Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Ser'den, Sera'dan. - Sayfa 13 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Bahçıvanlar > Sera
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Ser'den, Sera'dan.
Konudaki Cevap Sayısı
387
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
207701

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #121  
Eski 02-03-2007, 15:38
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Unhappy o kadar işte..

bilinenlerin bilinmezliği herzaman insanı çeker bilmezlerki bilinenlerin aksine bildikleri bilinmezliktir.

Geçen gün menekşelerimi yad ettim. Oniki çeşit idiler.her sabah onları camın önünde sever okşar, hatırlarını sorardım(uçmuş bu demeyin, acayip anlıyorlar). Sonra maalesef onlardan ayrılmak zorunda kaldım...Etrafa dağıttım, iyi bakıyor musunuz sorusuna öldüler cevabı aldığımda sanki bir yarım çöktü...Botanik bahcesi gibi olan evimde artık hiç çiçeğim kalmadı. sonra oturdum adamı yazdım...çiçeklerime hitaben...

"Adam hızlı hızlı yürüyordu, nereye gittiğini bilmeden. Ne acelesi vardı ki zaten olan olmuştu. Düşünmek bile istemiyordu hiçbirsey. Gözlerinde yaşlar sicim gibi akıyor yağan yağmura karışıyordu.Boğazında bir düğüm çözülmesi mümkün olmayan, nefes alamıyordu. Kalbi artık daha fazla dayanamayacaktı . Durdu, arkasına bakmaya çekiniyordu sanki biri onu takip ediyormuş gibi. Bir antikacı dükkanının saçak altında duvarına doğru yaslandı usulca.

Kaldırımdaki döşenmiş taşlar bile ona karşıydı sanki, attığı her adımda oynak kırık bir taşa rastlamıştı. Bileğini burkmuştu, iyice sızlıyordu artık. küfretmek bile ona eza geliyordu, bırak tekrar yürümeye başlamak..Eh nereye gidecekti ki ,nereye...İçi titredi o yumuşacık minik eli hissetti yüzünde, en sevdiği varlıktan kalan tek hatırayı. Onu da tutamamıştı elinde işte..Yaşamaya hakkı var mıydı,sevdiği ,istediği hiçbirseyi yaşatamıyordu. saklayamıyordu kendine. Tutamıyordu, kayıp gidiyordu elinden hersey, karısı, işi, kızı...Ana kokusunu duyamadan büyümüştü, erkek olamadan babasını da kaybetmişti. Akraba denen birsey de yoktu, tanımamıştı. Bir Hacı amcayı bildi büyük olarak. Onu da üniversiteye hazırlanırken yitirmişdi....

Ölmek istiyordu, ne işi vardı bu hayatta. saracak, sarılacak kimsesi yoktu. Ölmeye cesareti bile yoktu. Bunu bile becerememişti işte.Yüzü kasıldı, bembeyaz suratında gülümsemek ona acı veriyormuş gibi ifadesini takındı yine."


Böyle bir ruh hali içinde çiçeklerimi andım sadece....

Herşey gönlünüzce olsun, Sevdiklerimizi kaybetmemek üzere, olanı olan anda yaşatabildiğimiz sürece yaşattığımızı sahiplenip yaşamın dibine vurmadan derinlerini görmek üzere....sevginin sevgisizliğinden öte sevginin anlayışla piştiği sürece her daim yaşamın keyfini almak ve paylaşmak üzere kalın sağlıcakla

saygı bizden paylaşmak herbirimizden
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (15-03-2007), Emin (08-03-2007), Lizzy (02-03-2007), neron (05-03-2007), serdarkus (02-03-2007)
  #122  
Eski 08-03-2007, 21:52
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Güncük

Günlüğümden sadece bir kısmını yani güncük diyebileceğim kısmını cemrenin havaya düştüğü gün yazmaya başlamıştım ama düşecek cemrelerin hepsi – 27 Şubatta suya, 6 Marta da her şeyin anası olan toprağa- düştü; ben hâlâ güncüğümü tamamlayamadım.

Şimdilerde sera gazı, kış uykusu, buzdağı, şu, bu gibi şeylerden bahsediliyor yani küresel cemreden…

Sözgelimi, böyle bir cemre yok ama (şarkılarda olduğu gibi) insanın kanına da cemre düşse, sıcakkanlı, sevgi dolu Âdemoğlu-kızı olsak diye içimden geçiriyorum.

Ansiklopedilerdeki ifadelerden algılayabildiğim kadarıyla, vakti zamanında, İstanbul’da (başı, sonu belirtilmemiş!) 60 senelik bir dönem için bu cemrelerin durumları incelenmiş ve şöyle bir sonuca varılmış:

Bir, kıştan bahara geçilirken ortalama sıcaklık eğrilerinin başlangıçlarını belirledikleri ve bu dönemlerdeki mevsim normallerinin üzerinde az ya da çok bir sıcaklık artışlarıyla çakıştıkları görülmüş.

İki, her üç cemre dikkate alındığında (bir, iki günlük farklar göz ardı edilerek) %42’lik, son iki cemre dikkate alındığında da %74’lük bir olasılıkla belirgin bir ısınma gerçekleştiği görülmüş.

Üç, en ilginci de bu olsa gerek, cemreler arası günlerde ise sıcaklıklarda az da olsa bir düşüş olduğu saptanmış.

Hep duyardım ama iplemezdim. Geçen yıl borsada canımla cenk ederken aklıma takılıvermişti.

Sistemim olmayınca, sarı battal boy grafik çizemeyince, üç öğünden vazgeçtik bir öğünlük bile destekten dirençten çakmayınca, tabii dalga malga sayacak durum da olmayınca gözüme cemreyi kestirmiştim.

Bir de şafak saymaya başladığım için iyice dangalaklaşmıştım, biraz daha uzun sürseydi kim bilir daha neler yapardım.

Ayrıca şöyle de bir yazı yazmıştım.

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
Cemre Formasyonu

27/02/2006

Şubat ayının 20'sinden itibaren düşmeye başlar bu mübarek şey. Annem sayardı bunları, şimdilerde kimsenin umurunda değil.

Varsa yoksa ticari bir getirisi olan günleri medya pompalıyor, dayatıyor, ilgililerin aklına karpuz kabuğu düşürerek hafızalara kazıyorlar.

Muhtemelen Orta Asya'dan getirdiğimiz bir şey olmalı. Arapçadaki anlamı "kor ateş"miş!

20 Şubat tarihinde; bunun ilki havaya düşer, 7 gün sonra ikincisi toprağa, (yani bugün düştü) sonuncusu ise 6 Mart tarihinde suya düşecek!

Cemre düşünce de, düştüğü yerde bir sıcaklık yükselişi başlar.

Bu cemrenin borsada bir indikatör Türkçesiyle söylersek gösterge görevi olup, olmadığını sınıyorum.

Havaya düştüğünde borsada işlem gören havacılık sektörü ile ilgili iki hisse, bu sıcaklıktan nasibini almış, yükselmiş.

Öyle mi, öyle! O zaman kimse bu işi fark etmeden taş ve toprağa dayalı sektördeki hisselerden bugün bütçemin elverdiği ölçüde toplarsam hem bu gözlemi ve deneyi kendi üstümde sınamış olurum hem de olası bir ısınmadan nasibimiz ölçüsünde yararlanmış olurum, düşüncesiyle bazı hisselerden alımlar yaptım.

8,35 liralık maliyetle 25 lot BTCIM,
19,35 liralık maliyetle 50 lot BUCIM,
8,63 liralık maliyetle 50 lot NUHCM,
5 liralık maliyetle 25 lot UNYEC,
2,84 liralık maliyetle 25 lot USAK hissesi aldım.

Ayrıca, bu cemre ateş olarak düştüğüne göre, olsa olsa güneşten kopup geliyordur düşüncesiyle;

4,44 liralık maliyetle 100 lot GUSGR hissesi aldım.

Bugün itibariyle hisse sepetimdeki kâğıt sayısı 23'e ve varlığım da 473 liralık artışla 54.669 liraya ulaştı. 60 bine erişmesine öyle bir gereksinimim var ki, anlatamam.

Eğer bu "Cemre Formasyonu" tutarsa, 6 Mart tarihinde de; Pınar Su hissesine şimdiden talibim.

Özetlersek; üç tane cemremiz var ve bunların düşeceği yerlerle tarihler belli, ancak isteğe bağlı olarak dördüncü veya beşinci cemreler değişik ortamlara da düşebiliyor.

Hatırlıyorum; Bora Ayanoğlu'nun bir şarkısında şöyle bir söz vardı:

"Sevgi var ya, şu sevgi.
Nasıl desem, aşk var ya.
Kanıma düşen cemre,
Canımdaki kuş var ya."

Belki borsaya da düşer belli mi olur! Aman, benim şalvarıma düşmesin de nereye düşerse düşsün!

İlginç, Adana Çimentoyu es geçmişim.

Gözünüzden kaçmamıştır umarım; demek öyle savruklaşmışım ki, o zamanlar, cemrelerin bile tarihini karıştırmışım! Tabii ki, kazançlı çıkmam mümkün değildi, olmadı da zaten; cemre, dileğimin aksine şalvarıma düşmüştü çünkü.

Neyse, nerede kalmıştım güncüğümde.
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (15-03-2007), buena vista (09-03-2007), dentist (08-03-2007), dohol (08-03-2007), flz (08-03-2007), Lizzy (09-03-2007)
  #123  
Eski 11-03-2007, 23:16
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Tam Bilmiyorum

Kaldığım yeri biliyordum, bugünmüş gibi o günü, o gün düşündüklerimi hatırlıyorum. Yazmak istemiştim çünkü.

Neden yazmak istediğimi kısmen biliyorum. Bilmediğim kısmını ise gerçekten bilmiyorum. Hatta bu “gerçekten” sözüne katkı olsun diye “vallaha, billaha, tillaha” sözlerini de ekleyebilirim.

Kısmen bildiğim kısmı ise; gene bir zamanlar bu soruyu sorduğumda bana denilmişti ki: “Konuşmak zordur Emin, çok zordur; konuşamazsın. Ama neden yazdığını bilemezsin, yazarsın.

İşte, bu nedenle o günümün bir bölümünü yazmak istedim. Ancak esas yazmak istediğim an ne zaman oluştu, işte o anı anlatmak için bu kadar sözü arka arkaya diziyorum.

Evet, yumurta büyüklüğünde kalan soğanı salya sümük ağlaya ağlaya kıyıp, yoğuracaklarımın üzerine kattıktan sonra elime geçirdiğim şeffaf eldivenle mıncıklamaya başladım kıyma harcını. Bir süre sonra avucumda hissedemediğim için eldiveni çıkardım öyle yoğurmaya başladım.

Orta parmağımın boyunda ama ondan daha kalın bir biçimde tam 12 tane köfte hazırladım.

Fırının üst gözündeki küçük tepsinin altına çok az zeytinyağı sürdüm. Yarım yemek kaşığı yoktu, bu sürdüğüm yağ. Maksat, tepsiye dizeceğim bu köfteler yapışmasın. Yağların bulunduğu yerin kapağını açtığımda, ya beş kiloluk koca mısır yağının tenekesini kaldıracaktım ya da bir kiloluk Tariş’in sızma yağını. Ben bunu tercih ettim.

Köfteleri dörderli sırada yan yana üç sıra olarak, tepsideki yağa da hafifçe sürttürerek yerleştirdim. Bu cümlem biraz tutarsız görünse de gözünüzde canlanmıştır.

Fırının ısı derecesini ayarlayan düğmeyi 200 yazan işarete kadar sağa doğru çevirdim. (Bu cümleyi yazdıktan sonra kafama takıldı, hakikaten sağa doğru mu çevirdim acep, dedim ve yerimden, bilgisayarın başından kalkıp, gidip baktım. Doğruymuş, sağa doğru dönüyormuş.)

Birden kuluncumu hissettim. Doğruldum, geriye doğru iyice gerildim, sağa sola oynattım omuz başlarımı. Birisi görse olmayan müzikle oynadığımı zannederdi.

Ne zaman içmişim farkında değildim, rakı bardağım tezgâhın üzerinde bomboş duruyordu.

Tazeledim bardağımı ve balkona çıkıp yeniden ceviz ağacına bakmaya başladım.

Başta demiştim, yeniden demem de bir mahsur olmasa gerek; başım ağrıyor ve kendimi kötü hissediyordum güne başladığımda. Daralmıştım, anlayacağınız.

Ceviz ağacının bana çağrıştırdıklarıyla ilgili düşüncelerimi düzenleyerek yazmıştım ama bu ikinci kadehin son yudumuna geldiğimde şöyle bir cümle kurmuştum: “Vay be, koca bahçeden kala kala sadece bu, yalnız ve dertli bir ceviz kalmış!

“Bahçe” deyince, “arka bahçe” geldi aklıma. Epeydir, yazmamıştım. Suçluluk duygusuna kapıldım.
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (15-03-2007), AnnE (12-03-2007), bikmisbroker (12-03-2007), dentist (12-03-2007), flz (11-03-2007), meraklı (12-03-2007)
  #124  
Eski 14-03-2007, 23:43
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Karayılan

Kapıldığım bu duyguyu kafamdan kısa bir süreliğine kovdum, rakımdan bir, sigaramdan iki yudum alarak inşa edilen bu binaya baktım ama onu değil, öncesini gördüm.

Aynı zamanda ev sahibem olan Şefika Hanımın bahçesinde yükselen on bir katlı bu binanın bulunduğu yer ile bu yerin yanı, önü, arkası bir zamanlar baskın olarak turunç bahçesiymiş.

Çok değil bir yıl önce şuan önümüzde bulunan yerde bu ceviz ağacına arkadaşlık eden portakal, limon ve mandalina ağaçları vardı. Bir de küçük tek gözlü, eskilerden kalma kararmış kiremitli, taş, bir evcik.

Balkonda otururken, çiçeklenme zamanı, esintinin bedavadan burnumun içine kadar taşıdığı ve ömrümde hiç bu kadar uzunca bir süre koklamadığım portakal çiçeği kokularını içime çekiyordum.

Kimseler toplamadığı için çürüyene, kendiliğinden düşene kadar yapraklarının arasında sarı ve turunç renkli meyveler de gözüme bayram ettiriyordu.

Burası tapu kütüğündeki kayıtlara göre birisine ait olabilirdi ama serçelerin, adını sanını bilmediğim, sesinin ise sadece kendilerini değil, insanı da mest ettiğini, edebileceğini söyleyebileceğim bir çift kuşun, boy boy kelerlerin, irili ufaklı kertenkelelerin, canlısına denk gelmedim ama varlığına inandığım küçük farelerin ve de Türkiye’nin en uzun boylu yılanının da taa ezelden beri yerleriydi.

***

Duyunca, insana ürküntü veren bir ada sahip: Karayılan.

Gördüğümde, beni hayrete düşüren parlak, sanki cilalanmış kara bir sırta sahip olmanın yanında öyle kapkara bir yılan olmadığından dolayı şaşırmıştım. Başının altından başlayan ve tüm karnı boyunca devam eden pembe ve kırmızı karışımı bir rengi vardı.

***

2005 yılının Haziran ayında, bulunduğun yerden sen kalk ve sokağın ötesindeki bahçeye doğru akıver… Artık su mu içecektin ya da öte taraftaki bahçede rızkını mı arayacaktın, sevdiğinle mi buluşacaktın? Nasip değilmiş, sen git bir arabanın tekerine karnını çiğnet.

***

Günün erken bölümüydü, güneş balkonu doldurmadan kahvaltı etmek için masanın başında beklerken, yoldan geçenlerin çığlık atması üzerine pür dikkat oldum ve aşağı inerek, o zamanlar yalnız olmayan yaşlı cevizin üç, dört metre uzağında yaşama veda etmiş, bozuk asfalt üzerinde yatan, iki metre civarındaki bu kara-kırmızı yılanı iki kamış parçasıyla yerinden alıp, yol kenarındaki kurumuş arkın içine boylu boyunca uzatmış, üzgün duygularla eve gelmiştim.

***

Bir gün bir kepçe geldi, ayrım yapmadan toprakla birlikte bu ağaçları da yerinden söktü, geride derin bir temel çukuru bırakarak çekip gitti.

***

Tepsiyi fırının içinden dışarı alıp, her bir köfteyi bulunduğu yerde çevirdim. Köftelerin kalınlıkları ve uzunluklarına yakışır bir biçimde doğradığım patatesleri de her köfteye iki adet olacak şekilde az kızarmış ama için için pişmiş bu köftelerin yanlarına uzatıp, yeniden fırına sürdüm.
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (15-03-2007), dentist (15-03-2007), dohol (15-03-2007), flz (15-03-2007), kasved (16-03-2007), meraklı (15-03-2007)
  #125  
Eski 15-03-2007, 12:21
ayfer ayfer bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6/15
3 Mesaj ına 9 Kere teşekkür edildi
Post teşekkür ve takıntılar...

Sayın AnnE nin Arka bahçedeki yazısı için özel teşekkür , neden mi?
Uzun bir süredir pirinci ayıklamadan kullanıyordum.Bazen
ayıklayan tanıdıklarımı görünce duyduğum,ben yaptığım işi
savsaklıyor muyum takıntısından kurtardığı ve
Her ne kadar arada Dr.Oetker ürünlerini kullansamda
oğlum eve geldiğinde çok sevdiği için mutlaka sütlaç
(süt şeker pirinç v.b ile) pişirdiğimi ,hazır ürün kullanmadığımı hatırlattığı için.
Bu arada içimde kalmasın Sn.Süvari ye de özel teşekkür.
(Bir keresinde niye kimse teşekkür etmiyor sözüne takılmıştım.)
Foruma uğradığımda gözattığım ve faydalandığım yazıları için.
Şimdi herkese teşekkür etmemeye takılmadan başka
bir takıntıya değineyim.
Patateslerimizin şekli neden eskisi gibi değil yeralması
gibi?Gerçi o şekli bozuk patatesleri almıyorsamda
dışarıda yiyor olabiliriz.Sn.Emin in İzmir Köftesi yerine
köfteye dönüp patatesi mi geçti dedim hayır patatesleri eklemiş.
Sahi son sıralarda Sevgili Ali Hacamın yazıları gözüme çarpmadı.
Birşeyemi alındı diye kafama takıldı.Baktım hocam yazmış,ben atlamışım.
Sonuç bu takıntılara göre ekranlara fazla takılmışım.
Biraz borsadışına takılmakta fayda var...
Şimdi yazdıklarıma göre borsadışı konulara daha çok takılmış mı
oluyorum acaba?
Herkese paylaşımları için teşekkürler sevgiler saygılar
Alıntı ile Cevapla
ayfer kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (15-03-2007), Emin (15-03-2007)
  #126  
Eski 16-03-2007, 18:35
kasved kasved bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Apr 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 17/238
17 Mesaj ına 81 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kara Yılanı kim sever?

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
...............
2005 yılının Haziran ayında, bulunduğun yerden sen kalk ve sokağın ötesindeki bahçeye doğru akıver… Artık su mu içecektin ya da öte taraftaki bahçede rızkını mı arayacaktın, sevdiğinle mi buluşacaktın? Nasip değilmiş, sen git bir arabanın tekerine karnını çiğnet.................

Sevgili Emin anlatınızda ki kara yılanın ölümüne üzüldüm.

Bi toplantıda duymuştum bilmiyorum yalan gerçek , doğanın kendi içinde müdahalesi olmadığı takdirde bir çift fare 450 gün sonunda 1.milyon nüfusa ulaşıyormış.

İnsanoğlu gereğinden hemide çok çok fazla doğaya müdahalesi sonucu gelecek büyük sorunlara şimdiden gebe. Toplumsal hayatımızda olduğu gibi doğamızdaki canlı tür azalış tehlikesinin acaba farkındamıyız!!!

Yırtıcı kuşları, çakalları, tilkileri ve yılanları insanoğlu gereğinden fazla yok etti sonuçmu anadoluda bazı bölgelerde tarlalar domuz ve fare hucumuna uğradı. Bahçelerde koca koca ağaçların kökleri farelerin kemrilmesinden devrildi gitti.

Çoluk çocuk büyük çoğunlukta yılan 'a karşı antipati var nerde görülürse çoğunlukla atasözlerimize yanlış bir şekilde soktuğumuz gibi başı ezilmektedir. Hiç düşünmeyiz doğaya bu şekilde müdahale hakkı bize verilmişmidir, keyfi yaptıklarımızın doğaya maliyetini hiç düşündük mü?

Hayatta en kızdığım şeylerden birisidir yılan öldürmek, çevremde bildikleri için tarlaya işçi götürdüğüm zaman ilk mesajım bu tarlada yılan öldürmek yasaktır.

Hiç unutmam bir keresinde işçinin biri yılan görünce heyecandan bağırarak nerdeyse bayılmak üzereyken koşup yanına gittiğimizde bizim kara yılan onun bağırtısından ondan çok korkarak ordan çoktan uzaklamıştı.

Doğada tüm renkler varsa zenginiz, renkler azaldıkça fakirlik başlar, gelecekte bugünkünden daha çok yılan ve yırtıcının doğamızda yaşayabilme umudunun gerçekten var olması en büyük dileğim.

Sevgili Emin yazınız vesilesiyle bana bu sevgiyi tekrar anımsattığınız için teşekkür ederim.

Sevgi ve saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
kasved kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (17-03-2007), buena vista (17-03-2007), dentist (16-03-2007), Emin (19-03-2007)
  #127  
Eski 19-03-2007, 17:40
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Cool

Alıntı:
ayfer´isimli üyeden Alıntı
Sn.Emin in İzmir Köftesi yerine
köfteye dönüp patatesi mi geçti dedim hayır patatesleri eklemiş.
Sahi son sıralarda Sevgili Ali Hacamın yazıları gözüme çarpmadı.
Birşeyemi alındı diye kafama takıldı.Baktım hocam yazmış,ben atlamışım.
....
Biraz borsadışına takılmakta fayda var...



VE ASLINDA EN ÖNDE GELEN PİYASA KURALINI :" DETAYLARI KAÇIRMAMAK GEREKİR" diyen sevgili AnnE'm Sn.Süvariye hatırlattığı için teşekkür ediyor......
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (20-03-2007)
  #128  
Eski 19-03-2007, 23:28
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Yılan Hikâyesine Dönen Günce

İki bardak rakı mayıştırmıştı beni.

20 Martta oturup, 28 gün öncesini anlatmak kolay değil. Allahtan, bazı notlar almıştım o gün için.

Günün adı Salı, takvimdeki yeri 20 Şubat 2007 idi.

Başım ağrıyordu. Günün, benim gördüğüm bölümü çoğunlukla kapalıydı.

Öğlen vakti kahvaltı etmiş, açılayım diye çay ve sigaraya yüklenmiş, kesmeyince niyeti bozup rakıya döndürmüştüm.

Kendi kendime ev ödevi yüklenmiş, hiç yoktan mülayim biri olmuş ve İzmir Köfte yaparken bulmuştum kendimi.

Epeydir yazmadığım için kendimden hicap duymuş ve bir sürü iç tartışma yapmıştım.

(Dili ve tansiyonu biraz bozuk olan ben ve öteki benle yaptığım bu iç tartışmanın sansürümden geçirilerek hâle yola koyulmuş (düzeltilmiş) durumu aşağıdadır.)

- Ne yazabilirim, niye yazayım, kime ne yararı var?

- Bunu niye önemsiyorsun?

- Bilmem, sık sık takılıyor aklıma.

- “Ne yazacağımı bilmiyorum” demene şaşırdım! Oğlum sen dememiş miydin: “Yazacak konu sıkıntısı çekmem. Bu coğrafyada yaşayan çoğunluk gibi ben de özellikle bilmediğim konularda çok şey söyleyebilirim!”

- Evet, demiştim.

- Öyleyse?

- Bilmediğim hangi konuyu, ele alacağımı bilmiyorum.

- Şimdi mazeretinden mi bahsediyorsun?

- Değil.

- Ya ne, peki?

- Ele aldığım konuyu sitenin içeriğiyle öpüştüremiyorum. O yüzden niye yazıyorum diye bir diğer soru sıkıştırıyor köşeye beni.

- Yahu demiştin ya bir zamanlar; yeterli olmasa da, bir insan bir işi göreceli de olsa seviyorsa ilk adımı atmıştır, gönüllü olmuştur. Hatta çok sevdiğin “Bara kalkan kıç çalkalar” iğneli atasözünü de kendine batırmıştın. Üstelik “Hem oyuna kalkacaksın, hem de yerim ve yenim dar diyerek, nazlanacaksın, ayıptır!” diye de eklemiştin!

- Yanlış yere çekiyorsun konuyu, nazlanmıyorum. Anlamıyorsun beni. Sen demeden ben diyeyim, bir keresinde de “kırılganım ama üşengeç değilim” demiştim.

- O zaman üşenme!

- Ben diyorum: “üşengeç değilim;” sen diyorsun: “üşenme!”

- Ben de diyorum ki: madem üşengeç değilsin, öyleyse üşengeçlik yapma!

- Nereden devam edeyim, peki?

- Kaldığın yerden!

- Nerede kalmıştık?

- Nerede kaldığının bir önemi yok ama Serdarkuş ağabeyine üçüncü boğum ile onun bir yazısından çok etkilendiğin için dilinin ucuna gelenlerden bir şeyler diyecektin bu bir; ikincisi, arayı uzattın, seradan da bir şeyler yazacaktın, ne kestin, ne aldın gibi. Sonra çoktandır teşrif etmeyen ya da kaçamak teşrif eden kıymetli Ali Hocaya da inceden bir şeyler yazabilirsin.

- Ayıp olmaz mı?

- Bilemem, olur belki. Hem bak, kuru kuru rakı içiyorsun, böyük uşağ Asif’in zavotlarına getirdiği yemişlerden bir avuç istemiştin, bırak bir avucu zırnık bile gelmedi, bu da ince bir konu değil mi?

- İşte bu, çok ayıp olur.

- O zaman boş ver. Fırsatını ve zamanını bulursan bugün yaşadıklarını yaz.

- Bugün ne yaşadım ki?

- Düşündüklerini, yaptıklarını, gördüklerini ne bileyim işte… İçini yaz içini! Yeter ki yalan olmasın.

- Yalan olduğunu kim anlayacak?

- Sen anlayacaksın, yetmez mi?

- Ben zaten yalan söylemem, bilmiyor musun?

- Yalan söylemiyorsun ama uydurukçusun.

- Uydurma!

- Bak aklıma ne geldi. Kendini seranın naylonuna dolama, mesela siyasetten de yazabilirsin, gündemdeki konulardan, çok su kaldıran aşk pilavından…

- Zaten yazıyoruz!

- !?

- En iyisi ben, bugün ‘günce’ diye bir başlık altında yaşadığım bu günün bir kesitini yazayım. Hem pişirdiğim İzmir Köfteyi de İzmirlilere armağan edeyim. Bir tatbilir (gurme) gibi damağına düşkün olduğunu sandığım Sayın Master, "böyle yemek tarifi mi olur" desin, şaşırsın; Sayın buena vista’nın canı çeksin; Sayın Ramo da hazır İzmir’deyken toplu besleme yerlerinin vazgeçilmezi olan bu yemekten, aklına düşürdüğümüz için, bir porsiyonluk yesin.

- Bakıyorum gevşedin, hani üç soru sıkıştırıyordu seni?

- Yalan değil, gevşedim, hatta biraz açıldım mı nedir, başımın ağrısı da gitti sanki.

- Çivi çiviyi sökmüş olmasın?

- Olabilir, ama gene kafama takılıyor.

- Senin bu kafan da balıkçı toru gibi, gene ne takılıyor?

- Hadi diyelim ki başlığını günce koyup günümüzü anlattık, bunun kime ne yararı var?

- İyi de… Kime ne zararı var?
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (20-03-2007), dohol (20-03-2007), kasved (27-03-2007), meraklı (20-03-2007), neron (23-03-2007)
  #129  
Eski 20-03-2007, 23:39
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sevdim

Zaman bu kez bulanık bir su gibi aktı.

Halen durulmadı bulanıklığı, hatta iyice bulandırdılar.

“Sizli” cümleler kurmak istemiyorum, samimiyetimi zedeliyor sanki.
Seni sevdim.

Birincisini, ikincisini ve onuncusunu sevdim.

Çok sevdim hem de. Öyle laf ola beri gele cinsinden değil.

Dokuzuncusuna, sekizincisine ve yedincisine kanım kaynamadı, niye yalan söyleyeyim.

Üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncısını yaşım müsait olmadığı için sağlıklı değerlendiremiyorum, o yüzden onlara bir şey diyemiyorum.

Şunun şurasında elli beş gün kaldı. Boz bulanık elli beş gün.

Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve Milletin bölünmez bütünlüğünü, Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini” algılamalarım kadarıyla, koruduğuna inanıyorum.

Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine” bağlı kaldığına da adım gibi inanıyorum.

Milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması” konusunda tek başına ne yapabilirdin bilemiyorum ama “ülküsünden” ayrılmadığına da inanıyorum.

Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerine aldığın görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücünle çalışacağına büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusun ve şerefin üzerine” ant içmiştin, bu andını bozmadığın için sana yüreğimden sevgi ve saygıya sarmalanmış teşekkürlerimi sunuyorum.

Sevmeyenin çok biliyorum, duyuyorum, okuyorum ama ben senin o serin, kararlı, inatçı, çakı gibi ama gene müşfik duruşunu sevdim.

Tasarruf anlayışını sevdim.

Kırmızı ışıkta duruşunu sevdim.

Borsada göçük altında kalmıştım ama Anayasa kitapçığını fırlatmanı da sevdim.

Uzatmak istemiyorum, bana yansıyan, benim algıladığım kadarıyla sevmediğim birkaç davranışın olmadı değil. Onları da sıralayabilirim ama sevdiğim davranışların yanında, “o kadar kusur, kızını geçtik, kadıda da olur” cinsinden olduğu için buraya yazmıyorum.

Elbette kim olursa olsun eleştirilebilmeli “doğru” bir değil çünkü.

İleride tarih neler der, nasıl kayıt düşer kestiremiyorum.

Ben kendi adıma, bu fani ortama duygularımı ancak bu şekilde düşebiliyorum. Seni arayacağımız içime doğuyor ama umarım aramayız ve en az senin kadar temel niteliklere sahip on birinci cumhurbaşkanı olur ülkemin.
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (21-03-2007), bikmisbroker (22-03-2007), dohol (21-03-2007), kasved (27-03-2007), Lizzy (22-03-2007), meraklı (21-03-2007), neron (23-03-2007)
  #130  
Eski 22-03-2007, 12:26
Lizzy - ait Avatar
Lizzy Lizzy bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2007
Bulunduğu Yer: İstanbul
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 82/262
70 Mesaj ına 293 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ben de sevdim...

Mesafeli duruşunun ardında gözlerinde hoş ve çocuksu bir anlam yakaladığım için en çok.İnatla ilkelerine sonuna dek bağlı kalışını,eşine saygı ve sevgi dolu bakışını,umudumun dibe vurduğu anlarda 'iyi de O var,elinden geleni yapacaktır'dediğim birkaç kişiden biri oluşunu,bu kadar ezik,yalaka ve yanar döner adamın arasında güneş gibi parıldamasını sevdim.Eksikleri vardı,ama bence saymaya değmezdi.
Yeri doldurulmayacak,tarih onu hep iyi yazacak biliyorum.Ama bu içimdeki burukluğu teselli edemiyor işte...
__________________
VAR'la YOK arasında dar bir alan var ya,işte oraya bayılıyorum...
Alıntı ile Cevapla
Lizzy kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (25-03-2007), dohol (22-03-2007), Emin (23-03-2007), neron (23-03-2007)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 08:25 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce