Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Ser'den, Sera'dan. - Sayfa 18 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Bahçıvanlar > Sera
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Ser'den, Sera'dan.
Konudaki Cevap Sayısı
387
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
209195

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #171  
Eski 05-09-2007, 13:16
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Garip Bir Yazı

Seraya geldim gelmesine ama düşüncelerim zaten durulmadığı için yol boyunca içimden geçenlerin de etkisiyle iyice bulanıklaşmıştı.

Ne yapacağıma, hangi işin, hangi kulpuna yapışacağıma karar veremiyordum, bir türlü.

Gerçi yapacağım hangi yarım kalmış veya hiç başlanmamış iş olursa olsun gene yarım kalmaya, yamalak olmaya mahkûmdu.

Hep azarlamıştım kendimi sabahtan beri.

Kızdım, kızdırdım ve burnumu iyice sürttüğüme emin olduktan sonra üzerimdekileri değiştirip ve geçen sezon çok sık yaptığım, bu yıl ve en azından önümüzdeki üç yıl bir daha böyle gıcık veren işle uğraşmayayım diye, gerçi sadece bu nedenle değil, zaten miadı da dolmuştu, seranın üst örtüsünü daha yeni değiştirmeme rağmen, bu ısı takviyeli naylonların oluk demirleri ile seranın diğer demir aksamındaki yerlere halk arasında "klips" denilen, benim ise üç metrelik, "uzun çubuk plastik mandal" dediğim şeyin lastik tokmak ile usturuplu bir biçimde çakarak, naylonun davul derisi gibi gerili olmasa da gene de gerili olmasına özen gösterdiğimiz ama ne yazık ki rüzgarın azizliğine, ben dahil bu işin kotarılması için çalışan diğer kişilerin beceri ve mantık yürütme kıtlığımız da eklenince yer yer deldirdiğimiz, yırttırdığımız, demire çiğneterek jilet kesiği gibi kestirdiğimiz kısımların biran evvel, yağmur-çamur gelmeden onarılmasına karar verdim ve seranın üzerine çıktım.

Yaklaşık 10 santimlik tabanı olan bu 70 metre uzunluğundaki demir olukta, tutunacak çok az yeri olduğundan, o da her iki buçuk metrede bir denk gelen yerleri saymazsak, ayakta yürürken hiç tutunacak yeri olmayan, pasını tel fırçalar ile günlerce süren bir temizlik ile sözde gidermeye çalıştığım ve gri renkli antipas boya ile olabildiği kadarıyla pasını örtbas etmeye çalıştığım bu olukta, cambaz kadar olmazsa bile bir deri bir kemik kalmış, feşın tivinin değme mankenlerine taş çıkartırcasına attığım her adımımın önüne bir sonraki adımımı lap diye oturtmak ilk zamanlarımdaki gibi zor gelmiyordu.

Yürüdükçe bin yedi yüz otuz metrekareye oturmuş koca seranın yaylanması ise ayrı bir şey ya, neyse.

Bir önceki cümlemde dediğim gibi yırtılan, delinen, demirlere çiğnetilerek yırtılmaktan daha beter hale gelmiş naylonu onarmak için: çaktığımız bu uzun çubuk plastik mandalları yerinden özenerek sökmek, çıkarmak; tozdan, çiğden arındırmak için hem yaş hem de kuru bezle silmek, özel amacı: bu türden naylonları onarmaya yönelik olarak üretilmiş olan geniş bantları içinde hava boşluğu oluşturmadan, kenarında kirli olsun, temiz olsun parmak izi bırakmadan yapıştırmak her babayiğidin harcı olmadığı gibi benim de harcım olmadı zaten.

Bir yandan güneş dönerek yükselmiş, diğer yandan dünya dönerek alçalmış ve ben de ufalarak, susayarak, kavrularak bir Allahın gökyüzü ile seranın tavanında baş başa kalmış vaziyetteyken, biri çok yakınımdan, diğer ikisi de farklı yönlerden ama biraz uzaktan olmak üzere bir biriyle, halk arasında “senkronize olmayan” denilen türden, eş zamansız sesler hoparlörlerden yayılmaya başladı.

Duyduğum ve defalarca dinlediğim için ezberlediğim kadarıyla yazacak olursam eğer “Kale rabbişrahliy sadriy ve yessirliy emriy vahlül ukdeten min lisaniy yefkahu kavliy” diyerek, bugünkü vaazının konusuna başlamış oldu, müftü veya hoca ya da din görevlisi.

Merkezden, bir yerden yapıyorlardı bu yayını; (sanırım) Antalya’nın şehir merkezi hariç koca Altınova’ya farklı camilerden yayılan bu ses dalgaları birbirleriyle çarpışınca çoğu zaman ne dediği anlaşılmamakla birlikte, hava akımı uygun olursa anlattıkları dinlenebiliyordu.

Bugün Cuma değildi!

Bugün mübarek gün ve gecelerden birini idrak ediyor da değildik!

Öyle olsaydı anlardım, anlaşılırdı; az inanana, ılık, ılımlı, mutedil inanç sahiplerine, inanmayana, farklı dinden, ayrı mezhepten olana, cenabet olana bu durumu izah etmek kolay olurdu.

Haftanın Cumanın dışındaki günlerinden biriydi.

Önceden de olur muymuş bilmiyorum ama ben, bir yıldır öğlen namazından önce umuma, tarlalara, arsalara, seralara, yollara, bayırlara, sokaklara verilen bu bir saatlik vaazla tanışığım.

Sadece seçim öncesinde bu iş birkaç günlüğüne aksadı; ya hocamız izine ayrıldı, hasta oldu ya da başka bir işle haşır neşir olduğundan duyamaz oldum anlattıklarını.

Seçimlerden sonra daha mı coşkulu anlatmaya başladı, yoksa bana mı öyle geliyor emin değilim.

Laikliğin, bir türlü tanımı netleşmeyen bu coğrafyada birçok şeyin garip yürümesi garipsenecek bir şey olmamalı.

Bu yazım da çok garip oldu, mesela.

Hâlbuki hoca, o gün anlattıklarıyla bulanık kafamı daha fazla bulandırmayıp, hatta beni bir ara günaha sokmamış olsaydı, bir yandan naylonları onarırken öbür yandan kısa görüşmelerimizin ardından seraya uzun, güzel ve övgü dolu yazılar yazarak beni mahcup eden Sayın Meraklı ile nur yüzlü bir annenin oğlu olan gene Sayın Bıkmış Ustaya günlerdir nasıl yanıt vereyim diye kafa yormaya devam ediyor olacaktım.

Dedim ya, garip.

Garip deyince Musa Eroğlu’ndan dinlediğim ve emekli olmadan önce dilime pelesenk yapıp günde üç öğün mırıldandığım şu türkünün sözleriyle, bu garip yazıma nokta koyayım bari de iyice garip olsun:

Güneşin önüne çekildi bulut,
Karardı her yanım, gün garip garip
Deli poyraz esti, dağıldı umut
Sarardı bağ, bahçem; gül garip garip

Kayalar çakıldan sakınır oldu
Dağlar tepelerden yakınır oldu
Denizler dalgadan çekinir oldu
Yıkmaz oldu bendin, sel garip garip

Dünya garip döner, mevsimden ayrı
Parlamaz yıldızlar, küstü ay gayri
Unutmuş gibiyim, seheri seyri
Dağlar yorgun yorgun, gün garip garip
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (05-09-2007), buena vista (05-09-2007), dentist (06-09-2007), flz (06-09-2007), meraklı (05-09-2007)
  #172  
Eski 05-09-2007, 14:24
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Normalde ezanları duyardım da duymazdım…Hele ki son dönemlerde o sabah ezanlarının bende bıraktığı garip huzur yerini garip bir özlemişliğe ve hüzne bırakmıştı…Öyle ki bu gariplik bende tuhaf ötesi bir de isyanlar yaratmıştı..

Emin hocam anlatmış, Cuma dışındaki bir gün verilen ne vaazı ise, ama daha bir coşkulu mu imiş yoksa seçimlerin galibiyetinden doğan memnuniyete şükür bâbında neyin anlatımlarıymış, bilemiyorum gerçi ama…pek de yalnız değil bu konuda..

Antalya nın o hafta ortası vaazları İstanbul’un göbeciğinde de başladı.. Ne anlatıyorlar bilmiyorum, dinlemedim…Serde Elhamdülillah müslümanım…

Neyse hocam, kısacık görüşmemizin akabinde yazdıklarım övgü dolu güzel sözler değildir..Yaşanan o anın keyfiyetinden doğan hoş bir haz, müteşekkirliktir.

Siz gene de seranın tavan uğraşlarıyla boğuşa dururken, Allah kolaylık versin derim..Tez vakitte yaptığınız hesapların sizi şaşırtır derece kârınızın cebinizde kalmasını dilerim.. Malûm karanfiller de insanlar gibidir…İnsan olmak çok zor , insanlar arasındaki sevginin de tıpkı sürgündeki karanfillerin renkleriyle bulutlara gülümsemesi gibi, açılıp saçılırken etrafına yaydığı o güzelim kokular gibi, mutluluk vermesini umarım.

Her daim sevgi ve huzurla kalınız…

Gariplik bir ayaz,
Gökler yerde, serde avaz,
Bulut dolmuş, yağmur yokmuş
Eller duada ben neyleyim.

Kader derler, intizar ederler,
İntizarında niyaz ederler,
Bilmezlerki bizler sürüyüz
Çobanımız uykuda ben neyleyim.

Karayelim esti, yere düştü umut
Bir tohumdur yeşerecek, daha güçlü bir umut..
Sağanak besleyecek güneş doyuracak
Ben güleceğim onlar neyleyecek.

A.L.
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (05-09-2007), buena vista (05-09-2007), dentist (06-09-2007), Emin (17-09-2007)
  #173  
Eski 17-09-2007, 10:05
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kuşku Dolu Gereksiz Bir Yazı

Buraya ilk yazımı yazdığımdan bugüne değin tam tamına 544 gün gelip geçmiş. Bu kadar gün daha yaşlanmış, bu kadar günün kendi içindeki ölçüsü kadarıyla da hücrelerimde azalmalar olmuş.

Ser ve sera başlığı altında da sene-i devriyemizi tamamlayalı 9 gün olmuş.

Ben, kırkımı zor çıkarırım zannediyordum.

Kazasız belasız bugünlere erişmek iyi bir şey.

Genellikle içimden geçenleri burada olabildiği kadarıyla eşkereye* çıkardım.

Okuduğum bazı sözler aklımdan hiç çıkmadı. Hatta buradaki varlığımı sürdürmeme yardımcı oldu desem çok büyük bir söz söylemiş olmam. Bu sözlerin bazılarını gene yazılarımın içinde eriterek belirttiğim için yeniden açıklamak zaman darlığım açısından beni zorlayacağından es geçiyorum.

Üye sayı da epeyce arttı. Ama...

Gel zaman, git zaman yazıların daldasında* oyalanırken önce alihoca, ardından Umut, ardından meraklı ve onun da ardından bikmisbroker lakaplı sanal kişilerle çok kısa da olsa, gerçekten de buluşarak sanallıktan kurtulmuş olduk.

Ben, mizaç olarak yeni arkadaşlıklar kurmaya, bu arkadaşlıkları besleyip geliştirmeye hemen hemen herkes gibi meyilli olsam da, bunu hayata geçirmede çok zorlanan birisiyimdir.

Ziyan olsun, emekler boşa gitsin istemem, kimse istemez belki, ama ben harbiden istemem. Yani ben, “inceldiği yerden kopsun’u” kolay kolay diyemem. İnceltmek istemem çünkü. Koparmamak için de çok emek vermem gerektiğini biliyorum. Hal böyle olunca; maddi olsun, manevi olsun gücümün, kuvvetimin, nefesimin, takatimin yetmeyeceğini bildiğim yeni maceralara doğru halk arasında denildiği gibi take-off yapamıyorum.

Misafiri çok severim, birilerine misafir olarak gitmeyi ise acayip sıkıntılı bulurum. Bu huyuma en çok bizim hanım bozulur.

Bırakın yüz yüze tanışmayı, burada yazılarımızla göz göze geldiğimiz, buluştuğumuz birçok kişiyi bile düşünmeden edemiyorum.

Bu bile yoruyor beni.

Belki de yormuyordur, kafamın dağılmasına neden oluyorlardır.

Belki düşündüğüm kişileri daha çok yorgun olduğum zamanlar düşündüğüm için yoruluyorumdur.

Mesela seradaki yazdıklarıma ilgi gösterdiklerini sandığım ve düşündüğüm kişilerden bir kısmını abecesel olarak sıralarsam:

Acaba pembe domatesi aklıma düşüren account bu domatesten bir melemen yapılsa diye hiç düşünmüş müdür…

Sanki benim düşündüğümü herkes düşünecekmiş gibi…

En yalın ifade biçimiyle “Acaba alihoca ne yapıyor, niye sesi soluğu çıkmıyor, kendisinde veya yakınlarında hoş olmayan, can sıkıcı şeyler mi oldu…” gibi düşünceler kuşatıyor varlığımı.

Sanki böyle bir durumda olsa bir halt edecekmişim gibi.

Acep AnnE ne yapıyor, durumunu düzeltti mi, hep gurbet ellerde mi kalacak; niye o güzelim yazılarını bize okutmada o kadar ara veriyor…

Sanki bu soruların cevabını…

Acaba Bıkmış Usta işlerini yoluna koydu mu, bahçesindeki 100’ü aşkın ağaç çeşidini artırdı mı, tahtadan ev yapımı, satımı nasıl gidiyor...

Sanki ağaç sayısını artırmasa gidip ben mi artıracağım, laf işte. Kendisinin yoluna koyamadığı işleri ben yoluna koyabilir miyim…

Acaba seçmesini bilen Buddha’nın tırnağındaki boya çıkmış mıdır…

Sanki benimki çıkmışmış gibi..

Acaba, buena vista bu yıl kaç kez enginar yedi, bahçesinde gene roka var mı...

Sanki benim enginar tarlam var; bir sepet gönderecekmişim gibi…

Acaba chem73 imzasındaki paralı sözleri neden böylesine sahiplenmiş…

Bana ne. Sanki bana giren, çıkan, bakiye varmış gibi…

Acaba sesiz bir gemiye binip gitti mi darius…

Sanki başka gitmeyen yokmuş gibi…

Acaba dentist’e, bu yıl okula başlayacak kızı gene öldükten sonra nerelere gideceğimizi soracak mı…

Sanki bu soru bi seferlik soruluyormuş gibi…

Acaba dohol neden lakabını dohol koymuş, dohol hissesi de var mı…

(Bizim hanımın para sever 7-8 yaşlarında bir yeğeni vardı, buna bir zamanlar harçlık yerine 1 lot dohol hissesi almış kendi hesabımda tutmuştum. Günlerce sorup durmuştu, televizyondan takip ediyor bana parasının şuan ne kadar olduğunu soruyordu. Bir gün benim arkadaşlardan biri bu Mert’e adını sordu. O da hemen “Dohol” diye karşılık verdi…)

Acaba, emekli’nin emekliliği asıl gidiyor…

Sanki benimki…

Acaba saçlarının uzamasından zaman ölçer yapan flz, bir kılın bir yılda ne kadar uzadığını ve o bir kılın ne kadarlık ömrünün olduğunu da sınamış mıdır…

Sanki ben…

Acaba seneye kırkına basacak olan janus 1 sentini kaç paraya çıkardı…

Sanki benim…

Acaba Kasved zeytinliğini ne yaptı, rekoltesi nasıl, emekliliği nasıl gidiyor...

Sanki bana sızma zeytinyağı gönderecekmiş de o yüzden meraklanıyormuşum gibi.

Acaba lizy kendi arka bahçesindeki sessizlikten hiç değilse bir kucak dolusu İstanbul’a götürmüş mü..

Sanki ben…

Acaba tatilden dönen, günde üç öğün destek, direnç deyip koyulu açıklı, kimi karakterleri renkli yapıp benim bir türlü anlayamadığım şeyleri yazan, bir iki kez seraya yazdığı özlü sözleriyle beni yıpratan Master’ın beni debelendirecek başka sızma, süzme sözü var mı…

Sanki ben…

Acaba meraklı, hakikaten her şeyi merak eden biri mi; halen onun ziyareti ile ilgili ne yazacağımı düşündüğümü düşünüyor mu…

Sanki benim merak konusunda ondan geri kalır yanım varmışmış gibi…

Acaba yaşanılmaz ülke deyip, gene de yaşadığımız yerden günlük nafakamızı çıkarmaya çalıştığımız bu coğrafyada ünlülerin biyografisini yazan, yazdıran nedo ne yapıyor, benim biyolojik grafiğimi yazdırsa nasıl bir şey yazar…

Sanki ben…

Eskiden F sınıfı sarı titrek ışıklı ampulleri seven neron yollarına gül dökülen, gül gibi cumhurbaşkanına alıştı mı…

Sanki ben…

Acaba Ramo İzmir’de ne kursu gördü, aldığı harcırahla tabldottan hiç İzmir köfte yedi mi...

Sanki yememişse gidip ben mi yedirecekmişim gibi…

Acaba selchuk daha ne kadar Taşkent’te kalacak…

Sanki ben…

Acaba serdarkuş bu yıl Malatya’ya gitti mi, Malatya Valisinin ısrarı ile karanfilin mişmişe alternatif ürün olarak ekilip, demetlenip, satıldığını biliyor mu…

Sanki ben…

Acaba Süvari neden piyasalar başlığına şu sıralar az yazı gönderiyor...

Sanki benim mor sümbüllü piyasalarım varmış gibi.

Acaba TheSecret beşinci kez de böcek kovalamış mı…

Sanki ben…

Acaba zumbul halen daha sera etkisi altında mı…

Sanki ben…

Eee ben yorulmayayım da kim yorulsun...

Evet bir yazı yazma geçti içimden ama bu yazıya nasıl başladım, ne diyecektim ve niye bu kadar uzatarak bu şekilde bir yazıyı yazdığımı biliyorsam eğer Allah belamı versin.
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (11-10-2007), AnnE (17-09-2007), bikmisbroker (20-09-2007), Buddha (17-09-2007), buena vista (17-09-2007), dentist (17-09-2007), flz (17-09-2007), kasved (18-09-2007), meraklı (17-09-2007), neron (18-09-2007), serdarkus (18-09-2007), zumbul (17-09-2007)
  #174  
Eski 20-09-2007, 02:38
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2990 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı

Evet bir yazı yazma geçti içimden ama bu yazıya nasıl başladım, ne diyecektim ve niye bu kadar uzatarak bu şekilde bir yazıyı yazdığımı biliyorsam eğer Allah belamı versin.
Suyundan da koy USTA!!
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
bikmisbroker kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (20-09-2007)
  #175  
Eski 24-09-2007, 14:09
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Cherry Sevgili Emin...

Ah Efendim önemi yok halimin
Seyrederim hayret ile şu alemi
Ne bilinir kıymet ne kıyamet
Allah'a emanet ne gelir elden
Ne sahibim bu yerde ne kiracı
Sadece bir ömürlük misafirim ben.

Söz : Sezen Aksu - Bülent Ortaçgil
Müzik : Erkan Oğur





bilişin değil, inancın kanatlarıdır söz…
söz nice realiteyi dolanır, eğleşir de
sessizlik ‘bilir’
ve hep kalır yerli yerinde…

öyle suskun ki söz,
sanki küskün manaya.
ne söylesem ya çok az,
ya da çoookkkk fazla.

yükünü almış, dopdolu bir yalnızlığın suskunluğunda,
sessizin, sessizliğin çığlığı çok daha keskindir aslında.
söylenen, kişiden evrene yankı bulur da,
gönül kulağıyla duyan farkedebilir anca.

dünyayı terk halindeyim
bedende değilse de henüz
duyguda, düşüncede, düşte.
bu yüzden kaçışım, saklanışım,
bu yüzden salt kendime dayanışım...
bu yüzden sözlerle dolu, susuşum..


kocaman bir gözdür iç evren,
ki, kendisini göremez.
kocaman bir kulak,
kendini işitemez.
koklayamaz, tadamaz,
dokusuna dokunamaz.
duyumların tümüdür ya,
kendini duyumsamaz.
’farkındalık’ deriz bu yüzden,
tüm duyumlar-ötesi.
öyle bir hal ki, olası,
gizin kalkar perdesi.

varsayımla başlar ya teoriler
ve koşullarca, kural kural ilerler,
oysa tutarlılığın korunağında,
yok sayılan muzipce tetikte bekler.

ama ki genişledikçe kapsam
başlangıç ufku gözden yiter de,

en beklenmedik anda ve alanda,
varsayımlar çöker, teoriler de.


yeter sanki bir teori kurgusunda yaşamak.
yetmez mi ki özlemlere yaslanmak,
ve hep gidemediğimizde kalmak?
inan, var saymaktan yeğdir, yok saymak!

ben, bendeki sensiz,
sen, sendeki bensiz...
benler senler birbirinden habersiz...

kimse değil aslında
salt sevgi, sarıldığımız.
sevgi ki
asal bağlaç,
sessiz ulak,
bensiz, sensiz,
bedensiz...

yalnızlığımızda saklarız tanrımızı, bilinmezimizi.
gözlerimiz tek kapısıdır sanki,
ve bu yüzden ürkeriz gözlerde yolculuktan.
ve tanrımızla beraber büyür yalnızlığımız,
tüm varlığımızı doldurana dek
ve kapanır gözlerimiz...

kişi özgürlüğü bilir de yalnız uçuşunda

sorumlu hisseder beraberken,

kalabalıkken, dünya sahnesinde.
kendinden öte yükleri bağlar kanadına
kanayıncasına, parçalanırcasına.
ve dener bulutsuzluğu
yere çakılırcasına.

ve taşlar yağmaktadır kanadına…
tüm gücünü yoklarcasına…

gülmek güneşiyse gönül bağının,
yağmuru da olmalı tadınca, ayarınca.

sevdiğimiz sevmese de acıyı, sıkıntıyı,
sevgi sever her hali, kendi doğalımızca.

aşk ateşi, ah,
ısıtır ve ışıtır canı,
ve sarsar, ilk misali,
hem mekanı
hem zamanı.
ama ki, aman,
zaafa dönerse heves,
yorgan misali odu örter de nefs,
dumana boğulur
yolcunun dört bir yanı.
aydınlatmak yerine
aşığın odağını.

içiçedir sevgi ve ölüm…
geriye bakmaz her ikisi de çünkü.

gidiş de, kalış da kalmaz oluş halinde,
yaşananın anlık bütünlüğünde.

egonun kabuğu kırılır da,
tohum çatlar, filize vurur,

ben’in ölümünde

sevgi can bulur.


coşarsın,
yazarsın,
paylaşırsın.
ama öyle haller vardır ki,
satırlara sığmaz.
susarsın...

Dr. Mürüvet Güneş... verdiği ışık ile teşekkürler...
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (24-09-2007), coser (24-09-2007), Emin (01-10-2007), flz (24-09-2007), hazan (24-09-2007), meraklı (24-09-2007), nedo (24-09-2007), Ramo (25-09-2007), zumbul (24-09-2007)
  #176  
Eski 01-10-2007, 07:14
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sevgili Master

Anlamasam da
Ben de seyrederim şaşkınlıkla bu âlemi,
Kendimi kendime emanet ederek.

Aramasam da
Bulunur elbet
Hem kadir bilen
Hem kıymet.

Hem bulunmazsa
Kopmaz ki kızılca kıyamet.

Sanki,
Bilmenin, bilememenin,
İnancın, imanın, inançsızlığın,
Özellikle yalanın, dolanın
Olmazsa olmazı…

Sevginin bu; aşkın öbür yüzü,
Doğrunun gözü,
Bedenin dili,
Tam tamına yaşamın,
“Yaşadım” diyebilmenin ispatıdır:
Söz.

Susmak:
Ta ki;
Bıkmak, usanmak,
Küsmek, kırılmak, incinmek,
Burkulmak, burulmak, darılmak, kızmak
Ve nicelerinden olsun sebebi,
Ne çıkar...

Değil mi ki;
İçeriden, derunundan konuşmaktır.
Duyulmaz sanılır,
Kulağın çanına demir saplı çekiçle vurulan
Gümbürtüdür o.

O çığlıktır.

Gözyaşını sümüğe karıştıran,
Figandır o.

Beklentinin tuz buz olduğu,
Cennet ve cehennemin iç içe girdiği didişme anı…
Ve de devamıdır.

Demem odur ki,
Coşmuş.
Yazmış.
Paylaşmış.
Ama öyle bir hale erişmiş ki Mürüvet,
Satırlara sığdıramadığından;
Susarak,
Düşünmüş
Ve
Sessizce içini içime haykırmış…
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (11-10-2007), bikmisbroker (03-10-2007), buena vista (19-10-2007), Master (09-10-2007), serdarkus (11-10-2007)
  #177  
Eski 05-11-2007, 19:21
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Hadi Bakalım

Gündem dolu, gündem gergin, hem de çok gergin, konu bol, akıl çok, fikir çok, yorumcu gani.

Kendimi bildim bileli, yani ülke sorunlarına kafa yormaya başladığım andan beri bu gündemin hep dolu olduğunu ve hep de olumsuzluğa doğru doludizgin gidişini gördüm ya da bana hep öyle göründü.

Boyumu posumu aşan konulara dalmak, bir şeyler demek ya da en azından gevelemek geçse de içimden, diyeceklerim davulcu osuruğundan öte bir şey olmayacağından içimden geçen bu düşünceyi görmezden, duymazdan geliyorum.

Zaten benim de günlerim dopdolu, aklım her bakımdan kıt, yüreğim dar, takatim de yok.

Ancak bu takatsizlikle, bu yürek darlığıyla ve de dopdolu geçen günler arasında zaman buldukça, biraz seyrekçe olacağı kesin, buraya gene serimden ve seramdan bir şeyler yazmak için karanfilimi sıkacağım.

Esasında yazacaklarım, normalde yazılacak şeyler değil, anlatılacak şeyler kapsamında.

Anlatacaklarım da “uyku sersemi” kapsamında değerlendirilebilir.

Yazacaklarım, eğer Allah bir mani, keder vermezse önümüzdeki yılın bu zamanlarına kadar sürebilir.

Uzun erimli olacak bu yazılarıma bir ad koymayı biran için aklımdan geçirdimse de gereksiz buldum; kaldı ki istesem de koyamam ama içimden ve dışımdan geçenlerin kayıt altına alınması, belki “bilgiyi” değil de “bilgisizliğimi” öncelikle buradaki beni merak edenlerle sonra da el âlemle paylaşarak bir işe (biboka) yaramış da olabilirim diye düşünerek az da olsa bir avuntum var.

Yalnız, bir kudümsüzlüğüm var; hiçbir işim yolunda gitmiyor, umarım bu konuda da terslikler çıkmaz.

Bu kısa açıklamadan sonra kendime nirengi alacağım bir şeyden, yerden, tarihten, sözden başlamak istiyorum.


Yazının tam burasında biraz düşündüm.



Haftada bir yazı yazsam, üç yüz altmış beş bölü yedi, eder: elli iki küsur, siz deyin elli üç. Bazı haftalar iki yazı olsa, ortalama olarak bir buçuk yazı diyelim ve bu kez elli üçü bir buçukla çarpalım, eder: yetmiş dokuz bucuk, siz deyin düz hesap seksen. Bir de gelecek misafirlere yetiştireceğim sözleri içeren yazıları düşünürsem, yirmi de bunlara deyiniz, eder: yüz.

Gözüm korktu.

-Bir-
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (21-12-2007), Lizzy (05-11-2007), Master (06-11-2007), meraklı (07-11-2007), serdarkus (05-11-2007)
  #178  
Eski 10-11-2007, 12:53
Lizzy - ait Avatar
Lizzy Lizzy bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2007
Bulunduğu Yer: İstanbul
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 82/262
70 Mesaj ına 293 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sevgili Ata'm...

Olmuyor işte Atam,olmuyor.Güzel şeyler yazayım diyorum.Olmuyor.Oysa öyle çok seviyorum ki seni.Küçücükken kalabalıkların önünde şiirler okudum coşkuyla,içim titreyerek,heyecandan boğularak.Sadece çocuk kalbimle sevdim seni,herşeyi fazla bilmeden.Anamı babamı,kuşumu,kedimi,bebeğimi sever gibi sevdim.büyüdükçe,okudukça daha da derinleşti bu sevgi.Saygı,hayranlık,vefa eklendi.Ama ben seni en çok son yıllarda sevdim galiba.Mesela bir gece Dolmabahçe sarayından yok oluşunu,ertesi sabah seni Boğazın en sonlarında salaş bir Rum meyhanesinde buluşlarını sevdim.Aşklarını okudum.Sevda notlarını gördüm.Buna bayıldım.Müzik zevkini,dans tutkunu,dostlarla geçirdiğin akşamları sevdim.Ben Atatürk'ü en çok o haliyle sevdim.Güleryüzlü,sevecen,yumuşak bakışlı halin kazındı beynime.Ve hep öyle kalsın istiyorum.
Şu an üzgünsün biliyorum.Biz de üzgünüz.Çoğumuz öyleyiz,bakma sen.Ama geçecek.Büyük sözler veremiyorum artık.Olaylar bazan bizi aşıyor,aciz kalıyoruz.Ne diyeyim be Atam.Bak,sana en iyisi küçük bir çocuğun kaleminden sesleneyim.Belki o zaman anlarsın beni...

OLMUYOR İŞTE ATAM,
NE YAPSAM,NE ETSEM
YAPAMIYORUM ATAM.
KADERLERDEN,KEDERLERDEN KAÇAMIYORUM ATAM.
KABUSLARDAN,RÜYALARDAN KAÇAMIYORUM ATAM.
NE YAPSAM,NE ETSEM
YAPAMIYORUM ATAM,
KAÇAMIYORUM ATAM.
ÇİÇEKLERİ BÖCEKLERİ
SEVEMİYORUM ATAM.
OLMUYOR ATAM,OLMUYOR.
__________________
VAR'la YOK arasında dar bir alan var ya,işte oraya bayılıyorum...
Alıntı ile Cevapla
Lizzy kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (10-11-2007), Emin (13-11-2007), neron (12-11-2007)
  #179  
Eski 10-11-2007, 13:32
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Cool Ders bir(1) konu bir(1)....

- Olmuyor Ata'm.....

- Olmayan nedir çocuk ? İstedin mi??? Hayaller kurulur ,disiplin ve özverili bir çalışmayla gerçek olur. istikrar, düzen ve paylaşmak gerek çocuk.

- Yapamıyorum Ata'm...

- Yapamadığın nedir çocuk ? Çaba gösterdin mi ? Yapmak için önce adım atmak gerekir. Bir ot dahi büyürken önce toprak altında tohumu çatlatır ve ilk sürgünü toprağın üzerine uzanır.

- Kaçamıyorum Ata'm....

- Kaçamadığın nedir çocuk ? Cesaret, akılla birleştiğinde işe yarar.Korkaklık ise kendine inanmayanların sahip olduğu bir zayıflıktır; kaçmak isterler hep. İzlemekten ve aklı kullanmaktan korkarlar çünki.

- Sevemiyorum Ata'm.....

- Sevemediğin nedir çocuk ? Sevgi, önce kendini sevmekle başlar.Saygı duyabildiğin kendinle başlar; nefes aldığı, bastığı toprağı, en önemlisi kendini tanımayla başlar. Paylaşmayı bilir, acınası olmak yerine saygı duyarsan sevginin gücü ve inancınla SEVERSİN, ÜZERİNE GİDERSİN, YAPARSIN VE OLDURURSUN........

Oldurabilmek metanet ve yaptırım için karakter ister çünkü......


minicik yorumcuk: Kalınız efenim sağlıcakla
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
dohol (10-11-2007), Emin (13-11-2007), neron (12-11-2007)
  #180  
Eski 10-11-2007, 16:57
Lizzy - ait Avatar
Lizzy Lizzy bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2007
Bulunduğu Yer: İstanbul
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 82/262
70 Mesaj ına 293 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Bir rica...

Hatırlayamadım.Bazı saksağanlar damlara çıkar hani bazan,sonrası nasıldı ya??

Not:Yeni bir vaka değil.Alışığım.Sorun yok.
__________________
VAR'la YOK arasında dar bir alan var ya,işte oraya bayılıyorum...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 3 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 14:39 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce