadının aynı odada yalnız kalamayacağı gerekçesiyle eşini boşadığını söyledi.

Minik Yorum:Türban takıp çarşaf giyeceğim diye meydana çıkan Türk kadınlarıda okudumu acaba

Vatan
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 11:48 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce