Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Kıssadan Hisse Hikayeler - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Müştemilat
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Kıssadan Hisse Hikayeler
Konudaki Cevap Sayısı
107
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
123358

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #1  
Eski 18-03-2006, 09:09
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Down Kıssadan Hisse Hikayeler

..."Yollari oldukca uzunmus, yokus yukari gidiyorlarmis, gunes yakiciymis,
ter icinde kalmislar, susamislar.

Bir donemecin ardinda harika bir mermer kapi gormusler; kapi, ortasinda bir
cesme bulunan altin doseli bir meydana aciliyormus, cesmeden berrak bir su
akiyormus.

Yolcu kapidaki bekciye donmus.

'Iyi gunler.'

'Iyi gunler,' diye yanit vermis bekci.

'Burasi harika bir yer, adi ne?'

'Burasi cennet.'

'Ne iyi, cennete gelmisiz, cunku cok susadik.'

'Iceri girip dilediginiz kadar su icebilirsiniz', demis bekci ve eliyle
cesmeyi gostermis.

'Atimla kopegim de susadilar.'

'Kusura bakmayin,' demis bekci.

'Buraya hayvanlar giremez.'

Yolcu cok uzulmus, cok susamismis, ama suyu tek basina icmek istemiyormus.
Bekciye tesekkur edip yoluna devam etmis. Epeyce bir sure yamac yukari
gittikten sonra eski gorunumlu kucuk bir kapiya varmislar, kapi iki yani
agaclikli toprak bir yola aciliyormus. Agaclardan birinin altinda, sapkasini
alnina indirmis, uyur gibi yatan bir adam varmis.

'Iyi gunler,' demis yolcu

Adam basini sallamis.

'Atim, kopegim ve ben cok susadik.'

'Surada taslarin arasinda bir pinar var,' diyen adam eliyle orayi isaret
etmis.'Istediginiz kadar su icebilirsiniz.'

Yolcu, ati ve kopegi pinara gidip susuzluklarini gidermisler.

Yolcu bekciye tesekkur etmis.

'Istediginiz zaman yine gelebilirsiniz,' demis bekci.

'Buranin adi ne?'

'Cennet.'

'Cennet mi? Ama mermer kapidaki bekci bana orasinin cennet oldugunu
soyledi.'

'Orasi cennet degil cehennemdi.'

Yolcunun akli karismis 'Sizin adinizi kullanmalarina niye izin veriyorsunuz?
Yanlis bilgi vermeleri buyuk karisikliga neden olur!'

'Hic de degil. Aslinda onlar bize buyuk bir iyilikte bulunuyorlar. En iyi
dostlarina sırt cevirenlerin hepsi orada kalıyor cunku
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (18-03-2006), buena vista (18-03-2006), Mazhi (19-03-2006), Süvari (20-03-2006)
  #2  
Eski 20-03-2006, 12:22
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı SEYRET, SUS ve DİNLE

Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle
ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl
ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf
gibi günü karşılıyordu.

Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş
bana gülümseyerek gün başlıyor."

Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.

Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de
baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor.

"İiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu küçük fare benim manzaramı şimdi neden
bozuyor?"

Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve şöyle bir titredi.

Tepeden aşağıya doğru bir kaç taş hızla yuvarlanmaya başladı. Fare sesi
duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düşen
taşlarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini
seyre...

Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar
oluşturuyordu.

Deniz dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:

"Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun ki?
Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara
kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsız olamayız. Sen de
seninle birlikte yaşamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç
bulutlara bozuluyor mu? Benim ışınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu?

Kabul et gerçeği, herşey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de
burada. Bu sayede hergün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders
veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DİNLE."

Dağ denize sordu:

"SEYRET, SUS ve DİNLE? O da ne demek?"

Deniz, "Bak... Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin... Sustuğunda kendinden
başkalarının söylediklerini duyabileceksin...

Dinlediğindeyse onlardan öğrendiklerini uygulama fırsatı bulabileceksin..."
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (23-03-2006), ChinaDex (01-04-2023), Süvari (20-03-2006)
  #3  
Eski 23-03-2006, 15:13
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Nenenin mektubu

Amanın yavrım, ben öyle duyuyom, o kocuman memleketlerde cicili
bicili, boyalı moyalı, şıngırdak fıngırdak, kirpikleri takma ,saçları
sokma, onlan bunlan düşüp kalkma, gözleri elde, etekleri belde, artanı
da yerde, sıska mıska, şıbıldak gibi bazı, çirkin mirkin hanımlar,
gızlar oluveriyomuş... amanın onlara tutuluveren de, yanıveren de deme
yavrım. alceen gızın soyu sopu belli, saçı sırma telli, eline el
değmemiş, kötü süt emmemiş, sevisi derinde, eti budu yerinde olmalı.
dizine otuttuvedin mi kucağın dolmalı, domuz hem evlenince pazara
kadar değil, mezara kadar varmalı. eee hanım dediğini alaya kattın mı,
koluna taktın mı yakışmalı, duvara attın mı yapışmalı. bu sözlerimi
eyi dinle bakem, bi kulağından sok da öte kulağını tıka, çıkıvemesin
len. senin nazlı eminen ne güne duruyo?
geçenlerde ekmek ediyodum. açcık hamurum kaldıydı. emine gelivedi.
''koley gelsin ninem'' diye artanını da o edivedi sağolsun. maşallah
bi olmuş hopur hopur. dilim dağı taşı gırkbin kere maşallah... amanin
artanı da o edivedikten sonra iki süpürgü çalıvedi avluya, malların
altlarını kürüyüvedi. ben de ah benim ak topanım, gövercinim, kalem
kaşlım, nazlı gülüm, mor zümbülüm, al bürgülüm, bol görgülüm, naha
allah seni allı başlı gelinler edivesin, muradına er, gonca güller
der, naha evlerine sarı sarı buğdeyler yağıvesin deye birçok dualar
edivedim. giderken de senin hesabiyetine şööle ''e gelinim olmecen mi
len?... sarmeştim de iki yaneceğinden şappudu şuppudu öpüvediydim.
amanin misler gibi kokuyo len. ee öpmek falan deyince o gül yüzün
gülüyo de mi? seni gavurun piçi seni! emi güzel yavrım, yokluğun köz
oluyo yüreğimde.

Dün ağşamüstü kırmızı fistanımı geydim de şööle cami duvarına doğru
yukarı çıkıyodum. elimi ardıma kodum. bizim zartlak osman pencereyi
açmış , ben de şööle oturdum. bir de iradyoyu sonuna kadar açtıttırmış
da havaları dinliyon deyyodum.. beni görüvedi, 'nineee!' dedi.
''eeey!'' dedim. ''gel de bi açcık oynayıvee'' dedi. ''beni mi deyyon
a oğlum'' dedim. ''heee'' dedi. ''uleeenn ''dedim, ''benden geçti gari
a yavrım, sen o garını, gıygıdı ibram'ın gızını bi cıscıbıldak soy,
köyün delikanlılarını ünle, onların garşısında böyle şakkudu şukkudu
bi oynatıve!'' iyi dememiş miyim len? sen olmayınca yokluğun köz oluyo
yüreciğimde. gel gari yavrım. yollara bakıttırma, gözümüzden yaş
akıttırma. gel gari yavrım, gel gari! he heey...

Özay Gönlüm
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (23-03-2006), Ömmes (02-05-2006)
  #4  
Eski 06-04-2006, 22:36
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Hindistan da cok unlu bir ressam varmis...
Herkes bu ressamin yaptilarini kusursuz kabul edecek
kadar begenirmis...

Ve onu "Renklerin Ustasi" anlamina gelen Ranga
Celeri olarak tanisa da;kisaca Ranga Guru derlermis...

Onun yetistirdigi bir ressam olan Racici ise artik
egitimini tamamlamis ve
son resmini yaparak Ranga Guru'ya goturmus ve ondan
resmini degerlendirmesini istemis...

Ranga Guru ise;

- Sen artik ressam sayilirsiin Racaci.. Artik senin
resmini halk degerlendirecek.

diyerek resmi sehrin en kalabalik meydanina
goturmesini ve en gorunen yerine koymasini istemis.

Yanina da kirmizi bir kalem koyarak halktan
begenmedikleri yerlere carpi
koymalarini rica eden bir yazi birakmasini istemis.
Racici denileni yapmis
Ve birkac gun sonra resme bakmaya gittiginde gormus
ki, tum resim carpilar icinde ve neredeyse gorunmuyor... Cok uzulmus
tabii.Emegini ve yuregini koyarak yaptgi tablo kirmizidan bir duvar sanki..

Alip resmi goturmus Ranga Guru'ya ve ne kadar uzgun
oldugunu belirtmis.

Ranga Guru uzulmemesini ve yeniden resme devam
etmesini onermis.

Racici yeniden yapmis resmi ve gene Ranga Guru'ya
goturmus.

Tekrar sehrin en kalabalik meydanina birakmasini
istemis Ranga Guru...

Ama bu defa yanina bir palet dolusu cesitli
renklerde yagli boya, birkac
firca ile birlikte...

Ve yanina insanlardan begenmedikleri yerleri
duzeltmesini rica eden bir yazi
ile birlikte birakmasini istemis.

Racici denileni yapmis...

Birkac gun sonra gittigi meydanda gormus ki resmine
hic dokunulmamis,
fircalar da, boyalar da kullanilmamis..

Cok sevinmis ve kosarak Ranga Guru'ya gitmis ve
resme dokunulmadigini
anlatmis..

Ranga Guru ise;

Sevgili Racici, sen birinci konumda insanlara firsat
verildiginde ne kadar acimasiz bir elestiri saganagi ile
karsilasilabilecegini gordun...

Hayatinda resim yapmamis insanlar dahi gelip senin
resmini karaladi..

Oysa ikinci konumda onlardan
hatalarini duzeltmelerini istedin, yapici olmalarini istedin...

Yapici olmak egitim gerektirir... Hic kimse bilmedigi bir konuyu duzeltmeye
kalkmadi, cesaret edemedi...

Sevgili Racici Mesleginde usta olman yetmez, bilge de olmalisin...

Emegininin karsiligini, ne yaptigindan haberi
olmayan insanlardan alamazsin...

Onlara gore senin emeginin hic bir degeri yoktur...

Sakin emegini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle
tartisma... demis...
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (06-04-2006), hakan (06-04-2006), halo (06-04-2006), janus (07-04-2006), TheSecret (07-04-2006), Ömmes (02-05-2006)
  #5  
Eski 06-04-2006, 23:53
halo - ait Avatar
halo halo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Ontario
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 44/22
20 Mesaj ına 59 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Orson Welles

Sayın dentist sizin yazınıza teşekkür ettim ama yetmez.

Bir söz eklemeden yapamıyorum:

YAPANLAR YAPAR YAPAMAYANLAR ELEŞTİRİR

Tekrar teşekkürler.
__________________
Yazdıklarım yanlış olabilir.
Alıntı ile Cevapla
halo kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (07-04-2006)
  #6  
Eski 07-04-2006, 08:12
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sabır

Kendisini karşılayan sekretere; Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi.

Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti: "Nazif Bey mi?" dedi.

"Evet, Nazif Bey!" diye cevap alınca, hüzünlü bir ses tonuyla, "Nazif
Bey sizlere ömür efendim, onu

kaybedeli dört yıl oldu." dedi.

Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı yüreğine. "Ya, öyle
mi...?" diyebildi sadece.

Hicranlı bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum
eden yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı.

Kendisini toparlayıp, "Onun adına görüşebileceğim bir yakını var mı
acaba?" diye sordu.

"Evet var, oğlu Selim Bey...."

Titrek bir sesle, "Öyleyse Selim Beyle görüşebilir miyim?" dedi.

Görevli hanım, insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye,

"Selim Bey oldukça meşgul bir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün
olmuyor, ama ben yine de kendisine bir haber vereyim." dedi ve telefona
yöneldi..

Sonra, "Kim diyelim efendim?" diye sordu.

"Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım." cevabı üzerine sekreter
dahili telefonu çevirdi.

Daha sonra mütebbessim bir çehreyle, "Selim Bey sizinle görüşmeyi
kabul etti, lütfen beni takip edin." dedi.

Beraber merdivenden çıktılar. İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir
salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı açarak,
"Buyurun!" dedi.

O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen vakur ve mütebbessim
gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak,

"Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir." dedi.

"Bendeniz de Selim Cebeci... Lütfen buyurun, oturun." dedi, genç iş
adamı.

Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz;

"Yirmi üç yıl, tam yirmi üç yıl... Vaktiyle bana burs verip okumama
vesile olan insanın elini öpmek için bu ânı bekledim." dedi ve dudakları
titredi, gözleri doldu. "Ama o büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş,
bunun için ne kadar üzgünüm anlatamam."

Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü: "Fakat en
azından o büyük insanın

mahdumunun elini sıkmaktan da bahtiyarım."

Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına
inanamıyordu. Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi
cümlelerine;

"Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi?"

Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek
başıyla "Evet" dedi.

Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı.

"Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık." dedi.

Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost
gibi sıktı ve "Sizi karşıma Allah çıkardı." dedi.

Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı

"Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden?" dedi.

Selim Bey gülen gözlerle profesöre bakarak,

"Bizdeki emanetinizi vermek için..." deyince, profesörün şaşkınlığı
iyiden iyiye arttı.

"Emanet mi?" dedi.

Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi.

Karşısındakine "Gelebilir misiniz?" deyip telefonu kapattı.

Mehmet Bey, şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya
iyi giyimli bir bey girdi. Selim Bey ona yanına gelmesini işaret etti,
sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. Gelen kişi bir şey söylemeden
geldiği kapıya yöneldi. O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlı bir
sohbete başladı. Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık,
yerini birbirlerine hasret kırk yıllık ahbapların yeniden
buluşmalarındaki sevinç, samimiyet ve güvene bırakmıştı.

Mehmet Bey yurt dışındaki tahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç
yıl boyunca her yıl büyüyen memleket hasretinden bahsetti. Sonra Nazif
Beyin duvardaki portresini göstererek;

"Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum." dedi. "Bana yalnızca maddî
destek vermedi, mânen de beni hiç yalnız bırakmadı. Yurt dışında tahsil
görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu. "Sana bunun
için burs vermedim." diyerek bana istikamet verdi. Ona her namazımda dua
ediyorum." dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki fotografına mıhladı.

Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâ veremediği diğer
tabloya kaydı. Son derece şık bir çerçevenin içinde, bazı yerleri yamalı
ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap duruyordu.

Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de
sıralandığını fark etti.

"Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra..."

Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi, fakat
aklı tabloda kalmıştı.

Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı.

İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu:

"Bir müddet sabredeceğiz, sonra..."

İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip
tabloyu iyice inceleyecekti, fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle yalnızca
sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu.

Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu.

Üçüncü cümlede;

"Bir müddet yürüyeceğiz, sonra..." diye yazıyor ve altta böyle birkaç
cümle daha sıralanıyordu.

Artık aklı hep tablodaydı.

Sonunda dayanamayıp,

"Selim Bey merakımı mazur görün. Şu tabloya bir mânâ veremedim." dedi.

Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derin bir
nefes alarak

"Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir hayatımız
vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye
hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık
annem yapıyordu. Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin
koyabilmişti.

O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin...

Şaşkınlık içinde, "Başka bir şey yok mu?" diye sormuştum. Bu soru
karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor.
Annemin ağlayışına mukabil babam, "Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra..."
dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi, "Alışacağız." dedi.

Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı. Birkaç gün sonra haciz
memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar. Kenar bir mahallede
küçük, eski bir eve taşındık. Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı.

Annem bezgin bir sesle, "Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl
yaşayacağız." diye haykırdı.

Bunun üzerine babam:

"Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız." dedi.

Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna yazılmıştım.
Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu, "Bu ilk
günün, okula beraber gideceğiz." dedi. Yürümeye başladık. Okul oldukça
uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum.

Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı. Geride kaldığımı fark
etmemişti. Biraz sonra fark edince bana döndü.

İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla
baktıktan sonra, yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden,
kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla, "Yoruldum." dedim.

Babam oldukça sakin bir şekilde:

"Bir müddet yürüyeceğiz, sonra alışacağız." dedi.

Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak dönüyordu.
Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu.
Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün,
merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade,
seccadenin üzerinde de bir tespih vardı. Duvarda ise Arapça bir ibarenin
altında şu yazı vardı: "Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir."

Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu hal birkaç
yıl sürdü.

Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi. Ağlamaklı bir
yüz ifadesi vardı. Her birimize bir paket getirmişti.

Köşkten ayrıldığımız günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu.
Bizi bir araya topladı.

"Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyormusunuz?" dedi,
kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini
kesmek zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker teker

verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de
bir koltuğa oturdu.

Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu.
Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk.

Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı. Bu gözyaşlarıyla,
bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken babam, beklemediğimiz bir
şey yaptı.

Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak
ağlamaya başladı.

Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik. Babam
nihayet kendisini topladı ve "Bir zaman önce, büyük bir borcun altına
girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman
kendi kendime, "Bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar
alacaklılarımın hakkıdır. Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap
almak bile bana haram olsun." demiştim. Bugün ise, Allah'ın yardımıyla,
borcumu bitirdim. Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı." dedi.

Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını
giydi.

Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret
nişanesi olarak sakladım.

Bu çoraplar her gün bana, "Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım
alacaklılarının hakkıdır." diyor.

Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenen
gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran
hayran baktı.

"Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydım öyle
müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde
çıldırırdım."

Selim Beye döndü ve "Siz ne yapardınız?" diye sordu.

Selim Bey kendisine has tebessümü ile; "Bir müddet zeytin yerdim,
sonra..." dedi ve gülümsedi.

O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir kutuyla
içeriye girdi.

Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı.

Selim Bey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı.

"Buyurun, yıllarca size vermek istediğimiz emanetiniz." dedi.

Mehmet Bey bilinmez duygular içerisinde kutuyu açtı. İçinden kadife
bir kese çıktı. Keseyi açıp

içini kutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı.

Keseden birkaç tane cumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı. Mehmet
Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı açıp okumaya başladı.

"Sevgili Mehmet Bey oğlum,

Bazen istediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu...

Tahsil hayatınız boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim.

Ancak eğitiminizin son altı ayında size burs verme imkânını bulamadım.

Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden kavuştum; lâkin bu sefer de size
ulaşamadım. Dolayısıyla size

borçlandım ve borçlu kaldım.

Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek mümkün olsaydı, ben
bu borcu fazlasıyla ödemiş

olurdum.

Zira sevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememenin
ızdırabıyla kaç gece ağladım.

Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki değeriyle altına çevirdim. Bu
altınlar sizindir.

Bunlar elinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım.

Sevgilerimle,

Nazif Cebeci."

Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı.

Bu büyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor,
ağlıyordu.

Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı. Onun da yanaklarından yaşlar
süzülüyordu.

Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı.

Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor
gibiydi.
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (09-04-2006), neron (07-04-2006), TheSecret (07-04-2006)
  #7  
Eski 12-01-2009, 18:17
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Cherry Bir insan varmış bir de insancık.........

Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş,
geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye basladı. Tir tir
titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi.
Padişahin keyfi kaçtı. Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaslı
bir adam padişahın huzuruna çıktı,
' Müsaade buyurursanız ben onu sustururum' dedi. Padisah da ' Lütfetmis
olursunuz' dedi.

Yaslı adam emretti, köleyi denize attilar. Köle birkaç kere suya battı
çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye
yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu
uslu oturmaya başladı.

Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, ' Bu isteki hikmet nedir'
diye sordu.

Yaslı adam cevap verdi:
- Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse , huzurun kıymetini bilemez.

*** *** ***

Ewt efenim, kıymet; kıymetin anlamını bildikçe değerlidir, keyiflidir,bilenin göz ardı edemeyeceği, bilmeyenin bir türlü anlayıp kabul edemeyeceği ama habire eleştireceği dir.

Kıymetlerimizin kıymetini, kıymetli tutabildikçe kıymetlenelim ve kıymetlerimizi var edebildikçe keyiflenelim. Alabildiğimiz her nefes gibi, konuşabildiğimiz her söz gibi, paylaşabildiğimiz her dost gibi...

Sağlıkla kalın, hoş kalın
__________________
meraklı: üzerine vazife olmayanla ilgilenen.. Herşeye burnunu sokan..."merak ediniz, öğreniniz ki yeni ufuklarda başarı sizin olsun."
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
account (13-01-2009), alihoca (12-01-2009), ar_de_ (19-01-2009), buena vista (14-01-2009), dentist (12-01-2009), Gozlemci (13-01-2009), Master (12-01-2009), neron (13-01-2009), Ramo (15-04-2009)
  #8  
Eski 15-04-2009, 18:57
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı ''Müslümana haram''dır Çeşmesi.

Bursa'da zamanında Müslüman bir zat bir çeşme yaptırmış. Eski adı yahudilik yol ağzı, bugün ki adı Arap Şükrü muhitinde, ve başına bir kitabe eklemiş, "her kula helâl, müslümana haram"... Tabii başkent, Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye...

Efendime söyleyeyim, gitmişler kadıya şikâyete, yaka paça yakalanmış adam huzura getirilmiş, bu nasıl fitnedir, dini islam ahalisi müslüman olan koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu müslümana yasakla... Olcak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin? diye çıkışmışlar adama...

Adam müsade buyrun sebebi vardır, lakin ispat ister, delil şarttır der... Kadı kızar: "Ne delili, ne ispatı, sen fitne çıkardın müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın katlin vaciptir!" der. Ama bir yandan da merak eder, nedir gerekçen diye sorar, adam bir tek Sultan´a derim diye cevap verince, karışır yine ortalık. Söz Sultan´a gider, adam saraya yaka paça götürülür...


Padişah sinirlenir ama diğer yandan da meraklanır : "De bakalım ne diyeceksen, bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, bir tek müslümana haram yazarsın..."

- Adam başı önünde delilim vardır, lâkin ispat ister

- Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?

- O zaman hükme kıldan incedir boynum sultanım

- Eeee

- Sultanım her hangi bir havradan (sinagog´dan) bir rastgele haham ı izahsız yaka paça tutuklayın, bir hafta bakın neler olacak..

Dediği yapılmış adamın, tüm azınlıklar bir olmuş, başlarında museviler, "Ne oluyor, bu ne zulüm, bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim..." efendim çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş,

Bir hafta dolunca: Sultan´ım artık bırakmak zamanıdır demiş adam, haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer sultana teşekkürler, hediyeler, az zaman geçmiş ki adam aynı işi herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız sultanım demiş.


Aynı işlemle, aynı usulle bir papaz derbest edilmiş, yaka paça alınmmış pazar ayininden, aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar... Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha bir sarılmışlar birbirlerine.

Sultan: "Bitti mi?" demiş adama.

- "Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle" demiş.

- Şimde nedir isteğin?

- Efendim başkentimiz Bursa'nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimad edilen alimini alınız mimberinden,

dedikleri gibi olmuş, Ulucamiinin imamını, cuma hutbesinin ortasında almışlar... Yaka paça götürmüşler...

Ve ne olmuş bilin bakalım ?


Bir Allah'ın kulu, tek bir olumlu kelâm etmemiş, ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz, dememiş. Peşinden giden olmamış, arayan soran olmamış...

Geçmiş bir hafta, nerde imam diye gelen giden olmamış... Aptal ve cahil bir imam atanmış yerine, ne konuştuğunu kulağının duymadığı yobaz cinsinden, halk halinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derbest edilen koca âlim için;

-bizde onu adam, hoca bellemiştik,

- kimbilir ne haltlar etti de tutuklandı...

- vah vah acırım arkasında kıldığım namazlar...

- sorma sorma...

Padişah, kadı ve adam izlemişler olanı biteni, padişah;

- eee ne oalcak şimdi adam

- bırakma zamanıdır, bide özür dileyip helallik almak lazımdır hocadan

- "haklısın" demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş, adam başı önünde;

- ey büyük sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böylesi müslümanlara SU HELÂL edilir mi?

Sultan acı acı tebessüm etmiş;

- "Hava bile haram, hava bile..." demiş...



Çıkarılacak ders: BÖYLE HER ŞEYE SUSKUN KALAN KOYUN GİBİ BİR MİLLETE BÖYLE BİR ÜLKE, HARAM DEĞİLSE BİLE EN AZINDAN FAZLA....
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (22-04-2009), ar_de_ (16-04-2009), buena vista (16-04-2009), chem73 (16-05-2009), Gozlemci (15-04-2009), Master (16-04-2009), meraklı (16-04-2009), neron (16-04-2009), serdarkus (16-05-2009), su (07-07-2009)
  #9  
Eski 16-05-2009, 07:34
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow Demokrasi Kalitesi....

Sevgili Ramo Yukarıdaki yazınıza...

Yılmaz Özdil
yozdil@hurriyet.com.tr


İstanbul Valisi Muammer Güler misin, ağlar mısın?


Okula gaz bombası atıldı.


Demek ki...

Milli Eğitim, okul kurmuş oraya.

Öğretmen atamış.

*

Otobüs durağı var...

Belediye sefer koymuş yani.

*

Cami var.

Diyanet, imam göndermiş.

*

Anons yapıyordu dün minareden: "Sayın halkımız, polise taş atmayı bırakın, yıkım durdurulmuştur!"

*

Polis karakolu var iyi mi...

İçişleri Bakanlığı kondurmuş.

Ki, etrafı kolaçan etsin...

Yasadışı işler olmasın.

*

Semt polikliniği zaten vardı...

Devlet Hastanesi de var artık.

Sağlık Bakanı açtı, geçen sene.

Şelaleli gölü var hastanenin.

*

PTT’si var.

Devlet bankası şube açmış.

*

Yapılmaması ve dolayısıyla yıkılması gereken evlere bakıyoruz... Doğalgaz bağlanmış, elektrik bağlanmış, su bağlanmış, telefon bağlanmış, internet kafesi var, dünyaya online, asfaltı cillop gibi, metro geliyor, kanalizasyonu var...

Çöpü toplanıyor.

*

E biri bana izah edebilir mi lütfen...

"Kaçak" bu işin neresinde?


*

Sonra gidip, "N’aapmışın lan sen gizli gizli!" diye vatandaşın kıçına tekme atıyorlar... Suratına filan su sıkıyorlar.

XXXX

Minik Not : Yarın 2 eklememle beraber bir DEVE kalıbında sorum olacak...
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (21-05-2009), chem73 (16-05-2009), serdarkus (16-05-2009)
  #10  
Eski 01-10-2009, 08:10
ahmetunalcam ahmetunalcam bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Nov 2008
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 2/0
1 Mesaj ına 5 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 08:31 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce