Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe - Sayfa 32 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Arka BahÇemiz > Arka BahÇe
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Arka BahÇe
Konudaki Cevap Sayısı
14497
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
652310

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Modları Göster
  #311  
Eski 06-11-2006, 21:34
Süvari - ait Avatar
Süvari Süvari bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: İstanbul
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 685/2402
454 Mesaj ına 1691 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Derler ya: Gitmek mi zor, kalmak mı zor?

Alıntı ile Cevapla
Süvari kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (07-11-2006), bikmisbroker (17-11-2006), Ramo (08-11-2006)
  #312  
Eski 08-11-2006, 15:07
rush rush bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1/31
1 Mesaj ına 2 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Bir şarkıdan;

Herşeyi kaybettiğini düşündüğün anda, birazcık daha kaybedecek birşeylerin olduğunun farkına varırsın.

Şarkılarıda hayat gibidir
Alıntı ile Cevapla
rush kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (08-11-2006), Ramo (08-11-2006)
  #313  
Eski 11-11-2006, 00:28
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Şanslı Nesil

Yeni yetişen genç nesle bakınca çok imreniyorum. Okul ve eğitim olanaklarını bir yana koysak bile seçebilecekleri iş meslek çeşitlerini düşündüğümüzde de ne kadar şanslı olduklarını görmek mümkündür. Bizim zamanımızda köy yerinde çiftçilik, şeher yerinde okuyanın memur, okumayanın oto tamirciliği, lokanta, kahveci, berber, bakkal çıraklığı ve inşaatlarda amelelikten gayrı seçecek ve girecek meslek bulmamız mümkün değildi. Bu mesleklerde yetişebilmek için; Osmanlının lonca sisteminin uzantısı olan, çırak, kalfa ve ustalık denen bir düzen vardı ki, zorluklarına can dayanmaz.

Tamam, bundan daha önceden de az biraz bahsettiğimiz için geçtik diyelim. İş bununla kalsa gurban ol. Arkadaş seçiminde de çok şanslılar. Nasıl yani! diyorsunuzdur diye açıklamaya çalışayım. Bizim zamanımızda adlandırılışı ile söyleyecek okursam, bir erkeğin kızı tavlaması bile safi eziyetti vallahi. Bak bak! Erkek kızı tavlayacakmış. Sanki kız kadın milletinin müsaade etmediği bir şey olabilir gibi. Bi kere bu cümle bile erkek milletinin cehaletine en büyük delalettir. Ve başlı başına bir kitap konusu olacak kadar derin bir malzemedir ya neyse.

Diyelim ki bir kızla arkadaş olmak istedik. Ve olmaz ya, masum kızımızın bizim isteğimizden haberi olmasın. Teklif edeceğiz, edeceğiz de, sırf teklif etmek bile gâvur işkencesi desem billahi azdır. Bi kere avuç içi kadar çarşı içinde nerede teklif edeceğiz. Görebileceğiniz yegâne yer olan çarşı ile oturdukları mahalle arasında topu topu iki cadde iki sokakta konu komşu derken tanıdık tanımadık onlarca insanın kuşkucu göz hapsi içindesinizdir. Billahi okul için silgi istedim deseniz bile, yedi sülalesinin ‘Allah, Allah’ diye dört cepheden saldırısını durduramazsınız. Artık kafa göz ne kadar sargılı gezeceğinizde meçhuldür.

Daha okuyorsunuz diyelim. Meramınızı kızı iletebilmek ve ikna edebilmek için okul çıkışından çarşı içinin kalabalığına kadar, metre ile ölçsen hepiciği iki, bilemedin üç yüz metre mesafe ile sınırlısınız. Bu aynı anda, bin bir eziyetle ezberlediğin, süslü lafları hiç karıştırmadan ve atlamadan sayıp dökecek zamanla da sınırlısınız demektir. Diğer taraftan; öğretmenlerin gözünden kaçmayı başarsanız da, Hermann Göring tarafından kurulan gestapo üyelerinden bin beter olan, haysiyet divanı denilen kurulda görev yapan öğrencilerin gözlerinden ve yıldırımdan daha hızla ilettikleri müzevirlerinden saklanmanın mümkünü yoktu.

Biri yazlık olmak üzere üç kapalı sinema salonu vardı. İçinizden ‘tamam işte, kızı sinemaya davet et’ diye hiç geçirmeyin kurban olayım. Bi kere sinema dediğiniz yerde alttaki salon sadece erkeklere üst salon ise aileye mahsustur diye kocaman harflerle yazılmıştır. Sinemacı dediğiniz herifte hem Senin, hem kızın yedi sülalesini bildiği için aile salonuna geçip oturmak o kadar kolay değildi. Loca dediğimiz özel odalarda oturmaksa aklımızdan dahi geçiremeyeceğimiz bir şeydi.

Peki, tarla, bağ, bahçe, kır yeri de mi yoktu? Allah için dümdüz ova da, bağ bahçe dediğinden bol bir şey yoktu. Hadi söyleyeyim, Termiye Çayı dediğimiz bir mevki vardı ki, pek revaçta idi. Gel velâkin işin zorluğu, gece gündüz demeden bağ, bahçeyi gezip dolaşan bir bekçi vardı ki, mübarek adamlar sanırsınız ki her yerde adeta ışınlanır gibi bitiveriyorlardı. Yani diyelim ki, sadece ne diyeceğinizi merak ettiği için, konuşma teklifinizi kabul etse bile, gördüğünüz gibi rahatsız edilmeden, baş başa ve rahatça söyleşebilecek bi yer, bi boşluk bulmak inadına zordu.

Hele bir de, avuçlarına cop vuruşu ve pis sırıtışı ile bekçiye yakalandığınızda olabileceklerin hiçte iç açıcı şeyler olmadığını anlatılanlardan biliyorum. Anlatılanlar kısmının altını çizeyim ki, bunları benim başıma geldiği için yazdım sanılmasın. Zavallı arkadaşlarımın başına gelen daha nice olaylardan örnekler vermeye kalksam sayfalarca yer tutar. Sonra olur ya, bir iki arkadaşımın okuyacağı tutarda başımıza iş açarız. Onlarda tutar ‘yok öyle olmadı efendim, şöyle şöyle olduydu’ filan derken iş uzar gider.

Sadede gelecek olursam; yeni nesilin bu gibin işkencelere maruz kaldığını kim söyleyebilir? Ellerinde; envayi çeşit teknik özellikleri olan telefonlar emir ve görüşlerine hazır ve nazır. Aday adayı kız arkadaşlarının telefon numaralarını bilmiyorsa öğrenmeleri için bilmem kaç numaraya basıp soruveriyorlar. Kelime dağarcıkları ve şair yönleri sınırlı ise, bin türlü hazır mesaj, yüzlerce müzik çeşidi, şarkı türkü, duygu ve düşüncelerinin ipuçlarını verebilecekleri smiley denilen nem ne şekil şeyler ile kendilerini ifade edebilme imkânları var.

Daha bitmedi efendim, hepinizin bildiği bilgisayarda ve internet dünyasında bunların messenger, irc, chat deyip kullandıkları bir olanak var ki, değil bizim tüm insanoğlunun altı yüz bin yıllık toplam yaşamında görülmüş yaşanmış bir şey değil. Bakın girdim yaptım diye demiyorum diye peşinen söyleyeyim. Öyle biri ile tanışmak, beğenilerini ve çok masum niyetlerini iletmek için o cadde senin bu sokak benim diye ağaç gibi bekleşmelerine, ya da kızgın boğalar gibin dönüp durmalarına artık gerek bile kalmamış. Tabii haliyle anasını, atasını, soyunu sopunu bilip öğrenmenin de zerrece önemi kalmadığını söylemeye bile gerek yok.

Efendim işin görmek kısmı da çok kolaylaşmış. Bilgisayarın yanına yöresine bi kamera taktınız mı, o saat kız erkek neyse karşınızda muhabbetiniz görselleşmiş oluveriyor. Tabii bu kısımda da biraz uzmanlık gerekiyor. Uzmanlık dediysem de sakın okul, kitap bilgi gibin şeyler kastettiğim sanılmasın. Kısaca mess, chat dedikleri muhabbet türünün benim anlamını çözebildiğim ‘byby, ok, muck’ gibisinden binlerce duygu düşünce ve niyet belirten kelime ve smiley dedikleri şekillerden oluşan özgün bir dili var.

İşte bu özgün dilde biraz uzmanlaştın mı, umman-ı derya deniz diyebileceğim bir âleme açılmak için hazırsın demektir. Sonrası söylediklerine göre inatçı bir araştırmacılık, acık hazır cevaplılık, hafif biraz pişkinlik kıvırtma döktürme derken çevre alabildiğine zenginleşiyormuş. Hatta duyduğuma göre, yaşı az geçkin olmakla beraber gönül yaşının çok genç olduğunu eden birilerinin de, bu dili ve iletişim yolunu öğrendiklerini ya da öğrenmeyi ahd ettikleri bile rivayet ediliyor.

Neyse efendim, bu şanlı iletişim yolu insanları biri birlerine öyle bir buluşturuyormuş ki, neredeyse arkadaş dediğinizin yokluk ve kıtlığından değil çokluğundan bıktıkları oluyormuş. Hatta aynı anda bir, iki, üç, dört farklı pencere açarak aynı anda birisi ile değil sürüsü ile son derece masumane flört ediyorlarmış.

Kendim istediğim ve içim gittiği için değil ama komşu kızdan ev ödevi istemeye gittiği için, anlaşıp çıktığı kız arkadaşından ‘aldatan hain erkek’ muamelesine maruz kalan arkadaşlarımı düşününce için, cız etmiyor desem yalan olur.

Daha diyecek çok şey var ya, bu kısmı sadece teklif, tanışma faslı deyip kısa keselim.


Sürç-ü lisanımız olmuşsa affedin lütfen.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (17-11-2006), buena vista (12-11-2006), dentist (11-11-2006), Emin (15-11-2006), R.W (12-11-2006), Ramo (11-11-2006), serdarkus (11-11-2006)
  #314  
Eski 12-11-2006, 22:58
R.W - ait Avatar
R.W R.W bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Apr 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 56/91
34 Mesaj ına 66 Kere teşekkür edildi
Tanımlı değer (mi?)

obje yada subje ama değeri neresinde?

-sadece varoluşu bir değer midir?
-varoluşu değil ama yokolduğunda mı değer(li)dir?
-sahipsen değerli midir?
-sevdiğininse değerli midir?
-yoksa düşmanının olduğunda mı değerlidir?(yada senin olmadığı için mi sahibi düşmanındır)
-ulaşamadığında mı sahip değilsen mi değerlidir?
-parlaktır; mı değerlidir?
-fiyatı yüksektir; mi değerlidir?
-teknolojisi mi yüksektir de değerlidir?
-antika mıdır da değerlidir?

yukarıda ali hoca'mızın yazısını okuyunca aniden fukaranın aklına geldi bu sorular...
aslında yazmak yada yazmamak üzerine düşündü çünkü bahçevan'ın birisi şunu demek istemişti bir evvel zaman ''3 kelam'dan fazla söze haceti olmayan yazmasın da kirletmesin bu bahçeyi de okunacak değeri olanları okuyalım''
.................................................. ................

düşündü yine fukara noktaları koyarken yukarı ve tekrar okudu yazdığını....
tersten okudu düzden okudu yine 3 kelam yine 3 kelam....
fukara işte zor kazandığı için bu 3 kelamı yazamıyor değerinden dolayı fazlasını herhalde diye yine düşündü...
ne yapsın!!!????

__________________
cefasiz sefanin vefasi olmaz....
Alıntı ile Cevapla
R.W kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (13-11-2006), chem73 (13-11-2006), Emin (15-11-2006), Ramo (13-11-2006), serdarkus (13-11-2006)
  #315  
Eski 14-11-2006, 16:03
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Anadolu Ateşi

Geçen günlerde ,televizyon kanallarının birinde bir belgesel izliyordum.Afrika bozkırlarında sürü halinde gezen bizonları konu alıyordu.Çok güçlü olduklarını,çokça tükettiklerini,dolayısıyla da çokça dışkı bıraktıklarını söylüyordu belgesel sunucusu.Bir su kenarında dinlenmeye geçip,geviş getirirlerken,bolca da dışkı bırakıyorlardı bulundukları alana.Bu arada cinslerini telaffuzda zorlandığım bir kuş sürüsü,bizim serçeden az irice gagaları sivri.Altın bulmuşçasına saldırıyordu.Kendilerinden büyük dışkı dağlarına.Bazı kuşlar o kadar sabırsızdı ki,daha bizon bırakmadan,onlar kapma peşinde koşuyordu.

Kamera bir bölgeye odaklanıp,görüntüyü büyülttüğünde dışkı içinden çıkmaya çalışan kuşları gördüm.Onlar bu deryadan kurtulmaya çalışırken,olanlardan habersiz,fazlalıklardan kurtulmanın keyfini geviş getirerek çıkaran bizon,hala üstlerine fazlalıklarını yağdırıyordu.

Belgesel sunucusu bunun çok sık rastlanılan bir olay olduğunu,bu kuş sürülerinin sürekli bu hayvanların peşinde koşarak,yaşamlarını, bizonların fazlalıklarıyla sürdürdüğünü,çok kez de dışkı içinde boğulduklarını yada,bizonun iri ayakları altında ezildiklerini söylüyordu.Yanındaki kameramana dönüp espri yaparak."dikkat et ayağımın altında fazla dolanma,sonunun ne olacağını gördün" diyordu.Tabi ki kahkahalar...sonrada ekliyordu.”Ta ki bizon pisliğinde yiyecek maddeleri keşfedinceye kadar bu kuşların ataları daha iri ve de iyi bir toplayıcı idiler.Ne zaman bunu keşfettikleri bilinmemekle beraber hem genetik değişime uğrayarak sivri gagaları yok oldu.Genetik değişime uğrayarak fiziksel boyutları küçüldü.Bizon pisliğinden geçen hastalıklarla da boğuşmak zorunda kaldılar”Kuşların onları uyaran bir dahisi varmıydı bilmiyorum.
Ulu önder Atatürk :Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklal ve istikballerini kaybederler.M.Kemal Atatürk.

Bağımsız kamu görevlileri Konfederasyonu’nun,ülke borçlarımız hakkındaki bir araştırmayı bahçedeki,dibi kara tencerede kaynatmıştım.
Özetle; 544.2 milyar YTL toplam borç. kişi başına borç miktarı 7 bin 367.02 YTL’ye ulaşmış. son 4 yıllık dönemde yüzde 55.5’lik artış olmuş.Bu hükümet zamanında daha da bir borçlanmışız.Her ne kadar atalar “ Borç yiğidin kamçısı” derlerse de ,kamçı olmaktan çıkıp bir zamanlar sivri gagası olan belgeseldeki kuş örneği,bizi tembelleştirip,uyuşturduğunu anlamak zor değil.Genetiğimizle oynadığından da şüphem yok değil.Sevgili önderimizin”Türk Milleti çalışkandır sözüne tezat gelişme bu sanki.

Pahalı otomobillerin,lüks villaların peynir ekmek gibi kapışıldığını görüp,Gelen borçlardan kimlerin nemalandığını anlamakta zor değil.Canımı sıkan.Belgeseldeki kuş kadar da olsa.Bu işten bu ülkenin bir çok insanın nasiplenmemesi.Hocam burnunu sokma B.k lu mal dediğiniz kulaklarıma geliyor.Hem genlerinde bozulmayacak.hemde arasıra kazaya uğrayıp altında da kalmıyacaksınız.Bak bu yanlış.Bizim kuşlar pek fena.malı hep onlar götürüyor,gagaları sivri,mideleri büyük,en ufak bir krizde de yine altında kalan,öğretmeni,işçisi,çalışanı yurdumun insanlarına çıkıyor fatura.Bazen bizon artığı çokça gelip”batsın bu dünya şarkısı eşliğinde ya bir iple boğazımıza düğüm, yada bir köprüden uçuş bitişi oluyor,B.k lu Dünya`nın.

Çok lafın kısası sürekli artan borçlar,çocuklarımızın refahından geleceğinden çaldığımız.Genetiklerini bozacak bir ekonomik yaşam tarzı.Onları bizon pisliklerine boğacak bir anlayış hoşumuza gitmese de sürüyor.Durdurun diyecek ne gücümüz nede ortak bir sesimiz var.Umarım bir yerlerde bir kıvılcım,Anadolu ateşini yeniden yakar.
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (14-11-2006), bikmisbroker (17-11-2006), buena vista (19-11-2006), Emin (15-11-2006), R.W (14-11-2006), serdarkus (14-11-2006)
  #316  
Eski 17-11-2006, 22:21
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Höllük

Arka BahÇe'nin Güzel İnsanları;

Hepinizin bildiği gibi Orta ve Doğu Anadolu’nun kışları sert geçer. Bi metreyi bulan kar, kış, kıyamet bilinenlerdendir. Çok değil kırk, elli yıl önceki yakacak sorunu da az çok malum-u âlinizdir. Ama yenice doğmuş bebeler için; sobanın bir iki saat yanıp geçiverdiği, o uzun soğuk kış gecelerinde ne yapılırdı bilir misiniz?

Allah yokluklarını, acılarını göstermesin diye hep dua ettiğimiz; tutum tasarruftan habarsız, idare fener bilmez, kadir kıymet hiç tanımaz, her bir şeyden şikâyetçi, hiçbir şeyi beğenmez yeni nesil için bilmez diyebiliriz. Bilmeyenler kervanına yeni nesil taze anne babalar da dâhil edilebilir sanıyorum.

Vakti zamanında, kenara köşeye saklananlarla alınan bi top amerikan bezinden neler yapılmazdı ki! Anaya babaya don, çoluğa çocuğa göynek, bebeye kundak bezi, altına höllük için birkaç kattan oluşan kese dikilirdi. Eğer yöreye höllükcü dediğimiz satıcıları uğramaz ise höllük toprağını da arayıp bulmak anaya kalırdı.

Laboratuar ve tahlilin yokluğunda, böylesi bir toprağın bilinip bulunuşu; bu toprağın kadınına has ve onun Anadolu ismi ile özdeşleşmesini sağlayan yüzyılların bir mirası olsa gerektir.

Sürüklenerek yâda yığılma ile oluşan, çoğunluğu milli, az kil, biraz alüminyum ihtiva eden, iki üç defa elekten geçirilmesi sonrasına mercimek, nohut iriliğinde kalanların ayrılıp, tava veya kazanlarda ısıtıldıktan sonra, çocuğun tenini yakmayacak bir kıvam ve iki üç kattan oluşan kese içinde, bebeğin beşiğine yerleştirilen toprağa höllük adı verilirdi.

Çocuğun başı yamuk olmasın diye, başını koyacağı yer özenle yuvarlatılırdı. Bebek höllüklü toprağa yerleştirilirken ayaklarının sürtünerek tahriş olmaması için apış aralarına yumuşak ince tülbentler yerleştirilirdi. Sonrasında kundak ve kol bezleri ile çok sıkmayan bir kararda bağlandıktan sonra sesi güzel analar;

// Eledim eledim höllük eledim.
Aynalı beşiğe bebek beledim,
Büyüttüm beledim, asker eyledim.
Gitti de gelmedi buna ne çare... //

Veya

// Koşup elekçiden bir elek alsam
Sallana sallana höllük elesem
Kutnuya kumaşa beze belesem
Neyleyim boş duran kolu neyleyim
Nenni nenni demez dili neyleyim //

Türkülerini ninni olarak söyleyerek bebişlerini uyuturlardı. Sabaha kadar sıcaklığını koruyan höllük toprağı soğuktan koruduğu gibi, irili ufaklı geçirgenliği sayesinde çocuğun yaptığı çişin, aşağıya süzülmesini sağlayarak, bebeğin altının ıslanmasını ve pişik olmasını da önlemiş olurdu.

İşte nurlu elleri öpülen, yaşlılıklarında başköşede ağırlanan böyle mübarek analardı. Beceriksizliğin her devre musallat olan bir illet olduğunu göz önünde tutarak; nadir de olsa, rast gele toprağı höllük sanıp, üstüne üstlük kızdırılan toprakla çocuğun tenini yakan, asbest içeren toprağı bulmakla çocuğunu tetanos eden analarda, en azından boy atıp serpilen kız çocuklarına kötü örnek olarak gösterilecek kadar da olsa, vardı denilebilir.

Az da olsa nadir de olsa bu kötü örnekleri tıbbiyeliler de diline bir doladı ki sormayın gitsin! Bizim aynalı beşikler, kundak bezleri ve höllük toprağı; bütün tetanos vakalarının hatta çocuk ölümlerinin baş sorumlusu ilan ediliverdi. Sonra, Eski çaputlardan çocuk bezi mi olurmuş! Gelsin hazır bezler. Yeni nesil analar sütsüzmüş. Ne gam! Gelsin hazır mamalar… Diye diye bugünlere geldik efendim.

Yeni neslin şanslılığını kanıtlamaya ahd ettik ya, ölük, höllük diyerek bebelikten başladık bakalım. Sonunu getirmeyi becerebilir miyiz? Becerebildiğimiz kadarını beğendirebilir miyiz? Artık orasını bilemiyorum. Şimdilik kalın sağlıcakla deyip sonlandırayım.


Sürç-ü lisanımız olmuşsa affınıza sığınıyorum.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
account (18-11-2006), bikmisbroker (22-11-2006), chem73 (17-11-2006), Emin (21-11-2006), R.W (19-11-2006), Ramo (18-11-2006), rush (20-11-2006), serdarkus (17-11-2006)
  #317  
Eski 21-11-2006, 23:37
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Höllüğü Karıncalı

Gene yapacağını yaptın, höllüğümü eşeledin.

Bir şey demiyorum, alacağın olsun.
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (21-11-2006)
  #318  
Eski 22-11-2006, 07:47
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Qiz Toyu

Sebahiniz Xayir ;

Pazar akşamı men, Üçüncü Tala’nın Külekli kendinden Memmedali Ağayev’in Qızı , Asif Ağayev’in bacısı Metanet Ağayeva’nın toyuna eştirak ettim.

Memmedali Müellim Külekli’nin varlıklı kişilerinden biridir. Böyük uşağı Asif , biz zavotu açtığımız günlerde bize 318 BMW si ile mal getirirdi. Ay oğlan dedim , maşini telef edeceğsin , hergün getireceğine iki günde bir getir , yığıştır yemişi bir gazele rahat et. Kazandığın pulu BMW nin tamirine cıracağsın. Lakin oğlanda çok yaxşi fma topluyor , biraz destek yaptık, çok iyi iş yapıp çoğ da pul kazanmaya başladı. Çok terbiyeli , saygılı bir uşaktır.

Derken geçende geldi , ‘’Ay Anne , bacımın toyu var seni de devet etmek isterek’’ dedi.
Biz de zavotun müdürü Nazim Müellim ile gettik toya.

Buraların geleneğine göre toylar iki gün yapılıyor. Birinci gün Qız Toyu , ikinci gün Bey Toyu . Qız Toyuna qızın gohumları ve qonaqları eştirak ediir. Bey tarafına da Beyinkiler. Gerdeğe ikinci toydan sonra giriliyor.

Benim gısmetime bugüne kadar hep Qız toyu denk geldiği için Bey toyunda neler farklı öğrenememişem.

Toy , aynı bizim oralardaki kimin Şadlık Sarayı’nda yapılıyor. Her qonak , Kapıdan girende devetname paketine koyduğu pulu oradaki çantaya atıyor.Böylece , kimin ne kadar pul verdiği de toy sahibi tarafından kayda geçiliyor.Devet edildiğin toya gitmemek çok ayıp , bu sebepten cemaat toylara pul yetiştireceğim diye perişan oluyor.

Toyun başlangıcı tam bir karmaşa oluyor. Kimin geleceği , kaç kişi geleceği nedense pek belli olmadığı ve her zaman da tahminden fazla kişi geldiği için , kim nereye oturacak , stol yetecekmi diye ortalık garmakarışıh.Lakin mühüm qonaklara toyun sahıbı ela bir yer ayarlıyor.Biz de o ela yere oturduk.Salonun ortasında malum , bir raks pisti var onun bir tarafında essambıl oturuyor. Karşısında da yüksekce bir masada Bey ile Qızın ve onların sağdıçlarının oturacagı yer.

Masalarda , salatlar , yemişler hazır, qazlı sular , soqlar hazır. Herkes yerine yerleşende , essambıl mahniler okumaya başliir.Derken qız yanında en yakın arkadaşı ve yengesiyle salona giriyor , diğer arkadaşlarıda o ağır ağır yerine giderken etrafında raks ediyorlar. Birazdan Qızın atasının atası ortaya gelip qonaqlara bir hoşgeldiniz konuşması yapiir.

Sonra toyu idare eden kişi de şiirler ve deyişlerle hoşgelmişinez diyor ve essambıl başlıyor hızlı mahnileri çalıp söylemeye. Sırayla , qızın ailesi , gohumları , arkadaşları ve diğer qonaklar çağırılıp raks ediirler. Raks eden kadınların yana açık elleri, aşağı süzülmekte olan bir dağ kuşunun kanatları gibi kibar ve zarif hareketler yaparken küçücük adımlarla dolanıyor, raks eden kişiler de dirsekten bir o yana bir bu yana bükülen kolları ve dizden kabağa-dala bükülen hızlı ayak hareketleri ile avradlara eştirak ediir.Denir ki , Avar mahnisi ile raks eden kişinin ayakları yere değmezmiş.

Birazdan ofisyantlar masalara buğulama ve sovutma servisi yapmaya başlarken , kişi masalarına da arak şişeleri konuyor. Biz ellişer gıram arağımızı içerken şişeler masadan alındı ve yerine başka şişeler kondu. Ne iş dedim ? Meğer bizimki ağır masa olduğu adi araklar alınıp yerine daha yahşi araklar konulmuş. Dedim niye direk yahşisini gomuyolar ? Dediler farklı muamale yapıldığını anlayasan diye.. Dedim haaaa !!!

Neyse baktım damat yok. Sordum Bey harada ? diye. Dediler bu Bey sert oğlanmış , qız toyuna gelmemiş. Vay ayı dedim içimden.Bu arada toyu idare eden adam ha bire birilerini çağırıyor , gidenler de bir çift üreh sözü deyip raksa iştirak ediyor.
Biz de çağırıldık , ürek sözümüzü didik ,raksımızı eyledik, anlayan anladı , anlamayan anlamadı .

İkiminaltıncı ilin sonunda oralardayım.Problem çözme içun.

Hamınız özünüzü yaxşi fikirleşesiiz.

Bilmem başa düşüürmüsenez ?


Sözlük :
Qız : kız
Toy : düğün
Zavot : Fabrika
Maşin : otomobil
Gazel : kamyonet
Cırmak : para harcamak.
XXX muellim : xxx Bey
Bey : damat
Gohum : akraba
Qonag : konuk
Şadlık sarayı : düğün salonu
Devetname paketi : davetiye zarfı
Pul : para
Stol : sandalye
Kişi : erkek
Nefer : kişi, insan
Kabak : ön
Dal : arka
Essembıl : orkestra
Mahni : şarkı, türkü
Soq : meyva suyu
Ata : baba
Ofisyant : garson
Arak : votka
Ürek sözü : methiye
Harada : nerede
Hamınız : hepiniz
Özünle fikirleşmek : kendine bakmak
Buğulama : haşlama
Sovutma : kavurma
Yaxşi : iyi
Başa düşmek : Anlamak
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (22-11-2006), bikmisbroker (22-11-2006), Buddha (22-11-2006), buena vista (22-11-2006), chem73 (26-11-2006), dentist (22-11-2006), Emin (25-11-2006), Gozlemci (22-11-2006), Ramo (22-11-2006), rush (22-11-2006), serdarkus (22-11-2006)
  #319  
Eski 22-11-2006, 14:58
account account bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 144/5159
85 Mesaj ına 596 Kere teşekkür edildi
Tanımlı toy

Seydosman saray saldırgan ay boydanga boyga
Sen nişanda cok edin ay koşkeldin toyga
__________________
Buyuk ve onemli kararlar kisiseldir.
Alıntı ile Cevapla
account kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (22-11-2006), buena vista (22-11-2006), Ramo (23-11-2006), serdarkus (22-11-2006)
  #320  
Eski 24-11-2006, 17:51
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kül, Kil ve Keçe

Vakti zamanında altı höllük serili aynalı beşiklerde, kafaları yamuk, ayakları ayrık, kulakları kepçe olmayacak şekilde yetiştirilen bebelerin oyuncak seçmek ya da beğenmemek gibi seçenekleri yoktu. Her gelin kızın rüyası olan Zetina Dikiş makineleri ile daha tanışılamadığı içinde, öteberiden artan kumaş parçalarından ya da eskiyenlerden yapılmış bez bebeği olan kızlar ve tahta takoz parçasının her iki yanına testere ile kesilmiş dört yuvarlak teker çakılmış oyuncak araba sahip olan oğlanlar, haset ve kıskançlıkla bakılan çocuklardı.

Çocukluk yıllarından itibaren ve kız erkek ayırımı yapmadan tertip düzen, temizlik, bulaşık, yemek gibi benzer ev işlerine yavaştan başlatılırdı. Erkek çocuklarının hafiften kaytarma hakları olsa da genellikle eli yatkın ve kendine yeter hale gelebilecek derecede ev işi mutlaka öğretilirdi. Kız çocuklarının daha küçüklükten başlayarak imrendirme, tekbir, teşvik gibi dozu hafiften en ağıra kadar varan yöntemlerle genç kızlığa eriştiği dönemde bir evi çekip çevirecek hale gelmesi mutlaka sağlanmış olurdu.

Ev işi dediğimizin de bugünkü ev işleri ile ister öz, ister biçim olarak uzaktan yakından benzerliği olmadığını hatırlatayım. İki, üç, dört metreyi bulan çam, meşe ve ardıç ağaçlarının kırılıp sobaya uygun hale getirebilmesi demek, avuç içinizin su toplaması anlamına gelirdi. Eh! Birazda hamlamışsanız, elinizi kolunuzu kaldıracak derman aramayın artık. Kömür kullanımının yaygınlaşması ile odun işi biraz azaldı derken, kömür taşıma kül atma derdi yakanıza yapışıvermiştir. Evin babasının; görüp duyanların kılıbık diye alaya alacaklarını varsaydığımızda, bu işler çocukların asli görevi sayıldığını belirtmek lazım.

Temizlik dediğin nasıl farklı olabilir ki! Demeyin sakın. Süpürmekten başlayacak olursak, en başta süpürge dediğin şeyin tamamen farklı olduğunu belirtmek gerekir. Kendi adı ile anılan bitkilerin bulunup toplanmasından yapılan yumuşak ot süpürgesi ev içinde, daha sert olan çalı süpürgesi ise evin önü ve bahçelerde kullanılırdı. Samsun’un Vezirköprü ilçesinde imalatı yapılıp yaygınlaşan ot süpürgelerinin önce zengin evlerine girdiğini belirttiğimizde durum biraz anlaşılır sanırım. Fiyatı biraz uygunlaşıp evlerimize girdiğinde; araları iple sabitlemiş, ele oturan ince sapları ile süpürürken zevk verdiğini söylesem, gençlere anlamsız geleceğinden korkarım.

Bahçesinde kuyusu olmayanın sadece içme suyunu değil, yunma yıkanma suyunu da mahallenin tek çeşmesinde saatlerce sıra bekleyerek taşıması gerekiyordu. Bakır güğümler, bakraçlar mı dersin, beheri bürüt 16,5 kilogram yazan, Vita ve Tariş Yağlarının boşalan tenekeleri mi, dersin ve kaç defa gider gelirsin, bacağın mı ağrır, kolun mu kopar bilemem ama kaytarıp kaçamayacağın besbellidir. Böylece boyunu aşan tenekelerle ve onca eziyetle taşıdığın suyu idareli kullanmayı daha çocukken otomatikman öğrenivermiş oluyordunuz. Hatta mahallenin suyu kesildiğinde, komşuya verilen bir güğüm içme suyu için, ananıza bile kızgın gözlerle bakardınız.

Yıkanma dediğin de, misafire saklanan veya gece kullanılan döşek, yastık ve yorganın gündüz kaldırılıp yerleştirildiği, yüklük denilen bölümde yapılırdı. Duvara gömülü, bir buçuk metre en, iki metreye varan boylarda bir dolap olarak düşünebilirsiniz. Üstteki tahta raflar hariç tutulursa, eni boyu bir metre olan bir yerde yıkanılırdı. Çocukların burada yıkanamayacağını söylemeye gerek yok sanırım. Çocuklar haftada bir, küçük büyük demeden alüminyum ya da bakır leğenlere oturtularak yıkanırdı.

Odun, kömür sobasının üstünde ısınan su güğümleri, bakır taslar, çuvalla satılan kesme sabunlarla, deri yüzen keseler eşliğinde ve tabidir ki, anaların komutası altında yıkanılırdı. Öyle ‘lay lay lom’ deyip, sabun köpükleri ile oyunlar oynanarak yapılan bir iş değildi bu. ‘Yandım anam, su sıcak’ dediğinizde bakır tası, gözüme sabun kaçtı dediğinizde kiloluk kesme sabunun keskin köşesini kafanıza yiyiverirdiniz. Hele, o bilmem ne kılından örme keselerle yıkanan birçok çocuğun sonraki yıllarda, yıkanmamak için yıllarca losyon pomat süren soylu İngilizlere hak verdiği bilem görülmüştür.

Yıkanmayı az çok anlatabildiğimi umuyorum. Biraz da yunmaktan bahsedelim dilerseniz. Yunma işini anlatabilmek için önce tokaçtan bahsetmek gerekir. Tutulacak kısmı ele göre kesilmiş dörtgen tahtaya tokaç denirdi. Çamaşırlar deterjanın adı sanı yokken dere kenarında çok değil bir iki kez sürülen sabun sonrasında tokaçlarla dövülerek yıkanırdı. Akan su pis tutmaz dediğiniz dere kenarında çamaşırı bitirdiniz diyelim. Daha İsparta Halılarının pahası nedeni ile evlerde henüz yaygın olarak kullanımda olmadığı zamanlarda evlere serilen keçelerin yunmasının zorluğunu anlatabilmek bile inanın çok zordur.

Koçun ve keçilerden el makasları ile kırkılan yünler, kökboyaları ile boyanıp düzgün bir satıhta toplandıktan sonra dikkatli bir şekilde dürülürdü. Açılmaması için sıkıca bağlandıktan sonra, işin en zahmetli kısmı başlardı. Ki bu ayakla tepme işidir. Belirli aralıklarda açılarak kenarları düzeltilir ve sabunlu sudan geçirilip tepme işlemi devam ederdi. Daha sonra sıcak sudan geçirilen keçe, bilekten dirseğe kadar olan kısımla güzelce ovularak, pişirilme işlemi adı verilen aşama(lar)dan geçirilirdi.. Kalın yerlerin inceltilip, ince yerlerin kalınlaştırıldığı yumruklama işlemini, uzayan yerlerin kırpılıp düzeltilmesi takip ederdi. Sonrasında dizlenerek dürülür ve tığlama işlemi sonrasında süzülme, dinlenme aşaması ile keçenin yapımı tamamlanırdı.

İşte bu aşamaların hakkını tam bir zanaatkâr ciddiyet ve duyarlılığı ile verebilen ustaların elinden çıkan keçeler rengârenk kökboyaları ile evlerimize serilirdi. Ünlü ustaların elinden çıkarak çobanları soğuktan korunmak için kepenek adı verilen giysiye dönüşen keçelerin, örtündüğü çobanı sadece soğuktan değil, düşman mavzerlerin mermilerinden dahi koruyabildiğine şahadet edenler vardır. Eh! Artık, keçenin yunmasının da ne denli zor ve zahmetli olduğunu tahmin etmişsinizdir. Açılmışken de, süpürülüp temizlenmesi ve çoraplara yapışıveren kılların ayıklanmasını da, işin zorlukları kısmına ekleyiverelim.

Buraya kadar yazdıklarımı okuyup gözü korkan yeni nesil için küçücük bir uyarı yapmanın zamanı geldi. Yunma yıkanma diye anlattıklarımızı zor bulan zamane; bunların kasaba ve şeher yerlerinde yaşandığını, köylerdeki cefakâr anaların ise çamaşıra, az da olsa değdirilen sabunu imrenerek andıklarını söylesem nasıl karşılarlar acaba? İnce elekten geçirdikleri meşe odunu külünü sıcak su ile karıştırarak çamaşırları köpürttüklerini ve tokaçla döverek kirlerini aymaya çalıştıklarını söylesem, ne derler acaba? Bir de, sabunun yokluğunda saçların kille yıkandığını eklesem, acaba inanmaları daha mı kolay olur?

...

Bitirmeden önce;
Yokluğunu kesilmiş bir kol gibi omuz başımızda hissettiğimiz Güzel AnnE’mize,
Arka BahÇe’mize uzuun bir aradan sonra tekrar yazarak, bizlere toy sevinci yaşattığı için teşekkürümüzü ekleyeyim.


Sürç-ü lisanımız olmuşsa affola.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
account (25-11-2006), bikmisbroker (25-11-2006), buena vista (24-11-2006), chem73 (26-11-2006), dentist (24-11-2006), Emin (25-11-2006), R.W (27-11-2006), Ramo (25-11-2006), serdarkus (27-11-2006)
Cevapla


Konuyu Toplam 3 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir)
 
Konu Seçenekleri
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 09:24 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce