Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Tarih Yapraklarından - Sayfa 4 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > Tarih
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Tarih Yapraklarından
Konudaki Cevap Sayısı
50
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
50223

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #31  
Eski 17-05-2007, 23:33
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Azman Dede

Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi'nin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman Dede idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu,dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkına da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu.

Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sorduklarımı cevapladı. Söz Çanakkale`ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı:

-“Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söylerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu; “Yavrum siz kimsiniz?”, içlerinden biri; “Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!..” diye cevap verdi. Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. “Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!..” diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık. Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı “Azman yandık!..” diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..

Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı
Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana

Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış, dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O an geldi. Birden yüzbaşı “Hücum!..” diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an. Tam o an bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!..”

Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu. Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi;

“Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı.” dedi.




( C. Bayar Üniversitesi Öğrenci Konseyi'nin hazırladığı Çanakkale adlı kitapçıktan. )
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
flz (18-05-2007), janus (23-09-2007), kasved (20-05-2007), meraklı (18-05-2007), neron (06-07-2007)
  #32  
Eski 06-07-2007, 11:21
kasved kasved bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Apr 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 17/238
17 Mesaj ına 81 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

İskender-Aristo


*BUYUK ISKENDER, FELSEFENIN DUAYENI SAYILAN ARISTO'YA BIR MEKTUP
YAZAR.''ZAPTETTIGIM TOPRAKLARDAKI INSANLARI TAHAKKUMUM ALTINDA
TUTABILMEK ICIN NELER YAPMALIYIM ''DIYE GORUS BEYAN EDER;

1- ULKENIN ILERI GELEN INSANLARINI SURGUNE MI GONDEREYIM*
*2- ULKENIN ILERI
GELEN INSANLARINI HAPSE MI ATAYIM ?*
*3- ULKENIN ILERI GELEN INSANLARINI
KILICTAN MI GECIREYIM ? *
**
*ARISTO' NUN CEVABI :*
*1- SURGUNDE TOPLANIP SANA
KARSI BASKALDIRIRLAR,*
*2- HAPISHANELER MILITAN YUVASI OLUR, KONTROLDEN
CIKAR,*
*3- ONLARDAN SONRAKI KUSAK INTIKAM HIRSIYLA BUYUR, TAHTINI SALLAR.
COZUM OLARAK SU NASIHATI VERIR: ''INSANLARIN ARASINA NIFAK TOHUMLARI
EKECEKSIN,

BIRBIRLERIYLE SAVASINCA HAKEM OLARAK KENDINI KABUL ETTIRECEKSIN,AMA
ANLASMAYA GIDEN BUTUN YOLLARI TIKAYACAKSIN. '' ( Biri AMERIKA mi dedi !!)*
Alıntı ile Cevapla
kasved kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (08-07-2007), janus (23-09-2007), meraklı (08-07-2007), Ramo (11-07-2007)
  #33  
Eski 23-09-2007, 20:22
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı



Gazi Çiftliği'nde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rasladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

- Merhaba nine...
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- "Merhaba" dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?

Kadın şöyle bir duralayıp, "Neden sordun ki?" dedi:
"Buraların sağbısı mısın? Yoksa bekçisi mi?"

Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?

İhtiyar Kadın başını salladı.
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.

- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?

- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da.... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa.
Ben de gün demeyip gece demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyin de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.

- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı?

Kadını birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona "sağol paşam! demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de
Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.

Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek,
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.

Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim,
- Sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor....

Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.

İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü.

Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;

- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.
Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

- Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine benim bütcemden üç inek verin armağanım olsun."
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (24-09-2007), janus (23-09-2007), salacak (29-09-2007), serdarkus (12-06-2008)
  #34  
Eski 30-09-2007, 11:03
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Atatürk'ün Fikir Fedaisi...

Doktor Reşit Galip'le ilgili yeni bir kitap, "Atatürk'ün Fikir Fedaisi Dr. Reşit Galip" adıyla Gürer Yayınları tarafından yayımlandı. Reşit Galip olayı hem bir devrimci cesaretin hem de Mustafa Kemal büyüklüğünün hikâyesidir...
Dr. Reşit Galip, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'na gönüllü doktor olarak katılır. Atatürk'le tanışmaları 1923 Mart'ında Mersin'de olur. Devletten istifa edip Türk Ocağı Başkanı olan Reşit Galip, açık hava toplantısında konuşurken birden işaret parmağıyla Gazi'yi gösterecek ve
"Sen" diye ona seslenerek şöyle diyecektir:
- Senin asıl büyüklüğün bütün o büyüklüklere rağmen milletin ferdiyim diye övünmendir...
Herkes bir fırtına kopacak sanır. Aksine Atatürk, Reşit Galip'i sever. Galip, 1925 yılında milletvekili olur, iki yıl süreyle İstiklal Mahkemesi üyeliği yapar. Atatürk'le aralarındaki o efsaneye dönüşen kavga 1931 yılı ağustos ayında Dolmabahçe Sarayı'nda yaşanır...
Reşit Galip masada Atatürk'ün de hocası olan zamanın Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet'i eleştirmeye koyulur.
Atatürk'ün, "Davamıza inanmıştır, benim hocamdır, benim hocam olması sence bir değer taşımıyor mu?" sözlerine "Kusura bakma Paşam taşımıyor, okuttuklarının içinde sizin gibi devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır" diye karşılık verir. Mustafa Kemal, "Bu masada hocama hakaret etmenize müsaade edemem" diyecek olur, Reşit Galip, "Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız sizi de eleştiririm. Rose Noir'a 15 bin liralık kredi mektubu da siz verdiniz diye hata olmaktan çıkmaz" diye üsteler.
Ortalık buz keser. Atatürk "Yoruldunuz, biraz istirahat etseniz iyi olacak" diyerek Reşit Galip'i dışarıya davet eder. Ama tüm beklentilerin aksine Reşit Galip dışarı çıkmaz: "Burası sizin değil milletin sofrasıdır" diyerek yerinde çakılı kalır. Bunun üzerine Atatürk odayı terk eder. Reşit Galip sabaha kadar o salonda oturur. Ertesi gün Ata'ya bir özür mektubu yazar. Birkaç ay sonra yaptığı bir radyo konuşmasını Atatürk de dinler. Reşit Galip: "Devrimlerimizi herkese ve her şeye karşı savunacağız. Gerekirse babalarımıza ve çouklarımıza karşı da..." demektedir. Atatürk birkaç gün sonra Reşit Galip'i çağırtır. Onu Milli Eğitim Bakanı yapar...
Rose Noir hadisesine gelince... Beyoğlu'nda bir Rus karı-kocanın işlettiği böyle bir mekân vardır. Atatürk bir gece oraya gittiğinde mekânın sahibi Madam Senya masaya gelir, uzun uzun dert yanar, İş Bankası'nın krediyi kestiğini anlatır. Bu tür mekânların yaşamasını isteyen Atatürk, İş Bankası'na hitaben bir not yazar, ellerine tutuşturur. İş Bankası Genel Müdürü Mummer Eriş ertesi gün kâğıdı alınca Dolmabahçe Sarayı'na gelir, bu krediyi vermeye kuralların müsaade etmediğini bildirir. Mesele bundan ibarettir.
Ancak, Atatürk'ün o gece o çifte çek verdiği dedikodusu yayılmıştır. Reşit Galip işte bu dedikoduyu seslendirir... Atatürk kimilerine göre diktatördü. Bir bugünkü demokratlara (!) bakın bir o günkü diktatöre...

Melih Aşık Milliyet
http://www.milliyet.com.tr/2007/09/30/yazar/asik.html
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
Gozlemci (01-10-2007), janus (30-09-2007), Master (09-11-2007), neron (09-11-2007)
  #35  
Eski 07-11-2007, 15:14
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

'İcra eden, tatbik eden, karar verenden daima daha kuvvetlidir.'

Mustafa Kemal Atatürk


Maalesef çok üzücü ve kötü günler geçiriyoruz. Büyük önderimizin, zor günlerdeki devlet adamlığına örnek olması açısından, büyük bir anısını anlatmayı kendime görev bildim. Hükümet başındaki bürokratlara !!! önemle duyurulur.

Saygılarımla.


Atatürk'ün devlet adamlığı, Stalin'in verdiği bir demeç üstüne gidişi

Stalin'in Sovyetler Birliği'nin başında olduğu dönemler... Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi ünlü bir diplomat Karakan... 1917 Ekim Devrimi'nin yıl dönümlerinden birinin sabahında Stalin, son derece sivri, anlamsız ve onur kırıcı bir demeç veriyor. Bu demecinde aynen şunları söylüyor:

'Herkes bilsin ki, Rus Milleti; Boğazlarla, Ardahan'ı ele geçirmekten asla vazgeçmeyecektir. Çok yakın bir zamanda bu davalarımızı halletmiş olacağımızı şimdiden müjdeliyorum...'

Aynı gece Ankara'da Sovyet Büyükelçiliği'nde de ihtilalin yıl dönümü kutlamaları yapılıyor. Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk, gece yarısına doğru Stalin'in bu densiz demecinden haberdar oluyor ve maiyetine emrediyor:

'Arabaları hazırlayın gidiyorum.'
'Paşamız bu saatte nereye gidecekler?'
' Sovyet Sefareti'ne.'

Mahiyetin etekleri tutuşur çünkü olayı kavrarlar, içlerinden birisi Atatürk'e:
'Paşa hazretleri nasıl olur? Protokolsüz mü? Siz devlet başkanısınız, protokolsüz nasıl gidersiniz?'
'Ben protokol falan dinlemiyorum çocuk. Stalin vatanımın topraklarına göz dikmiş, sen bana protokolden söz ediyorsun. Hazırlayın arabaları.' diye cevap verir.

Büyük önderimiz ve arabalar hazırlanır. Atatürk ve maiyeti, Sovyet sefaretinin kapısına dayanır.
Ulu önderimiz yüzü asık bir şekilde yukarı çıkar ve o sırada sefarette büyük bir balo vardır. Atatürk kendisini karşılayan Büyükelçi Karakan'ı görünce:

'Merhaba Karakan' der ve aynı sert ifadeyle devam eder. 'Rahatsız ettik ama sen benim şahsi dostumsun, kusurumuza bakmazsın. Bir hususu esasından anlamaya geldim.'
'Emredin Sayın Başkan'
'Ajanstan öğrendiğime göre, başbakanınız Stalin, Ardahan'la Boğazları istemiş, kararı katiymiş...Pek yakın bir gelecekte bu kararını uygulayacakmış. Tam böyle söyleyip söylemediğini bilemem ama buna benzer şeyler söylemiş. Tabii ki bu nutkun da bir sureti sende vardır. Getir bakalım şunu da işin aslını faslını iyi anlayalım.'

Stalin'in nutku getirilir. Atatürk metnin o kısmını yanındakilere kelime kelime tercüme ettirir. Nutuk ajanstan geçen metin ile aynıdır. Atatürk sorar:
'Karakan, sefaret telsizinden derhal Stalin'i bulduracaksın. Bu beyannatından vazgeçip geçmediğini sorduracaksın. Başbakanın tükürdüğünü yalayacak, yalamazsa ben yapacağımı bilirim. Bu cevap bu gece gelecek çünkü benim senin başbakanından daha önemli kararım var. İstediğim cevabıalmadan sefaretinizden dışarı adım atmam. Eğer cevap istemediğim şekilde gelirse bil ki buradan çıkıp doğru Rus sınırına gideceğim...'

Karakan çaresizlik içinde telsizin başına koşar ve Atatürk'ün söylediklerini aynen nakleder. Stalin'den gelen cevap büyük önderimizi tatmin eder çünkü cevapta aynen şöyle söylenmektedir. 'Stalin sürçü lisan eylemiştir. Boğazlar'la Ardahan'ı almak gibi bir arzusu katiyetle yoktur...'
Atatürk cevabı okuduktan sonra Rus Büyükelçisi Karakan'a hitaben 'Karakan seni geri çağırırlar ve yaşatmazlar. Uzun süredir tanışıyoruz, istersen bize iltica et.'
Karakan bu teklife olumsuz cevap verir ve cevabı telgraftan hemen sonra bir telgrafla geri çağrıldığını açıklayarak: 'Teşekkür ederim. Sizi tanımış olmam bile kafidir ancak memleketinizdeki vazifem sona ermiştir. Yarın hareket edeceğim.'
Atatürk fazla ısrar etmez ve Çankaya'ya döner. On gün sonra şöyle bir haber gelir. Sovyetler Birliği'nin eski Ankara Büyükelçisi Karakan fırında yakılmak suretiyle idam edilmiştir.

Evet işte böyle, daha fazla yoruma gerek var mı? Sözümü, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumak için şehit düşen askerlerimizi saygıyla anarak bitiriyorum.

Alıntıdır.
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (07-11-2007), Ceenk (09-11-2007), coser (08-11-2007), flz (08-11-2007), Master (07-11-2007), meraklı (07-11-2007), neron (07-11-2007), nomeames (07-11-2007), Ramo (07-11-2007), salacak (07-11-2007), zumbul (07-11-2007)
  #36  
Eski 09-11-2007, 10:09
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Karizma ne idi?

ata.jpg
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
account (09-11-2007), coser (09-11-2007), dohol (09-11-2007), flz (09-11-2007), Gozlemci (05-02-2008), janus (09-11-2007), Master (09-11-2007), meraklı (09-11-2007), neron (09-11-2007), nomeames (01-02-2008), Ramo (01-02-2008), serdarkus (12-06-2008), Süvari (09-11-2007), zumbul (09-11-2007)
  #37  
Eski 01-02-2008, 12:50
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow Hatırlamak için

__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (01-02-2008), ar_de_ (03-02-2008), buena vista (02-02-2008), coser (01-02-2008), dentist (01-02-2008), Gozlemci (05-02-2008), nedo (01-02-2008), nomeames (01-02-2008), Ramo (01-02-2008), su (25-02-2008)
  #38  
Eski 29-04-2008, 09:46
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Tekerrür... mü gereken

HAMİDİYE ZIRHLISI VE POTOMYA ‘NIN SİVRİSİ…

Siz Potomya’yı bilir misiniz ?
Nereden bileceksiniz Karadeniz’in bu şirin kasabasını…Ama Karadenizliler iyi bilir , Potamya’yı ve öyküsünü..

Biri var ki, O Potamya’yı herkesten daha iyi bilir , bilirdi; Mustafa Kemal ATATÜRK..

Cumhuriyetin ilk yılları .. Devrimler peşpeşe geliyor ; şapka devrimi henüz uygulamaya konmuş.

Hilafetçiler durumdan rahatsız. Derken Şeyh Sait doğuda hilafet kisvesi altında bilinen Kürt isyanını başlatıyor. Vatan toprağının hiçbir köşesinden destek bulamazken ,Potamya’da bir sivri zekalı halkı örgütleyip “hilafet isterüükk” diye Şeyh Sait isyanına destek veriyor.

Atatürk önceleri bunları ciddiye almıyor. Ancak “ Cumhuriyet istemezüükkk, devrimleri tanımazüükk” sesleri yükselmeye başlayınca duruma el koyma gereği doğuyor. Donanmanın “Hamidiye” zırhlısını Potamya sahillerine gönderiyor.

Hamidiye ,Potamya’yı kuru-sıkı bombalamaya başlayınca isyancı halk çil yavrusu gibi kaçışmaya başlıyor. ..Hamidiye susuyor… Taa ki Potamyalılar sahilde saf tutup Hamidiye zırhlısına secde edip de hep bir ağızdan :

- Atma Hamidiye atma.. Şapka da giyecium , verci de fereceğum. Diyene kadar

Potamya neresidir bilir misiniz ? Rize’nin şirin ilçesi..Bugünkü adıyla Güneysu kazası…

Güneysu neresidir bilir misiniz??

Recep’in köyü .. (şimdi de Recep kim diyeceksiniz)

--Potamya’nın bugünkü sivrisi, hani Çankaya’ya aşeren.






O zaman Hamidiye vardı... Ve bir de Mustafa Kemal...

Ya şimdi ????
__________________
meraklı: üzerine vazife olmayanla ilgilenen.. Herşeye burnunu sokan..."merak ediniz, öğreniniz ki yeni ufuklarda başarı sizin olsun."
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (29-04-2008), ebooraxap (12-01-2021), elizabethtc60 (13-11-2020), hiqevop (13-01-2021), isoribixo (14-11-2020), janus (29-04-2008), Master (29-04-2008), neron (29-04-2008), parimatch.cyou (01-12-2020), useesuwonetab (13-12-2020), uvuayunotab (15-01-2021)
  #39  
Eski 04-05-2008, 18:46
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı


Lütfen yüklenmesini bekleyiniz.
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (12-05-2008), buena vista (06-05-2008), Carlosval (03-12-2020), dentist (11-06-2008), ekezamakenuk (15-12-2020), Emin (30-05-2008), janus (05-05-2008), Master (04-05-2008), meraklı (05-05-2008), neron (05-05-2008), owoitaowepo (04-12-2020), TommyMip (15-02-2021), uigdcryes (19-12-2020)
  #40  
Eski 11-06-2008, 18:48
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Iki Tarih

Nazlı Ilıcak: Vahdettin hain değil


Keşan'daki bir okulda, bir öğrencinin, Vahdettin'den adını vermeden "hain" diye söz ettiği iddiası üzerine, Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerince soruşturma açıldı. Yankılara sürüyor. Nazlı Ilıcak Vahdettin'e hain denilmesine karşı..

Nazlı Ilıcak: Vahdettin hain değil

Nazlı Ilıcak'ın köşe yazısı

Ecdada biraz saygı
Son padişah Vahdettin neden hain olsun? Atatürk'ün kahraman sayılması için birilerinin ihanet içinde olması gerekmez ki! Ama maalesef, ders kitaplarında çocuklara hâlâ "Vahdettin'in ihaneti" anlatılıyor. Sanki, "elinin hamuruyla" siyasete karışan ve ülkeyi Birinci Dünya Savaşı'na sokan, sonunda da büyük bir bozguna uğrayıp, Osmanlı'nın yüzyıllar boyunca hüküm sürdüğü topraklardan ayrılmasına yol açan oydu.

Vahdettin, Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesine çok az kala, Temmuz 1918'de tahta geçti. İttihat ve Terakki mensuplarını sevmemesine rağmen, hiç sorun çıkarmadan Talat Paşa'yı kabinenin teşkiline memur etti. Onlara "Sizi takviyeden başka bir fikir ve emelim yok. Benden emin ve müsterih olarak vazifenizi yapınız" dedi. Anayasa ve meşruiyet fikirlerine sadık olduğunu ifade etti. İzmir'in işgalinden sonra Mustafa Kemal'i "Muvaffak ol" temennisiyle, 9. Ordu müfettişi olarak çok geniş yetkilerle Anadolu'ya gönderen de Vahdettin'dir. Görünüşte Samsun mıntıkasındaki anarşi olaylarının bastırılması söz konusuydu ama, esas gaye, Mustafa Kemal'in Anadolu'da teşkilâtlanmasını sağlamaktı. Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey vasıtasıyla, Mustafa Kemal'e, 25 bin altın verilmiştir. Bir iddiaya göre, bu kadar büyük bir rakam, örtülü ödenek kayıtlarında görünmesin diye Vahdettin, Çengelköy'deki değerli atlarını satmış ve parayı Mustafa Kemal'e İngilizlerden gizli olarak teslim etmiştir. Saltanatın kaldırılmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde şahsına yönelik sözlü saldırılardan, eski Dahiliye vekili ve Peyam-ı Sabah gazetesi başyazarı Ali Kemal'in linç edilmesinden sonra, Mustafa Kemal'le görüşmek için son bir teşebbüste bulunmuş, talebine cevap alamayınca, 1922'de 16 Kasım'ı 17 Kasım'a bağlayan gece İngilizlere sığınarak ülkesini terk etmiştir.

Vahdettin, bir kahraman olmayabilir. "İngilizlere karşı yeterli direnci göstermedi" de denilebilir. Ama, o bir hain değildir.

NUTUK 1. SAYFA
1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir :

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.

Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâl Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusuda İzmir'e çıkartılıyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.

Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç'ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu , Mavri Mira Hey'eti'nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey'eti tarafını,olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor.

Ermeni Patriği Zazen Efendi de, Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve 4 İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.
Türkiye Cumhuriyeti; Osmanlı Devleti’nin yerine kuruldu. Son Osmanlı Padişahı olan Mehmet Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı baltalamak için elinden geleni yaptı. Atatürk ve arkadaşlarını idama mahkum ettirmekten tutun da Milli Kuvvetleri dağıtmak için Kuva-yı İnzibatiye adında ordu kurmaya kadar... Günümüzün Osmanlıcıları; onu yüceltirken acaba resmi belgeler ne diyor?

Mehmet Vahdettin; Osmanlı Devleti’nin son padişahı idi. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları işgalcileri yurdumuzdan attığında Vahdettin de İngilizlere sığınıp savaş gemisi ile İstanbul’dan kaçtı.

Uzun zamandır Mehmet Vahdettin’in hain olup olmadığı tartışılıp duruyor. Osmanlı zihniyetini savunanlar, bunun aksini iddia ediyorlar. Bunlar daha da ileri gidip Mustafa Kemal Paşa’ya, Vahdettin’in 40 bin altın verdiğini bile yazıyorlar. Bunun, Vahdettin’i yüceltmek isteyen şeriatçı kesimin uydurması olduğunu tarih açıkça gösteriyor. Çünkü; Mustafa Kemal Paşa, 23 Temmuz-6 Ağustos arasında yapılan Erzurum Kongresi’nden sonra Sivas’a dönmek istediğinde, otomobile lastik alacak paraları bile yoktu ve halk, aralarında yardım toplayarak kabak lastiklere iç lastik almıştı.

YAKALAYIP İDAM EDİN

Mustafa Kemal ve arkadaşları binbir sıkıntı içinde düşmana karşı mücadele için hazırlanırken Osmanlı Padişahı Mehmet Vahdettin, onların asılması için İstanbul’da sıkıyönetim mahkemesi kurdurup karar aldırmıştı. İşte o resmi belgeyi, dilini biraz sadeleştirerek veriyoruz:

“Yüce İrade Mehmet Vahdettin, Kuva-yı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesadın ve anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak ve karşı duranlara işkence, eziyet ve beldeleri yıkmaya cüret etmek suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçi ve kışkırtıcılarından oldukları savıyla sanık olan üçüncü ordu müfettişliğinden azledilmiş, askerlik mesleğinden çıkarılmış Selanikli Mustafa Kemal Efendi ve Yirmi Yedinci Tümen eski komutanı albaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey ve Yirminci Kolordu eski komutanı mirliva (tuğgeneral) Salacaklı Ali Fuad (Cebesoy) Paşa ile eski Ankara Milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve eski sağlık müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ve İstanbul Üniversitesi Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip (Adıvar) Hanım’ın ayrıntıları yargı tutanağında yazılı olduğu üzere Mülkiye ceza yasasına uyularak taşıdıkları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve İDAMLARINA ve hâlâ kaçış halinde bulundukları için buna ilişkin yasa hükümleri gereğince mallarına el konulmasına ilişkin İstanbul Birinci Sıkıyönetim Harp Divanı’nın gıyaben (kendileri yokken) verilen hüküm ve karar, ele geçtiklerinde tekrar yargılanmak üzere onaylanmıştır.”

11 Mayıs 1920’de Nemrud Mustafa (Kürt Mustafa) Divanı denilen mahkemenin verdiği bu idam kararlarına 25 Mayıs’ta Mareşal Fevzi Çakmak; 6 Haziran’da İsmet İnönü, Fahrettin Altay, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi, Bekir Sami Bey, Yusuf Kemal Tengirşenk, Celalettin Arif Bey de dahil edilir. Bu insanları öldürtmeye çalışan kişi Vahdettin idi.

KEMALİSTLER KÂFİR İLAN EDİLDİ

Vahdettin’in niyetini, tavrını, kişiliğini anlamakta ciddi bir ipucu olan başka bir belgeyi yayımlıyoruz. Bu belge; bir fetvadır. Fetva, halka dine göre nasıl davranmalarını gösteren resmi bir karardır. Padişah Vahdettin; Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’tan Kurtuluş Savaşı’nı baltalamak için 5 Nisan 1920 tarihli şöyle bir fetva almıştır:

“Dünya düzeninin yürütücüsü olan İslam Halifesi hazretlerinin (Yani, Vahdettin’in...) idaresi altında bulunan İslam beldelerinde bazı kötü şahıslar aralarında birleşip ve kendilerine reisler seçerek padişahın sadık halkını kandırmaya, yoldan çıkarmaya, padişahın yüksek emirleri olmadan ahaliden asker toplamaya kalkışıp, padişahın emirlerine aykırı olarak birtakım salma ve vergiler kesip, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mallarını ve eşyalarını yağmalamak ve padişah emrinde bulunan bazı dini, askeri ve mülki memurları kendi başlarına kovup kendi hempalarını tayin, hilafet merkezi ile memleketin ulaştırma ve haberleşme yollarını kesmek, devletçe gönderilen emirlerin yapılmasını yasaklamak, hükümet merkezini diğer bölgelerden ayırmak suretiyle halifelik otoritesini kırmak ve zayıflatmak maksadıyla yüksek halifelik makamına ihanet etmek suretiyle imama (padişaha) itaatten dışarı düşmekle, adı geçen reisleri ile aveneleri ve onlara bağlı olan kimseler eşkıya mertebesinde bulunup, dağılmaları hakkında gönderilmiş bulunan yüksek emirlerden sonra hâlâ inat ve fesatlarında direnirler ise adı geçen kimselerin kötülüklerinden memleketi temizlemek ve zararlarından halkı kurtarmak vacip olup “fe-katilü elleti tebga hatta tefaa ila emerillah” ayeti kerimesi gereğince KATLEDİLMELERİ VE GEREKİRSE KİTLE HALİNDE ÖLDÜRÜLMELERİ MEŞRU VE FARZ OLUR MU, BEYAN BUYURULA.

- Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki OLUR!

Dürrizade Es-Seyyit Abdullah tarafından yazıldı.

“Böylece padişahın ülkesinde savaş kudretleri bulunan Müslümanların adil halifemiz ve imamımız Sultan Mehmet Vahdettin Han hazretlerinin çevresi etrafından toplanıp bunlarla çarpışmak için yapılan davet ve emirlerine koşup, adı geçen eşkıyalar ile savaşmaları vacip olur mu?”

- Cevabı budur: Gerçeği Tanrı bilir ki, olur.

Yukarıda görüldüğü üzere; Padişah Vahdettin; düşmanla savaşan Mustafa Kemal Paşa ve onun emrindeki askerleri kâfir gibi görmekte; öldürülmeleri için halkı ve diğer kuvvetleri harekete geçmeye çağırmaktadır.

ORDU BİLE KURDU

Bu çağrılar nedeniyle, Adapazarı’ndan Yozgat’a ve Konya’dan Urfa’ya kadar çok geniş bir bölgede isyanlar çıktı. Vahdettin’in adamları Türk ordusunu düşmandan daha fazla oyaladılar.

Mehmet Vahdettin, düşmana karşı mücadele eden Kuva-yı Milliye’yi dağıtmak için Kuva-yı İnzibatiye adını verdiği bir ordu bile kurdu. 18 Nisan 1920’de kurulan bu ordunun kuruluş amacı şöyle açıklanmıştı: “Devlet kanunlarını uygulayan memurları zor kullanarak engelleyen Kuva-yı Milliye adını taşıyan haydutları ortadan kaldırmak için Kuva-yı İnzibatiye kurulmuştur. “

İş bununla da kalmamıştır. Açlık, yoksulluk, yoksunluk içinde düşmana karşı direnen Kuva-yı Milliye ordusu ve subayları, padişah tarafından Bolşevik (Komünist) olmakla suçlanarak kötülenmiştir.

CANINI KURTARMAK İÇİN

Vahdettin bu komplolarda başarılı olamayınca 17 Kasım 1922’de İngilizlere sığındı. Canını kurtarmak için düşmana koşan Vahdettin’in kimliğini Kemal Atatürk, Nutuk’ta bütün çıplaklığı ile; belgeleri de ortaya koyarak anlatmaktadır. Atatürk, “Hain Vahdettin, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçıyor” başlığı altında, Türkiye’deki İngiliz ordusunun başkomutanı General Harrington’un bildirisini vermiştir. 17 Kasım 1922 tarihli mektupta denilen şudur: “Bir kopyasını eklediğim resmi bildiride söylendiği gibi, padişah kendisini İngiltere’nin korumasına bırakarak bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan ayrılmıştır. (... ) İmza: Harrington”

Buna eklenmiş olan bildirinin kopyası:

“Resmen bildirilir ki, Zat-ı Şahane (Vahdettin) içinde bulunulan durum sonucunda özgürlüğünü ve hayatını tehlikede gördüğünden, bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz korumasını ve aynı zamanda İstanbul’dan başka bir yere götürülmesini istemiştir. Padişahın isteği, bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiye’deki İngiliz kuvvetlerinin başkumandanı General Sir Charles Harrington, padişahı almaya giderek bir İngiliz savaş gemisine kadar kendisine eşlik etmiş ve padişah, vapurda Akdeniz Filosu Genel Kumandanı Amiral Sir de Brook tarafından karşılanmıştır. İngiltere Olağanüstü Komiser Vekili Sir Newiil Henderson, padişahı gemide ziyaret ederek, Kral Beşinci George’a bildirmek üzere isteklerini sormuştur. (...)

İmza: Harrington”

Kemal Atatürk, bu gelişmelerden sonra Vahdettin’le ilgili olan düşüncelerini şöyle dile getiriyor:

“Kamuoyunu, gerçek ile karşı karşıya bırakmayı tercih ederim. Yanlış bir mirab usulü sonucu olarak, büyük bir makam ve gösterişli bir unvan elde edebilmiş bir alçağın, gururu çok yüksek, soylu bir milleti nasıl utanç verici bir duruma düşürebileceği, o zaman daha kendiliğinden anlaşılır. Gerçekten de, her ne sebep ve şekille olursa olsun, Vahdettin gibi özgürlüğünü ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar bayağı bir yaratığın, bir dakika dahi olsa bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne üzücüdür! Şükretmeye değer ki bu alçak, kendisine miras kalmış saltanat makamından millet tarafından düşürüldükten sonra, alçaklığını tamamlamış bulunuyor. Türk milletinin (saltanatı kaldırma) işinde önce davranması elbet de takdire değer.”

Belgeler ortadadır. Kemal Atatürk, Vahdettin’i açıkça ihanetle suçlamaktadır. Bu devletin Keşan kaymakamı, bu devleti kuran Atatürk’ü yalanlamaya çalışırken gücünü nereden alıyor diyorsunuz? Ve Türkiye’nin geldiği noktayı acaba anlayabiliyor musunuz?

Hangisine inanalım,bu ülkenin bağımsızlığına,bağımsızlık benim karakterimdir diyerek yedi düvele karşı çıkan Mustafa Kemal`e mi yoksa kocasının,oğullarının ahlaksızlıkları ile çok kez kapak olmuş hanım efendiye mi.
Unutmayalım ki ulus bilinci,birlikte yaşama anlamı Tarih,ülkü,dil birliği ile mümkündür.Dilimize,tarihimize saldırarak ikilik,bölücülük peşinde koşanlar,dün bu ülkeyi bölüp parçalamak isteyenlerin ta kendisidir.50 yıldır yalan söyleyen tarih utansın sözleri arkasında bu millete dayatılan,milleti millet yapan tarih tutkalını çözmektir amaç. Kadınıyla,kızıyla çocuğuyla bir çok millete örnek olacak Anadolu nun isyanını bastırmaktır.
Yalan yanlış tarih öğretileri çok satanlar çok ödüllendirilenler arasındadır.Gaflet hatta delalet,umursamazlık içerisinde,devletin bir çok kesimi de maalesef buna ortaklık etmektedir.
Kahramanlarına,hizmetkarlarına gerçek onuru verememiş toplumların yaşaması mümkün değildir.
saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
ajsodipel (30-11-2020), ar_de_ (12-06-2008), gevendo (13-11-2020), Gozlemci (12-06-2008), ixihmitaflali (20-11-2020), Master (12-06-2008), meraklı (12-06-2008), neron (12-06-2008), olokutpdfozu (10-12-2020)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 11:43 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce