Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #304  
Eski 02-01-2013, 00:17
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ne Hiddet Ne Merhamet

27 Nisan 2012 Cuma günü şeffaf dosyaya koyduğu evraklarıyla arabasına bindi.

Bir yandan Konyaaltı'na doğru giden yolların yoğun trafiği içinde direksiyon sallarken diğer yandan sanki arabasında başka biri varmış gibi "Hele bak, tam gezilecek, tozulacak, dolanılacak bir gün ama ben nerelerde dolanıyorum" diye söyleniyordu.

Gerçekten de enfes bir gündü. Uygun bir yere arabayı bırakıp, sahil boyunca sabahın bu ılıklığında denizi ve göze ilişen her manzarayı izlemek, yorulduğunda uygun bir yerde çaylı sigara içmek geçti içinden.

Meydan Kavşağında acı fren yaparak önündeki arabaya çarpmaktan kıl payı sıyrıldı ama ne olduysa işte bu andan itibaren oldu; küfretmeye, küfürlü cümleler kurmaya başladı. Hâlbuki sabah sakindi, durgundu. Evet, biraz suratsızdı ama hafta boyunca yorulmuş bir memurun, haftanın bu son iş günü mesaisine gidişindeki iştahsızlığını andırıyordu, hali.

"Ben bunları dolandırıcılıkla suçlarken yalan söylemiyorum. Bak, şuan trafikte dolanıyorum. Buraya üçüncü gidişim. Kimin yüzünden? Bu pezevenklerin, kimin olacak! Az önce, önümdeki öküze çarpsaydım ne olacaktı? Yaralanmazdım belki ancak tamponcuda, kaportacıda dolaşacaktım. Parası ne olacaktı kim bilir? Öndeki öküz möküz ama arkadan giydirseydim esas öküz ben olacaktım. Kimin yüzünden? Bu dolandırıcı ibnelerin yüzünden! Başıma bu işleri sarmasalardı benim ne işim olacaktı bu saatte, burada!..."

Kendi kendine böyle vır vır ede ede Adliye Sarayının önüne kadar geldiğinde bu sefer arabasını nereye park edeceğinin telaşına kapıldı.

Ötmesinler diye cep telefonunu, evin ve arabasının anahtarlarıyla üç-beş bozuk parayı koyduğu plastik tepsi x-ray denen düzenekten geçerken kendisi de sağında, solunda ve karşısında polislerin bulunduğu duyarlı kapıdan geçip adaletin günün birinde tecelli edeceği, duvarında "Ne hiddet ne merhamet yalnızca adalet" yazan Antalya Adalet Sarayına girmişti.

Hangi yöne gideceğini bilmeden ama biliyormuş gibi renk vermeden, kendinden emin yürümeye başladı. Dilekçesine 'Cumhuriyet Savcılığına' diye başladığı için içinde savcı kelimesi geçen bütün yön yazılarını okumaya çalışıyordu.

Oysa bu tür yerlerde 'Danışma' olur ama o dikkuyrukluğu yüzünden gidip buralara danışmaz. İlle de kendisi bulacak! Ara, belki bulursun! Koca Adalet Sarayı!

Sonunda onu gitmesi gereken yere yani giriş katta bulunan oldukça kalabalık bir köşeye tuvaletten yeni çıkmış, elleri ıslak bir polis memuru yönlendirdi.

Denilen yerde savcılık kalemi gibi bir yazı görememişti ama bir bankoda duran bayan polisin önündeki düzensiz insan kuyruğuna katılmıştı. Polisi izliyordu.

Aldığı evrakları bir yere kaydediyor, biraz gerisinde duran ve başı oldukça kalabalık iki polis memuruna devrediyordu.

Önündeki kuyrukta onun gibi olanların yanında kucağında birden fazla dosyalarla cüppeli, cüppesiz (muhtemelen stajyer avukat veya hukuk bürolarında çalışan) insanlar vardı.

Kafasından hesap yapıyordu, acaba ona kaç dakika sonra sıra gelecekti.

Kuyruk düzgün olmadığı için ne dese boştu. Hem, ne zaman sıra gelirse gelsin, zaten bugününü bu işe ayırmamış mıydı!

Ne kadar sorunlu insan var?!

Bu soruyu, buraya her geldiğinde sormuştu. Bir süre önce sadece 13. İcra Müdürlüğünün raflarındaki dosyalara bakarken de aynı duyguya bulanmıştı.

Ulan arkadaş hepimiz dolandırıcı mı olmuşuz ne? Bu ne kadar dosya, bu ne kadar İcra Müdürlüğü? Bu sadece Antalya'nın içi! Bir de ilçeleri var. Bu işlerin bir de Türkiye'si var!

O yüzden soru soruluktan çıkmış laf ola beri gele cinsinden bir şaşkınlık ifadesi haline gelmişti.

Eline dilekçe alan Savcılığa mı gelmişti? Yoksa bu güne mi mahsustu, kalabalık?
Bu dilekçeler ne zaman işleme girecek? Soruşturmalar, davalar, duruşmalar ne zaman olacak, kararlar ne zaman verilecek? Seneye, senelere sarkacak ne kadar dosya olacaktı? Buna benzer ve benzemez ne kadar cevap verilmesi o an için mümkün olmayan soru varsa hepsini tıka basa beynini doldururken bankoya iyice yaklaşmıştı.

Dilekçeleri neden polisler alıyordu, burası karakol muydu? Bu Savcılığın Kalemi, bir idari kısmı yok muydu?

Ne önündeki ne de arkasındaki kişilere "savcılığa verilecek dilekçeler için mi, bu kuyruktasınız?" diye sormamıştı.

Sıra ona geldiğinde şeffaf dosyayı bayan polisin önüne koydu.

Kadın Polis sordu: "Bu ne?"

"Dilekçe" dedi devamını getirmedi.

Dosyadan çıkardığı evraklara çok hızlı bir bakıştan sonra: "Dolandırıcılık üçüncü kat" deyip dosyayı geri uzattı polis.

Merdivenleri çıkarken içinden söyleniyordu: "Acaba, kuyruğa girdiğim yerde teslim alınan dilekçelerin konusu neydi?"

Bu katta, bu kez gideceği adresi ilgili-ilgisiz birkaç kişiye sorup iyice emin oldu.
U şeklinde olan bu bölüm çok kalabalıktı ama bu kalabalık dilekçe verme kalabalığı değildi.

Tarif edilen odalardan birine girdi. Girişte uzun bir banko ve arkasındaki üç masada çalışan üç kişi. Öyle meşguller, öyle meşgul görülüyorlardı ki günaydın, merhaba veya iyi günler demeye kıyamadı. Acele etmeye gerek yok, elbet göz göze gelecekleri bir an olacak, diye düşünüyordu. İki üç dakika geçti böyle.

Ara sıra içerdekiler kendileriyle konuşuyorlar ama başlarını Allah rızası için azıcık yan, kaşlarını azıcık yukarı çevirip bankonun arkasında duran adama bakmıyorlardı.

Kibarlık olsun diye başlattığı bu 'sessizce beklemeyi' bu kez safa yatarak sürdürmeye karar verdi. Hem kendinin hem onların sabrını sınayacaktı. Nefes alışlarını kontrol edip, hakikaten hiç acelesi yokmuş gibi bir tavır takındı.

Bu sinir bozucu bekleme sürecinde, bu binada çalışan bazı görevlilerden içeri giren çıkan oluyordu. Kimi getirdiği dosyaları, sarı battal boy zarfları başlarını bilgisayardan kaldırmayan bu meşgul insanlara imzalatarak teslim ediyor, kimi odadaki dolaplardan bazı dosyaları alıp gidiyorlardı.

Bu şekilde giren çıkan üç beş kişi olmasına ve onlarla ister istemez konuşurken kapıya doğru yani kapının hemen önündeki bankonun arkasında bekleyen bu adamı görmelerine rağmen odadaki bu üç kişiden biri bile "Buyur bilâder, bir şey mi var?" demedi.

Yaptıkları işi anlamadığı ve masalarındaki bilgisayarların ekranlarını göremediği için nasıl bir işle uğraştıklarını şiddetle merak ediyordu.

Oyun moyun mu oynuyorlar yoksa facebook'a mı bakıyorlardı; veballerini almak istemiyordu ama bu kadar kaptırmış ve böylesine bir konsantrasyonla çalıştıklarına inanamıyordu.

Kızmasına bir gerekçe daha ekledi. Ulan vicdansızlar kaç dakikadır burada bekleyen bu adam belki dilsiz, kapınıza kadar gelmiş, elinde bir şeyler var, besbelli sizden bir şey isteyecek, size bir şey danışacak, bu kadar mı yoğunsunuz, üç kişisiniz, üçünüzün de iki eli kanda mı?

Bu sabırcılık oyununa daha fazla dayanamadı: "Pardon, bakar mısınız?" deyiverdi, odanın ortasına doğru.

Cevap yerine oturduğu masadan nihayet biri kafasını çevirdi.

- Bir şikâyet dilekçem vardı.

Bu cümleye istinaden gene ağzını açmadan, işaret parmağıyla tam karşısındaki memuru gösterdi, kafasını çeviren memur. Gösterdi göstermesine ama bu memurdan hiçbir tepki gelmedi.

Sessizce bekleme oyununa devam kararı verilmişçesine bir mana çıkmış oldu.

En azından dilekçesiyle ilgilenecek kişi belli olmuştu.

Bu arada bir vatandaş daha geldi ve o da bankoya dayandı. Bu adam da konuşmadı. Muhtemelen, ondan önce gelen biri var ve onunla ilgilenildikten sonra kendisine sıra gelecek diye düşünmüş ve ağzını açmamış olabilirdi.

Üç beş dakika sonra dilekçelerle ilgilenecek kişi masasından kalktı ve bankonun kenarından kapıya kadar gelip mübaşir edasıyla birine seslendi.

Kapının önündeki sıralarda oturanlardan biri memurun ismini anmasıyla doğrulup içeri geldi.

Bu adama masasının yanındaki sandalyeye oturmasını söyledi ve hazır ayağa kalkmışken bankonun arkasında dakikalarca bekleyen bu iki kişinin dilekçelerini alıp hızlıca bir göz gezdirmenden sonra isimlerini sorup, o serin, soğuk, buzlu, ayaz tutumuyla "Dışarıda bekleyin" dedi.

İkisi de odanın dışına çıktı.

Koridor ve bu bölümdeki tüm odaların önü kalabalıktı.

Dilekçesini verdiği odanın hemen yakınında, o kalabalıkta her nasılsa boş kalmış sabit oturma sandalyesine ilişirken, "herhalde az önce ismini seslenerek içeriye çağırdığı adam gibi bize de seslenerek odaya alacaklar" diye düşündü.
Oturduğu yerden sağa sola bakınırken bu kalabalığın nedenini anlamaya çalışıyordu.

Yüzleri, karşılarında bulunan ve kapısında "savcı bilmem kim" diye yazı bulunan odalara dönük, sandalyelerde iki sıra halinde oturan bir düzine insan vardı.
Biraz dikkatli bakınca oturanların ikişerli olarak bileklerinden birbirlerine kelepçeli olduklarını fark etti.

Bu gurubun etrafında onlara göz kulak olmak için bir düzineden de fazla elaman vardı.

Bunlar; savcı odalarının kapısında dikelen, ayakta gezinen, binanın kolonlarına yaslanan, korkuluk demirlerine kalçalarının yarısını dayamış ve bina duvarlarına omuz vermiş tip tip ve oldukça boylu poslu, çevik adamlardı.

Adamların kimisi ülkücü bıyıklı, kimisi keçisakallı; saçları uzun ve arkadan atkuyruğu yapılmışından tut uzun favorili, kafası üç numara tıraşlısına hatta kulağı küpelisine kadar...

"Organize bir iş olmalı. Dolandırıcılık bölümünde olduğumuza göre herhalde birilerini dolandırdıkları gerekçesiyle buraya getirilmiş ve savcılar ifadelerini alacak" diye düşündü.

Az önce odadan birlikte dışarı çıktığı ve aynı sıraya yan yana oturduğu adam birdenbire "Bunları neden getirmişler, suçları neymiş?" diye kelepçelilere doğru kafasını yukarı kaldırıp, Emin'e sordu.

Emin "Bilmiyorum, ben de yeni gördüm bunları" dedi ve sustu ama sanki "sen niye geldin buraya, hayırdır, ne oldu?" diye sormuşmuş gibi adamcağız başladı, tane tane kendi durumunu anlatmaya.

Özetle;
Öğretmenmiş. Bugün okula gitmeyip izin almış ve şikâyete gelmiş.

İstanbul'un bir yerinden telefonla aramışlar. Medikal ile alakalı bir yerden yaptığı alışverişlerden dolayı şanslı adam seçilmişmiş. Adını adresini teyit etmeye, en yakın postaneyi öğrenmeye çalışmışlar. Buna bir hediye göndereceklermiş. Önce hediyenin ne olduğunu söylememişler ama sonra bilmem ne model cep telefonu olduğunu söylemişler.

Birkaç gün içinde ödemeli bir paket gelmiş. İşin içine para girince şüphelenmiş, gönderiyi teslim almamış.

Bunun üzerine tekrar telefon etmişler. Bunların aracı firma olduğunu, adres bilgilerini ve hediyeyi istediğini kendisi beyan ettiği için malı gönderdiklerini, fatura kestiklerini, şayet şu kadar gün içinde ödemeyi yapıp, gönderilen ürünü teslim almazsa mahkemeye vereceklerini ayrıca icra takibi başlatacaklarını söylemişler.

Şaka gibi.

-62/l-
Alıntı ile Cevapla