Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Hayata Dair - Sayfa 7 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Müştemilat
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Hayata Dair
Konudaki Cevap Sayısı
116
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
79030

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #61  
Eski 02-12-2007, 08:41
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Köylünün zihnini açan buluş

Yalçın DOĞAN


Senin tahtan mı eksik?

Argo bile olsa, bu soru yanlış.

Bilimsel anlamda doğru soru, senin çinkon mu eksik?

Aramızdan biri, anlamakta biraz güçlük çektiğinde, hafif alayla sorulan, tahtan mı eksik, sorusuna ek bir soru daha var: Yine argoda, sende jeton geç mi düşüyor?

Evet, bazılarımızda jeton geç düşüyor, anlamakta zorluk çekiyor. Çünkü, aslında "onda çinko eksik". Bu ciddi ve bilimsel bir bulgu.

Genel bir tez var. "Yavaş düşünüyor, yavaş davranıyor, çünkü çok fazla buğdayla besleniyor."

Et ve sebze yerine, daha çok buğdayla beslenme insanda beslenme ve sağlık sorunlarına, zihinsel bozukluklara, gelişme ve büyüme yetersizliklerine yol açıyor. Ama, hangi buğdayla? "2000’li yılların başına kadar Anadolu’da yetişen buğdayla."

Oysa, 2000’li yılların başından bu yana, Anadolu’da yetişen buğday artık farklı. Yıllarca "çinkosu düşük gübreyle yetişen buğdayın yerini, zengin çinkolu gübre" alıyor. Ve çinkolu gübre Türkiye’ye ödül getiriyor.

100 MİLYON DOLARLIK KATKI

1993’ten beri Çukurova Üniversitesi ile Tarım Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüttüğü bir proje var. Projeye, bilim programı çerçevesinde NATO da bir milyon dolarlık katkıda bulunuyor. Proje "Türkiye’de, topraklarda ve bitkilerde çinko noksanlığının giderilmesi" başlığını taşıyor. Bu ilgisiz gibi görünen başlık, uygulama sonucunda, Anadolu’da insanların düşünme kapasitesini artırıyor.

Araştırmayı fiilen yürüten ise, o sırada Çukurova Üniversitesi’nde çalışan, şimdi Sabancı Üniversitesi’nde görevli Prof. Dr. İsmail Çakmak. 1993’te toprakta yapılan testler, Anadolu’da yetiştirilen buğdayda çinko eksikliği saptıyor. Bunu gidermek üzere, İsmail Çakmak, "toprağa çinko gübresi" veriyor. Basit gibi görünen bu bulgu iki sonuç doğuruyor.

Önce, buğdayın verimi artıyor. Gübre endüstrisi çinko katkılı gübre kullanıyor, buğday üretimi artıyor. Bu sayede çinkolu gübre üretimi 10 yıl içinde 50 bin tondan 350 bin tonun üzerine çıkıyor. Bunun ülke ekonomisine katkısı yüz milyon dolar. Bir milyon dolarlık araştırma, yüz milyon dolarlık katkı sağlıyor.

İkinci sonuç, tam insani. Türkiye’de günlük kalorinin yüzde 42’si tamamen buğdaydan, yani ekmekten karşılanıyor. Kırsal kesimde, bu oran yüzde 70’e çıkıyor. Anadolu köylüsü ekmekle besleniyor.

BESLENME ZENGİNLİĞİ

Şimdi çinkolu gübreyle üretilen buğday ve ekmek, Anadolu köylüsünde görülen büyüme ve zihinsel yetersizliklerini hızla azaltıyor. Çinko, buğday ve ekmek üzerinden insanda beslenme zenginliği yaratıyor. Vücudun maddi ve manevi direncini yükseltiyor.

Bunda ne var? Bize göre, bir şey yok. Ama Avustralya’ya, evet Avustralya’ya göre var. Avustralya Teknik Bilimler ve Mühendislik Akademisi’nin iki yılda bir verdiği bilimsel bir ödül var. Derek Tribe Ödülü. Gelişmekte olan ülkelerde sonuçları uygulamada yaygın biçimde kullanılan başarılı tarımsal projelere veriliyor.

Çinkolu gübre uygulamasını Amerikan Cornell Üniversitesi fark ediyor. Cornell Üniversitesi ve ABD Tarım Bakanlığı uzmanları, Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tosun Terzioğlu ile birlikte, Prof. İsmail Çakmak’ı bu ödüle aday gösteriyor.

İki hafta önce, Avustralya’nın Canberra kentinde düzenlenen törenle Prof. Çakmak’a ödülü törenle veriliyor. Sessiz sedasız, Türkiye’de kimsenin haberi olmadan.

Bir futbol maçından alınan galibiyet üzerine Türkiye yerinden oynuyor. Cumhurbaşkanı ile Başbakan teknik kadroyu ve futbolcuları kutlamak için birbiriyle yarışıyor. Ama, milyonlarca kişide zihinsel melekeleri artıran bir bilimsel buluş ve Amerikan üniversitelerinin, ta Avustralya’nın dikkatini çekiyor da, bizimkilerin ruhu duymuyor. (Hürriyet)

Prof. Dr. İsmail Çakmak’ı kutluyorum.
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
account (03-12-2007), Gozlemci (02-12-2007), Master (02-12-2007), meraklı (02-12-2007), neron (04-12-2007)
  #62  
Eski 06-12-2007, 15:49
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri

Kaliforniya'da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, 'Armudun iyisini ayılar yer' düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.

Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.

Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:

'Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?

'Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini '

'Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?

Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin
mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'

Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, 'O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim' dedi.

O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının erkeğine, 'Sen benim kahramanımsın' duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.

'Nasıl yani?' dedim.

'Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor.'

Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu 'ayı' olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım. Bir
süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım.
Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer' diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni
nasıl etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.

Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum.
'Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir,' dedi ve iki gün sonra, 'Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler,' dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.

Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, 'O gün ben de aileme gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz,' dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık.
Sally'nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.

Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. 'Evet' yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. 'Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz', dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum.
Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak,
oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George'a 'Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!' dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek,'Tabii, onlar küçük insanlar!' yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.

O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.

Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu.
Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta
biriyle dört saat başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.'

Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke' olmayacak.

Sally'e sordum: 'Baban seninle randevulaşır mıydı?'

'Evet', dedi, 'yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman geçirirdi.' Ve ilave etti, 'Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!'. Gülümseyerek, 'Nereden biliyorsun?'
diye sordum.

'Biz Frank'le konuştuk' diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.

Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak
olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.

Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne yapabilirim?' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi
daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.

Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.

Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.


Doğan Cüceloğlu
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (06-12-2007), buena vista (06-12-2007), flz (06-12-2007), Master (06-12-2007), meraklı (06-12-2007), neron (06-12-2007)
  #63  
Eski 06-12-2007, 16:50
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı 40 altin kural......

1- Ucuz araba kullan ama, alabilecegin en guzel evi al.

2- Adam gibi uc fikra ogren.

3- Sevinclerini sakin erteleme.

4- Esini cok iyi sec. Cunku bu secim mutlulugunun veya bedbahliginin %90'ini olusturur.

5- Hergun 30 Dakika yuruyus yap.

6- Her yemekten once sukret.

7- Bir arkadasina sirrini aciklamadan once iki kere dusun.

8- Maas cekini imzalayan kisileri asla elestirme.

9- Kaybedecek seyleri olmayan insanlardan kork.

10- Gozunun onunde hep guzel seyler bulundur.

11- Cocuklarin, adet kelimesini duyduklarinda seni hatirlayacak sekilde yasa.

12- Dinine ait kitabi tam anlamiyla okumak icin kendine bir yil sure tani.

13- Kendini ve baskalarini affetmesini bil.

14- Ilkyardimi ogren.

15- Biri seni kucakladiginda ilk birakan sen olma.

16- Hergun 6 bardak suyunu icmeyi unutma.

17- Seni seven insanlari koru.

18- Zor da olsa ailenle tatil yapmak icin herseyi dene. Bu tatildeki anlar, hayatinin en degerli anlarindan biri olacak.

19- Kendine yapilmasini istemedigin hicbirseyi baskalarina yapma.

20- Basariya, ic huzura kavustugun, saglikli oldugun ve sevildigin zamani degerlendir.

21- Iyi ve basarili bir evliligin iki seye bagli oldugunu unutma :

A) Dogru insani bulmak

B) Dogru insan olmak.

22- Ebeveynlerini, esini ve cocuklarini elestirmek istedigin zaman dilini isir.

23- Sevimsiz olmayacak sekilde ayri fikirde olmayi ogren.

24- Cesaretli ol, hayatina geri baktiginda yaptiklarin icin degil yapmadiklarin icin uzuleceksin.

25- Cok mukemmel buldugun bir fikri baskasinin engellemesine izin verme.

26- Keyifsizliklerini aciga vurma.

27- Nasil bir duygu oldugunu ogrenmek icin 24 saat kimseyi ve birseyi elestirme.

28- Evliligini guzellestirmek icin hergun birseyler yap.

29- Iyilik dolu bir sozu ve iyiligin etkisini asla kucumseme.

30- Cocuklarin hakkinda baskalarina iyi birseyler soylerken, birak onlar da duysun.

31- Guc, sahip oldugun mallarla ilgili degildir. Unutma !!!

32- Cocuklarini anlamaya calis, yargilamaya degil.

33- Kalem ve not defterini daima yaninda tasi.

34- Zaman ve kelimeleri bosyere harcama, ikiside cok degerli.

35- Insanlarin yaptiklari olumsuz seyleri degil, ileride yapacaklarini dusun.

36- Senden az ya da cok parasi olanlarla, paran hakkinda konusma.

37- Birseyi elde etmek cok caba sarfettiysen, tadini cikarmak icin zaman ayir.

38- Birisinin kahramani ol.

39- Neyi ve kimi destekledigini insanlara soyle.

40- Sadece ask icin evlen.
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
account (07-12-2007), buena vista (06-12-2007), dohol (08-12-2007), flz (06-12-2007), Ramo (06-12-2007)
  #64  
Eski 09-12-2007, 09:38
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Tunceli’li Özge’nin Gül’e ilginç mektubu

ybayer@hurriyet.com.tr

BİR öğrencinin e-posta adresinden, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e hitaben yazılmış bir not aldık dün.

Şöyle diyor: "Ben Özge (17) ve kardeşim Ezgi (14) iki kız kardeş İstanbul Esenyurt’ta yaşıyoruz. Annemiz 2004 yılında 36 yaşında kansere yakalandı ve altı ay içinde öldü. Annem vefat ettikten kısa bir süre sonra babamız işsiz ve parasız kaldı. Yaklaşık iki yıl önce bizi terketti. Bize ninemiz bakmaya çalışıyor; o da zor şartlar altında... Fatih Sultan Mehmet Lisesi II. sınıfında okuyorum; kardeşim de ilköğretimde... Derslerim çok iyi takdirname aldım. Ancak zor günler geçirdiğimiz için okulllarımızı bırakmak durumunla karşı karşıyayız. Kimseden destek alamıyoruz."

Mektup daha sonra yardım isteği ve Cumhurbaşkanı’nın elini öpme faslı ile bitiyor.

Özge, telefonunu verdiği için daha sonra kendisiyle konuştuk. Sakindi ve akıllı şeyler söylüyordu.

Not ortalaması 4.70 imiş; sayısal bölümdeymiş. Esenyurt İnönü Mahallesi, Çeşme Yolu Caddesi’nde oturuyorlarmış. Babaannesi, biri evli iki amcası ve onların çocuklarla birlikte tam 9 kişilik bir aile; yokluk ve kıtlık içinde bir yaşam söylediğine göre. Konu komşunun desteğiyle bugüne kadar gelmişler.

- AKP’li Esenyurt Belediyesi size yardım yapmıyor mu?

- Bir keresinde 150 YTL lira verdi. Babaanneme de kömür verildi. İki amcamdan biri tekstilde, biri de şoför olarak çalışıyor. Birinin kart borcu var. 500 YTL felancivarında maaş alıyorlarmış. 300 YTL kira ödüyorlar. Onlara yük olduğumuzu biliyoruz. Gazi mahallesinde oturan teyzemlerin de durumu iyi değil. Okuldaki arkadaşlarımızın aileleri de fakir; öğretmenlerimiz de...

TUNCELİLİYİZ

- Siz nerelisiniz?

- Tunceli, Hozat’ta doğduk.

- Çocuk Esirgeme’den 12 yaşındaki bir kız çocuğuna ’gönüllü aile’ olmasından ötürü mü Cumhurbaşkanı’na bu mektubu yazdın?

- Hayır öyle bir talebimiz yok. Sadece durumumuzu, çaresizliğimizi anlatmak istedim. Çünkü ne anne-ne de baba var. Valiliğe yazı yazdım, belediyenin Beyaz Masa’sına gittim. ’Ararız’ dediler ama hiçbir cevap gelmedi. Babam arada bizi görüyor ama hiçbir faydası yok. Cumhurbaşkanımızdan sadece babama bir iş bulunup, birlikte oturmamızın sağlanmasını istiyoruz.

- İlerde ne olmak istiyorsun?

- Ben doktor, kardeşim de veteriner...

- Cep telefonu kullanıyorsun?

- Oto aksesuarında muhasebecilik yapan halam var, arada 10 YTL’lik kontör yüklüyor.

Kızların yaşadığı Esenyurt’un Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu, Emine Erdoğan’ın sevdiği eski bir Büyükşehir bürokratı. Emine Hanım, yerel seçimlerde bir tek Kadıoğlu’nun kampanyasına destek vermişti. Gerekli desteği sağlasaydı; belki de gazetelerde Gül’le ilgili ’gönüllü aile’ haberlerinden esinlenilerek böyle bir yazı yazılmazdı Özge...

Yoksa bu ’görmezliğin’ arkasında ailenin Tunceli kökenli olması mı yatıyor?
Alıntı ile Cevapla
  #65  
Eski 16-12-2007, 09:06
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Şükrü KIZILOT
skizilot@yaklasim.com

Bu kazançlar kutsal mı


YÜRÜRKEN ya da taksi veya dolmuşla önünden geçerken, bazı vergi dairelerinin ön cephesinde, büyük puntolarla yazılı olan "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" sözlerini fark ettiniz mi?


Şimdi "Ne var bunda?" diyeceksiniz. Haklısınız, hiçbir şey yok. İlk bakışta doğru bir söz ama bazı ayrıntılara inince, kafalar karışıyor.

İLGİNÇ BİR KUTSALLIK

Vergi Usul Kanunu’na göre; kanunlarla yasaklanmış olan faaliyetlerden elde edilen gelirler de vergiye tabi (VUK.Md.9/2).

Buna göre;

- Silah kaçakçılığı,

- Esrar ve eroin ticareti,

- Bazı özel evlerin(!) işletilmesinden sağlanan gelirler,

vergiye tabi.

Tamam anladık, yakalanırsa vergisi alınacak!..

Peki... Bu kazançlar vergilendirilince, kutsal mı olacak?

RÜŞVET BİLE VAR

Vergiye tabi olan gelirler arasında, ihaleden çekilmek için alınan paralar da yer alıyor.

İnanmayanlar için belirtelim; Gelir Vergisi Kanunu’nun 82/2. maddesine göre;

"İhale, artırma ve eksiltmelere iştirak edilmemesi karşılığında elde edilen hasılat"

arizi kazanç olarak beyan edilip, gelir vergisi ödenecek.

Peki... Vergilendirilince, rüşvet de kutsal mı olacak?

BAK ŞU İŞGÜZARA

Yıllar önce görmüştüm. Bir vergi dairesinin ön cephesinde yazılı olan "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" sözündeki, "Kazanç"ın "anç"ını, işgüzarın biri koparmıştı.

Söz de aynen şöyle olmuştu:

"Vergilendirilmiş kaz kutsaldır."

Rüşvetin vergisini ödeyen var mı

GELİR Vergisi Kanunu’na göre, ihaleden çekilme karşılığı elde edilen paraların, "arızi kazanç" olarak beyan edilip, yüzde 35’e varan oranda gelir vergisinin ödenmesi gerekiyor.

Merak edip araştırdık, "İhaleden çekilme karşılığı örneğin 100 bin YTL aldım" demek suretiyle, beyanname veren olmuş mu diye...

Şimdiye kadar, hiç kimse böyle bir beyanda bulunmamış!..

Belli ki, bu yasa maddesini hazırlayanlar, çok iyimserlermiş!..

Bu arada küçük bir not: İhaleden çekildiğini beyan eden kişi, "İhaleye fesat karıştırma suçu" ile yargılanıp 12 yıla kadar hapse girme tehlikesiyle, ihale de "iptal edilme" riski ile karşı karşıya... (Hürriyet)
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
Master (16-12-2007), Ramo (16-12-2007)
  #66  
Eski 13-01-2008, 09:37
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Meğer kocamla o kadın, evimizden iki sokak ötede, aynı evde yaşıyorlarmış...

Gülden AYDIN


Sabri Varan, 2002 seçimlerinde AKP’den Gümüşhane milletvekili seçilmişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın çalışma arkadaşıydı. Parlak bir siyasi gelecek kendisini bekliyordu. Ama 2006 yazında her şey değişti. Çünkü o, tıpkı eski AKP Konya Milletvekili Halil Ürün gibi, parti içinde bir skandala imza atmıştı. 18 yıllık evliliğini, bir başka milletvekilinin Meclis’te tanıştığı sekreteri için gözden çıkardı.

Boşandıktan sonra aradan üç hafta geçmeden, sevgilisi Nesrin Özcan’la evlenip balayına Bodrum’a gidince gazetelerin birinci sayfalarına çıktı. Dört çocuğunun annesi, eski eşi Nuriye Durmuşoğlu (44) o dönemde kapısını aşındıran gazetecilere "Şu anda söyleyecek bir sözüm yok. Gerektiği zaman konuşurum" demişti. Sabri Varan, yeni bir özel hayata başlamıştı ama siyasi hayatı da bitmişti. Çünkü 2007 genel seçimleri yaklaşırken, o da diğer skandal yaratan AKP’li milletvekilleri gibi "Emine Hanım kriterlerine" çarptı, yeniden aday gösterilmedi. Milletvekili adayı olamayınca eşine ödediği nafakayı azaltmak için mahkemeye başvurdu. Geçirdiği zor günlerden sonra toparlanan, zayıflayan ve kendine güveni geri gelen eski eş Nuriye Durmuşoğlu ise artık konuşma zamanının geldiğine karar verdi. "Eşim bana iki yıl sabret, konuşma demişti. Bu sözümde durdum. İyilik meleği olmanın bedelini ödedim, hálá da ödüyorum" diyor. Onunla Ankara’daki evinde konuştuk.

Muhafazakar bir ailede mi yetiştiniz?

- Eşim muhafazakár terbiyeyle yetişmiş. Benim ailem ise çok sosyaldi. Ne baskıcı, ne başıboş yetiştirdi bizi. Ailemde herkes gibi benim de başım açıktı. Sağlık meslek lisesinde okuyup hemşire oldum.

Nasıl tanıştınız eşinizle?

- Sabri eczacılığın birinci sınıfında öğrenciyken tanıştık. Gümüşhane Devlet Hastanesi’nde namzet hemşireydim. Bana aşıktı.

Siz de aşık mıydınız kocanıza?

- Aşıktım. Güleryüzlü, sevecen bir adamdı. Bana asla şiddet uygulamadığı gibi surat da asmazdı. En ufak bir sorun yaşasam asla dört çocuk yapmazdım.

Tesettüre girmeye ne zaman karar verdiniz? Eşiniz mi istedi?

- Onunla da bağlantısı var ama asıl kendi kararım. Zaten başım açıkken de namazımı kılar, orucumu tutardım. Her iki hayatı yaşamış biri olarak çok rahat söylüyorum ki baskıyla örtünmedim. Ama onunla tanışmak örtünmeme vesile oldu.

BANA ÇIKIŞTI, SİYASİ KOMPLO DEDİ, İNANDIM

Eşiniz 2002’de Gümüşhane milletvekili seçilince eminim, çok gururlandınız.

- Nasıl hem de! Ankara’ya taşındık, Dikmen Vadisi’nde ev tuttuk. İlk yıl, her hafta sonu Gümüşhane’ye gitti geldi, normal karşıladım. Beni bu normallik yanılttı. Gözü oldu bitti yükseklerdeydi, hırslıydı, tepede oynardı. Bakan olacağını söylüyordu.

Değişim nasıl başladı? Bir şeylerin yolunda gitmediğini hiç mi hissetmediniz?

- TBMM Sağlık Komisyonu’na girdikten sonra beni ve çocukları hakir görmeye başladı. Bizi küçümsemeye, yanında hiçbir yere götürmemeye başladı. Çingene, diye bağırıyordu bana. Yavrularıma da sokak çocukları diyordu.

Hiç şiddet gösterdi mi peki?

- Hayır, hiç el kaldırmadı. Ama sokağa çıkmamamı, çocukların başında durmamı istiyordu. AKP Genel Merkezi’ndeki toplantılara gitmeme bile kızardı. Sonradan anladım ki, partili kadınlardan ilişkisini duymamı istemiyormuş. Koordinatör milletvekili olduğu için Doğu ve Güneydoğu’daki şehirlere gidiyordu. Ona o kadar çok güveniyordum ki...

Ama eşinizin, Muş Milletvekili Seracettin Karayağız’ın Meclis’teki sekreteriyle aşk yaşadığı o dönem Ankara’da biliniyordu.

- Ben hiçbir şey bilmiyordum. Sonra bir gün, apartmanımızda oturan milletvekillerinden birinin hanımı geldi. Gazetede bir haber çıkmış, kocanın hayatında ikinci bir kadın varmış, dedi. Ben de iftira attıklarını söyledim, en ufak bir şüpheye düşmedim. Sabri’ye duyduklarımdan bahsettim. Kim nereden çıkardı, dedi, sinirlendi. Bana öyle çıkıştı ki. Bu bir siyasi komplo, dedi. İnandım.

AKP çevresinden hiç mi size çıtlatan olmadı?

- Milletvekilleri biliyormuş ama eşlerinden gizlemişler. Görüyorlarmış ikisini bir arada. Bazen de Meclis’e bizzat giderken onlara rastlıyorlarmış. Bu evliliği kendi aramızda kurtarırız diye düşünerek, iyi niyetle söylememişler. Hanımlarının ağzını yokluyorlarmış, bana söyleyip söylemediklerini öğrenmek için. Meğer kocamla o kadın, evimizden iki sokak ötede, aynı evde yaşıyorlarmış. En başta Seracettin Karayağız’ın haberi vardı. Sekreteriyle bizimki istedikleri şehirlere birlikte gidiyormuş. Bilgisi olmadan gidebilirler mi?

Nesrin Hanım’la hiç karşılaştınız mı?

- Hiç. Şimdi yanımdan geçse tanımam. Bir de öğrendim ki evlenmişler. O kadar. Hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ama bilenler, sonradan bildiklerini döktürmeye başladı. İncinmemden korktukları için söylemediklerini şimdi anlatıyorlar.

KIZIM BANA GELDİ DİYE DÖVMÜŞ, YUMRUK ATMIŞ

Çocukların velayeti önce babadaydı. Ne oldu da dava açıp üzerinize aldınız?

- Milletvekili haklarından yararlansınlar diye velayeti üzerine almıştı, itiraz etmemiştim. Bana her ay bin YTL nafaka ödüyordu. İki küçük çocuğum benimleydi, büyük oğlum Gökhan’ı Macaristan’a tıp okumaya yollamıştı. Kızım Merve (16) onların yanında kalıyordu. Kızımın beni görmesini yasakladı. Cep telefonuna el koydu, interneti kapattı, ev telefonunu kullanmasına izin yoktu. Servis şoförüne tembihlemişti.

Ama Merve babasından kaçıp size sığınmış.

- En büyük travmayı o yaşadı. Bir gün kızım yalvarmış, anneme gideyim, diye. İzin vermemiş. Geçen yıl 6 Ekim’de Merve okul servisinden iner inmez belediye otobüsüne binip bana geldi. Evden çıkarken bir not bırakmış: "Her gün dayak korkusuyla yaşamaktan bıktım. Baskı ve şiddetle yaşamak istemiyorum. Annemin evine gidiyorum. Yuva yıkanın yuvası olmaz Nesrin Hanım..." Kadın, notu yırtmış, okulu aramış. Okula gelmediğini öğrenince Sabri’ye haber vermiş. Babası gelip kapıya dayandı. Zinciri taktığımız için kapıyı açamadı ama mandalını kırdı. Merve’nin gelmek istemediğini söyledim, küplere bindi. Gece 11’de kapıya polis geldi, Bahçelievler Karakolu’na çağrıldım. Kızımı kaçırıp alıkoyduğumu, babasına iade etmem gerektiğini söylediler. Velayeti koz olarak kullanmıştı. Mecburen kızımı gönderdim, ağlayarak ayrıldık.

Hukuki yola başvurmadınız mı?

- Merve eve girer girmez, babası onu kafasından tutup bir o duvara, bir bu duvara çarparak dövmüş. Gözlerine yumruk atmış. Merve ertesi gün okula o halde gidip dilekçe vermiş. Savcı kızımı Adli Tıbba gönderdi, bu sayede rapor aldı. Kızımla birlikte davacı olduk. Ayrıca bu dayak vesilesiyle çocuklarımın velayetini almak için dava açtım. 2 Kasım’dan beri çocukların velayeti bende. Büyük oğlum Gökhan 19 yaşında. Diğer çocuklarımın her biri için ayda 750 YTL ödemesi gerekiyor.

Aldığınız nafakadan başka geliriniz yok mu?

- Hayır. Eski eşim, "ekonomik gücüm yok" iddiasıyla nafaka indirimi istedi. Kazandığım davayı temyize gönderdi. Gümüşhane’deki eczanesi, kuyumcu dükkanı, muhasebe şirketi duruyor. Resmi kayıtları nasıl değiştirecek bilmiyorum. Bu nasıl bir ruh halidir? Dinli, dinsiz, çağdaş, laik, dindar olmakla ilgisi yok. Bu, vicdanla, insan olmakla ilgili.

SİYASETE VEYA İŞE BAŞLARSAM BELKİ BAŞIMI AÇABİLİRİM

Arka arkaya dört doğumla birlikte son yıllarda çok kilo almıştım. Şimdi diyet yapıyorum. Beş ayda 13 kilo verdim. Üzüntüden değil zayıflamak için çok kararlıyım. Her türlü olaya rağmen edebimi, gururumu, cesaretimi ve kararlılığımı koruyorum. Dışarıdan gelen destek, kapıya kadar. Kendi başına kalınca insan kendi gücünü görüyor. Belki ileride siyasete ya da çalışma hayatına başlarsam başımı açabilirim. Meclis’teki hanım vekillerin başı açık diye ahlaksız mı oldular? Ahlakı, yapı, öz ve vicdanla birlikte düşünürüm. Başörtüsünü ölçü almam. Favori kadınım, Münevver Arınç’tır. Emine Erdoğan, benim için çok özel bir kadın. Gülay Göktürk’e biterim, çok hayranım. Esra Ceyhan, çok hanımefendi, bayılıyorum. Güldal Mumcu, harika kadın. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ idolüm.

Boşanmaya özelimiz yüzünden ikna oldum, asla açıklamam, mezara gidecek bu sırrı Emine Hanım’a bile söylemedim

Ama boşanmanız tek yönlü bir karar değilmiş. Boşanmaya nasıl ikna oldunuz?

- Bir gün beni karşısına aldı. Beni çekemeyenler, siyasi düşmanlarım var, hayatım tehlikede, boşanalım, dedi. Ben de ne alakası var bütün bunların boşanmamızla, dedim. Hepimizin, özellikle çocuklarımızın geleceği için boşanmamız lazım, dedi. Bir de kişisel rahatsızlıkları olduğunu söyledi.

Nasıl bir rahatsızlık?

- Bedensel. Ben de böyle bir rahatsızlığın varsa benden neden gizliyorsun, dedim.

İyi de ikna olmanız için kuvvetli bir gerekçe değil ki.

- Onun dışında çok özelimiz var. Bu sırrı asla açıklamam, benimle mezara girecek bir sır bu. Yoksa hiçbir kadın bu kadar safça davranmaz. Atilla Koç’un eşi de bana çok kızmıştı. "Böyle bir saflığı nasıl yaparsın? Gözün kapalı mıydı boşanmaya imza atarken? Seni cesur ve uyanık bilirdik" dedi. Emine Hanım (Erdoğan) evime geldi. Onunla hukukumuz güzeldir, sağ olsun. O da aynı soruyu sordu.

Bu çok özel sırrı Emine Hanım’a da mı söylemediniz?

- Hiç kimseye söylemedim. Yine paylaşmayacağım. Ama bugün Sabri bana dese ki öleceğim, asla inanmam. Beni çok özelimle ve güvenimle vurdu. En ufak bir şüphe duymadan formaliteyi yerine getirdim. Bana, bu anlaşmalı bir boşanma, seni hiçbir şekilde mağdur etmeyeceğim, dedi.

Eşiniz, parti çevresine izahatta bulunmuştur o sırada...

- Gidip Başbakanımız Erdoğan’a, eşimin hiç problemi yok, anlaşarak boşandık, demiş. Başbakan o zaman şoke olmuş. Beni az çok tanır çünkü.

BAŞBAKAN SAĞ OLSUNSABRİ’NİN YÜZÜNE BAKMAMIŞ

Eski eşim vekilliği düştükten sonra işlerinin bozulduğunu iddia ediyor, bütün olanlardan beni sorumlu tutuyor. Çocuklara, annenizin içi rahatlasın, vekilliğimi çizdirdi, demiş. "Benimle hiç alakası yok. Başbakan da sağ, Emine Hanım da sağ, gidip sorabilirsiniz" dedim. Ne yapacaklarını bana neden danışsınlar ki? Ama bana danıştılarsa eğer, bundan mutluluk duyarım. Bu da ayrıcalığım olsun. Başbakan bana Emine Hanım’la haber göndermişti. Müsterih olsun, kendi açımızdan gerekeni yapacağız, demişti. Başbakan için Sabri özel bir kişiydi, ilk ekibindendi. Başbakan çok şaşırdı yaptığına. Onun en takdir ettiğim yanı, aileye, eşe, çocuğa sonsuz değer vermesi. O kadar yoğunluğun arasında bunları ihmal etmiyor. Sabri, en son AKP Gençlik Kolları toplantısına gitmiş, kendini Başbakan’a göstermiş. Sağ olsun, Sabri’nin yüzüne bakmamış, görmezden gelmiş. HüRRIYET
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
meraklı (13-01-2008), Ramo (28-01-2008)
  #67  
Eski 27-01-2008, 16:32
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Aziz Nesin neden 'yüzde 60' demişti?

Pazar kahvesi

Aziz Nesin'in Türk halkının zekâ düzeyiyle ilgili "yüzde 60" ı için olumsuz sözleri çok kez yazıldı.
Peki böyle bir laf etmeye neden gerek gördü?
Yıllar sonra o gün Aziz Nesin'in yanında olan Müjdat Gezen'den aslında bunun bir hakaret değil, hiciv olduğunu dinledim.
Olay şöyle... Aziz Nesin, Nasrettin Hoca için topluluk önünde konuşmaktadır.
Kalabalıktan biri, Aziz Nesin'e, "Nasrettin Hoca'nın torunları olan bizlerin de nükte zekâmız olduğunu söyleyebilir misiniz?" diye sorar.
Aziz Nesin'in bir süredir Türkiye'deki siyaset dönüşümü nedeniyle öfkesi burnundadır.
"Hayır" der, Türk milletinin yüzde 60'ının zekâ seviyesiyle ilgili o malum olumsuz söylemde bulunur.
Bir uğultu duyulur. Ortam gerilir.
Dışarı çıktıklarında Müjdat Gezen "Aziz Bey, neden böyle bir şey söylediniz?" der.
İşte Aziz Nesin'in cevabı:
"Aslında yüzde 92 diye geçti içimden... Ama ağzımdan yüzde 60 çıktı..."
Yani konu, 1982 Anayasası'nın yüzde 92 oyla kabul edilmesi.
Bir kara mizah...
Hepimiz zaman zaman verdiğimiz oylar nedeniyle "ah kafam" demez miyiz?..

gunericivaoglu@milliyet.com.tr
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (27-01-2008), meraklı (28-01-2008), Ramo (28-01-2008)
  #68  
Eski 30-01-2008, 08:48
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Turan hocamin bir anisi.. sizlerle paylasmak istedim..

BİR TÜRBAN ÖYKÜSÜ
1987 den bu yana tam 21 yıl !. Betül’ün, soruşturmacı hocasına ifade vermemesi, ancak derslere de gelmemesi nedeniyle, üniversiteden uzaklaştırılma cezasının bir süre için askıya alındığını bildirmek zorundayım. Kendisiyle bir kez olsun yüz yüze görüşemeden, Cumhuriyet karşıtı bir davranışın ihanete eş bir yanlış olduğunu anlatamadan. Okuldan uzaklaştırılan tek öğrenci olacağını ona açıklayamadan, sadece cezayı bildiriyorum. Kendi haneme yazdığım bu başarısızlık öyküsünü, bugünkü tablonun bir tohumu olarak değerlendiriyorum.
Betül’ün bir amcasının MÜ.Atatürk Eğitim Fakültesi Doçenti, babası.İlahiyat Fakültesi profesörüdür. Baba Topaloğlu ile görüşmemizde, örtünme isteğinin Betül’den, onun dini inançlarından kaynaklandığını, bu konuda aileden bir baskı gelmediğini öğreniyorum. Bu nedenle, babadan bir ricada bulunuyorum:;
1. Betül’ün üniversiteden uzaklaştırılmaması için yardımcı olmasını istiyorum.
2. Baba Topaloğlu, içtenliğini daha da artırarak, beni rahatlatmaya çalışıyor.
- Dekan Bey, sizin üzülmenizi asla istemem. Zira bu, gelip geçici bir konudur. Bu düzen böyle sürüp gitmeyecektir. Ve siz bu gerçeği algılayamıyorsunuz. Betül üniversitesine geri dönecek ve öğrenimini bizim dünya görüşümüz, bizim inancımız doğrultusunda tamamlayacaktır. Ben hemen şu yanıtı veriyorum:
- Ama bugün, dini sembol sayılan kıyafetler, bir ikilik ve ayrıcalık yaratması nedeniyle üniversiteye

sokulmamakta, Betül’ü üniversite dışında bırakmaktadır. Aslında, Betül bu kılık kıyafeti ile öğretmenlik de yapamayacağına göre, durum sizin için de üzücü değil midir? Hocamızın yanıtı daha da çarpıcı oldu:
- Ama, sizin gibi düşünenler, o gün geldiğinde burada olmayacak, ve de çocuklarımız dini inançları doğrultusunda öğretmenlik yapacaklardır.
Sonunda, sadece günü kurtaran geçici bir uzlaşma sağlayabildik. Buna göre:
• Bu düzen değişip, o düşüncedeki adamlar yönetime getirilinceye kadar Prof.Dr. Bekir Topaloğlu ve arkadaşları fakültelerinde beklemede kalacak.,
• Betül hanım, öğrenim hakkının dondurması için dekanlığa başvuracak.,
• Dekanlık, “üniversiteden uzaklaştırılma” cezasını bir süre askıya alacak,
• Yeni yöneticilerin gecikmesi ve de aynı suçun yinelenmesi durumunda “uzaklaştırılma cezası” yürürlüğe konulacak idi. Öyle de oldu.
Betül kızımızın Kadıköy İmam-Hatip Lisesi’nden aldığı (Pekiyi) diplomasını, oradaki başı açık fotoğrafını, fotoğraftaki gülümseyen yüzü anımsamaktayım. Kendisi bugün 40 yaşında genç bir ham fendi olmalıdır. O günkü dik duruşuyla, bugünün bir Cumhuriyet Öğretmeni olacağını düşünemiyorum... Ama önemli olan, onun her şeye karşın, mutlu bir yaşam sürmesidir, bunu yürekten diliyorum.
Sayın Bekir TOPALOĞLU profesörümüze gelince; Cumhuriyetimizin büyük özenle yetiştirdiği bu hocamızı, 21 yıl öncesinden bu günleri algılaması bir yana, o günkü (laiklik karşıtı) düşüncelerini özgürce aktarmasından dolayı kutlamak zorunda olduğum gibi, ayrıca söylediklerine de inanmayıp, onu gereğince ciddiye alamadığım için kendisinden özür dilemek zorundayım.
Şimdi ben de, Cumhuriyetimizle ilgili gelişmeleri onun görüş açısından izliyor, gelişmeleri doğru algılayıp, çevreme özgürce aktarmağa çalışıyorum. Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız, Bakanlarımız, Yök Başkanımız, Rektörlerimiz ve Dekanlarımız, Topaloğlu Hoca’mızın 21 yıl önce bana çizdiği tablo içindeki yerlerini hiç gecikmeden alıyorlar. Sayın Gül Ham-fendinin, eski üniversitesine eski türbanıyla giriş yapacağı o görkemli töreni de görür gibiyim. Törene kızıyla birlikte sayın Topaloğlu’nun da çağırılacağını, Betül’ün de üniversitesine aynı gün dönebileceğini düşünebiliyorum.
Bu tablonun gelişiminde onların da katkıları olmuştur.
Bunu kesinlikle hak ediyorlar.

Prof.Dr.Turan Ilgaz. (MÜ.Atatürk Eğitim Fakültesi Eski Dekanlarından.) İZMİR (28.01.2008)
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (30-01-2008), dentist (30-01-2008), meraklı (30-01-2008), Ramo (30-01-2008)
  #69  
Eski 03-02-2008, 08:42
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Laf atan Müslüman erkeği değil de, laf yiyen Müslüman kadını düzeltmeye çalışıyordu!

sonery@hurriyet.com.tr

’Şulebaş türban’ tasarımından kara çarşafa uzanan sıradışı bir hayat


Hayrünnisa Gül’den Emine Erdoğan’a kadar birçok kadının başlarını bağlama şekline "Şulebaş" deniyor.


Bu başörtüsüne adını veren Şule Yüksel Şenler kimdi? Nasıl ve neden örtündü? Bu türban modelini nasıl buldu? Terzilik öğrendiği Ermeni ustasının etkisi oldu mu? Türbandan sonra neden kara çarşafa büründü? Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım birlikteliğinin arabulucusu Şule Yüksel Şenler, neden iki kez evlenip boşandı? Türban konusunda Türkiye’de "çığır açan" bir gazeteci-yazarın işte yaşam hikáyesi.

KIBRISLIYDILAR. Babası Hasan Tahsin ile annesi Mihriban Ümran Hanım, teyze çocuklarıydı. Altı kardeştiler: Özer, Örsel, Şule Yüksel, Gonca Gülsel, Tuncer ve Çiğdem.

Tarih 29 Mayıs 1938. Kayseri. Şule Yüksel dünyaya geldi. Babası, Sümer Fabrikası’nda görevliydi. 6 yıl sonra görevinden ayrıldı. İstanbul’a yerleştiler. Bütün aile; anneanneler, babaanneler tüm akraba kadınları modern kıyafetler içinde, zarif ve şık giyiniyorlardı.

Şule Yüksel, Koca Ragıp Paşa İlkokulu’na giderken ailenin ekonomik düzeni bozuldu. Şenler çiftinin çocuklarına okul aile birlikleri yardım etti. Şule Yüksel, ortaokula kadar okuyabildi. Annesi kalp krizi geçirip yatağa bağlanınca okuldan alındı.

Artık evden çıkmıyor; temizlik yapıyor, yemek pişiriyordu. Arta kalan zamanlarında hep kitap okudu; ne bulursa onu okudu. Öyküler yazmaya başladı. Bunları Safa Önal’ın çıkardığı "Yelpaze" Dergisi’ne gönderdi. İlk yazarlığa burada adım attı.

Sonra Gökhan Evliyaoğlu, Peyami Safa gibi devrin ünlü isimlerinin bulunduğu "Yeni İstanbul" Gazetesi’nin gençlik köşesinde yazmaya başladı.

Bu arada gazetenin ilanlarını hazırlayan Yüksel Bey’den resim dersi aldı. Resim derslerini müzik dersleri takip etti. Ney ve kanun çalmayı öğrendi.

AĞABEY BASKISI

Ağabeyi Özer Şenler, Said-i Nursi’nin yakın çevresi içine girmişti. Ailesinin modern yaşamına; annesi ve kız kardeşlerinin örtünmemesine ve hele hele evde bile olsa kız kardeşlerinin erkek musiki hocalarından ders almasına çok kızıyordu. Bir gün evi terk etti.

Artık ağabeyi Özer’in yeni bir hayatı vardı. Dizinin dibinden ayrılmadığı Said-i Nursi, "Özer" adını da değiştirip "Üzeyir" koymuştu! Ağabey Özer Şenler’i, Said-i Nursi ile tanıştıran kişi ise, "Milliyetçiler Derneği"nden arkadaşı Nevzat Yalçıntaş’tı.

Şule Yüksel o günlerde áşık oldu. Lise öğrencisi mahalleli bir gence tutuldu. Aşk karşılıklıydı. Dört yıl flört ettiler.

18 yaşına bastığı gün iki aile yan yana geldi. Ancak bu söz kesme merasimi tatsızlıkla sonuçlandı. Müstakbel kaynanasının, oğlu ve geliniyle aynı evde yaşamak istemesi bu birlikteliğin sonunu getirdi.

Baba Hasan Tahsin Şenler bu teklifi kabul etmedi. Bu acı sonucu mutfakta öğrenen Şule Yüksel bayılıp kaldı.

Ve yıllar geçse de bu acı dünür olayını hiç unutamadı. Hatta çocuk sahibi olamamasını da bu olaya bağladı...

ERMENİ TERZİ

Annesi, aşkını unutması için Şule Yüksel’i Bakırköy’de bir Ermeni terzinin yanına çırak verdi. Gencecik yaşında her türlü elbiseyi dikebilecek düzeye geldi. Zamanla kalfalığa kadar yükseldi.

Ermeni ustasının Avrupa’dan getirdiği moda dergilerini elinden düşürmedi. Bu dergilerde gördüklerinden etkilenip ileride "Şulebaş Türban" tasarımı ortaya çıkaracağını kuşkusuz tahmin bile edemezdi...

Moda magazin dergilerini elinden hiç düşürmedi ama siyasi olaylara da ilgisiz kalmadı. 1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs mitinglerine katıldı. Ata yurdunu unutmamıştı. Mitinglerde kürsüye çıkıp ağlayarak şiirler okudu.

27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan Adalet Partisi’ne katıldı. AP Bakırköy Gençlik Kolları, Edebiyat ve Kültür Kolu Başkanı oldu.

Faruk Nafiz Çamlıbel’in çıkardığı "Kadın Gazetesi"nde köşe yazmaya başladı. Asıl adı "Yüksel" idi. Ama kadın olduğunun anlaşılması için adının önüne "Şule" ekledi. O artık "Şule Yüksel Şenler" idi. O dönem siyasal görüş olarak aşırı milliyetçi Nihat Atsız’a yakınlaştı. Ama ağabeyi Özer’in (Üzeyir) hastalığı yaşamını değiştirdi.

OJELİ TIRNAKLAR

Ağabeyi sarılıktı. Annesi, kız kardeşleri hastanede başında beklediler günlerce. Ağabeyi kendine gelince onlardan son bir istekte bulundu: "Örtünün!"

Şule Yüksel sinirlendi: "Ağabey, neden bizden yapamayacağımız şeyler istiyorsun?"

Ağabeyi, "O halde Risale-i Nur toplantılarına katılın" dedi. Ağabeyin ölüm döşeğinde morale ihtiyacı vardı. Kabul ettiler. Risale-i Nur toplantılarına aileden ilk olarak Şule Yüksel Şenler gitti.

Bir evde beyaz örtüler içindeki on kadın, karşılarında başı açık, modern kıyafetli ve üstelik kendilerine göre hayli dekolte bir elbise içinde onu görünce çok şaşırdı.

Şule Yüksel eteğini çekiştirip, manikürlü ojeli parmaklarını saklayarak bir köşeye çekilip oturdu. Risaleleri dinlemeye başladı. Hiçbir şey anlamadı. Sıkıldı. Birkaç toplantıdan sonra kadınlardan biri, ojeli tırnaklarını "orangutan maymunlarına" benzetince çok utandı. Kendini "düzeltmeye" önce tırnaklarından başladı, artık oje yoktu.

Sonra kadınlar başını örtmesini istedi. O da, "ayıp olmasın" diye başını yarım örtmeye başladı.

"Ağabeyin çok iyi okuyor, bakalım sen nasıl okuyacaksın" diye eline risaleleri verdiler. Çok güzel okudu; kadınlar hayran kaldı.

Takdir edilmek, kabul görmek çok hoşuna gitti.

O günden sonra namaza başladı.

’KÜRT KARISI DİYECEKLER’

Yıl 1965...

Bir gün aynanın karşısına geçti:

Besmeleyi çekip örtündü. İçinden, "Ne kadar çirkin oldum" dedi. Bu kez saçının ön tarafı görünecek şekilde başörtüsünü bağladı. "Ne kadar iradesizim" diye kızdı.

Aynanın karşısında başörtüsünü tekrar tekrar çeşitli şekillerde bağladı:

"Besleme kızlara benzedim!"

"Hizmetçi kız oldum!"

"Herkes bana gerici, yobaz gözüyle bakacak!"

Ve sonunda...

Bugün moda olan "Şulebaş tipi türban" o gün, o aynanın karşısında ortaya çıktı. "Öyle şık bir tarzda örtünmeliyim ki herkes çok beğensin!"

Beklediği olmadı. En büyük tepki, anneannesi İkbal Hanım’dan geldi. İlk sözü, "Kürt karılarına benzemişsin" oldu!

Ağabeyi dışında tüm ailesi örtünmesine karşı çıktı. Ne olduğunu soranlara "Başı ağrıyor" dediler.

Yolundan dönmedi. Kadınlara başörtüsünü sevdirmek için çok uğraş verdi; farklı şık eşarplar dikti; biyeli, atkılı, tokalı özel başörtüler taktı. Çevresi tepki gösterdikçe o örtüsüne sarındı. Örtüsü bayrağı oldu.

PAPA’NIN GELİŞİNE KARŞI

Örtünmesiyle birlikte çalıştığı yayın organı da değişti. Yeni yayın organıyla birlikte artık davalar süreci de başlayacaktı. 26 Ocak 1967 tarihinde Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı "Yeni İstiklal" Gazetesi, Pakistan’da üniversiteye, ellerinde kitapları kara çarşaf içinde giden üç genç kızın fotoğrafını basıp, yanına da Şule Yüksel Şenler’in, "Müslüman kadınların örtünmesi şarttır" diyen yazısını koyunca, Türk Kadınlar Birliği dava açtı.

Şule Yüksel Şenler ilk kez mahkemeyle tanıştı. Ama bu son olmayacak; iki kez de cezaevine girecekti. Anadolu’nun her yanında seminerler vermeye başladı. Şule Yüksel gibi İstanbul’da yaşayan modern bir kadının örtünmesi, "itilmişlik duygusu" içindeki çevrelerde memnuniyet yarattı.

Her gün bir yerde panele katıldı. "Başı açık kadınlara laf atılıyor; oysa kapalı kadınlara ana-bacı gözüyle bakılıyor" diyordu.

Laf atan Müslüman erkeği değil de, laf yiyen Müslüman kadını düzeltmeye çalışıyordu!

Said-i Nursi hayranıydı. "Bugün" Gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek, Said-i Nursi’nin evlenmeyişini ve sakal bırakmayışını eleştirince en sert tepkiyi o gösterdi.

Giderek radikalleşti. 1967 yılında Papa’nın Türkiye’ye gelmesine karşı çıkıp, "Ağlayın ey Müslüman kardeşlerim ağlayın" diye makale yazdı.

Ankara’da İmam Hatiplere ve İlahiyata Kız Yetiştirme Kursu açılmasını sağlayıp, müdür oldu.

Öğrencileri onun gibi "Şulebaş" türban takmaya başladı. Bu kurstan yetişen öğrencilerden biri de ünlü gazeteci Abdurrahman Dilipak’ın eşi Asiye Hanım’dı.

Tayyİp ErdoĞan İle Emİne HanIm’In evlİlİklerİnde arabulucu OLDU

Yaşadığı ilk aşk ve ilk hayal kırıklığının da etkisiyle yıllar sonra "Huzur Sokağı" adlı romanını yazdı. Bestseller oldu. Ünlendi.

Roman, "Birleşen Yollar" adıyla 1970’te sinemaya uyarlandı; yönetmen Yücel Çakmaklı’nın İslami içerikli ilk filmi oldu. Başrolde Türkan Şoray ile İzzet Günay vardı.

Başörtüsü sinemaya girmişti...

32 yaşındaki Yüksel Şule Şenler o yıl evlendi. Eşi, ilahiyat mezunu tiyatrocu Abdullah Kars idi. Şehir şehir dolayıp İslami tiyatro yapıyordu. Yani aynı zamanda dava arkadaşıydılar. Evlenmelerine Risale-i Nur talebelerinden Sait Özdemir vesile olmuştu.

Gelinliğin modelini Şule Yüksel Şenler çizdi. Kadın-erkek ayrı ayrı yapılan düğün, müziksiz ve danssız oldu. Davetiyelere ilk kez ayet ve hadis konmuştu. Konukların tesettüre uygun giyinmesi istenmişti.

Fakat:

Bu İslami düğün mutluluk getirmedi. Eşi, Şule Yüksel’i hep dövdü. Toplantılarda, "Eziyet gören kadının sabrettiği takdirde Allah katında büyük derecelere ulaşacağını" söyleyen Şule Yüksel’in dayanacak gücü kalmadı. Beş yıllık evlilik hüsranla bitti; boşandılar.

KOCA BASKISI

Hayat devam ediyordu. Koca baskısından kurtulmuştu. Tekrar panellere gitmeye; gazetelere, dergilere yazmaya başladı.

"İdealist Hanımlar Derneği"ni kurdu. Manevi başkanı oldu.

Derneğe gelen genç kızlar arasında, Emine Gülbaran (Erdoğan) da vardı. Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım’ın evliliklerinde arabulucu olan isim de Şule Yüksel Şenler’di.

Bu arada ikinci evliliğini yaptı. Eşi Kanada’da yaşamış bir maden mühendisiydi. Daha önce evlenmiş ama eşini kaybetmişti. Bir kızı vardı. (Şule Yüksel Şenler, üvey kızının yaşamına saygısından dolayı, eşinin adının yazılmasını istemedi.)

Şule Yüksel Şenler için damat adayının en önemli özelliği, namazında niyazında olmasıydı.

Evlendiler. Bakırköy’de dubleks bir apartman katına yerleştiler. Eşi dolayısıyla yeni çevre edindi. Yeni çevre, Nakşibendi İsmailağa Cemaati’ydi.

Burada tanıştığı kadınlardan; simsiyah çarşaf giyen Dr. Sevim Asımgil, yaşamında ikinci radikal değişime neden oldu.

"İslamiyet’ten soğutuyor", "Mümkün değil çarşaf giymem" diyen Şule Yüksel Şenler bir gün kara çarşafa giriverdi.

Modern başörtüsüyle başlayan süreç, kara çarşafa gelip dayanıvermişti. Tercih kendinindi kuşkusuz. Ama ortada bir reel durum da yok muydu?

Ağabeyinin isteğiyle Nurcu olup türban takan Şule Yüksel Şenler, bu kez eşinin isteğiyle Nakşibendi olup kara çarşafa girivermişti!

KARA ÇARŞAF GİYİYOR

Türban takarak modern hayat sürdüren çevresini şaşırtan Şule Yüksel Şenler, bu kez kara çarşafa girerek türbanlı arkadaşlarını hayretler içinde bıraktı. Türbanlı arkadaşlarından koptu. Eşiyle ve üvey kızıyla Fatih Çarşamba’ya yerleşti. Milli Gazete’deki yazılarına son verdi.

Bir gün Başbakan Erdoğan’ın dünürü, gazetenin başyazarı Sadık Albayrak İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Hoca’ya gelerek, Şenler’in tekrar Milli Gazete’de yazması için izin istedi.

Şeyh Mahmut Hoca, istiharede olan Şenler’in durumuna göre, belli konularda yazmamak üzere izin verebileceğini söyledi.

İki erkek Şule Yüksel Şenler hakkında karar verirken; o dönemde Şule Yüksel Şenler’in derdi başkaydı.

İkinci kocası da fiziki şiddet uyguluyordu. Her seferinde şeyhine koşuyor ama Mahmut Hoca, "Hele sabret" diyordu. 11 yıl sabretti. Boşandı. Boşanmasıyla birlikte, İsmailağa Cemaati kendisiyle tüm ilişkisini kesti! Yapayalnız kaldı.

AKIL HASTANESİNDE

Annesi Ümran Hanım vefat etmişti. Babasının yanına taşındı. Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığına başladı. Sorunlar yakasını bırakmadı. Babası Hasan Tahsin ağır psikolojik hastaydı; hafızasını kaybetmişti. Bir gün evden çıktı ve geri dönmedi.

Akıl hastası Hasan Tahsin’i vatandaşlar, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne götürdü. Hastanede diğer hastalardan dayak yiyen Hasan Tahsin vefat etti.

Aynı hastalık Şule Yüksel Şenler’e de bela oldu. Hafızasını kaybetti. Kimseyi bilemedi ve tanıyamadı. Kıblenin nerede olduğunu, namazda hangi duaları hangi sırayla okuyacağını soruyordu hep.

Aynı zamanda uyuyamıyor; sabaha kadar ağlıyordu. Doktorlar sürekli uyuttular. Bu ağır yorucu hayat beynini, vücudunu yıpratmıştı. Kimbilir belki de akraba evliliği sonucuydu çektiği bu ıstıraplar? Tedavisi bugün hálá sürüyor...

Allah şifa ve uzun ömür versin...

SONUÇ

Şule Yüksel Şenler’in yaşamı, aslında toplumsal hayatımızın dönüşümüyle paralellik gösteriyor; yani Türkiye bugünlerde "ağabey" baskısı altında örtünüp örtünmemeyi tartışıyor.

Bundan sonra nelerin yaşanacağını Şule Yüksel Şenler’in yaşam hikáyesi anlatıyor zaten.


Soner YALÇIN
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (04-02-2008), ar_de_ (03-02-2008), Master (03-02-2008), meraklı (04-02-2008), neron (05-02-2008)
  #70  
Eski 10-02-2008, 09:16
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı AKP’nin tesettüre girme hikáyeleri..

sonery@hurriyet.com.tr


Deniliyor ki: Örtülü eşleri AKP’lilere "türban yasasını hemen çıkarın" diye evde baskı yaptı! Peki, AKP’lilere baskı yapan örtülü eşler, ne zaman, nasıl örtündü? Aile, mahalle, koca baskısı gördüler mi? Mesleklerini bırakıp "ev kadını" olmaya mecbur mu edildiler? Hepsi aynı sosyal sınıftan mı geliyor?

İşte onların, isim isim örtünme hikáyeleri...

EMİNE ERDOĞAN


Emine Gülbaran 15 yaşında intihar etmeyi düşündü. Yıl 1970’ti. Mithatpaşa Akşam Sanat Okulu’nun öğrencisiydi.

Romantik bir kişiliği vardı. Cep romanları okuyor. Artistlerin kartpostallarını biriktiriyordu. Emel Sayın ve Ajda Pekkan’ı beğeniyordu. Bir de sinemaya gitmeyi.

Ziya amcalarının eski Amerikan otomobilinde ilk kez direksiyona geçti; otomobil kullanmak istiyordu. Giyinmeyi çok seviyordu. Dikiş dergisi Burda’nın patronlarından kalıp çıkarıp, kendine elbise dikiyordu. İlk diktiği giysi ise çift taraflı bir pelerin oldu. Bir tarafı uçuk bir eflatun, diğer tarafı uçuk griydi.

Ağabeyi Hüseyin Gülbaran kendisinden bir yaş büyüktü. Kız kardeşi Emine’ye artık örtünmesi gerektiğini söyledi. Emine Erdoğan, yıllar sonra "Nasıl Örtündüler?" kitabının yazarı Gülay Atasoy’a o günü anlattı:

"Ağabeyim bana örtünmem gerektiğini söylediği zaman intihar etmeyi bile düşünmüştüm. Nasıl olur da örtünürdüm! Çevremde bir tane örneği yoktu. Köy gibi bir yerde olsam neyse... Orada dikkati çekmezdim. Ama burada (İstanbul’da) olamazdı. Bu karışık duygular içindeyken, bir vesileyle Şule Yüksel Şenler’le tanıştım. Bu tanışma beni çok etkiledi. Böylelikle bir Müslüman hanımın hem modern, hem kültürlü, hem de örtülü olabileceğini gördüm."

Emine Gülbaran 15 yaşında örtündü.

Okuldan ayrıldı.


HAYRÜNNİSA GÜL

Abdullah Gül’ün annesi Adviye Hanım, gelini olmasını istediği Hayrünnisa’yı Kayseri’de bir akraba düğününde gördü.

Hayrünnisa 14 yaşındaydı. İstanbul’da Çemberlitaş Ortaokulu’nu yeni bitirmişti. Takdirname almıştı. Liseye başlayacaktı.

Abdullah Gül 29 yaşındaydı. Sakarya Üniversitesi’nde asistandı. Gül Ailesi, Özyurt Ailesi’ne görücüye gidip Hayrünnisa’yı istedi.

Aileler anlaştı. Ama ortada sorun vardı. Medeni Kanun, 14 yaşında bir kızın evlenmesine izin vermiyordu. Hayrünnisa’nın 15’ini doldurması beklenecekti.

18 Ağustos 1980.

O gün Hayrünnisa’nın yaş günüydü.

O gün yasal engel kalktı.

O gün 30 yaşındaki Abdullah Gül ile 15 yaşındaki Hayrünnisa Özyurt evlendi.

Ve o güne kadar başı açık olan Hayrünnisa, işte o gün, evlendiği gün tesettüre girdi.

Okuldan ayrıldı. Artık ev kadınıydı.

ZEYNEP BABACAN

Hacettepe Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğrencisiydi.

İleride eşi olacak Ali Babacan’ın üç kız kardeşi Betül, Tuğba ve Merve ile yakın arkadaştı.

Ali Babacan öğrenimini tamamlayıp ABD’den döndü.

Babası Hilmi Babacan, oğlu Ali’nin evliliğini şöyle anlattı:

"Amerika’dan dönünce Ali’nin kız kardeşleri, kendi arkadaşlarının arasından birini belirledi ve ’Ağabeyciğim, şu kız (Zeynep Yurter) senin için uygundur’ dediler. Biz de Allah’ın emriyle istedik. İstediğimiz gün de kabul edildi. Kız kardeşleri, Ali’nin kendi karakterini ve nasıl birini istediğini bildikleri için mevcutların içinde sana bu uygun dediler. Biz de görücü usulüyle gittik, baktık ve beğendik."

Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıyacağı söylenen genç Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın evliliği görücü usulüyle böyle gerçekleşti.

Evlenmesiyle birlikte Zeynep Yurter örtündü.

Ev hanımı oldu.

Uzatmayayım...

Hayati Yazıcı’nın eşi Selma; Hüseyin Çelik’in eşi Şahsenem; Mehdi Eker’in eşi Yasemin; Faruk Çelik’in eşi Beyhan...

Liste uzayıp gidiyor.

AKP çevresi diyor ki; kızlarımız-kadınlarımız tesettüre girmeye kendileri karar veriyor!

Ne yazık ki türbanı "özgürlük sorunu" olarak gören entellerimiz de öyle düşünüyor.

Ama hayat öyle demiyor işte.

AHSEN UNAKITAN

Edirneliydi ailesi; merkeze bağlı Musabeyliği Köyü’nden. Orta halli Eral Ailesi’nin kızıydı. Mandolin ve piyano çalmayı küçük yaşta öğrendi. Tenis oynamayı seviyordu.

Öğrenim hayatında hep başarılıydı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

Avukatlık yapmaya başladı. Solcuydu. 1971 yılında Maliye Bakanlığı’nda Hesap Uzmanı olarak çalışan Kemal Unakıtan ile evlendi. Edirne’den çocukluk arkadaşıydılar. Bir gün...

Yolda gördüğü bir işportacıdan eşarp aldı.

Örtündü.

Avukatlığı bıraktı. Ev hanımı oldu.

Eşi bakan olunca, örtünme modelini değiştirdi; türbanı kulaklarının arkasından bağlayarak kendi tarzını yarattı.

Türban, Eral Ailesi’ni böldü.

Bugün Eral Ailesi’nin çoğu hálá solcu.

MÜNEVVER ARINÇ

Yıl 1978.

Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu Giyim Bölümü’nden, 5 üzerinden 4.5’la mezun oldu. Okulun en başarılı öğrencisiydi.

Münevver Tay, üniversite yıllarında modern giyimiyle dikkat çeken biriydi. Bir de yardımseverliğiyle tanınıyordu. Kırşehir Kaman’da öğretmenlik yapmaya başladı.

Manisa MSP İl Başkanı Avukat Bülent Arınç, hemşerisi Münevver Öğretmen’i partisinin önde gelen isimlerinden İsmail Tay’dan istedi. Münevver Tay öğretmenliği seviyordu. Evlenmeyi şimdilik düşünmüyordu.

Ancak...

Babasının ısrarına fazla karşı koyamadı. Ve evlendi. Damat Bülent Arınç 31, gelin Münevver Tay ise 22 yaşındaydı. Öğretmen Münevver Tay evlenince ev hanımı oldu; tesettüre girdi.

Öğretmenliği bıraktı. Çok sevdiği öğretmenliği ancak bir yıl yapabilmişti.

SEMİHA YILDIRIM

O da öğretmendi.

Eşi; Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Erzincan Refahiye İlçesi Kayı Köyü’nden akrabasıydı.

Görücü usulüyle evlendiler.

Evlenince o da öğretmenliği bıraktı.

Örtündü.

Ev hanımı oldu.

GÜLTEN ÇİÇEK

Ailesi Yozgatlıydı. Yozgat ile Yerköy arasındaki Saray İlçesi’nde öğretmenlik yapıyordu. Cemil Çiçek ise Yozgat’ta avukattı. Görücü usulüyle evlendiler.

Gülten Hanım’ın öğretmenliği sadece beş yıl sürdü. Örtündü. Ev hanımı oldu.

FATMA Ş. AKDAĞ

Fatma Şeyda, Erzurum Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydi.

Babası subaydı.

Başı açıktı.

Nesrin Akdağ, müstakbel gelinini Erzurum’da bir toplantıda görüp beğendi.

Oğlu Recep Akdağ, Erzurum Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmiş; üniversitede kariyer yapmıştı. Bekárdı.

Akdağ Ailesi, Ordu’ya gidip Fatma Şeyda Hanım’ı ailesinden istedi.

Evlendiler.

Fatma Akdağ, okulu yarım bıraktı.

Tesettüre girdi.

Ev hanımı oldu.

MEHTAP GÜLER

CHP Muğla Milletvekili Hasan Fehmi İlter’in kızıydı. Annesi Sevilay İlter ressamdı. DSP’li, eski Dışişleri Bakanı Sina Şükrü Gürel ile kuzendiler.

Hilmi Güler, ODTÜ’den Metalürji Mühendisi olarak mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisans, doktora yaptı. TAŞ-TUSAŞ, MKEK, ETİBANK, İGDAŞ kurumlarında üst düzey görevler aldı. 33 yaşındaydı. Mehtap İlter ile tanıştı. Flört ederek, 1981 yılında evlendiler.

Babası Hasan Fehmi İlter bu mutlu olaya şahit olamadı; çünkü üç yıl önce vefat etmişti. Mehtap Güler evlenince örtündü. Çalışmayı bıraktı, ev hanımı oldu.

SANİYE ŞAHİN

Mehmet Ali Şahin ile Saniye Şahin teyze çocuklarıydı.

Mehmet Ali Şahin, Başbakan Erdoğan’ın İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden okul arkadaşıydı.

Memleketi, Karabük’ün Ovacık İlçesi’ne bağlı Ekincik Köyü’nde 1.5 yıl imamlık yaptı.

Teyzesinin kızı Saniye ile evlendi.

Bu akraba evliliğinden midir bilinmez; oğulları Fatih Şahin zihinsel engelli doğdu.

Mehmet Ali Şahin sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirme başarısını gösterdi.

Sonra siyasetin merdivenlerini hızla tırmandı.

En büyük destekçisi ise eşi; ev hanımı Saniye Şahin’di.

Politikacıların üniversite bitiren kızları neden çalışmıyor

BÜYÜK olasılıkla, üniversitelerde türban serbest olacak. Herkes merakla bekliyor, sonra ne olacak?

Deniliyor ki, "mahalle baskısı" gibi üniversitelerde "türban baskısı" olacak; özellikle Anadolu’daki üniversitelerde başı açık kız öğrencilere örtünme baskısı gelecek.

Bu olabilir mi? Evet olur. Bitmedi. Meselenin bir başka yönü daha var:

Türbanlı kızlarımız üniversitelere girince ne olacak? Söyleyeyim:

Çok iyi okuyacak, çok başarılı olacak ve okullarını hep dereceyle bitirecekler. Peki, sonra ne olacak?

Ne olacak biliyor musunuz; evlenip, ev hanımı olacaklar!

Bunu da nereden çıkardınız demeyin. Gelin Türkiye’yi yöneten birkaç politikacının kızlarına bakalım:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kızı Kübra, Bilkent Üniversitesi’ni bitirir bitirmez evlendirildi. Çalışıyor mu, hayır!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra, ABD’de Indiana Üniversitesi’nde okudu. Çalışıyor mu? Hayır. Başbakan’ın diğer kızı Sümeyye çalışıyor mu; hayır!

Milli Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan’ın kızları; Elif Bilkent Üniversitesini bitirdi, Zeynep ise ODTÜ’yü. Üstelik "başları açık okudular" diye parti içinde muhalif sesler çıkmıştı. Peki, bugün çalışıyorlar mı; hayır! Evlendiler, çocuk yaptılar. Yani ev hanımı oldular.

Enerji Bakanı Hilmi Güler’in kızı Ayşe Şeyma da Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nü bitirir bitirmez, eski Orman Bakanı Osman Pepe’nin oğlu İsmail ile evlendirildi.

Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Bilkent Üniversitesi’ni bitiren kızı İclal’i hemen evlendirdi.

Ulaştırma Bakanı Binalı Yıldırım’ın kızı Büşrah...

Listeyi uzatmaya gerek var mı?

Çok merak ediyorsanız; daha yaşları küçük olan Büşra Şahin, Zişan Güler, Büşra Çelik’i medyadan takip ediniz. Onlar da ablaları gibi üniversiteyi çok iyi dereceyle bitirecekler ve sonra hemen evlendirilecekler.

Niye?

Bu gencecik kızlarımız üniversiteyi bitirir bitirmez, çalışmalarına fırsat verilmeden neden hemen evlendiriliyor?

Şimdi derler ki, "Sana ne, bu da bir özgürlük sorunu".

Öyle ya...

Aslında tüm bunlar; özgürlüğün tesettüre sokulması değil mi?


Soner YALÇIN
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (11-02-2008), Master (10-02-2008), meraklı (10-02-2008), neron (14-02-2008), Ramo (10-02-2008)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 09:05 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce