Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #276  
Eski 06-02-2012, 13:48
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Deli Emin: Deh dedim, gitmedi at

Uzattıkça uzattım ve yazarken zorlanmaya başladım.

“Bir şeyler yazmam gerek” düşüncesi kafama çöreklendiğinde, gerilmeye başlıyorum.

Önce yazıya nasıl başlayacağıma, içimi ne kadar açacağıma, eteğimdeki taşların ne kadarını dökeceğime karar vermeye çalışıyorum.

Bu durum çok zamanımı alıyor ve sazına akort yaparken telini koparan acemi adamın şaşkınlığına benzer bir hale düşüyorum.

Sadece bu açmaz değil, bir de yazımı nasıl bitireceğimi düşünüp, geriliyorum.

2012 yılındaki bu ilk yazı için de aynı gerilimi yaşıyorum.

Çünkü: Erzurum’a gittiğimde görüp, yaşadıklarımla; Antalya’ya döndükten sonra kafamı kurcalayan konuları harmanlayıp bir şeyler yazmak istedim ve bir türlü tamamlayamadım.

“Boz Bulanık” başlığıyla 04 Ağustos 2011 tarihinde başladığım yazının dibine “Zaman bulursam devamı olacak” diye not düştüm. Sonra “Bulanık Su” başlıklı yazıyı, ardından “Hafıza-i Beşer”i, onun da peşinden “Nisyan ile Maluldür” ü, daha sonra “Yara İçinde Bıçak Çevirircesine”yi ve son olarak “Kanun Hükmünde” adlı tam 6 uzun yazı yazmama rağmen mevzuyu kapatamadım.

187 günde, diğer bir deyişle 6 ayda konuyu bağlayamamışım. Ben gerilmeyeyim de kim gerilsin!

Bu yazıya başlamadan burada yazdıklarıma şöyle üstünkörü bir göz gezdirdim.

Sevgili ar_de_’nin son notuna baktım, bir sonraki yazımı tüm Bahçe’nin heyecanla beklediğini yazmış. Bu yargıya nasıl varmış bilemiyorum. Bildiğim bir şey var kii Sayın ar_de_’nin yazdıklarımı didik didik okuduğudur. Onun yazacaklarımı heyecanla beklediğine gerçekten inanıyorum.

Benim herhangi bir şeyi yazarak anlatma gereksinimim elbette kedi ruh sağlığım için önemli ama belki daha önemlisi yazdıklarımın okunmasıdır.

Bir yazıyı okumak, ille de yazanı ve okuduklarını anlamak anlamına gelmez. Belki de gelebilir, çok iddialı laflar etmek istemem. Kendi adıma, doğrusu çok fazla anlaşılmak da istemem!

Anlaşıldığım an, o konuda diyeceklerim bitmiş olur! İşin yoksa yeni konu ara!

Yine yazdıklarıma bakarken Sevgili AnnE’nin kısa ve öz hatırlatmasıyla karşılaştım. ''Atlar hazır efendim !!” “Seha L. Meray'a saygıyla” demiş.

Tabii ki ilk kez okumuyorum AnnE’nin bu yazısını ancak ilk okuduğumda farklı düşünmüştüm, şimdi okuduğumda çok daha farklı düşünmeme neden oldu.

Seha L. Meray’ın bu yazısında kendini bir halt sananlara göndermeler var.

Hele yazının içinde bir “Deli Yazar” var ki, kendimi o sandım. Belki de Sevgili AnnE bana bu deliyi hatırlatmak istemiştir diye düşündüm ve dosdoğru söylemek gerekirse çok hoşnut oldum.

Şimdi, LX’ten sonra kuyruğuna bir türlü rakam koyamadığım bu yazı da dahil 7 tane yazının ardından bundan sonra inşallah kısa bir süre içinde yazacağım 8 inci yazının sonuna “Altmış bir”i koyacağımı umarak sözü Seha L.Meray’ın “Su Başını Devler Tutmuş” adlı kitabındaki “Atlar hazır efendim” başlıklı yazıya bırakıyorum.

“ATLAR HAZIR EFENDİM”
Almanların güzel bir deyimi var: Tiyatro oyunlarında önemsiz roller için “Atlar hazır, efendim-rolü” (Die Pferde sind gesattelt-Role) diyorlar. Hani, Kont ya da Baron, konuklarıyla önemli konular konuşurken, kapı açılır, uşak girer içeriye: Atlar hazır, efendim” der, çıkar. Ya da, baş oyuncu zile basar, uşak gelir, “Buyrun efendim der; baş oyuncu “Bize çay getir” buyurur; uşak bir şey demeden ya da çok çok “Başüstüne, efendim” diyerek, ayrılır sahneden. Çayı getirir az sonra, yine bir şey demeden çıkar. Öteki oyuncular görmezler bile onu; seyirciler farkına bile varmazlar. Böyle rolde olanlar, bir daha ya son perdede, konuklara şapkasını, paltosunu almak için görünürler, ya hiç görünmezler oyun boyunca.

Bu küçük roller, genç oyuncular için “sahneye alıştırma”, “ısındırma” rolleridir. Seyirci kalabalığından ürkmemek, sahne ışıklarından gözleri korumak alışkanlığı verir. Kendini bilen oyuncu, ne yaptığını bilir bu rollere çıkarken; ölçülü davranır, bir şeyler öğrenmeye çalışır, kasılmaz, aşırılığa kaçmaz, “rol kesmez”. O birkaç sözcüğü söyleyip, sahiplerine bırakır oyunu. Bir çıkar, beş çıkar böyle rollere, yeteneği varsa usta oyuncu olur ileride.
Ama kimileri, yaşam boyu böylesine rollere çıkarlar da, kendilerini en büyük oyuncu sayarlar. “Atlar hazır, efendim” der, başka bir şey demez ama, hem oyunda, hem oyun dışında, o oyunun her şeyi kendisiymiş, yazar da onun için bu oyunu yazmış havalarına bürünür. “Ben olmasam…” kasıntılarına kaptırır kendini; seyircilerin bakışlarını, alkışlarını baş oyunculardan çalmak için neler yapmaz, nasıl çırpınır! Bütün bunları yapar ve… seyirciler, “Amma da berbat etti rolünü!” derler sonunda.

Yalnız tiyatroda değil, başka pek çok alanda böyleleri var. Yetenekleri “Atlar hazır, efendim” demekten öteye gitmese de, o alandaki baş oyuncuların rolünü kıskanır böyleleri. Kıskanıp da, bunu bir gizli yara gibi içinde taşıyacağına, baş oyuncular gibi davranma, onlar gibi konuşma sevdalarına düşer. Şu da olur kimi zaman: baş oyuncu ya da önemli oyunculardan biri, özürü yüzünden gelmemişse bir akşam oyuna, onların yerine çıkar sahneye “Atlar hazır, efendim” oyuncusu. Sonra dinleyin, seyredin artık onu, katlanabilirseniz. Bilsin bilmesin her konuda “Bana kalırsa…” diye başlar, neler saçmalamaz, geçici rollerin havasından çıkamayıp! Sen kim oluyorsun ki, sana kalsın?” diyen de pek olmaz çoğu zaman.

Sanırım, politikada da belli oluyor oyuncuların çapı; biraz zaman alsa da belli oluyor, kimler büyük oyuncu, kimler “Atlar hazır, efendim” rolünde. Gerçek büyük oyuncular, ucuz “rol kesmek” heveslerine kapılmazlar; her oyunu oynama gönüllüsü de değil böyleleri. Kendilerine de, politika sanatına da, seyirciye de saygılı olurlar. Oyun iyi olmalı sanat değeri bakımından; yutturmaca olmamalı; seyirci de umduğunu, beklediğini bulmalı, aldatılmamalı.

Ünlü kemancı Heiftz şöyle demiş: “Bir gün çalışmazsam, ben farkına varırım; iki gün çalışmazsam, karım fark eder; bir hafta çalışmazsam, dinleyicilerim; bir yıl çalışmazsam, o zaman belki eleştiriciler bile anlarlar.” Politikacı büyük virtüozlar da böyle oluyor galiba: Bir değer düzeyi, dürüstlük çizgisi koyuyor kendisi için; aşağısına katlanamıyor; kimseyi de katlandırmak istemiyor. “Atlar hazır, efendim” rolü sunulmuşsa kendisine, ya daha başından, “Ben böyle role çıkmam” deyip, çıkmıyor; ya da rolü neyse, küçük büyük, rolünün hakkını verip, çekiliyor sahneden.

Kimileri oyun gereğini aşan zoraki bir birleşmenin karşılığı içinde; her biri kendini baş oyuncu sanır: gerçekten baş rol kimin, ikinci roller kimlerde, efendi kim, uşak kim, hırsız hangisi, polis rolünde kimler oynuyor, bilmek, görmek istemezler. Sanki sahne yalnız kendisi için kurulmuş, seyirciler yalnız onu görmeye gelmişler; ne söylese, parmağını oynatsa, alkış, alkış, alkış gelecek! Dünyanın en önemli lafını edercesine, bir “Atlar hazır, efendim” derler ki, kırılır seyirci gülmekten, oyunun en dramatik yerinde. Atlar değil, “kurtlar hazır” dese de böylesi, sonuç aynı; başka sözü olmadığını herkes bilmekte!

Bir başkası, o deli fıkrasını anımsatır davranışıyla: Bir deli, kağıt kalem istemiş, roman yazmak için. Vermişler; yazıp durmuş günlerce; kağıt yetiştirmekte güçlük çekmişler. Sonra “Bitti, alın okuyun” demiş deli-yazar. Okumuşlar: Bir güzel başlıyor roman. Komşu köyde iki aile yaşarmış; kan davası varmış aralarında. Birinin kızıyla, ötekinin oğlu birbirlerine delice vurgun. Ama aileler var arada. Gençler karar vermişler: oğlan kızı kaçıracak bir gece. Bir at bulmuş delikanlı; gece kızın evine gelmiş gizlice; atmış kızı atın sırtına…

Buraya kadar nefis bir roman, iki yüz sayfa boyunca. Sonu şöyle fıkranın: delikanlıyla genç kız başlamışlar kaçmaya, dağ taş aşarak. Bir dereye gelmişler. Delikanlı ata “Dah!” demiş; gitmemiş. Sonra birkaç yüz sayfa geliyor, o bitmeyen romanda: “Dah!” dedi, gitmedi at; “Dah!” dedi, gitmedi at; “Dah!” dedi, gitmedi; “Dah!” dedi, gitmedi; “Dah!” dedi, gitmedi; “Dah!” dedi, gitmedi; “Dah!” dedi, gitmedi; “Dah!” dedi, gitmedi; “Dah!” dedi, gitmedi; “Dah!” dedi, gitmedi; “Dah!” dedi, gitmedi…

Böyle politikacılar da var. Ya konuşmalarının başında bir “Dah! dedi, gitmedi at” tutturup, hep onu söylerler; ya da bir-iki doğru dürüst laf eder gibi yapıp, sonra ardı gelmez “Dah! dedi, gitmedi” yinelemelerine kaptırırlar kendilerini. Aslında bunların çapı, “Atlar hazır, efendim” rolü ölçüsünde de ondan. Nesi var, nesi yok dağarcığında, bu kadarcık işte böylelerinin.

Asıl acınacak olanlar, kendilerini büyük rollere hazırlamış olsalar da, gücü bu çapta oyun kaldıramayanlar; böyleleri, başarılı başka büyük oyuncuları bir türlü çekemezler çoğu zaman. Onların yanında ikinci role çıkmaktansa, kumpanya değiştirmeye kalkışırlar. Dolaşmadığı kumpanya da kalmaz böylelerinin ne oyun oynandığına bakmadan. Her kumpanyanın da baş oyuncuları olduğunu neden sonra görürler. Her yeni kumpanya, oyunlarında böylelerine verdikleri sözü bir yana atıp ya sıradan bir rol, ya da “Atlar hazır, efendim” rolünü verir. O zaman böyle rollerde bir kıskançlık kemirir içini, kumpanya değiştirenin. Başroldekinin ayağını kaydırma derdine düşerler, yeni katıldıkları kumpanya içinde. Kendileri parlayamayacaksa, başkaları da parlamasın, oyun “yatsın” isterse, umurlarında mı? Ya da tutamazlar kendilerini: Yeni kumpanyada, küçük rolleri içinde, baş roldeki oyuncu havalarına girer de, büyük laflar etmeye kalkışınca, bir güldürürler ki seyircileri! Güler seyirciler, ağlanacak hallerine.

Kimileri, “baş ol da, istersen soğan başı ol” sözü uyarınca, kendi başlarına kumpanya kurmaya özenirler. Kurarlar da. Batırırlar kumpanyalarını çok geçmeden, seyircisizlikten.

Dost sanatçının dedikleri –çok başka düzeyde söylenmiş olsa da- böylesine uygun düşüyor:

Yanar döner,
döner
Dönersin de dönersin
İstemezsin dursun
Bir kez durdu mu
Yoksun ki
Kül mü, toz mu, ne?

O güçsüz omuzlarına, “Atlar hazır, efendim” rollerinden daha ağırını alma heveslilerine de biçilmiş kaftan şu sözler – dost sanatçı bambaşka düşünceler içinde olsa da:

Koydun da koydun
Yükledin de yükledin
Taşır mı
Çeker mi, çöker mi
Durup düşünmeden…

Nasipleri –yetenekleri oranında- hep küçük oyunlar oynayıp, kendilerini baş oyuncu sayma düşlerinde olanların başlarına gelen, dost başından ırak ola: “Atlar hazır, efendim” deseler de her oyunda, bir de bakarlar ki bir gün, efendileri otomobile, uçağa atlamış, uzaklaşmış. Baş başa kalmış atlarıyla, başkalarına at sunmakla kendini binici sanan. Artık yapacağı, seyirci uğramaz, boş tiyatrolarda, boş sahnelerde ya da aynalar karşısında oynamak oyununu, avunmak için. Avutabilirse kendini…
(Cumhuriyet, 16 Ekim 1975)
Alıntı ile Cevapla