Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #327  
Eski 24-11-2013, 20:38
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Altmış iki



Çıkan kısmın özeti:

1. Emin’e bir icra zarfı gelir.

2. Dellenir.

3. Olayı kurcalar.

4. Avea’yı, Telekomu hatta TİB’i yani açık adı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığını olan yeri bile arar, yazılar yazar.

5. Sonuç alamaz.

6. İcra Dairesine itiraz dilekçesi verip, geçici olarak icra takibini durdurur ama bu işten kazasız belasız nasıl sıyrılabileceğinin hesabını yapmadan edemez.

7. Sonunda istemeye istemeye Adalete sığınmaya karar verir.

8. Şimdi “dolandırıldım” diye yazdığı dilekçesini Cumhuriyet Savcılığının Kalemine vermiş ve ne olacağını, sürecin nasıl işleyeceğini, dilekçesinin kabul edilip, edilmeyeceğini anlama aşamasındadır.


Buraya kadar olanlar, dibinde sayfa numarası 62 olan ve harflerle uzattığı anlaşılan yazılarda iyi kötü anlatılmıştır.

Aşağıda 62/m numaralı kısım vardır. Umalım ve dileyelim bu iş 62/z’ye varmasın.


***

Öyle mal mal oturup kelepçeli adamlara bakarken içindeki tarifsiz huzursuzluğu alt edecek şeyleri düşünmeye çalışıyordu ama bunu becerdiği söylenemezdi.

Allahtan, bu kadar adamın işlemlerini yürütecek olan Emin’in de dilekçesini verdiği Kalem değildi.

Onların işi demek Kalem’lik safhasını geçmiş, doğrudan Savcılığın soruşturma yapacağı mertebeye gelmiş.

Bekliyorlar. Savcı bunları içeri alacak, ne soracak, Avukatlarını mı bekliyorlar yoksa. Savcının odasında başka biri mi var acaba, giren çıkan da yok!

Emin, yarım metre kadar yanına gelip, sırtını duvara yasladıktan sonra cep telefonuyla mesaj yazıyormuş gibi bir şeyler yapan sivil polise, bu getirdikleri adamların ne halt yediklerini sorabilirdi, merak ediyordu ama merakını gidermek için herhangi bir davranışı sergileyecek ruh halinde değildi.

Sorsa, belki polis onu da azarlayabilirdi. Çünkü aynı polis az önce restoranının üniformasıyla tüm polislere lahmacun getiren garsonu paylamıştı. Belki garson başka bir şeyi merak etmişti, o yüzden azarlanmıştı.

“Hadi hadi! İşine bak” demiş ve garsonun elinden aldığı battal boy yiyecek poşetlerini duvarın dibine koyup, adamcağızı eliyle “yallah” dercesine göndermişti.

Esasında Emin de acıkmıştı. “Bu nasıl iş böyle, öğlen oldu, adamlardan tık yok. Verdik dilekçeyi bekliyoruz, neyi bekliyoruz acaba? Ellerinde bitmesi gereken acil işler mi var yoksa? Sorsam mı? Biraz daha bekleyeyim, bir on dakika sonra gidip sorayım bari” diye poşetten sızan lahmacun kokusu eşliğinde düşündü.
Poşetin biri açılmadı, diğer poşet açıldı ve paketler kardeş payı yapılırcasına yedi sekiz kişilik sivil polislere dağıtıldı.

Demek ki, polislerin bir kısmı yemeklerini yerken diğerleri getirdikleri sanıkların üzerinden gözlerini kaçırmayacaklar. Hepsi zaten birbirine kelepçeli, nasıl kaçacaklar, bir tek ayaklarında pranga yok.

Hemen ilerisindeki atkuyruğu saçlı polisin yemeğini aldıktan sonra bir köşeye çömelişini ona çaktırmadan izlemeye başladı.

Eğreti plastik tabaktaki salatasına limonunu sıktı, iki büklüm olmuş, posası çıkmış limon kabuğunu nereye koyacağını araştırdı, uygun bir yer bulamadı anlaşılan, sonunda salata tabağının ucuna iliştirdi. Ucunu dişlerinin arasına sıkıştırıp yırttığı poşetten çatalını ve yine kâğıt poşet içindeki tuzu aldı, tuz poşetinin de ucunu dişiyle yırtıp, limon sulu elleriyle sepelemeye çalıştı. Bu işte de pek başarılı olamadı. Tuzun kâğıdı yaş olmuş, tuzu nemlendirmişti. Aynı yere dökülen tuzu çatalla karıştırırken bolca doğrandığı salatanın renginden belli olan birkaç parça kırmızılâhanayı yere düşürdü. Ayağıyla duvarın dibine ittirdi lahana parçalarını.

Tersyüz edilmiş, soğumasın diye birbirine kapaklanmış iki lahmacundan birinin içine önce çatalla, arzu ettiği gibi olmayınca serçe parmağı hariç diğer parmaklarının ucuyla salata doldurup dürüm haline getirdi. Büyük bir lokma kopardı. Aynı şekilde lokma koparacak olursa üç lokma sonra elindeki lahmacunu kesin biterdi.

Gözünü ondan ayırıp, sanki diğerlerine bakmazsa haksızlık olacakmış gibi yemeğini orada burada, şurada yiyen adamların hepsine tek tek baktı.

“Lahmacunların parasını kendiler mi ödediler, yoksa Devlet mi? Gözaltına aldıkları bu adamları açlarından öldürmeyeceklerse kenarda duran şu battal poşettekilerde onların olmalı. Herhalde Polisler karınlarını doyurduktan sonra onlara sıra gelecek. Kelepçelerini çözeceklerdir umarım. Acaba lahmacunların ödemesi nasıl yapılıyor, hesabı nasıl ödeniyor, nasıl kapatılıyor. Üç lahmacun yiyip, dört lahmacun faturası alıp kendileri de dolandırıcılık yapıyorlar mı? Kime hesap veriyorlar. Bunları İçişleri Bakanlığının müfettişlerimi, Maliyenin mi, yoksa Sayıştay müfettişleri mi denetliyor. Sayıştay dedim de, Sayıştay geçen yıl Mecliste hesap mesap vermemişti. Verememiş miydi yoksa. Bir şey olmuştu ama neyse. Verse ne olur vermese ne olur. Hele benim düşündüğüm şeye bak. Adem’in her türlü pozisyonu denediği yerde ben yarım elmanın hesabını soruyorum. Ben iyisi mi, dilekçemle ilgileneyim saat oldu on iki. Öğlen de mi çalışıyor bu Kalemdekiler!?”

Kalktı yerinden, lahmacun yiyen bir polisin önünden geçip odaya yöneldi. Kapıya geldiğinde odadakileri ayakta gördü. Hiçbir şey demeden, demeye fırsat kalmadan, ne diyeceğini anlamış olmalılar ki, şöyle dediler:

“Öğleden sonra burada ol. Bir buçukta!”

-62/m-
Alıntı ile Cevapla