Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Ser'den, Sera'dan. - Sayfa 33 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Bahçıvanlar > Sera
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Ser'den, Sera'dan.
Konudaki Cevap Sayısı
387
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
206869

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #321  
Eski 14-06-2013, 01:08
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kanı yerde kalır mı, kalır!

Ben okuyordum, eşim dinliyordu.

Üç gün önce "Bir İhanetin Öyküsü, Hasdal'da Bir Amiral" adlı kitabı yeni bitirmiş, etkisinden çıkamamıştık.

Vicdanımız yere düşmüştü, yaralıydı. Düşmüşe bir tekme de kitabın yazarı Semih Çetin yalın ama oldukça sert anlatımıyla vuruyordu.

Kitabının bazı bölümlerini okurken sesim çatallaşıyor, ağladığımı açığa vurmamak için sanki boğazım kurumuş gibi su içme molası veriyor, sonra da güya kaldığım cümleyi arıyormuş ayağına yatıp sesimi, nefesimi toparlamaya çalışmam ise çoğu zaman boşa gidiyordu. O vakit ikimizde koy veriyorduk gözyaşlarımızı.

Dediğim gibi kitabın etkisinden daha çıkmamıştık. İşte o sırada yani 28 Mayıs 2013 günü başlayan, öncesini bilmediğim ama Sırrı Süreyya Önder'in kepçelere kalkan olmasıyla magazinimsi haberler ardı ardına yayılmaya başlandı.

İçim şişmişti zaten; bir de bu son olaylar çıkınca ne yapacağını bilemeyen, oflayan puflayan, söven sayan huzursuz bir tip olmuştum.

Salı günü başlayan eylemler hızla yayılıyordu. "Eğer bu iş hafta sonuna kadar giderse direniş tutar" dilek ve düşüncesiyle olayları merak ve heyecanla izliyor, misafirimiz olan kaynanama olayların yorumunu yapıyordum.

Kadıncağızı doldururken kendimi de doldurmuştum.

1 Haziran 2013 Cumartesi günü Halk Tv ve Ulusal Kanal'dan geçen haberlerle Ankara Kızılay'da milletin toplandığını öğrendik.

Hadi biz de gidelim biraz bağırıp, çağırıp içimizi dökelim, bir kişi bir kişidir, ne kadar kalabalık olsak o kadar iyidir düşüncesiyle kaynanam, eşim ve ben evden çıktık. Tedirgindik.

Cebeci'den belediye otobüsüne bindik. Kurtuluş durağını geçtik, Kolej durağını geçtik ve artık bir başka durağa erişme şansımızın olmadığı bir yokuşa gelip dayandık.

Yolun içi dışı, her iki tarafı genç insanların ağırlıkta olduğu kalabalıklarla dolu. Otobüs ne ileri gidilebiliyor ne geri, durak olmadığı için şoför kapıları da açmıyor, öyle bekliyoruz. Otobüsün penceresinden kalabalığı izliyoruz.

Bir ara kalabalık dalgalanıyor, sonrasında da genzi ve gözleri yakan berbat bir koku sarıyor her yanımızı. Şoför oflayıp puflamaya başlıyor ve koca otobüsü gerisin geri götürmeye çalışıyor ama Kolej kavşağına kadar bu şekilde gitmesi o trafikte mümkün olmayınca inmek isteyenler için kapıları açıyor.

Bir süre kaldırımda bekliyor, gözlerimizi ovarak ara sokaklara istemsiz yürüyoruz. Ara sokaklar bile hıncahınç insan kaynıyor ve hemen hemen hepsinin gözleri sulu, gözleri kan çanağı. Hepsi bizim gibi ürkek, tırsak. Belli ki, biz gelmeden önce ileride sağlam bir müdahale olmuş.

Kaynanam ve eşim daha fazla ileriye gitmek istemiyorlar. Onların aksine benim içimde ama anlamlı ama anlamsız bir merak...

Acaba Kızılay'da ne var?

"Siz Kurtuluş Parkına doğru yavaş yavaş yürüyün, ben biraz ileri gidip geleceğim" diyerek bizimkilerden ayrılıyorum. Onlar yanlarından ayrılmamı hiç istemedikleri için bir sürü sitemli cümle kuruyorlar.

Telaş etmeden kalabalığın arasından sağa sola bakınarak, insanları süzerek ilerlemeye başlıyorum. Gözlerim ve genzim ortalıkta duman olmamasına rağmen yanmaya devam ediyordu. Ağzımı, burnumu kapatacak bir bez parçası bile yoktu, yanımda. Eğer biber gazının ızdırabı bu kadarsa mesele yok, idare ederim diye düşünüyorum.

Sokak arasındaki bazı mekanların içinde olsun, dışında olsun olağanüstü hiçbir şey yokmuş gibi oturan, bir şeyler yiyip içen insanları görünce şaşırıyordum. Gazdan etkilenmiş bir halleri de yoktu.

Ziya Gökalp Caddesindeki Garanti Bankasının önüne kadar geldim. Yüzümde sızılar oluşmaya başladı o sırada. Kenara çekilip etrafıma, caddeyi dolduran genç insanlara bakıp, duruyorum. Sanki yüzlerindeki ifadelerden neler düşündüklerini anlamaya çalışıyordum. Hayır, anlasam ne olacak, elime ne geçecekti. Bir üniversite bahçesindeydim sanki, hepsi gepgenç kızlar, erkekler.

Az ilerideki yaya üstgeçidine kadar kalabalık yoğun, hareket etmiyorlar, bekliyorlar. Kolluyorlar kendilerini. Ellerde telefon, boyunlarda atkı, toz maskesi gibi şeyler, kimisinin elindeki su şişelerinde beyaz sıvılar var.
İleride, Kızılay'ın göbeğinde polisler olmalı, göremiyorum.

Fotoğraf makinesini cebimden çıkarıp, birkaç resim çekiyorum.

Şu üstgeçidin üzerine çıkarsam hem birkaç resim çeker hem de tam göbekte, Güvenpark'ta neler var, neler yok görürüm diye bulunduğum yerden yürümeye başlıyorum.

Bu arada gençler slogan atıyorlar ama düzensiz ve cılız sloganlar: "Her yer Taksim, her yer direniş," "faşizme karşı omuz omuza," "direne direne kazanacağız."

Beğenilmemiş olmalı ki bu sloganlar tüm kalabalığa yayılmıyor. Hele bazı sloganları sadece bir kişi bağırıyor, kimse katılmayınca utanır gibi oluyor, boş yere bağırdığı için. Çevresindeki "gençler takama kafana, sıkma canını" dercesine tebessüm ediyorlar.

Üstgeçidin üzerinde birkaç kişi daha var. Hepsi de fotoğraf çekiyor, bazılarının fotoğraf makinelerinden gazeteci olduklarını düşünüyorum.

Caddenin köşesinde 10-15 kadar kalkanlı polis, bir TOMA denilen araç var hepsi bu ama Mustafa Kemal Bulvarı ve Güvenpark tarafında kalabalık polisler var.

Direnişçiler ile kalkanlı polisler arasında 200 metre kadar bir boşluk var.

Cadde taş dolu, iki üç tane çöp kovası yolun ortasına çekilmiş. Sayıyorum, 12tane genç var bu alanda, ellerinde flamalar var ama flamaların ne olduklarını anlayamıyorum.

Daha iyi görüntü almak için üstgeçidin reklam panosunun asılı olduğu bölmeye geçiyorum. Benim gibi buraya geçmiş birkaç kişi daha var. Fotoğraf makinesini video ayarına alıp sakin sakin çekim yapıyorum.

Arkamda kalan kalabalık insan seli daha derli toplu, daha gür seslerle sloganlar atarak yürümeye başlıyor. Bu arada bazı gençler ellerine aldıkları taşlarla bu üstgeçidin demirlerine, saclarına, elektrik direklerine ve köprünün altındaki döviz büfesinin kapalı kepengine vurarak gürültü çıkarıyor.

Polisle yürüyen gençlerin arasındaki boşluk kapanmak üzereyken kıyamet kopuyor. Her yer duman, kaçışan insanlar ve çat çat çat silah sesleri. Hem alttan yere sektirerek biber gazı fişekleri atılıyor hem de üstgeçidin üzerinden aşırarak kaçışanların ilerisine ateşliyorlar tüfeklerini.

Görüntü almaktan vazgeçiyorum, reklam panosuna çarpan biber gazı fişekleri aklımı alacak gibi oluyor, siniyorum ama sinilerek durulacak gibi değil, gözlerimi açamıyorum, caddede tüten gazlar yukarıya çıkıyor. Gaz bulutu içindeyim, gözlerimi kapatıp, çömeliyorum. Böğürüyorum, öksürüyorum.

25-30 santimlik bir boşluk var durduğum yerle üstgeçidin arasında. Öyle eğik bir biçimde adım atmak istiyorum ama dengemi sağlayamıyorum. Aşağıya düşmem mümkün değil ancak o boşluğa ayağımı veya bacağımı kaptırırsam kötü bir şey olacağı kesin.

Gencin biri durumumu görmüş veya içinde bulunduğum açmazı sezinlemiş olacak ki koltuğumun altından beni kavrayıp "Gel amca, gel" diyerek bu sıkıntıdan kurtarıyor. Öksürmekten gence teşekkür bile edemiyorum.

Öksürük krizi içinde yürüyorum. Kafama, dumanlar çıkararak geldiğini gördüğüm biber mermileri çarpmasın diye iki büklüm bir biçimde üstgeçitten aşağı inmeye can atıyorum.

Üstgeçidin ilk basamağında böğürerek kusmaya başlıyorum. Hem kusuyorum, hem utanıyorum. Kusmuklarım bir su bardağını doldurmaz. Üstünü örtmek veya ayağımla zemine yayıp yok etmek istiyorum ama bir biber gazı duman dalgası daha sarınca o düşüncemden hemen vazgeçiyorum. İnşallah diyorum kimse koşarken kusmuğuma basmaz, muz kabuğuna basmış gibi olur.

Dumandan uzaklaşmaya çalışırken iki gözümün iki çeşme olması yetmiyormuş gibi salyalarım, sümüğüm birbirine karışmış durumda akıyor.

İki kız, bir erkek yanıma geliyor, ben bir şey talep etmeden ellerindeki fısfısla yüzüme ilaçlı bir su püskürtüyorlar. Bunlara "sağ olun" diyebiliyorum.

Daha sakin ve gazsız olduğunu düşündüğüm bir köşeye çömeliyorum.

Gözüme bir ağacın altında bulunan yarım şişe su ilişiyor. Ya özellikle bırakmışlar ya da bırakıp kaçmışlar. Avucuma döktüğüm azıcık suyla gözlerime pansuman yapıyorum. Çatırtı, patırtı devam ediyor ama ben güvendeyim.

Telefonumu cebimden çıkarıyorum saate bakmak için. Ekranda" 9 cevapsız arama" uyarı yazısı var.

Eşim aramış.

Arıyorum hemen, "merak edilecek bir şey yok; siz eve doğru gidin, ben bir iki saat sonra gelirim" diyorum.

Çok ısrar ediyorlar yanlarına geleyim diye, yarım ağız "tamam" desem de gitmiyorum.
Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

İsim                 :  Kanlı Gezi Devrimi.JPG
Görüntüleme :  916
Ebat                 :   4,35 MB
Numara           :   911
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (20-06-2013), bikmisbroker (10-07-2013), buena vista (15-06-2013), dentist (14-06-2013), detan (19-06-2013), Master (14-06-2013), neron (18-06-2013)
  #322  
Eski 10-07-2013, 10:09
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow Karanfil....

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23692387.asp
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (11-07-2013), Emin (02-09-2013), janus (11-08-2013)
  #323  
Eski 02-09-2013, 00:30
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kanı yerde kalır mı, kalırmış!

Az biraz kendime geliyor gibi oluyorum, nefes alışım düzeliyor, gözlerimin yaşı kuruyor ama yanması, sızısı devam ediyor, göremesem de içinin kıpkırmızı olduğunu düşünüyorum, çömeldiğim köşede ardı ardına iki sigara içiyorum.

Sanki ben gazeteciymişim, fotoğraf çekmek, görüntü kaydetmek zorundaymışım da… Bu duyguyla doğrulup Sakarya Caddesine doğru yürüyorum.

Sıhhiye yönünden de Kızılay’ın göbeğine, Güvenpark’a yürümek isteyenler var ama onlar da gelemiyorlar biber gazından. Temkinli adımlarla Atatürk Bulvarına, yani ana caddeye kadar geliyorum. Kızılay metro çıkışının hemen dibinde duran Belediyenin sıkılmış portakal suyu satan yeşil renkli aracın dibine kadar yanaşıp, sağın solun fotoğrafını çekmeye başlıyorum.

Bu mıntıkada üç dört kişi anca varız, durup ve hiçbir şey yapmadan endişe karışmış bir merakla etrafta olup biteni izleyen.

Nasıl olduğunu, nereden geldiğini anlayamıyorum ancak anladığım şu ki; kafamın artık bir karış mı, iki karış mı üzerinden geçen biber gazının o duman salan alüminyum fişeği portakal sıkma aracının kaportasına çarptığında çıkardığı sesle ödüm kopuyor. Demek ki adamın niyeti kötüymüş, özellikle nişan alıp attıklarına inanmaktan başka seçeneğim yok, tak tak tak tak… Nereye kaçacağımı bile şaşırıyorum, etrafımda üç tane hışırdayan fişek var ve ben bir kez daha berbat bir kokuyla birlikte önümü arkamı göremeyeceğim bir dumanın içinde kalıyorum. Yeniden boğucu bir öksürük nöbetinin içinden salya sümük tamamlanmayan cümleler kuruyorum; hay ananın öhhhöö öhğhöö…

Bir süredir Kızılay’ın üzerinde dolanan helikopterden ses yoktu, şimdi oldular iki tane, biri haki renkli, acaba Jandarmanın mı? Hayda, onlar da tepeden biber gazı atıyorlar. Bu ne Allah aşkına, savaş mı?

Neler oluyor, ne bitiyor, kim nereye kaçışıyor, üzerimize polisler mi yürüyor, akrep denilen o araç çıkardığı gıcık sesle birlikte kimleri tarıyor, tomaların yönü ne tarafta artık çözemiyorum. Ne oyunuysa bu, artık ben oyun dışıyım, yine sindiğim bir saçak altında kıvranarak böğürüyorum, kusuyorum, harbiden perişanım. Bir tek perişan olduğumun farkındayım. Gözlerim, yüzüm hatta ellerim yanıyor, ayrıca kaşınmaya da başlıyorum.

İki kızın kolunda sendeleye sendeleye yürüyen bir genç geçiyor önümden, anlıyla yanağının bir kısmı pespembe, kanamıyor ama biber gazı fişeğinin sıcak şablonu olduğu besbelli. Dışım zaten acıyor bu genci görünce içim da acıyor. Sağda solda ambulans sesleri var ama görünmüyorlar, onlar o siren seslerine doğru panik halinde gidiyorlar.

Gözlerim ellerinde ilaçlı su şişeleri olan birilerini arıyor ama o an yoklar.

Cesaretimi toplayıp yolu ikiye bölen orta kısımdaki süs havuzcuklarına erişmek ve avuç avuç yüzümü o pis suyla yıkamak istiyorum. Daha yola çıkar çıkmaz gene ateş başlıyor, Ulan bu ibneler beni mi takip ediyorlar, kalabalık çok aşağıda, yolda seyrek seyrek ama pür dikkat dolanan on, on beş genç var, onlar da atılan fişekleri yerden toplayıp benim yüzümü yıkamayı düşündüğüm, yolun ortasındaki havuza atıyorlar.

Onların gençliklerine ve yaptıkları işe imreniyorum.

Bir kız, öksüre tıksıra benim bulunduğum köşeye doğru sanki gözleri kapalı bir şekilde rastgele koşuşturuyor, elinde iki tane pet şişe var, ağzını boğazını çalkalıyor, göz göze değil ama yüz yüze geliyoruz, nasıl acıklı bakmışsam artık, şişenin birini uzatıyor, tek kelime etmeden. Ben de tek kelime etmeden saldırıyorum şişeye ve hemen gözlerime su pansumanı yapıyorum, yüzümü biraz serinletiyorum. Faydası olmuş mudur bilmiyorum, yanmaya devam ediyorum.

Bir süre sonra da Maltepe tarafına doğru geçmeyi kendime uygun buluyorum, Bir punduna getirip hızla o tarafa yöneliyorum.

Artık polislere çok yakınım, ya iyi bir darbe alacam ya da… Yada’sını bilmiyorum.

Yeniden helikopterlerden gazlar atılıyor, binlerce kişi dalgalanıyor, tavuk sersemken tutulur misali kalkanlı polisler de basıyorlar fişeğin gözüne. O sırada farklı düşünmeye başlıyorum, bu polislerin derdi başka sanki. Kalabalığı dağıtma gibi bir derlerinin ikinci planda kaldığını, önceliklerinin zarar vermek olduğu içime doğuyor.

Tam köşedeyim artık. Senelerdir sorunlu bir bina gibi duran, sonunda AVM yapılan Kızılay binasının dengede durmasını sağlayan, aynı zamanda asansör işlevi olan kulenin daldasındayım. Güvenpark’ın karşısında Milli Müdafaa Caddesinin hemen başında bir sürü kalkanlı polis duruyor, bir yandan Maltepe tarafından gelen kalabalığa, diğer yandan Sıhhiye yönünden gelen kalabalığa ve karşı taraftan yani Ziya Gökalp caddesindeki kalabalığa meydan okuyor, Kızılay’ı Müdafaaya çalışıyor ve elinden gelen ne varsa yapıyor.

Zaman zaman bazı ambulanslar kalabalığı zar zor yararak polislerin yanına kadar geliyor. Görmedim ama bağrışmalardan, konuşmalardan anladığım kadarıyla bu ambulanslar yaralı yerine polislere biber gazı getiriyorlarmış.

Kusmam geçmiş, öksürüğüm hafiflemiş ama gözlerimin ve yüzümün yanması devam ediyorken ben etrafımda gördüğüm her şeye içimden yorum yapıyor, içinde bulunduğum ortam ve olayların nerelere varacağını, kimin eline ne geçeceğini, tüm bu kalabalığın diyelim ki polisler çekilince Güvenpark ve Kızılay’a doluşmasının ne gibi bir yarar sağlayacağını ya da polislere böyle zalim olmalarını emredenlerin bu kalabalığı buraya sokmamakla ne elde edeceklerini düşünürken, gene oluyor, olanlar.

Bu sefer çok yanlış bir yerde olduğumu, kusma ve böğürmelerle bu işten sıyrılamayacağımı ciddi ciddi düşünmeye başlıyorum. Taş yağmuru, biber gazı ve belki plastik mermiler hatta gerçek silah sesleri, kim kime, dum duma bir durum. Uğultudan, gürültüden, bağırtılardan, sirenlerden, ambulans seslerinden başka bir şeyi duymaz oluyor kulaklarım. Yanıma düşen taşlardan ve biber gazı fişeklerinden gerçekten ama gerçekten elim ayağım soğuyor, sırtımı dayadığım binaya çarpan fişeklerin deli deli sekmesi yüzünden ve sanırım can havliyle bacaklarım seğirmeye başlıyor. Bir altıma işemediğim kalıyor.

Üzerime doğru gelen polislerden ve polis araçlarından nasıl korunacağımı hesaplarken bir dalgalanma daha oluyor ve insan selinin hızla meydanı doldurduğunu görür gibi oluyorum. Polisler de ne var, ne yok ellerindekini patlatarak gerisin geri Milli Müdafaa Caddesinin yukarılarına doğru çekilmeye başlıyorlar.

O an için Kızılay Meydanı düşmüştü. Bundan sonra ne olacaktı?

On, on beş dakika önce şu polislerin çok yoğun durduğu köşede kötü bir şeyler olduğuna eminim, hengame devam ederken oraya zar zor bir ambulans yanaşmıştı. Kalabalıklar ambulansların sicilinin bozuk olduğunu düşünerek yol vermekte, barikatlarını açmakta ikircikli davranıyorlardı. Şimdi orayı merak ediyorum, artık orada polis molis yoktu ama benim basiretim bağlandığından bir türlü bulunduğum yerden kıpırdayamaz olmuştum.

Çoğunluk tedirgin, endişeli. Birkaç sevindirik olmuş genç ise ne yapacağını şaşırmış, etrafındaki uyaranlara inat reklam panolarına taş atıyor, hıncını veya sevincini bu panoları kırarak çıkarıyordu.

Sonunda merak ettiğim noktaya yaklaşıyorum. Kan gölünü görüyorum.

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

İsim                 :  EthemSarısülük'ün kanı.JPG
Görüntüleme :  964
Ebat                 :   4,35 MB
Numara           :   912

Pıhtılaşıp kaymak bağlamaya yüz tutmuş bir kan öbeği.

Bu kez kan tutuyor beni. Dalıp gidiyorum, o kırmızının koyu karanlığına.
Heyecanım, merak duygularım, endişelerim, eser miktardaki sevinçlerim hemen hemen her şeyim hızla pörsüyüp sönüyor. Anlamsızlaşıyorum.

Bir süre sonra karman çorman duygu ve düşünceler içinde evin yolunu tutuyorum.

Kapıyı kızım açıyor, şaşırıyor “Baba! Baba, ne bu halin? Berbat kokuyorsun, iyi misin baba? Banyoya gir istersen” cinsinden cümleler ediyor.
****

Birkaç saat geçiyor, az buçuk kendime geliyor ve bilgisayarın başına geçip haberleri okuyorum, bazı görüntüleri izliyorum.

Baktığım görüntülerden birine kilitleniyorum.

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

İsim                 :  ethemsarisuluk.jpg
Görüntüleme :  702
Ebat                 :   176,0 kilobytes
Numara           :   913

Ben bu yer karosunun rengini, desenini, döşenme biçimini, derzlerini, etrafındaki gri karoları ve üzerindeki küçük taş parçasını çok ama çok, çok iyi tanıyorum.

Hele o kanı, hele o kanı!

Unutamıyorum!

Zaten unutmakta istemiyorum!

Ethem Sarısülük’ün yerde gördüğüm o kanını!


-65-
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
account (02-09-2013), ar_de_ (02-09-2013), buena vista (02-09-2013), detan (02-09-2013), Master (02-09-2013), neron (02-09-2013)
  #324  
Eski 02-09-2013, 02:16
ar_de_ - ait Avatar
ar_de_ ar_de_ bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 133/1013
108 Mesaj ına 737 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

sevgili Emin okurken dehşete düştüğüm bir yazı ... yaşadıkların için "geçmiş olsun" demek isterim . yaşananlar için söylenecek çok şey var ama edebi bozmadan düşünceleri toparlayıp cümleleri dizmek zor .
Alıntı ile Cevapla
ar_de_ kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (02-09-2013), Emin (24-11-2013), Master (02-09-2013), neron (02-09-2013)
  #325  
Eski 02-09-2013, 14:06
detan detan bağlı değil
Büyük abi
 
Üyelik Tarihi: May 2012
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 19.166/25772
15158 Mesaj ına 36275 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sevgili arkadaşlar,

1973 yılında başlayan üniversite hayatımda, 12 Eylül darbesi öncesinde darbeye giden karanlık yolda, hemen hemen tüm toplumsal olayları (çoğu zaman içinde olmak istemediğim halde zorunlu olarak) yaşamış, boykotlara ve yürüyüşlere katılmış, bazen bildiri dağıtmak zorunda kalmış biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; illegal eylemleri yönlendirme gibi bir amacı ve yetisi olmayan, sadece kişisel düşüncelerini açıklamak amacıyla hareket eden veya bunları yapanlara sempati duyan bireylere günümüzde uygulanan baskı ve şiddeti ben ne ihtilal öncesinde, ne de ihtilal sonrasında görmedim.

O dönemde belki fişlendik, belki resimlerimiz çekildi arşivlendi ama bırakın beni, benden daha ilerde olan arkadaşlar dahi bir cop darbesi almadık.

Geçmişte ve günümüzde gördüklerimi ve yaşadıklarımı dikkate aldığımda "hangi dönem daha demokratikti?" sorusunun cevabını bulamıyorum.
Alıntı ile Cevapla
detan kullanıcısına teşekkür edenler
account (05-09-2013), buena vista (03-09-2013), Emin (24-11-2013), Master (02-09-2013), neron (03-09-2013)
  #326  
Eski 07-09-2013, 15:44
darius darius bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jul 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 272/64
0 Mesaj ına 1640 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Alıntı:
Master´isimli üyeden Alıntı
Bütün gayretinin üzerine seneleri de ekledi...ve suyun üzerinde artık yürüyordu..

Dile kolay 17 sene çalıştı çabaladı,nelere katlandı....

Koşturarak Ustasının yanına gitti....

Ustam ustam sayenizde oldu artık suyun üzerinde yürüyorum..dedi...

Güzel dedi usta...Peki unutabilirmisin ?




http://www.youtube.com/watch?v=VYjeu5aDNnU
Alıntı ile Cevapla
darius kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (09-09-2013), Master (07-09-2013)
  #327  
Eski 24-11-2013, 20:38
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Altmış iki



Çıkan kısmın özeti:

1. Emin’e bir icra zarfı gelir.

2. Dellenir.

3. Olayı kurcalar.

4. Avea’yı, Telekomu hatta TİB’i yani açık adı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığını olan yeri bile arar, yazılar yazar.

5. Sonuç alamaz.

6. İcra Dairesine itiraz dilekçesi verip, geçici olarak icra takibini durdurur ama bu işten kazasız belasız nasıl sıyrılabileceğinin hesabını yapmadan edemez.

7. Sonunda istemeye istemeye Adalete sığınmaya karar verir.

8. Şimdi “dolandırıldım” diye yazdığı dilekçesini Cumhuriyet Savcılığının Kalemine vermiş ve ne olacağını, sürecin nasıl işleyeceğini, dilekçesinin kabul edilip, edilmeyeceğini anlama aşamasındadır.


Buraya kadar olanlar, dibinde sayfa numarası 62 olan ve harflerle uzattığı anlaşılan yazılarda iyi kötü anlatılmıştır.

Aşağıda 62/m numaralı kısım vardır. Umalım ve dileyelim bu iş 62/z’ye varmasın.


***

Öyle mal mal oturup kelepçeli adamlara bakarken içindeki tarifsiz huzursuzluğu alt edecek şeyleri düşünmeye çalışıyordu ama bunu becerdiği söylenemezdi.

Allahtan, bu kadar adamın işlemlerini yürütecek olan Emin’in de dilekçesini verdiği Kalem değildi.

Onların işi demek Kalem’lik safhasını geçmiş, doğrudan Savcılığın soruşturma yapacağı mertebeye gelmiş.

Bekliyorlar. Savcı bunları içeri alacak, ne soracak, Avukatlarını mı bekliyorlar yoksa. Savcının odasında başka biri mi var acaba, giren çıkan da yok!

Emin, yarım metre kadar yanına gelip, sırtını duvara yasladıktan sonra cep telefonuyla mesaj yazıyormuş gibi bir şeyler yapan sivil polise, bu getirdikleri adamların ne halt yediklerini sorabilirdi, merak ediyordu ama merakını gidermek için herhangi bir davranışı sergileyecek ruh halinde değildi.

Sorsa, belki polis onu da azarlayabilirdi. Çünkü aynı polis az önce restoranının üniformasıyla tüm polislere lahmacun getiren garsonu paylamıştı. Belki garson başka bir şeyi merak etmişti, o yüzden azarlanmıştı.

“Hadi hadi! İşine bak” demiş ve garsonun elinden aldığı battal boy yiyecek poşetlerini duvarın dibine koyup, adamcağızı eliyle “yallah” dercesine göndermişti.

Esasında Emin de acıkmıştı. “Bu nasıl iş böyle, öğlen oldu, adamlardan tık yok. Verdik dilekçeyi bekliyoruz, neyi bekliyoruz acaba? Ellerinde bitmesi gereken acil işler mi var yoksa? Sorsam mı? Biraz daha bekleyeyim, bir on dakika sonra gidip sorayım bari” diye poşetten sızan lahmacun kokusu eşliğinde düşündü.
Poşetin biri açılmadı, diğer poşet açıldı ve paketler kardeş payı yapılırcasına yedi sekiz kişilik sivil polislere dağıtıldı.

Demek ki, polislerin bir kısmı yemeklerini yerken diğerleri getirdikleri sanıkların üzerinden gözlerini kaçırmayacaklar. Hepsi zaten birbirine kelepçeli, nasıl kaçacaklar, bir tek ayaklarında pranga yok.

Hemen ilerisindeki atkuyruğu saçlı polisin yemeğini aldıktan sonra bir köşeye çömelişini ona çaktırmadan izlemeye başladı.

Eğreti plastik tabaktaki salatasına limonunu sıktı, iki büklüm olmuş, posası çıkmış limon kabuğunu nereye koyacağını araştırdı, uygun bir yer bulamadı anlaşılan, sonunda salata tabağının ucuna iliştirdi. Ucunu dişlerinin arasına sıkıştırıp yırttığı poşetten çatalını ve yine kâğıt poşet içindeki tuzu aldı, tuz poşetinin de ucunu dişiyle yırtıp, limon sulu elleriyle sepelemeye çalıştı. Bu işte de pek başarılı olamadı. Tuzun kâğıdı yaş olmuş, tuzu nemlendirmişti. Aynı yere dökülen tuzu çatalla karıştırırken bolca doğrandığı salatanın renginden belli olan birkaç parça kırmızılâhanayı yere düşürdü. Ayağıyla duvarın dibine ittirdi lahana parçalarını.

Tersyüz edilmiş, soğumasın diye birbirine kapaklanmış iki lahmacundan birinin içine önce çatalla, arzu ettiği gibi olmayınca serçe parmağı hariç diğer parmaklarının ucuyla salata doldurup dürüm haline getirdi. Büyük bir lokma kopardı. Aynı şekilde lokma koparacak olursa üç lokma sonra elindeki lahmacunu kesin biterdi.

Gözünü ondan ayırıp, sanki diğerlerine bakmazsa haksızlık olacakmış gibi yemeğini orada burada, şurada yiyen adamların hepsine tek tek baktı.

“Lahmacunların parasını kendiler mi ödediler, yoksa Devlet mi? Gözaltına aldıkları bu adamları açlarından öldürmeyeceklerse kenarda duran şu battal poşettekilerde onların olmalı. Herhalde Polisler karınlarını doyurduktan sonra onlara sıra gelecek. Kelepçelerini çözeceklerdir umarım. Acaba lahmacunların ödemesi nasıl yapılıyor, hesabı nasıl ödeniyor, nasıl kapatılıyor. Üç lahmacun yiyip, dört lahmacun faturası alıp kendileri de dolandırıcılık yapıyorlar mı? Kime hesap veriyorlar. Bunları İçişleri Bakanlığının müfettişlerimi, Maliyenin mi, yoksa Sayıştay müfettişleri mi denetliyor. Sayıştay dedim de, Sayıştay geçen yıl Mecliste hesap mesap vermemişti. Verememiş miydi yoksa. Bir şey olmuştu ama neyse. Verse ne olur vermese ne olur. Hele benim düşündüğüm şeye bak. Adem’in her türlü pozisyonu denediği yerde ben yarım elmanın hesabını soruyorum. Ben iyisi mi, dilekçemle ilgileneyim saat oldu on iki. Öğlen de mi çalışıyor bu Kalemdekiler!?”

Kalktı yerinden, lahmacun yiyen bir polisin önünden geçip odaya yöneldi. Kapıya geldiğinde odadakileri ayakta gördü. Hiçbir şey demeden, demeye fırsat kalmadan, ne diyeceğini anlamış olmalılar ki, şöyle dediler:

“Öğleden sonra burada ol. Bir buçukta!”

-62/m-
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (28-11-2013), buena vista (25-11-2013), dentist (25-11-2013), Master (24-11-2013), neron (01-12-2013)
  #328  
Eski 25-11-2013, 07:00
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı


.......................


“Öğleden sonra burada ol. Bir buçukta!”
-62/m-
Tam o saatte burada merakla bekliyor olacağız...
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
Emin (26-12-2013)
  #329  
Eski 26-12-2013, 11:19
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı 17 Aralık 2013 Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu Öncesi

Yazacaklarımın öncesinden bahsedecek olursam; bi aralar delenmiş, ne kadar kredi kartım varsa hepsini iptal ettirmenin yollarını aramıştım. Kiminin içinde taksitler vardı, onlar bitsin öyle kapatalım, kimin içinde hanımın göz diktiği kazanılmış puanlar var, onları kullansın sonra, kimin bilmem ne özelliği var derken sanırım bir yıl kadar sürdü sonunda bütün kartlardan arınıp sadece elimde İNG Bank kredi kartı kaldı. Haa, bir de bu kartın ek kartı. Ek kart hanımda ve kızımda asıl kart bende. Mazot, ilaç gübre gibi kaba işlerde benim kart diğer işlerde de ek kart.

Bu kart için otomatik ödeme talimatı verince unutkanlığımın sonucu zoruma gide gide ödediğim faizlerden kurtulmuş oldum.

Geçenlerde kızım aradı: “Baba, kartın son kullanma tarihi şu gün bitiyor!”
“Dert etme” dedim “kızım, Bankalar işlerini bilir, yenisini gönderirler.”
Derken, günü geldi, bitti kartın son kullanma süresi. Hepimiz kilitlendik. Mazot bitmiş, alacağım ama kartın gelmesini bekliyorum, kızım sitem ediyor… Ona biraz nakit gönderip, sitemini gevşettim ama hanıma nakit de versem almıyor, daha doğrusu nakit parayı alıyor ama harcarken zoruna gittiğini belirtip bana sık sık bankayı aramamı, bir an evvel yeni kartı göndermeleri konusunda baskıya devam ediyor.

Nedense benim içimden de bankayı aramak gelmiyor. Esasında ben de dört gözle kartı bekliyorum çünkü arabanın zorunlu trafik muayenesi gelmiş ve bir sürü bakım yapılacak yeri var.

Bir iki hafta böyle kartsız mücadele ettik. Borç harç arabanın bakımını da, muayenesini de yaptırdık. Hala bankadan haber yok!

Nihayet bir akşam telefonda kaydı olmayan bir numaradan arandım. Arayan Kuryenet firmasının dağıtıcısıymış. Bir gönderimizin olduğunu ve yarın teslim edeceğini o yüzden adresimizi doğrulamaya çalıştığını anlattı. Güzel.
İşte, okuyacağınız “belgesel” bu teslim sürecini içeriyor.

***
Kimden: Mehmet Emin
Gönderildi: 09 Aralık 2013 Pazartesi 16:19
Kime: info (Kuryenet)
Konu: Gönderi teslimi.

Ben Mehmet Emin, Antalya.

İyi günler;

4.12.2013 tarihinde aradınız, sağ olun. Evi, adresi, müsait olup olmadığımızı sorup ertesi gün geleceğinizi söylediniz.

Sonra gıkınız çıkmadı.

Bu kez ben aradım, nerede kaldınız, ne oldu diye, cevap vermediniz.

Bir başka gün tekrar aradım, bu kez baktınız, tamam, şudur budur deyip mazeret ileri sürdünüz, bu bölgeye yarın geleceğinizi söylediniz.

İyi güzel de ortalıkta gene yoksunuz. Bugün ayın 9'u ve şuan saat 16:18

İlk aramanızdan buyana kaç gün kaç saat geçmiş.

Öldünüz mü, kaldınız mı?

Telefona da bakmıyorsunuz.


*****

10 Aralık 2013

Sayın Emin,
Vermiş olduğunuz bilgi kayıtlarınıza ulaşmamız için yeterli değildir. Lütfen tam adınızı, açık adresinizi, mevcut ise gönderi takip numarasını ve irtibat telefonunuzu bize iletiniz. Sizden gelecek bu bilgiler doğrultusunda gönderinizi takip edebilir ve size yanıt verebiliriz.
Saygılarımızla, Kuryenet Müşteri Hizmetleri

***
(Bu yanıt gelmeden önce de Kuryenet’in telefonunu arayıp tahmin edeceğiniz şeyleri söylemiştim. O nedenle gayet hazırlıklı kısa bir yanıt verdim.)
***
10 Aralık 2013

Bugün çağrı merkezinizle görüştüm, gönderi numarasının 8230****2975 olduğunu söyledi.

İNGBANK'tan kredi kartı gönderilmiş.

Adresim: Mehmet Emin
Varsak Zeytinlik Mahallesi **** sokak No:**/1 Kepez Antalya
Telefon:0555 595 ****

***
11 Aralık 2013

Sayın Emin,
Gönderiniz bugün adresinize ulaştırılmak üzere dağıtımdadır. Şayet bugün sizin için uygun değilse, başka bir tarih belirleyerek aynı mail üzerinden tarafımıza dönüş yapabilirsiniz.
Saygılarımızla,
Kuryenet Müşteri Hizmetleri

***
11 Aralık 2013

Allah'ın günü torbaya mı girdi, elbet bir gün getirirsiniz.

Acele etmeyin, acele işe şeytan karışırmış.

Ayın 4'ü nere, bu gün yani 11 Aralık nere, şurada kaç gün geçmiş daha.

Hatanız, hadi hatanız demeyeyim, iyi niyetiniz diyeyim; neden getirmeyeceğiniz kurye için önceden arayıp aklımıza düşürüyorsunuz.

Aramasaydınız bu kuryenin ayın 4'ünden beri elinizde olduğunu (Allah bilir ya, kim bilir ne zamandan beri elinizdedir) bilmeyecek böyle dan dun konuşmayacaktım. Lapadanak ve istediğiniz zaman çıkar gelirdiniz.

Biz de sevinirdik bu Kuryenet ne kadar hızlı diye.

***
12 Aralık 2013

Sayın Emin,
Mailiniz tarafımıza ulaşmıştır. Konu hakkında gerekli araştırma yapılıp, tarafınıza en kısa sürede bilgi geri dönüşü yapılacaktır. Göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür ederiz
Saygılarımızla, Kuryenet Müşteri Hizmetleri

***
13 Aralık 2013
- Sayın Emin,
- Efendim, buyurun.
- Mailiniz tarafımıza ulaşmıştır.
- Öyle mi? Sevindim. Ben hiç ulaşmayacak sanmıştım. Gerçi günlerdir yazışıyoruz böyle ama tarafınıza bir kez daha ulaşması sevindirici.
- Konu hakkında gerekli araştırma yapılıp, tarafınıza en kısa sürede bilgi geri dönüşü yapılacaktır.
- Merak ettim acaba ne gibi gerekli araştırmalar yapacaksınız veya yaptınız? Araştırılacak ne var? Gönderiyi kayıp mı ettiniz, çaldırdınız mı, çamura mı düşürdünüz, yoksa beni 4.12.2013 günü saat 20:54 arayıp gönderiyi getireceğini söyleyen ve şu 0 531 994 60 06 numaralı telefonu kullanan kişinin görüşlerine mi başvuracaksınız gerçekten merak ediyorum. Ha bir de en kısa sürede derken sizin en kısa süreden kastınız nedir, kaç gün ve kaç saat sizin için en kısa süre anlamına geliyor.
- Göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür ederiz.
- Dalga geçmeyin benimle, ben size şu an ilgi mi gösteriyorum yoksa sitem mi ediyorum?

***
13 Aralık 2013

Sayın Emin,
İnsan faktörü nedeniyle nadiren de olsa istenmeyen durumlarla karşılaşabilmekteyiz. Gönderinizin teslimatında yaşanan problemden dolayı acentemiz adına özür dileriz. Konu hakkında acentemize gerekli uyarılar yapılmıştır. Gönderiniz 14/12/13 tarihinde adresinize gönderilecektir.
Saygılarımızla, Kuryenet Müşteri Hizmetleri

***
15 Aralık 2013 Pazar 20:29

Bana “Saygılarımızla” diyerek selam gönderen Sayın Kuryenet Müşteri Hizmetleri;
Önce tarihi hatırlatayım bugün Aralık ayının 15’i, yarın da 16’sı olacak.
“İnsan Faktörü” mazeretine sığınıp, “Nadiren de olsa istenmeyen durumlarla karşılaştığınızı” söyleyerek gönlümü çelmeye çalışmanız takdire şayan bir şey.
Hele, acenteniz adına özür dilemeniz daha da takdire şayan bir şey.

Konu hakkında acentenize “gerekli uyarıları” yaptığınızı beylik laflarla söylemeniz benim merakımı giderecek bir şey olmadığı için ısrar etmiyorum, umurumda da değil. Çalıştırdığınız o “İnsan faktörleri” sizin sorununuz.

Kendinizden ve “İnsan faktörlerinizden” o kadar emin olmuşsunuz ki şöyle bir cümle kurmaktan kaçınmamışsınız: “Gönderiniz 14/12/13 tarihinde adresinize gönderilecektir.”

“Samimiyet” dolu yazışmalarımızdan sonra bu kadar kesin cümle kurduğunuz için sizi kınamıyorum ama o cümleyi kim yazmışsa artık, onun adına utanıyorum.

Sizden 13.12.2013 saat 13:44’te gelen bu kibar e-postadan sonra aynı gün 530 973 03 04 numaralı telefonla bir “İnsan Faktörü” beni 18:11’de aradı, adresimi sordu, sanki gelen zarfın üzerinde yazmıyormuş gibi. Hatta ne zaman müsait olacağımı sordu, gönderiyi yarın getireceğini söyledi.

O “İnsan Faktörüne” yardımcı olmak adına “ne zaman getirirseniz getirin, ben müsaidim” dedim ve ekledim: “İsterseniz eve kadar yorulmayın, çalıştığım yer daha yakın, açık adresi de şudur.”

Dedim ki kendi kendime, “Kuryenet Müşteri Hizmetleri acentesine iyi akort yapmış…”

Yanılmışım, siz de yanılmışsınız. Gerçi sizin yanılmanızın önemli bir durum olduğunu düşünmüyorum.

Ayın 14’ü gelip geçti.

Ayın 15’de gelip geçti.

Korkarım “Yarın” da gelip geçecek.

Eğer cevap verme ihtiyacı duyarsanız benim gibi kalabalık laflar etmeyin, midem havalanıyor; özür dileyin demiyorum, beklemiyorum da ama özür dileyecek olursanız acenteniz veya çalıştırdığınız faktörler adına olmasın, doğrudan “Kuryenet olarak özür dileriz” deyin.

Ayrıca kuru özürleriniz sizin olsun, benim gönderimi getirin, yani sadece ve sadece işinizi yapın, yeter!

***
16 Aralık 2013

Sayın Emin,
Gönderinizin teslimatı için verdiğiniz adreslerinizin semtleri birbirinden farklı olduğundan farklı acentelerimizin bölgeleri arasındadır. Bu nedenle gonderınızın Antalya Varsak acentesınden Antalya Doğuyaka acentesıne cıkıs ıslemlerı yapılmıstır. Ilgılı acenteye ulastıgında ıstemıs oldugunuz adrese teslımat saglanacaktır.
Saygılarımızla, Kuryenet Müşteri Hizmetleri

***
16 Aralık 2013

Diyecek söz bulamıyorum, anladım ki siz sırf problemsiniz.
Güzel kardeşlerim, bu kadar yazı yazdık, siz yazdınız, ben yazdım. Halen aynı yerdeyiz.

Sizin elinizdeki gönderinin üzerinde isim, adres, telefon bilgileri var mı? Var!

Siz o adrese hiç gittiniz mi? Yok!

Beni aramasını biliyorsunuz, dalga geçere gibi şu gün getireceğiz diyorsunuz ve sonra kayıplara karışıyorsunuz. Şimdi de utanmadan, sıkılmadan tırışkadan yanıt veriyorsunuz.

Gerçekten söyleyecek söz bulamıyorum, ne desem boş çünkü.

***
(Bu arada ilginç bir şey oldu cep telefonuma İNG Banktan mesaj geldi:
Degerli Musterimiz, İNG Bonus Kart’iniz adresinize ulastirilamamiştir. Adres guncellemesi icin 08502220600 veya en yakin subemize basvurabilirsiniz.)

***

(Bu kez bankaya bir yazı yazdım.)

16 Aralık 2013 Pazartesi
Kime: İNG Bank
Kuryenet ile gönderdiğiniz kredi kartının adresime ulaştırılamamış olması adresle alakalı değildir. Tamamen Kuryenet adlı firmanın beceriksizliğiyle alakalıdır.

Kuryenet’in Müşteri Hizmetleriyle 4 Aralık 2013 tarihinden itibaren yazışıyoruz. Her seferinde teslim edeceklerini söyleyip duruyorlar. Sonuç değişmiyor.

Bu dolandırıcı firmayı nereden buldunuz?

Tüm yazışmalarımızı göndermeden önce sadece en son gönderdikleri e-postayı aşağıya alıyorum. Okuyunca ne mal olduklarını anlarsınız.
“Sayın Emin,
İnsan faktörü nedeniyle nadiren de olsa istenmeyen durumlarla karşılaşabilmekteyiz. Gönderinizin teslimatında yaşanan problemden dolayı acentemiz adına özür dileriz. Konu hakkında acentemize gerekli uyarılar yapılmıştır. Gönderiniz 14/12/13 tarihinde adresinize gönderilecektir.
Saygılarımızla, Kuryenet Müşteri Hizmetleri"

(Yazıyı gönderince e-postama şöyle bir not geldi:
Sayın MEHMET EMİN,
Bildiriminiz 253309 talep numarası ile işleme alınmıştır.
Bankamıza gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederiz.
Saygılarımızla,
ING Bank A.Ş.)

***
(Bankaya yazdığım bu yazıyı Kuryenet’e de gönderdim.)

***

16 Aralık 2013

Sayın Emin,
Gönderiniz iş adresinize teslimat yapılması için ilgili acenteye yönlendirilmiştir. Acenteye ulaştığında en kısa sürede teslimatı sağlanacaktır.
Saygılarımızla, Kuryenet Müşteri Hizmetleri

***

(“17 Aralık Operasyonun Başladığı gün” son yazılarımı hem Kuryenet’e hem de İNG Bank’a yazdım ve bir daha da yazmamaya karar verdim çünkü gündem değişmişti.)

***
17 Aralık 2013

Sayın İNG Bank yetkilileri,

Nereden buldunuz bu Kuryenet’i?

Çok aradınız mı? Beleşe mi taşıyor gönderilerinizi? Bu dandik firmadan bir çıkarınız mı var?

Ya biran evvel uyarın bu firmayı görevlerini doğru dürüst yapsınlar ya da kartınız da Kuryenet’iniz de size hayırlı uğurlu olsun.

***
17 Aralık 2013

Bakın Sayın Kuryenet çalışanları, Aralık’ın 17’si de geldi geçti!

Allah’ınızı severseniz artık kıvırmalı yalanlarınızı bir kenara bırakın.

Size ve yaptığınız işe “Lanet” okumak istemiyorum, gerçi etsem de umursayacağınızı sanmıyorum.

Siz nasıl bir firmasınız böyle? Şaşıyorum, bu ülkede bu kadar kıvrak insan ne zaman yetişmiş ve çoğu sizin bünyenizde toplanmış.

Sizden isteğim şu; tamam, anladım, getiremeyecekseniz şu gönderiyi, bari adresinizi verin ben gelip alayım.

***
18 Aralık 2013

Sayın Emin,
Gönderiniz bugün adresinize ulaştırılmak üzere dağıtımdadır. Şayet bugün sizin için uygun değilse, başka bir tarih belirleyerek aynı mail üzerinden tarafımıza dönüş yapabilirsiniz.
Saygılarımızla, Kuryenet Müşteri Hizmetleri

***

18 Aralık 2013

Yazan: Banka
Sayın MEHMET EMİN,
Tarafımıza ilettiğiniz mesajınızı aldığımızı ve incelediğimizi bildirmek isteriz.
Her türlü talep ve şikayeti titizlikle inceleyerek çözüme ulaştırmayı hedeflemekteyiz. Mesajınıza ilişkin yaptığımız inceleme sonucu aşağıdaki gibidir:

Kurye şirketi konu hakkında bilgilendirilmiş olup, kartınızın teslimi en kısa sürede sağlanacaktır.

İlginize teşekkür ederiz. Saygılarımızla, ING Bank A.Ş.


-LXVI-
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (27-12-2013), buena vista (27-12-2013), dentist (27-12-2013), Master (26-12-2013), Ramo (26-12-2013)
  #330  
Eski 07-04-2014, 20:00
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Esasında

Esasında…

Esasında ne?

Esasında bir şeyler yazmak, aklıma gelenleri, aklımdan geçenleri, yaşadıklarımı, olmasını veya olmamasını arzu ettiklerimi, şunu, bunu, kâğıt yerine şu beyaz word sayfasına aktarmak için bilgisayarın başına geçtim ve en başa yazdığım kelimeyi iştahla yazdım ve işte orada öylece kaldım.

Uzunca bir süredir buraya bir şey yazmıyorum.

Üstelik yazma eylemimin beni biraz dağıtıp, kırışıklığımı düzelttiğini bildiğim, bu nedenle yazmaya can attığım halde yazamıyorum.

Ortalık; mahkeme, dava, hakim, savcı, adliye, fezleke, tutanak, ifade kaynıyorken “Tavuk kıçına bakmış, yaram var sanmış” misali kendi “davamı” yazmanın alemi ne? Heyecanı olmadığı gibi insan hicap bile duyar.

Nanelerimi yazsam gene öyle.

Borsacı olamadık ama serden seradan diyerek burada bir şeyler yazdık.

Fena mı oldu, yoo hayır, hem yazarak ben rahatladım hem üç-beş arkadaş edindik, kimileriyle tanıştık, kimileriyle yazıştık, kimileriyle günün birinde buluşuruz diye randevulaştık, günler gelip geçti böyle.

Elimizden tutup, bizi buraya getiren ali hoca, sanki iskelede dolaşırken birden arkamdan ittirip tüydü.

İlk zamanlar dert etmedik desem yalan olur, kendisine de dert ettiğimizi söyledik ama boşmuş, boşunaymış. Kalbi bizimleymiş, arka bahçeye arkadan bakıyormuş.

Yazmışsak bir şeyler okuyor, gerekiyorsa yorumunu telefonla yaparak gazımızı alıyor, Kandil geceleri kandil olmakla günah çıkardığını sanıyor.


******

Tür: Microsoft Office Word Belgesi
Yazarlar:User
Boyut:15.0 KB
Değiştirme tarihi: 17.1.2014 22:27



Kafam şişmişti, masada bir şeyler yazıp, çizip, hesaplamaktan kulunçlarıma da bir ağrı saplanmıştı, bilgisayarda ne kadar açık dosyalarım varsa hepsinin sağ üst köşedeki çarpısına hışımlı bir cakayla tıklarken küfrediyordum, küfürlerimin en hafifi ise “edeyim yaptığım işe” idi.

Ekran kısmen temizlendi, karşımda sadece masa üstü görüntüsü vardı, arkama yaslandım, bir türlü bırakamadığım sigaradan bir tane yaktım, gerindim, boynumu sağa sola, oyana buyana çevirip ağrılarımı azaltmaya çalıştım.

Sigaranın yarısına kadar ne düşündüğümü bilmeden öyle aval aval bakıyordum ki, bilgisayarın masaüstü ekranında “Esasında” başlıklı Word sembolünü gördüm. Üzerine fareyi sürükledim tıkladım, demek ki mecalsizlikten çift tıklayamamışım, belgenin altında küçük sarı bir çerçeve açıldı, okudum ve “vay anasını” dedim, “zaman ne çabuk geçmiş.”

Ben böyle bazen yazmaya heves ediyorum, sonra nasıl oluyorsa bir bokluk çıkıyor, bir şeyler ters gidiyor ve yarım kalıyor. Eğer olgunlaşmış ya da sonuna gelinmiş bir şey ise yazdığımı kaydediyorum sonra devam ediyorum, kaldığım yerden. Değilse, gözünün yaşına bakmadan “save” etmeden kapatıyorum.

Meğer yazdıklarımı da kapattım sanarken kaydetmişim.

Neyse diyeceğim o ki, yazmaya, sohbete, bir şeyler demeye, anlatmaya zaman ayıramamışım.

Bir yerlerden başlamak, bir ucundan tutmak gerek. Hele ki, ali hoca bile şu kadar zamandan sonra bahçenin arkasına gelip bir merhaba demişken…


-Numarasız-
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (09-04-2014), buena vista (08-04-2014), dentist (07-04-2014), detan (10-04-2014), Master (07-04-2014), neron (10-04-2014)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 17:07 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce