Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Kıssadan Hisse Hikayeler - Sayfa 6 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Müştemilat
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Kıssadan Hisse Hikayeler
Konudaki Cevap Sayısı
107
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
123787

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #51  
Eski 22-03-2007, 11:33
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Web den

Şimdilerde şairin tabiri ile yolun yarısına gelmiş olan nesil, çocukluğunu ya da ilk ergenlik yıllarını 1982, yani Özal öncesi yaşamış kişiler.

30 ile 40 yaşları arasındaki Türk insanı üzerinde, yaşadıkları dönemin çok büyük etkisi olmuştur. Onca olumsuzluğa, onca yokluğa rağmen o yıllara karşı müthiş bir özlem taşır içinde. Özlem, çocukluk ya da gençliğe midir yoksa o yılların masumiyeti ve saflığına mıdır bilinmez.

Yıl ya 78 ya da 79. Erkek kardeşim bir- iki yaşında, ben ilkokuldayım. Evimizin karşısındaki müstakil evde üniversiteli gençler yaşıyordu ve ev arada sırada silahlı kişiler tarafından basılıyordu. Biz, kaza kurşununa hedef olmamak için ailecek yerde yatıyorduk.

Polis evlerde olur olmaz aramalar yapıyor diye, babam kütüphanemizdeki tüm sol içerikli yayınları divandaki iki yatağın arasına saklıyordu. Yolda yürürken bile birileri sizi durdurup kimlik soruyordu. Her hafta sonu, evimizin duvarına yazılan yazıları boyuyorduk.

Okuduğum ilkokulun kantininde simit ve Çamlıca gazozu dışında bir şey yoktu, zaten o zamanlar çocuğa haftalık vermek diye bir şey de yoktu. Gene de bakkala gidişlerimde kalan para üstlerini haftalarca biriktirip, tüpte şokella alıyordum. Onca zaman para biriktirilerek alınan ve bitmesin diye gıdım gıdım yenen o tüpte şokellanın tadını hâlâ hiçbir şeyde bulamıyorum.

Ben şanslıydım, babam denizciydi. Seyir dönüşleri bana envai çeşit oyuncak getiriyordu Avrupa’dan. Ama o zamanın çocukları bile bir tuhaftı, ben mahalledekilerle paylaşmayınca o oyuncaktan da zevk almıyordum. Hâlâ gazoz kapaklarını taşla düzeltip, bugünün TASO’larına benzeyen şeyler yapıyordum. Dokuz taş, misket, kukalı saklambaç, hele o “en de tura bir iki üç güzellik”, unutulur gibi değildi. İnşaatlardan sökülen paslı çivilerle oynanan toprağa çivi saplamaca gibi tamamen yokluğun tetiklediği yaratıcılık örnekleri. Sokaklar bizim, dert yok, tasa yok, oyuncak yoktu, olsa da devir hesap devri alacak para yoktu ve eğlence yaratıcılığımıza kalmıştı.

Yaz günleri, sabahtan akşama kadar sokaktaydık. “Sokağa Çıkmak” diye bir deyim vardı. Hayat o kadar güzeldi ki, ilk aşkıma dört yaşında vurulmuştum. Net hatırladığım bir sahne var: Adı Yalın. Babası ona iki tekerlekli bisiklet almış ve bana “Yarın seni de bindireceğim” diye söz vermişti. Bindim mi? Hatırlamıyorum, sonra taşındılar mahallemizden. İkinci aşkım, alt katımızda oturuyordu. Bir gün incir toplayacağız diye, Çengelköy sırtlarında kaybolmuştuk birlikte.

Diyarbakır’lı Kürt bir Karpuzcumuz vardı. Salı Cuma karpuz , kavun getirirdi kamyonla. ”Kavun ye bal ye” diye bağırırdı. Hakikaten de o kavun bal gibiydi. Hele o zamanın çilekleri, bir reçel kaynadı mı, değil apartman mahalleyi sarardı o nefis çilek kokusu. Reçel yapılacak çilek neredeyse bir gün boyunca beş altı kez suyu değiştirilerek kovalarda bekletilirdi toprağı çıksın diye. Üstelik suya da rengi geçmezdi. Şimdi çilekler toprakta yetişiyor ama toprağa değmeden büyüyor. Belki de o yüzden ne tadı var ne de kokusu.

Siyah beyaz ve tek kanallı televizyon, küçücük parmaklarımızın arasında kaybolana dek bıçakla yontulan kalemler –ki kalemtraş kullanmak israftı, sınıflardaki çöp kovası önü kalem açma kuyruklarını unutan var mı?-, plastik ilkel beslenme çantaları ve okula götürülmesi yasak olan muz. Hele iç içe geçen halkalardan oluşan ve her zaman akıtan o plastik bardaklar, kabusumdu benim. Uçlu kalem geldiğinde memlekete, uzay mekiği gibi bakmıştık ve onun ucu da uzay mekiği fırlatma rampası gibi kavrardı kapkalın kalem uçlarını.

Bunların her biri güzel birer anı, 30 lu yıllarını sürenler için. 40 lı yıllarını sürenler için o dönem, terörle özdeş. Zira çoğu Üniversiteyi ya zar zor bitirdi, ya da ayrılmak zorunda kaldı. 50 üzeri için ise hatırlanmak bile istenmeyen günler. Çünkü onlar çocuk okutmak ve yaşam mücadelesi vermek zorundaydı, onca yokluğa, parasızlığa ve kardeş kavgasına rağmen. Sadece çocuklar o yılların tadını çıkardı, sadece çocuklar mutlu ve umarsızdı ve sadece çocuklarda hatırlanası güzellikler bıraktı.

O dönemin çocukları, şimdi çocuk yetiştiriyor. Sahip olamadıkları oyuncaklarla dolu çocuklarının odaları. Yedikleri dayakların inadına seslerini bile yükseltmiyorlar çocuklarına. Dizlerinden, dirseklerinden yara kabugu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan alınırken fenalaşıyorlar. Ancak hava karardığında ve babası işten geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı çıkaramıyorlar, zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar, bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile diyemiyorlar.

O zamanın çocuklarının, şimdiki çocukları doyumsuz, çoğu bilgisayar başında patates cipsi yediği için şişman, hepsi zehir gibi akıllı ama onca imkana rağmen okulu pek azı seviyor. Çelik çomağı, kukalı saklambacı ve hatta uçurtma uçutmayı bilmiyor. Onların uçurtmaları marketlerde hazır yapılmış olarak satılıyor ve babayla bir Pazar günü saatlerce uğraşarak uçurtma yapmanın zevkini ve yeşil tepelerde uçurtma uçurmanın tadını bilmiyorlar. Okulun açılacağı haftanın öncesinde önceleri zevkle başlayan ama sonra işkence halini alan, defter kaplamanın ne demek olduğundan habersizler, defterlerin kaplanmaya ihtiyacı yok çünkü.

Kağıt onlar için buruşturulup atılabilecek bir şey, defterden kağıt koparmanın nasıl olup da YASAK olabileceğini akılları almıyor.

Hiç dut silkelemediler, bembeyaz çarşaflara ve hiç incir ağacının ince dalına basıp yuvarlanmadılar komşunun bahçesine.

Mutlular mı?

Umarım öyleler.

Peki çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı?

Umarım...
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (26-03-2007), bikmisbroker (22-03-2007), buena vista (25-03-2007), Gozlemci (23-03-2007), Lizzy (12-04-2007), neron (23-03-2007)
  #52  
Eski 22-03-2007, 19:42
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Cherry maziden esti bir rüzgar..

Sayın dohol,

Yazınızı okurken yaşadım...O günlerin keyfini hasretle ve hasetle tekrar andım...evet ozamanlar harclık denen birsey yoktu, okullarda yalnız çamlıca gazoz ve simit vardı. Defterimizden yaprak koparamazdık ve hatta saman defterlerle yaşadık. Şimdiki çocuklar saman kağıdın ne olduğundan bihaber...

O dönemlerde siyasi çatışmalar vardı, kapımızın önünde can veren gencecik bedenler vardı. Aşağı mahallenin lisesiyle yukarı mahallenin lise öğrencileri sloganlarla yürürlerdi, sonra karsı karsıya gelir silahlar patlardı...

Evet, o dönemler tek parklarımız vardı, dizlerimizden oramızdan buramızdan eksilmeyen yaralarımız vardı...Anacığımın korkusundan sökülen yakamı, yırtılan kara önlüğümü bile dikmeyi öğrenmiştim o bacaksız halimle. Maymun gibi dut ağaçlarına cıktık, incir ağaçlarının gevrek dallarından düştük. Elma çaldık, şeftali çaldık...İstanbul'un yeşili vardı, bahçesi vardı, komşusu vardı... İstanbul'un insanı vardı.

Arkadaşlarımız vardı, tek kale maç yaptığımız, çivi oynadığımız. Saklambactan, ebelemeceden kanter içinde kaldığımız arkadaşlarımız vardı.

Tek eğlencem, memur babamın aybaşında aldığı kitaptı. Anacığımla çıktığımız pazardı; çömlekler içinde satılan yoğurtlar vardı, köy yumurtası vardı, domates kokan domatesler, tektip olmayan mis gibi çilekler vardı çamuruyla. Topatan kavunu vardı, kırkağaç, acısu kavunları..amasya elması vardı, yalovanın sulu elmaları, bostan patlıcanları vardı. Mevsimi gelse de yesek diye beklediğimiz sebzeler vardı.

Bayramlarımız vardı el öpüp mendil içinde şeker ya da 50 krş aldığımız. Okul hazırlıklarımız vardı ya hem heyecan duyup hem de sıkıntı yaşadığımız...Ama hepsi çooookkkk güzeldi...

Evet, şimdi çocuklarımızın neredeyse herseyleri var ama........

Ama bekledikleri, heyecan duydukları birsey yok artık. Keyifleri yok, zevkleri yok, herseyden önemlisi sabırları yok...

Evet, umarım onlar da yaşadıkları bu günleri keyifle anabilecek kadar iyi yaşasınlar....

Umarım........

Her yaşadığımız anıyı keyifle tekrar tekrar anabilmek ve yaşayabilmek adına bu anlarımız tatlı ve hoş anılara dönüşmesi umuduyla...sevgiyle kalın...
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (26-03-2007), bikmisbroker (22-03-2007), dohol (22-03-2007), Gozlemci (23-03-2007), neron (23-03-2007)
  #53  
Eski 24-03-2007, 16:32
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine
düşmüş.
Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu. Düşmüş işte.
Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak
dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin
ağırlığını çekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıptır
söylemesi, anırdı yani.
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.
Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız
köylüleri yardıma çağırdı.
Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.
Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe
döktü.
Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi .
Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. Köylüler ağzı açık bakakaldı.

Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. Ne bazeni, çoğu zaman.

Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.

Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve
kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.

Kör kuyuda olsak bile...
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (26-03-2007), buena vista (25-03-2007), janus (24-03-2007)
  #54  
Eski 25-03-2007, 23:33
flz flz bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 41/319
39 Mesaj ına 191 Kere teşekkür edildi
Tanımlı İki kafes

Babamın bahçesinde iki kafes var. Birisinde, babamın kölelerinin Niniv çölünden getirmiş oldukları bir aslan; diğerinde ise sessiz bir serçecik var.
Her sabah, gün ağarırken, serçe aslana yönelir: " İyi günler, mahpus kardeş!".

Halil Cibran
Alıntı ile Cevapla
flz kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (26-03-2007), dohol (25-03-2007)
  #55  
Eski 26-03-2007, 17:11
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Down gizemlicicekler

O gece mail kutusuna gelen bir notun tüm geleceğini etkileyeceğini nasıl
bilebilirdi kahramanımız. Gönderilen dosyayı açtığında ekranı binlerce gül
kaplamıştı. Her tıklamada yeni bir sayfa açılıyor ve her açılan sayfada
değişik renklerde güller tüm ihtişamıyla gözler önüne seriliyordu. Son
tıkladığında ise ekranda şöyle yazıyordu; "Hiçbirisi senin gibi olamaz.
Seni seviyorum..."
Fulya çok şaşırmıştı. Maili gönderene baktı ama bu isim onda hiç bir
çağrışım yapmamıştı. Sonraki günlerde benzer mesajlar gelmeye devam
etmişti. Her defasında farklı çiçekler kaplıyordu ekranını ve son sayfada
yine aynı şeyler yazıyordu."Hiçbirisi senin gibi olamaz.Seni seviyorum..."
Fulya bu esrarengiz kişiyi merak etmeye başlamıştı. 10.gece gelen mesajı
yanıtlamayı düşündü. İster istemez etkilenmişti. O günlerde kendini çok
yalnız hissediyordu... Kim acaba diye kendi kendine sorarken birden
parmaklarının klavyeye uzandığını farketti.
"Bu çiçekleri bana neden gönderiyorsunuz? Lütfen kimliğiniz hakkında bana
bilgi verirmisiniz?..." Yazdıkları sadece bu kadardı. Ardından iletisini
göndermek için "Gönder" tuşuna bastığında hayatının ne hale geleceğini asla
bilemezdi... Ertesi gece heyecanla mail kutusuna baktı. Yine aynı kişiden
bir mail daha gelmişti.
Yüreği dalgalı denizlere dönmüştü.Aceleci tavırlarla maili açtı. Bu defa
tek sayfalık bir ekran vardı karşısında ve şunlar yazıyordu; "Beni
gerçekten merak ediyorsan yarın öğleden sonra saat 2'de bilgisayarının
başında ol ve msn'in açık olsun..." Fulya o geceyi biraz heyecanlı birazda
huzursuz geçirdi...
Gece boyunca hep bu konuyu düşündü. Kimdi, neyin nesiydi, neden her gün bu
mailleri ona gönderiyordu...Bu soruların cevabını bulamamıştı.
Ertesi gün saat 14.00'te ekranın başındaki yerini aldı ve msn'ide açtı.
Bir süre sonra ilk mesajı almıştı."Merhaba çiçeğim..."
Fulya kalbinin deli gibi atmaya başladığını
hissetti..."Merhaba...Kimsiniz?"

- Sizi tesadüfen buldum.
Bana gelen maillerden birinde sizin de adresiniz vardı.
gizemlicicek@... çok dikkatimi çekmişti. O yüzden size her gece
birbirinden güzel çiçekleri maillemeye başladım.
-Peki ama "hiçbirisi senin gibi olamaz. Seni seviyorum" ne demek oluyor?
-İkimiz de çiçekleri çok seviyoruz değil mi? O zaman birbirimizi de çok
seveceğiz desem herhalde yanlış olmaz.
Fulya ne diyeceğini bilemiyordu.Uzunca bir süre cevap yazamadı.
Sonra;
-Bakalım zaman ne gösterecek. Bu arada kendini biraz tanıtırsan memnun
olacağım.
-Hiç gerek yok...Çünkü sen beni çok iyi tanıyorsun.
Fulya iyice afallamıştı. Cevap yazmak için ekrana baktığında karşı tarafın
çıkmış olduğunu gördü. Bir süre bekledi ama geri dönüş olmadı. Herhalde
elektrikleri kesildi ya da başka bir sorun çıktı"
diye düşündü...
O gece ve sonraki geceler meçhul kişiden hiç mail gelmedi.
Her gün msn'i açıyordu ama orayada gelen giden yoktu. Fulya'nın içi içini
yiyordu. Neler oluyordu? Hiç bir sorunun cevabını bulamamak git gide
sinirlerini germeye başlamıştı. Aradan bir aydan fazla bir zaman geçmişti
ve Fulya bu esrarengiz kişiyi unutmaya başlamıştı.
Bir gün çalıştığı iş yerine sivil polisler geldiler .
Fulyayı arıyorlardı. "Benimle ne işleri olabilir" diye düşünürken odasına
giren polislerden biri kollarına kelepçeyi takı vermişti. "Hey neler
oluyor, ben ne yaptım ki" diye avaz avaz bağırmaya başlamıştı. Polisler
bilgi vermiyordu.Sadece "Bizimle emniyete geleceksiniz"
diyorlardı. Özellikle kollarına vurulan kelepçeler moralini çok bozmuştu.
Neler olup bittiğini çözmesi olanaksızdı. Emniyet Müdürlüğüne gidene
kadar polisler tek kelime bile etmemişlerdi.
Kapısında "Dolandırıcılık Masası" yazan bir odaya girdiğinde hepten
şaşkına dönmüştü. Masadaki görevli polis "Buyrun Fulya hanım oturun"
diyince ilk sandalyeye kendini atıverdi.
-Söyler misiniz neler oluyor? Bu bir şakaysa çok ağır bir şaka oldu.Derhal
bu oyunu kesin ..." Daha lafını bitirmemişti ki kendisine oturmasını rica
eden polisin sert bir ifadeyle "Hep böyledir.Yaparlar ama kabul
etmezler..."
sözleri başını döndürmeye yetmişti. Birden fenalaştı ve olduğu yere
yığılıp kaldı.Gözlerini açtığında bir sedyede olduğunu farketmişti.Boş
gözlerle etrafına bakıyordu.
Biraz sonra kendisini iş yerinden alan polislerden biri yanına geldi.
-İyi misiniz Fulya hanım? Kendinize geldiyseniz artık işimize bakalım.
Güçlükle doğrulmuştu.
Sonra polisinde desteğiyle tekrar o odaya girdiler. Aynı sandalyeye
oturmuştu.
-Fulya hanım, dolandırıcılıkla suçlanıyorsunuz. Banka hesabınızda son 15
gün içinde tam 28 işlem yapılmış. Bu süre zarfında yaklaşık 4 trilyon lira
hesabınıza yatmış ve oradan da başka bir hesaba havale edilmiş.
-Olamaz...Benim böyle şeylerden haberim yok.Bankada 350 milyon liram
var.Bunun dışında da neler olup bittiğini bilemiyorum.
-Fulya hanım,şimdi bize işbirliği içinde olduğunuz kişilerin adlarını
vermenizi istiyoruz.
-Siz neler diyorsunuz? Ne işbirliğinden bahsediyorsunuz?.
-Dolandırıcılık bayan...
Genelde tek başına yapılmaz bu işler.
Ayrıca bu kadar parayı ne yaptığınızı da bize derhal açıklayın.
Fulya hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.
Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Artık ifade verebilecek durumda değildi.
Sinir krizleri geçirmeye başlamıştı.
Birden kendini parmaklıklı bir odada bulmuştu. Dışardan ölü bir ışığın
içeri süzüldüğü rutubetli küçük bir odaydı. O geceyi sabaha kadar ağlayarak
geçirmişti. Sabahın ilk ışıkları küçük pencereden içeri süzüldüğünde gün
ağlıyordu gözlerinde ve üşüyordu... Bir süre sonra kapı açıldı ve bir kadın
polis kolundan tutup kendisini takip etmesini söyledi. 2-3 dakikalık bir
yürüyüş sonrasında tekrar ilk geldiği odaya varmışlardı.

Fulya'nın yüzü solmuştu ve tir tir titriyordu.Polisler ona sıcak bir
fincan çay verdiler.
Önce fincanın sıcaklığıyla ellerini ısıttı sonrada yudum yudum içmeye
başladı.

-Başınız iyice dertte bayan...28 kişinin banka hesabından kendi
hesabınıza havaleler yapmış ve ardındanda 4 trilyonu 3 ayrı hesaba
aktarmışsınız ve bu paralar ertesi gün ilgi hesaplardan çekilmiş.
-Benim hiçbir bilgim yok, ben bir şey bilmiyorum diyebildi..Ardından
sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. -Bugün savcılığa çıkaracağız
sizi ve tutuklanacaksınız.İyisi mi bize yardımcı olun da şu işi çözelim.
Fulya darmadağınık olmuştu.Hiçbir şeye anlam veremiyordu.
Sonra "tutuklanacaksınız"
sözünü hatırlayıp daha da büyük bir korkuya kapıldı.O andan itibaren hiç
konuşmadı. Fulya'yı bir başka odaya aldılar.Yaklaşık 2 saat kadar orda tek
başına kalmıştı. Bu süre zarfında neler olup bittiğini asla anlayamadı.
Sonra bir bayan polis geldi ve kendisini takip etmesini söyledi.
Bu defa bir arabaya binmişlerdi. 10-15 dakika sonrada savcının karşısına
çıkarılmıştı.
Savcı 55-60 yaşlarında babacan tavırlı biriydi. (Nubar Terziyan'ın
gençliği!!!)
-Otur kızım deyişi Fulyanın içini birazcık da olsa rahatlatmıştı.
-Anlat bakalım kızım. Nasıl başladın bu işe? (Nasıl düştün bu yollara?
Nubar Terziyan soruyor))
-Benim bahsettiğiniz işlerle hiç ilgim yok savcı bey dedi.
Banka hesabınız öyle demiyor...
Ne vardı banka hesabında. Neler olmuştu?
-Bakın ayın 13 ünde sarıgül notuyla 750 milyar, 17'sinde beyaz zambak
notuyla 2 trilyon ve 19'unda da siyah lale notuyla kalanını havale
etmişsiniz.SARI GÜL, BEYAZ ZAMBAK,SİYAH LALE... Allahım neler oluyor diye
beynini iyice zorluyordu.
Sarıgül...Beyaz zambak...Siyah lale...Birden irkildi. Bu olamazdı!!! Ona
ilk gelen mesajda hep sarı güller vardı. Sonraki maillerde beyaz zambaklar,
siyah laleler ekranı dolduruyordu.
Ama bu nasıl olabilirdi? Savcıya doğru döndü ve kendisine gönderilen
maillerden bahsetti. Savcı şaşkınlıkla onu dinliyordu.
Maillerin bu işle ne alakası olabilirdi? Savcı ber bir yere telefon açıp
birisinin odasına gelmesini istedi. Bir süre sonra odaya genç bir kız geldi
ve
-Fulya hanım.Siz bu hikayeyinizi baştan sona kadar hiçbir şeyi atlamadan
bana tekrar anlatırmısınız ? dedi.
-Tabi dedi ağlamaklı sesiyle...Sonra olanı biteni anlatmaya başladı. Her
gece gelen maillerden bahsetti. Sarı güllerden ,siyah lalelerden ...
bahsetti.
-Bunların dışında bir şey daha olmalı dedi kız. Fulya herşeyi en ince
ayrıntısına kadar anlattığını sanıyordu.
-Peki. Siz hiç cevap yazdınız mı?
-Evet bir kez yazdım Kim olduğunu merak ettiğimi sormuştum. O da bana bir
sonraki gün msn degörüşelim demişti.
-Yani siz onunla msn'de görüştünüz öyle mi?
-Evet diye cevap verdi Fulya...
Sonra kız savcının yanına gitti ve Fulya'nın duyamayacağı şekilde bir
şeyler anlattı. Sonrada aceleci adımlarla odadan çıktı. Savcı yanına
gelmişti.
-Bak kızım.Eğer anlattıkların doğruysa senin için bir ümit doğabilir.
Yoksa gençliğine yazık olacak...
Fulya hüngür hüngür ağlamaya başladı Savcı başını okşadı ve;
-Koyverme kendini hemen. Dur bakalım bir şeyler bulabilecek miyiz...
Sonra Fulyayı bir başka odaya aldılar.Aradan ne kadar zaman
geçmişti.Dışarda neler olup bitiyordu. Daha ne kadar burada kalacaktı?
Kapı açıldı ve savcı beyle diğer genç kız içeriye girdiler. Yüzlerindeki
ifade Fulya'yı biraz olsun rahatlatmıştı. Gözü ağlamaktan kan çanağına
dönmüştü.
-Hadi bakalım kızım evine gidiyorsun. Fulya ne diyeceğini şaşırmıştı. Yine
ağlamaya başladı.Diğer kız yanına yaklaştı.
-Benim adım Ayşe. Bilgisayar uzmanıyım.İfadeniz üzerine yaptığımız
araştırma sonucu asıl dolandırıcıları tesbit ettik.
-Peki ama bunun benimle ne ilgisi var?. Benim banka hesaplarımın bu işle
ne alakası var? Ayşe gülmeye başlamıştı. -Bakın Fulya hanım sizi msn'de
konuşmaya çağırmasının tek nedeni vardı. O da bilgisayarınızn IP numarasını
öğrenmek... Sonrası onlar için çok kolay oldu.
Bilgisayarınıza girdiler be sizinle ilgili tüm bilgileri ele geçirdiler.
Sonra da başka hesaplardan sizin hesabınıza para aktardılar ve ardından da
sahte isimlerle açtıkları kendi hesaplarına aktarıp buradan paraları
çektiler.
Fulya öylesine şaşkın öylesine çaresizdiki...
-Hadi şimdi evinize gidin ve iyice dinlenin. Yarın sabah sağlıklı bir
şekilde yeniden ifadenizi alacağız.
Ayşenin de yardımıyla dışarı çıktılar. Güneş ışınları gözünü kör etmişti
sanki...Hemen bir taksi çevirip evine gitti. Alelacele kendini banyoya
attı.
Sonra bir fincan kahve hazırladı kendisine.Biraz rahatlamıştı. Sonra
yatağına uzanıp derin bir uykuya daldı. Gece boyunca rüyalarında hep
çiçekler gördü. Çiçekler ona saldırıyor, her içinde bırakıyorlardı.
Uyandığında ter içinde kalmıştı. Hemen kalktı ve ilk iş olarak
bilgisayarın elektrik bağlantısını kopardı.
Perdeyi açıp dışarı baktığında ise hala Gün ağlıyordu gözlerinde.
Üşüyordu...
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (26-03-2007), buena vista (26-03-2007), dohol (26-03-2007), flz (08-04-2007), janus (08-04-2007), Lizzy (26-03-2007), meraklı (26-03-2007), neron (27-03-2007)
  #56  
Eski 08-04-2007, 23:20
flz flz bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 41/319
39 Mesaj ına 191 Kere teşekkür edildi
Post

SEVGİ ÜZERİNE

“Gerçi sarp ve zorludur sevginin yolları.
Ama içinize ateş düştü mü, izlemekten geri durmayın.
Sizi kanatlarının arasına alıp saklamak isterse karşı koyun.
Çünkü bilin ki, bir an gelir, o kanatların arasından bir kılıçtır çekilir ve vurur, inletir sizi.

Gerçi sözleri düşlerinizi darmadağın edebilir, tıpkı kuzey rüzgarının bahçeleri darmadağın ettiği gibi.
Ama sizinle konuştuğu zamanlarda, yine de ona inanmazlık etmeyin.
Çünkü başınıza tacı oturtacak olan da , sizi çarmıha gerecek olan da sevgidir. Serpilip gelişmenizi isteyen de o , budanıp kalmanızı isteyen de O’dur.




Tıpkı püsküllerin mısırı sarışları gibi, sevgi de sizi kendisine sarar.
Soyunmanız ve önünde çıplak kalmanız için zorlar. Soyunuk kalıncaya dek üsteler de üsteler.
Bembeyaz kesinceye dek evirir, çevirir, acı verir canınıza.
Boyun eğdirinceye dek, ezer, yoğurur sizi.



Karşısındakine kendinden başka hiçbir şey vermez Sevgi ve kendinden başka hiçbir şeyi de geri almaz. Ne kendi dışındaki şeylere sahiptir ne de kendisine sahip olunabilir.
Çünkü Sevgi kendi kendini bütünler ve kendi kendine yeterlidir.



Sevginin kendini mutlu kulmaktan öte hiçbir arzusu yoktur.
Eğer sevgiye kapılmışsanız ve tutkularınız olsun istiyorsanız….
Tutkunuz, sevginin içinde erimek olsun….
Tutkunuz, aşırı duygusal davranışların getireceği acıları tanımak olsun…


Ve yüreğinize gömdüğünüz sevgili için iyi bir şeyler dileyip yatın; dudaklarınızda onu yücelten bir şarkı olsun..”

Halil Cibran



…yüreğiniz sıkıştığında, içiniz daraldığında, çıkmaz sokaklarda olduğunuzu sandığınızda; tatlı bir serinlik gelirse içinize, yüzünüzde belli belirsiz bir gülümseme…
Kimbilir???…belki çok yakınınızda, belki çok uzaklarda, sizin için iyilikler dileyen biri olabilir.
Alıntı ile Cevapla
flz kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (09-04-2007), dohol (09-04-2007), meraklı (22-04-2007)
  #57  
Eski 10-04-2007, 10:29
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Afiyet olsun..

kahve.jpg

***Her kahve aynı tadı tasımaz... Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona gore degişir...

***Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir... Kahve telvesine yüreginin acısı karışır.

***Bir pazar öğle sonrası annenin "hadi bir kahve yap da içelim" dediği kahve huzurludur... Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...

***Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma cabasıdır... Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın ... çıktığın an uyuyakalırsın... ferahlıktır!!!

****Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer...

***Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır...Acıdır tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...

***Baban için yaptığın kahve sevgi doludur... çay bardağında, az şekerli...Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcaktır dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...

***Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve baskadır... Isıtır insanın...içini...

***Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni... Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...

***Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama icilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadlari degişir...Her kahve aynı değildir bu yüzden...

Ben de sizleri sevgiyle pişirilen bir kahve içmeye davet ediyorum. akşam, öğle öncesi, sonrası ya da gece kahvesi. ne zaman isterseniz.

Dostlukla yudumlayacağımız bir kahve molası vermeye ne dersiniz???

Sizin kahveniz nasıl olsun ???
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
account (10-04-2007), meraklı (10-04-2007)
  #58  
Eski 24-04-2007, 23:17
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Asya'da maymun yakalamak icin kullanilan bir cesit tuzak vardir. Bir

Hindistancevizi oyulur ve iple bir agaca veya yerdeki bir kaziga baglanir.



Hindistancevizinin altina ince bir yarik acilir ve oradan icine tatli bir yiyecek konur. Bu yarik sadece maymunun elini acikken sokacagi kadar buyukluktedir, yumruk yaptiginda elini disari cikaramaz. Maymun, tatlinin kokusunu alir, yiyecegi yakalamak icin elini iceri sokar ve yiyecegi kavrar, ama yiyecek elindeyken elini disari cikarmasi olanaksizdir.



Sikica yumruk yapilmis el, bu yariktan disari cikmaz. Avcilar geldiginde, maymun cilgina doner ama kacamaz. Aslinda bu maymunu, tutsak eden hicbirsey yoktur. Onu sadece onun kendi bagimliliginin gucu tutsak etmistir. Yapmasi gereke tek sey elini acip yiyecegi birakmaktir. Ama zihninde acgozlulugu o kadar gucludur ki bu tuzaktan kurtulan maymun cok nadir gorulur. Bizi tuzaga dusuren ve orada kalmamiza neden olan sey, arzularimiz ve zihnimizde onlara bagimli olusumuzdur. Tum yapmamiz gereken, elimizi acip

benligimizi ve bagimli oldugumuz seyleri serbest birakmak ve dolayisiyla ozgur olmaktir.



Joseph Goldstein
Alıntı ile Cevapla
  #59  
Eski 26-04-2007, 19:52
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Exclamation cep tlf sahibi olmak ya da olmamak.....

Her şey, numaranızdan kendisine küfürlü mesaj geldiğini söyleyen dolandırıcının telefonuyla başlıyor.
07.02.2007 14:57


İstanbul Emniyeti, şimdilerde cep telefonu üzerinden yapılan bir soygun çetesi ile uğraşıyor. Yöntemin bildik tarafları olsa da, akıllara durgunluk veren boyutları da var. İşte cep telefonu ile yapılan soygun:
Sizi cep telefonunuzdan birisi arıyor ve kendini tanıtıyor. Üstelik arayan kişi sizi gizli bir numaradan da aramıyor. Görünen bir numara.
Sizin telefonunuzdan kendisine sürekli küfürlü mesajlar geldiğini belirtiyor. İlgili GSM şirketinden konuyu araştırdığını ve şirketten kendisine mesajların internet üzerinden de sizin numaranız kullanılarak gönderilebileceğini söylediklerini iletiyor.
Kendisinin bu küfürlü mesajlarla ilgili olarak cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunacağı bilgisini aktarıyor.
Hemen ardından size bir öneride bulunuyor. "Eğer isterseniz, müşteri temsilcisi ile sizi konferansta görüştürebilirim" diyor.
Ardından ne yapmanız gerektiğini anlatıyor.
"....şu numarayı tuşlayın müşteri temsilcisine bağlanacaksınız, üçlü bir görüşme ile bu sorunun kaynağını bulalım."
Görüşmenin biraz zaman alabileceğini söylüyor ve sizden kapatmamanızı istiyor.

Siz, üzerinize atılmak istenenen iftiradan kurtulmaya çalışma yaklaşımı ile bekleyip duruyorsunuz. Size bazı bilgiler soruluyor, iddia edilen küfürlere ilişkin SMS geçme tarihlerine ve içeriklere ilişkin bilgiler paylaşılıyor. Mümkün olduğu kadar sizin telefonunuzu açık tutmaya çalışıyorlar.

Bu bağlantı, gün içinde bir kaç kez yapılmaya çalışılıyor. Araştırmanın belli bir aşamaya getirilidiği konusunda ikna ediliyorsunuz ve "son bir görüşme" yapılması gerektiği söylenerek yeniden bağlantı kuruluyor.

Bu dolandırıcının kazancı ne?

Ay başı geldiğinizde faturanızı gördüğünüzde gözlerinize inanamıyorsunuz. Çoğu zaman binlerle lira ile ifade edilen bir rakam. Şaşkınlık ve öfke ile ilgili GSM şirketinin müşteri temsilcisini arıyorsunuz. Böyle bir faturanın nasıl olabileceğini öğrenmeye çalışıyorsunuz.

Müşteri temsilcisi, size yaptığınız görüşmenin zamanını ve süresini söylediğinde nasıl dolandırıldığınızı anlamış oluyorsunuz. Uluslararası canlı sex hatlarına bağlandığınızı ve yaptığınız görüşmelerin sürelerini size aktarıyor. Saatlar süren bu görüşmenin karşılığının da faturada gelen rakam olduğu anlatılıyor.Son zamanlarda İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne bu tarz başvurular yoğunlaşmaya başladı. Geçtiğimiz yıl oluşturulan Bilişim Suçları Masası'nın gündemine bir de bu suç eklenmiş oldu.

Alınan bilgiye göre, cep telefonu kullanıcılarına bu kadar yüklü faturalar gelmesine neden olanların ise, bu işten sadece belli komisyon aldığı belirtiliyor.


minicik yorum: eyy teknoloji, sen nelere kaadirsin...
Alıntı ile Cevapla
  #60  
Eski 07-05-2007, 16:48
dohol dohol bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 187/292
54 Mesaj ına 2054 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sözün bittiği nokta…..

Konu: Mimar Sinan



Mimar Sinan


"Bir Mimar Sinan eseri olan Sehzadebasi Cami'nin 1990'li yillarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir insaat muhendisi, caminin restorasyonu sirasinda yasadiklari bir olayi tv'de soyle anlatmasti.



Cami bahcesini cevreleyen havale duvarinda bulunan kapilarin uzerindeki kemerleri olusturan taslarda yer yer curumeler vardi. Restorasyon programinda bu kemerlerin yenilenmesi de yer aliyordu. Biz insaat fakultesinde teorik olarak kemerlerin nasil insaat edildigini ogrenmistik fakat tas kemer insaasi ile ilgili pratigimiz yoktu. Kemerleri nasil restore edecegimiz konusunda ustalarla toplanti yaptik. sonuc olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalip cakacaktik. Daha sonra kemeri yavas yavas sokup yapim teknikleri ile ilgili notlar alacaktik ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktik.

Kalibi söktük. Sokmeye kemerin kilit tasindan basladik. Tasi yerinden cikardigimizda hayretle iki tasin birlesme noktasinda olan silindirik bir bosluga yerlestirilmis bir cam siseye rastladik. Sisenin icinde durulmus beyaz bir kagit vardi. Siseyi acip kagida baktik. Osmanlica bir seyler yaziyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafindan yazilmisti. Sunlari soyluyordu. "

Bu kemeri olusturan taslarin omru yaklasik 400 senedir. Bu muddet zarfinda bu taslar curumus olacagindan siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Buyuk bir ihtimalle yapi teknikleri de degiseceginden bu kemeri nasil yeniden insaa edeceginizi bilemeyeceksiniz. Iste bu mektubu ben size, bu kemeri nasil insa edeceginizi anlatmak icin yaziyorum. " Koca Sinan mektubunda boyle basladiktan sonra o kemeri insa ettikleri taslari Anadolunun neresinden getirttiklerini soylerek izahlarina devam ediyor ve ayrintili bir bicimde kemerin insaasini anlatiyordu.

Bu mektup bir insanin, yaptigi isin kalici olmasi icin gosterebilecegi cabanin insan ustu bir ornegidir. Bu mektubun ihtisami, modern cagin insanlarinin bile zorlanacagi tasin omrunu bilmesi, yapi tekniginin degisecegini bilmesi, 400 sene dayanacak kagit ve murekkep kullanmasi gibi yuksek bigi seviyesinden gelmektedir. Suphesiz bu yuksek bilgiler de o koca mimarin erisilmez ozelliklerindendir. Ancak erisilmesi gercekten zor olan bu bilgilerden cok daha muhtesem olan 400 sene sonraya cozum ureten sorumluluk duygusudur
Alıntı ile Cevapla
dohol kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (07-05-2007), janus (08-05-2007), meraklı (18-05-2007), Süvari (07-05-2007)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:06 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce