Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Kıssadan Hisse Hikayeler - Sayfa 7 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Müştemilat
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Kıssadan Hisse Hikayeler
Konudaki Cevap Sayısı
107
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
123739

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #61  
Eski 17-05-2007, 23:31
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Bu Toprakların Bugünkü Hikayesi

Bir zamanlar Anadolu`nun güzel bir yerinde “Güzel” köyü varmış.İnsanlar bereketli topraklar üzerinde ve huzur içerisinde Tanrıya şükrederek yaşarlarmış. Köyün muhtarı bir gün bir iş için İstanbul`a gitmiş. Dolaşırken bir yerde “En Şanslı İnsanlar Cemiyeti” diye bir yazı görmüş. Merak ederek içeri girmiş ve kapıdaki görevliye burasının nasıl bir yer olduğunu sormuş.
Görevli “Burası öyle bir cemiyettir ki, burada bütün insanlar zengin ve mutludur.Hiç kimsenin bir sıkıntısı ve derdi yoktur” demiş.Bu sözlerden çok etkilenen muhtar “Peki herkes buraya girebilir mi ? diye sormuş.Görevli “Evet, şartları yerine getiren herkes girebilir” demiş ve kendisine cemiyetin kuralları ile ilgili bir kitap vermiş.
Köyüne sevinç içerisinde dönen muhtar gördüklerini köylülere anlatmış ve “Bu kitapta yazan şartları uygularsak hepimiz bu insanlar gibi olabiliriz”demiş.
Köyün ileri gelenleri kitabı incelemişler fakat kimse kitaptan bir şey anlamamış.Aralarında tartışırken içlerinden birisi bir fikir ortaya atmış:
“Bizim bu kitapta yazanları yapmamıza imkan yok.Ancak hergün bu cemiyete ürettiğimiz şeylerden bir kısmını verirsek belki ileride bizi alırlar “demiş. Köyün ileri gelenleri bu fikri çok beğenmişler ve köylülerin ürettiği herşeyin yarısının cemiyete gönderilmesine karar vermişler.Köylüler bu kararı sevinerek kabul etmişler.Çünkü hemen herkes ileride verdiklerinden daha fazlasını alacağını düşünüyormuş .Hatta içlerinden bazıları kendilerine sadece yetecek kadar yiyecek ayırmayı geri kalanını bu cemiyete göndermeyi bile teklif etmiş.
Köyün ileri gelenleri bu tekliflerini götürmek üzere cemiyete gitmişler. Cemiyet başkanı. “Bu verdikleriniz için teşekkür ederiz. Ancak bu cemiyetimize girmeniz için yeterli değildir.Öncelikle bir uyum dönemi geçirmeniz gerekir.Bu yıllar alabilir” demiş. Köylüler ne yapmaları ve ne kadar beklemeleri gerekiyorsa her şeye hazır olduklarını söylemişler.
Cemiyet köylülere uzun bir liste halinde uygulanacak bir program vermiş. Köyde artık herkes bu cemiyete ne zaman gireceklerini konuşuyormuş.Herkesin hayali çalışmadan zengin insanlar gibi sorunsuz yaşamakmış.Cemiyet üyeleri arada bir köye geliyormuş ve yapılması gereken şeyleri köylülere bildiriyorlarmış.Köylüler kendilerine ne söylenirse harfiyen yerine getiriyorlarmış.
Ancak yıllar geçtikçe yapılması gereken şeyler daha da çoğalıyormuş.İnsanların ümidi yavaş yavaş kırılmaya başlamış.Bazı köylüler bu cemiyete asla giremeyeceklerini söylenmeye başlamışlar.
Köyün ileri gelenleri “Bu zamana kadar çok şey verdik.Hepsi boşa mı gitsin?Bizi almasalar bile kapılarında yıllarca beklemekten başka çaremiz yok” demişler.
Köylüler ümitsizlik içinde çalışmaya ve ne istenirse vermeye devam etmişler.Ancak bir gün gelmiş ,artık köylünün verecek bir şeyi kalmamış.Köyle ilgili bütün kurallar artık cemiyet tarafından alınıyormuş ve uygulanan programlar yüzünden köylülerin çoğu tarlasını ve hayvanlarını satmış durumdaymış.
Köylülerin artık umut etmekten başka yapacak bir şeyi kalmamış.Güzel köyünün ismini değiştirmişler ve adını Umut koymuşlar.Doğan çocukların isimleri artık Mehmet, Ahmet değil Umut`muş. Ekmeklerinin adı bile Umut olmuş.Köyün girişindeki levhada da şunlar yazıyormuş :
“En Şanslı İnsanlar Cemiyeti Adayı Umut Köyü”
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (18-05-2007), Gozlemci (18-05-2007), meraklı (18-05-2007)
  #62  
Eski 18-05-2007, 03:29
Gozlemci Gozlemci bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 73/737
61 Mesaj ına 268 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Oykunun atlanmis kismi

(Sevgili Ramo'nun izniyle)

Koyluye "Bu cemiyete girmek icin Kitriz adasi sart degil" demis, cemiyetin ileri gelenleri. Koyun akli basinda yaslisi, "inanmayin yigitler, bunlar Kitriz'i sart yaparlar" demis koyluye. Koyluden dolandiricilarin sahi Memet Ali "Bu yasli iyice bunadi, bak neler diyo" diye yapistirmis cevabi. Yillar gecmis, cemiyete girmek icin Kitriz sart olmus. Gormus gecirmis yasli, "simdi Kitriz'i sart yaptilar, birkac yil sonra bizim koyun ahalisinden karalari katlettiniz, bunu kabul edin diye sart getirirler" demis. Dolandiricilar krali Memet Ali heme atlamis "Bakmayin bu bunaga, ne zaman dedigi dogru ciktiki demis." Koylunun, cemiyetten gelecek paralardan gozu donmus, yine Memet Ali'ye inanmis. Sonunda ne mi olmus, bilen yok. Oyun devam ediyor. Koylu akillanir da pazarlik gucunu hatirlarsa, cemiyete uye olur (cemiyet kalirsa) ama Memet Ali'lerin yolundan giderse sonu kotu olur.

Komedyen Groucho Marx: "Beni uyelige alacak hicbir klube uye olmam."
Alıntı ile Cevapla
Gozlemci kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (18-05-2007), meraklı (18-05-2007), Ramo (18-05-2007)
  #63  
Eski 05-06-2007, 16:10
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Adam oğlunun odasının önünden geçerken hayretle bakakaldı. Yatağı güzelce toplanmıştı ve odası hiç olmadığı kadar derli toplu görünüyordu. Sonra adam yastığın üzerine bırakılmış mektup zarfını farketti. Üzerinde -Babama- yazıyordu. Aklından geçen bin bir kötü düşünceyle mektup zarfını açtı ve titreyen elleriyle mektubu okudu:


Sevgili baba;
Sana bu satırları derin bir pişmanlık ve üzüntü içinde yazıyorum. Kız arkadaşımla kaçmak zorundaydım çünkü seni ve annemi yaşanacak rezaletten uzak tutmak istedim. Gerçek tutku ve aşkı ben Joanla buldum ve o öyle tatlı ki anlatamam...
Şunu biliyordum siz onun vücudunun her yerine taktığı küpeleri,derisine işlettiği dövmeleri, kendine has o çılgın giyim tarzını asla ama asla onaylamayacaktınız ve tabi benden çok büyük olmasıda bir sorundu. Fakat benim için bunlar değildi gerçek tutku ve gerçek aşk... Baba Joan hamile! Joanın dediğine göre çok mutlu olacağız. Ormanda kendine ait bir karavanı ve tüm kış yetecek kadarda yakacağı var. Bir sürü çocuğa sahip olma düşüncesi rüyalarımızı süslüyor.
Joan benim gözlerimi esrar gerçeğine açtı ve artık biliyorum ki esrar kimseye zarar vermez. Esrar yetiştirecek ve insanlara pazarlayacağız ve yine bu sayede ihtiyacımız olan kokoin ve ekstaziye ulaşacağız.
Artık tam anlamıyla bilime yalvarıyoruz dualar ediyoruz şu AIDSin çaresi bulunsun ve Joan sağlığına kavuşsun diye.. O kesinlikle iyileşmeyi hakediyor. Endişelenmeyi bırak baba ben 15 yaşındayım ve kendi başımın çaresine bakabilirim. Eminim birgün geri döneceğiz ve sen kendi torunlarını tanıyacak, seveceksin Oğlun Cihad.

NOT: Baba yazdığım mektubun tek kelimesi bile doğru değil. Ben Mehmet'lerdeyim. Sadece sana; masamın üzerinde seni bekleyen karneden daha kötü şeylerin olduğunu hatırlatmak istedim.
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
flz (05-06-2007), janus (05-06-2007)
  #64  
Eski 17-09-2007, 21:27
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Profesör sınıfa girip karsısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra, "Bugün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız" dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde tas aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka tas almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan "Doldu" diye cevapladılar. Profesör "Öyle mi?" dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Bir öğrenci "Dolmadı herhâlde" diye cevap verdi. Doğru" dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taslarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan "Hayır" diye bağırdılar. "Güzel" dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek "Bu deneyin amacı neydi" diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen "Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır" diye atladı. "Hayır" dedi profesör, "bu deneyin esas anlatmak istediği eğer büyük taşları bastan yerleştirmezseniz küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine koyamazsınız" gerçeğidir". Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: "Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiç bir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir is adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir" Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı gitti...

Not: Sayın Emin'in hoş yazısını her zamanki gibi bir nefeste okudum, soruya cevaben yazayım şu an elimde dohol yok ama boyle güzel yazılar yazmaya devam edecekse hemen yarın satmamak üzere bir miktar alabilirim.
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
account (18-09-2007), flz (18-09-2007), meraklı (18-09-2007), serdarkus (18-09-2007)
  #65  
Eski 19-09-2007, 23:29
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

AFFET BABACIGIM

Evliliğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve 'Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak' diyerek rest çekti.

Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası sevdiği ve kendini seven bir eşi ve bir de çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hala onu ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lazım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can 'Baba ben de seninle gelmek istiyorum' diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can sürekli babasına 'Baba nereye gidiyoruz ?' diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı. En son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki Dünya başına göçüyor gibiydi. O bu duygular içindeyken babası yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terk etti.

Arabaya bindiler. Can yol çıktıklarında ağlamaya başladı neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can 'Baba sen yaşlandığında bende seni buraya mı getireceğim' diye sorunca Dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında 'Beni affet baba' diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış ve çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu 'Baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için beni affet' diye hatasını belli ediyordu.. Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...

'Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın. Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
account (20-09-2007), chem73 (21-09-2007), flz (20-09-2007), janus (08-12-2007), meraklı (20-09-2007), neron (21-09-2007), Ramo (20-09-2007), serdarkus (20-09-2007)
  #66  
Eski 20-09-2007, 19:36
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Eline sağlık sevgili Dohol.Daha önce okumuş olsamda,her okuduğumda içim ürperir.İnsanları sevdiklerinden ayrı bırakacak seçeneklerden nefret ederim.Umarım hibir insan bu acımasız iskenceye maruz kalmaz.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (20-09-2007)
  #67  
Eski 04-11-2007, 17:42
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Üç soru

Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım." Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükafat vereceğini ilan etti. Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. İlk soruya cevap olarak; kimileri "her hareketin doğru vaktini bilmek" için önceden günlerin, ayların, yılların yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak gerektiğini söylediler. "Ancak böylece her şey tam zamanında yapılabilir" dediler. Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş olayları izleyerek lüzumlusunu yapabileceğini iddia ettiler. Başka bilginler de, kral neler olup bittiğine ne kadar dikkat ederse etsin, tek bir kişinin her hareket için en uygun vakte karar vermesinin imkansız olduğunu; kralın, her şeyin en uygun vaktini tespitte ona yardım edecek bir bilge kişiler konseyi kurması gerektiğini söylediler. Fakat bu defa da başka bilginler; "Bir konseyin önünde beklemesi imkansız bazı şeyler vardır, bu işlerin yapılıp yapılmayacağına ancak tek bir kişi anında karar verebilir" dediler. "Buna karar vermek içinse neler olacağını önceden bilmek gerekir. Neler olacağını önceden bilenler de yalnızca sihirbazlardır. Dolayısıyla her hareketin doğru vaktini bilmek isteyen, sihirbazlara danışmalıdır." İkinci soruya da aynı şekilde türlü türlü cevaplar geldi. Kralın en "fazla ihtiyaç duyduğu, en gerekli kişiler" bazılarına göre danışmanlar; bazılarına göre papazlar; bir kısmına göre hekimler; daha başka bir kısmına göre ise savaşçılardı. Üçüncü soruya, yani "en önemli işin ne olduğu" konusuna gelince; bazıları dünyadaki en önemli şeyin bilim olduğunu söyledi. Bir kısmı savaşta ustalaşmak; daha başkaları da dinî ibadet dediler. Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de ödül vermedi. Ama hâlâ doğru cevapları aradığı için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya karar verdi. Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşar, yanınaysa sade halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sıradan elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye çalışarak yola düştü. Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafızını da geride bırakıp yola devam etti. Kral yaklaşırken münzevi, kovuğunun önüne çiçek tarhları kazıyordu. Geleni gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu Kral yanına gelip şöyle dedi. "Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabını almak için geldim: Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla muhtaç olduğum, dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken insanlar kimdir? En önemli ve her şeyden önce kendimi vereceğim işler nelerdir?" Münzevi, kralı dinledi, ama cevap vermedi. Avuçlarına tükürüp kazmaya devam etti. "Yoruldunuz" dedi kral. " Küreği bana verin de biraz dinlenin." Münzevi; "Sağ olun" diyerek küreği krala verdi, yere oturdu. Kral iki tarh kazdıktan sonra durup sorularını tekrarladı. Münzevi yine cevap vermeden ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve; "Biraz dinlenin; bir parça da ben çalışayım." Dedi. Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya devam etti. Bir saat geçti, bir saat daha... Güneş, ağaçların ardından batmaya başladı. Sonunda kral küreği toprağa saplayarak konuştu: "Ey bilge kişi... Senin yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim. Eğer cevap vermeyeceksen, söyle de evime gideyim". Münzevi; "Buraya koşarak birisi geliyor, dedi. Bakalım kimmiş?" Kral da arkasını döndüğünde bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini ve karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızdığını gördü. Yaralı adam onların yanına ulaşınca, kendinden geçercesine inledi, sonra da bayılıp yere düştü. Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir şey istedi. Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş hava soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı. Kral koşuşturmaktan ve yapmış olduğu işlerden öylesine yorulmuştu ki eşiğe çöktü ve uyuyakaldı; kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti. Sabah uyanınca nerede olduğunu, yatakta uzanmış, şaşkın gözlerle ve dikkatle kendisine bakan yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı. Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören adam; "Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle. Kral; "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" dedi. "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum, dedi yataktaki adam... Ben, kardeşini astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusuya yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam şimdiden sonra en sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin beni." Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu; onu affetmekle kalmayıp uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi. Ayrıca mallarını iade edeceğine de söz verdi. Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıkıp münzeviyi aradı. Gitmeden önce, sormuş olduğu sorulara cevap vermesini bir kez daha rica etmek istiyordu. Münzevi dışarıda, bir gün önce kazmış oldukları tarhlara çiçek tohumları ekmekteydi. Kral ona yaklaştı ve şöyle dedi: "Sorularıma cevap vermeniz için size son defa yalvarıyorum!.." Yorgun dizlerinin üstünde çömelmiş olan münzevi, gözlerini kaldırıp krala baktı ve; "Cevabınızı aldınız ya" dedi. "Nasıl aldım? Ne demek istiyorsunuz?" Diye sordu kral. "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı münzevi. "Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu tarhları kazmasaydınız, gidecek ve şu adamın saldırısına uğrayacaktınız. Ve yanımda kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli vakit, tarhları kazdığınız vakitti. En önemli kişi bendim ve en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı. Daha sonra bu adam yanımıza koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakitti, çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı. * Bundan sonra şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit vardır. İçinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir... En önemli kişi; kiminle beraberseniz odur. Zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez... Ve en önemli iş; iyilik yapmaktır. Çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin en önemli sebebi budur."
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (05-11-2007), buena vista (05-11-2007), neron (05-11-2007)
  #68  
Eski 09-11-2007, 15:14
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Üç dört yaşlarımdayken gönlümce oyun oynamak için eve misafir gelmesini beklerdim. Annem misafir yanında toleranslı davrandığından, normal zamanda oynayamadığım bütün oyunları oynardım. Misafirlere gülümserken bana bakan gözlerinden ateşler saçan annem sabırla beklerdi. Ben de sabırla beklerdim ve derin bir mutlulukla bu kutsal zamanın keyfini çıkarırdım.

İkimiz de kaçınılmaz sonu beklerdik; bedelin ödetildiği ve bedelin ödendiği zamanı. Annem misafirleri kapıdan uğurlarken ben de gider divana otururdum. Sinirle kapıda görünen annem yanıma yaklaştığında vücudumun çeşitli yerlerinde tokatların acısını hissetmeye başlardım. Bedel bazen iki üç tokat olurdu, bazen tokatlar silsilesi. Acırdı ama önemi yoktu; ben olası sonucu kabul ederek oyunumu oynamayı seçmiştim.

Bu satırları yazarken amacım annemi acımasız bir kadın olarak göstermek ya da acılarla geçen çocukluğumun edebiyatı değil. Annem, yetiştirildiği ortam ve psikolojik durumu göz önünde bulundurulduğunda, harika annelik yaptı. Çocukluğum, amcalarla, dayılarla, halalarla eğlenceli ve hareketli geçti. Bu satırlar, seçimlerimizle, vazgeçişlerimizle ve ödediğimiz bedellerle alakalı. "Her seçim bir vazgeçiştir" ve "Her seçim bir bedel tercihidir". Küçük Berna için "Oyun oynamayı seçmek koşullu anne sevgisinden vazgeçiştir" ve "Oyun oynamayı seçmenin bedeli dayaktır".

Altı yaşıma kadar hep pencereden seyrettim dışarısını. Sokağımız yokuştu ve oyun oynamaya müsait değildi. Altı yaşımdan sonrası ise, Üsküdar'a taşınmamızla birlikte, eve zorla sokulduğum bir dönemdir. Altı yaşıma kadar geçen ev içi dönemimin bedeli hayatım boyunca yaptığım hiperaktif aktivitelerdir. Sonrasının bedeli ise; hala sürekli burkulan bir sol ayak bileği, inşaatlardan kum tepelerine atlamanın neden olduğu diz problemleri, geçmesi çok uzun zaman alan yaralar ve babayla karşı karşıya gelişlere neden olan özgürlük sınırı problemleridir.

Üniversite bitmeden sevdiğim adamın evlenme önerisini kabul ettiğimde, eleştirilere ve toplumumuza özgü bazı dedikodulara maruz kalmayı da kabul etmiş oluyordum.

Boşanmayı seçtiğimde, avukatımın da belirttiği gibi, Türk toplumunda boşanmış kadın olmanın zorluklarını yaşamayı da seçiyordum.

Yaşam bana çok küçük yaşta her seçimin bir bedeli olduğunu öğretti. Bu bedel bazen küçük düşmektir, alay edilmektir; bazen eleştirilmek, toplum dışına itilmektir; bazen, töre cinayetlerimizde olduğu gibi, canını vermektir. Bedel her ne olursa olsun, bir seçim yapmak ve bu seçimin sorumluluğunu almak her gün ölmekten iyidir. Ölüm sadece fiziksel bir olay değildir, yaşamının sorumluluğunu almayan bireyler soluk alıp veren vücutların oluşturduğu toplulukları yaratırlar. Vazgeçmemeyi ve bedel ödememeyi seçen bireylerden oluşan bu topluluklar çok rahat yönetilirler, çok kolay manipüle edilebilirler.

"her ödülün bir bedeli vardır" derler. Bedeli olmayan bir ödül mümkün değildir; çünkü yaşamın tabiatı dualitedir; erkek, dişi; yin, yang; gece, gündüz; yaz, kış gibi.

Hiç bedel ödememek güzel bir özlemdir lakin bir ütopyadır. Bu özlem kalbimde yer almaya devam ederken ben de seçimlerimi yapmaya devam ediyorum; sonra da dayak yiycem...
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (09-11-2007), janus (08-12-2007)
  #69  
Eski 06-12-2007, 19:08
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Önemli Ders 1
Birinci ve de en önemli ders. Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test
sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya
kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru şöyleydi:
"Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir?.."
Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı.Kadını yerleri silerken hemen hergün
görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı.50'lerinde falan olmalıydı.
Ama adını nerden bilecektim ki!..Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim
ettim.Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına dahil olup
olmadığını sordu."Tabii dahil" dedi, hocamız..

"İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar.
Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakeden insanlar bunlar. Onlara
sadece gülümsemeniz ve "Merhaba" demeniz gerekse bile..

" Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adı da.. Dorothy idi."

Önemli Ders 2
Yağmurda otostop!..Bir gece vakti geceyarısına doğru Alabama otoyolunun
kenarında duran bir zenci kadın gördüm.Bardaktan boşanırca yağan yağmura
rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu.
Geçen her arabaya el sallıyordu.Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye hem de
Alabama'da yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi.Onu kente kadar
götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken
ille de adresimi istedi verdim. Bir hafta sonra kapım çalındı. Muazzam bir
konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda..
"Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece
elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim,
siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının başucuna
zamanında ulasmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana
yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi kutsasın!..

En iyi dileklerimle...

Bayan Nat King Cole."

Önemli Ders 3
Size hizmet edenleri hep hatırlayın..
Bir pastanın üç otuz cente satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi.
Garson kız hemen koştu.. Çocuk sordu: "Çukulatalı pasta kaç para?.." "50 cent!.."
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı..Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.."
35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla... Dükkanda yığınla müşteri vardı ve
kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit
geçirebilirdi ki... Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir
miyim lütfen" dedi. Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve
öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi.Garson kız
masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden.Masayı sanki akan
yaşları temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15
centlik bahşiş duruyordu...

Önemli Ders 4
Yolumuzdaki engeller...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine
kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler
olacaktı?. Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray
görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın
etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi.
Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.Sonunda bir
köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere
indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda
kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini
yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin
durduğunu gördü. Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı
içinde...altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü,
bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel,
yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır..."



Önemli Ders 5
Önemli olan vermektir...
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız
getirdiler. Tek yaşam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi.
Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi şekilde kurtulmuş ve kanında o
hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu. Doktor durumu beş
yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük
çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve "Eğer kurtulacaksa,
veririm kanımı" dedi. Kan nakli ilerlerken, ablasının gözlerinin içine bakıyor
ve gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük
çocuğun yüzü de giderek soluyordu... Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir
sesle doktora sordu:

" Hemen mi öleceğim?.."

Küçük, doktoru yanlış anlamış, ablasına vücudundaki bütün kanı verip, öleceğini sanmıştı.
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
account (07-12-2007), ar_de_ (07-12-2007), janus (08-12-2007), meraklı (07-12-2007)
  #70  
Eski 01-01-2008, 12:17
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sans Yaver Olunca

SANS YAVER OLUNCA
Kanuni Sultan Süleyman, kızı Mihrimah Sultanı; zekî, hırslı, gelecegi parlak bir devlet adamı olan Rüstem Pasa’ya vermek
istiyormus. Rüstem Pasa bu sırada Diyarbakır valisiymis. Saraya damat olacagı duyulunca hakkında bir sürü dedikodu üretilmis.
Bunların en önemlisi, Rüstem Pasa’da cüzam hastalıgı bulundugu iddiasıymıs. Kanuni, sarayın hekimbasını çagırarak cüzam
hastalıgının en çok tanınan belirtisinin ne oldugunu sormus. Hekimbası, cüzamlı bir kimsede bit barınamayacagını söylemis.
Bunun üzerine Diyarbakır’a adamlar gönderilmis. Bunlar gizlice Rüstem Pasa’nın çamasırlarını kontrol etmisler ve bu sırada bir
bite rastlamıslar. Böylece Rüstem Pasa’nın cüzamlı olmadıgı anlasılmıs.
Bu olay üzerine devrin bir saîri su iki dizeyi yazmıs:
“Olacak bir kimsenin bahtı kavı, talihi yâr
Kehlesi’ dahi mahallinde onun ise yarar.”
(Bir kimsenin bahtı açık, sansı da yaver olursa, onun biti bile yerinde, zamanında ise yarar, yükselmesine yardım eder.)
Kehle: Bit.
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (01-01-2008), Lizzy (01-01-2008), meraklı (01-01-2008), neron (02-01-2008), Ramo (02-01-2008), zumbul (03-01-2008)
Cevapla


Konuyu Toplam 3 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 17:43 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce