Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #323  
Eski 02-09-2013, 00:30
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kanı yerde kalır mı, kalırmış!

Az biraz kendime geliyor gibi oluyorum, nefes alışım düzeliyor, gözlerimin yaşı kuruyor ama yanması, sızısı devam ediyor, göremesem de içinin kıpkırmızı olduğunu düşünüyorum, çömeldiğim köşede ardı ardına iki sigara içiyorum.

Sanki ben gazeteciymişim, fotoğraf çekmek, görüntü kaydetmek zorundaymışım da… Bu duyguyla doğrulup Sakarya Caddesine doğru yürüyorum.

Sıhhiye yönünden de Kızılay’ın göbeğine, Güvenpark’a yürümek isteyenler var ama onlar da gelemiyorlar biber gazından. Temkinli adımlarla Atatürk Bulvarına, yani ana caddeye kadar geliyorum. Kızılay metro çıkışının hemen dibinde duran Belediyenin sıkılmış portakal suyu satan yeşil renkli aracın dibine kadar yanaşıp, sağın solun fotoğrafını çekmeye başlıyorum.

Bu mıntıkada üç dört kişi anca varız, durup ve hiçbir şey yapmadan endişe karışmış bir merakla etrafta olup biteni izleyen.

Nasıl olduğunu, nereden geldiğini anlayamıyorum ancak anladığım şu ki; kafamın artık bir karış mı, iki karış mı üzerinden geçen biber gazının o duman salan alüminyum fişeği portakal sıkma aracının kaportasına çarptığında çıkardığı sesle ödüm kopuyor. Demek ki adamın niyeti kötüymüş, özellikle nişan alıp attıklarına inanmaktan başka seçeneğim yok, tak tak tak tak… Nereye kaçacağımı bile şaşırıyorum, etrafımda üç tane hışırdayan fişek var ve ben bir kez daha berbat bir kokuyla birlikte önümü arkamı göremeyeceğim bir dumanın içinde kalıyorum. Yeniden boğucu bir öksürük nöbetinin içinden salya sümük tamamlanmayan cümleler kuruyorum; hay ananın öhhhöö öhğhöö…

Bir süredir Kızılay’ın üzerinde dolanan helikopterden ses yoktu, şimdi oldular iki tane, biri haki renkli, acaba Jandarmanın mı? Hayda, onlar da tepeden biber gazı atıyorlar. Bu ne Allah aşkına, savaş mı?

Neler oluyor, ne bitiyor, kim nereye kaçışıyor, üzerimize polisler mi yürüyor, akrep denilen o araç çıkardığı gıcık sesle birlikte kimleri tarıyor, tomaların yönü ne tarafta artık çözemiyorum. Ne oyunuysa bu, artık ben oyun dışıyım, yine sindiğim bir saçak altında kıvranarak böğürüyorum, kusuyorum, harbiden perişanım. Bir tek perişan olduğumun farkındayım. Gözlerim, yüzüm hatta ellerim yanıyor, ayrıca kaşınmaya da başlıyorum.

İki kızın kolunda sendeleye sendeleye yürüyen bir genç geçiyor önümden, anlıyla yanağının bir kısmı pespembe, kanamıyor ama biber gazı fişeğinin sıcak şablonu olduğu besbelli. Dışım zaten acıyor bu genci görünce içim da acıyor. Sağda solda ambulans sesleri var ama görünmüyorlar, onlar o siren seslerine doğru panik halinde gidiyorlar.

Gözlerim ellerinde ilaçlı su şişeleri olan birilerini arıyor ama o an yoklar.

Cesaretimi toplayıp yolu ikiye bölen orta kısımdaki süs havuzcuklarına erişmek ve avuç avuç yüzümü o pis suyla yıkamak istiyorum. Daha yola çıkar çıkmaz gene ateş başlıyor, Ulan bu ibneler beni mi takip ediyorlar, kalabalık çok aşağıda, yolda seyrek seyrek ama pür dikkat dolanan on, on beş genç var, onlar da atılan fişekleri yerden toplayıp benim yüzümü yıkamayı düşündüğüm, yolun ortasındaki havuza atıyorlar.

Onların gençliklerine ve yaptıkları işe imreniyorum.

Bir kız, öksüre tıksıra benim bulunduğum köşeye doğru sanki gözleri kapalı bir şekilde rastgele koşuşturuyor, elinde iki tane pet şişe var, ağzını boğazını çalkalıyor, göz göze değil ama yüz yüze geliyoruz, nasıl acıklı bakmışsam artık, şişenin birini uzatıyor, tek kelime etmeden. Ben de tek kelime etmeden saldırıyorum şişeye ve hemen gözlerime su pansumanı yapıyorum, yüzümü biraz serinletiyorum. Faydası olmuş mudur bilmiyorum, yanmaya devam ediyorum.

Bir süre sonra da Maltepe tarafına doğru geçmeyi kendime uygun buluyorum, Bir punduna getirip hızla o tarafa yöneliyorum.

Artık polislere çok yakınım, ya iyi bir darbe alacam ya da… Yada’sını bilmiyorum.

Yeniden helikopterlerden gazlar atılıyor, binlerce kişi dalgalanıyor, tavuk sersemken tutulur misali kalkanlı polisler de basıyorlar fişeğin gözüne. O sırada farklı düşünmeye başlıyorum, bu polislerin derdi başka sanki. Kalabalığı dağıtma gibi bir derlerinin ikinci planda kaldığını, önceliklerinin zarar vermek olduğu içime doğuyor.

Tam köşedeyim artık. Senelerdir sorunlu bir bina gibi duran, sonunda AVM yapılan Kızılay binasının dengede durmasını sağlayan, aynı zamanda asansör işlevi olan kulenin daldasındayım. Güvenpark’ın karşısında Milli Müdafaa Caddesinin hemen başında bir sürü kalkanlı polis duruyor, bir yandan Maltepe tarafından gelen kalabalığa, diğer yandan Sıhhiye yönünden gelen kalabalığa ve karşı taraftan yani Ziya Gökalp caddesindeki kalabalığa meydan okuyor, Kızılay’ı Müdafaaya çalışıyor ve elinden gelen ne varsa yapıyor.

Zaman zaman bazı ambulanslar kalabalığı zar zor yararak polislerin yanına kadar geliyor. Görmedim ama bağrışmalardan, konuşmalardan anladığım kadarıyla bu ambulanslar yaralı yerine polislere biber gazı getiriyorlarmış.

Kusmam geçmiş, öksürüğüm hafiflemiş ama gözlerimin ve yüzümün yanması devam ediyorken ben etrafımda gördüğüm her şeye içimden yorum yapıyor, içinde bulunduğum ortam ve olayların nerelere varacağını, kimin eline ne geçeceğini, tüm bu kalabalığın diyelim ki polisler çekilince Güvenpark ve Kızılay’a doluşmasının ne gibi bir yarar sağlayacağını ya da polislere böyle zalim olmalarını emredenlerin bu kalabalığı buraya sokmamakla ne elde edeceklerini düşünürken, gene oluyor, olanlar.

Bu sefer çok yanlış bir yerde olduğumu, kusma ve böğürmelerle bu işten sıyrılamayacağımı ciddi ciddi düşünmeye başlıyorum. Taş yağmuru, biber gazı ve belki plastik mermiler hatta gerçek silah sesleri, kim kime, dum duma bir durum. Uğultudan, gürültüden, bağırtılardan, sirenlerden, ambulans seslerinden başka bir şeyi duymaz oluyor kulaklarım. Yanıma düşen taşlardan ve biber gazı fişeklerinden gerçekten ama gerçekten elim ayağım soğuyor, sırtımı dayadığım binaya çarpan fişeklerin deli deli sekmesi yüzünden ve sanırım can havliyle bacaklarım seğirmeye başlıyor. Bir altıma işemediğim kalıyor.

Üzerime doğru gelen polislerden ve polis araçlarından nasıl korunacağımı hesaplarken bir dalgalanma daha oluyor ve insan selinin hızla meydanı doldurduğunu görür gibi oluyorum. Polisler de ne var, ne yok ellerindekini patlatarak gerisin geri Milli Müdafaa Caddesinin yukarılarına doğru çekilmeye başlıyorlar.

O an için Kızılay Meydanı düşmüştü. Bundan sonra ne olacaktı?

On, on beş dakika önce şu polislerin çok yoğun durduğu köşede kötü bir şeyler olduğuna eminim, hengame devam ederken oraya zar zor bir ambulans yanaşmıştı. Kalabalıklar ambulansların sicilinin bozuk olduğunu düşünerek yol vermekte, barikatlarını açmakta ikircikli davranıyorlardı. Şimdi orayı merak ediyorum, artık orada polis molis yoktu ama benim basiretim bağlandığından bir türlü bulunduğum yerden kıpırdayamaz olmuştum.

Çoğunluk tedirgin, endişeli. Birkaç sevindirik olmuş genç ise ne yapacağını şaşırmış, etrafındaki uyaranlara inat reklam panolarına taş atıyor, hıncını veya sevincini bu panoları kırarak çıkarıyordu.

Sonunda merak ettiğim noktaya yaklaşıyorum. Kan gölünü görüyorum.

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

İsim                 :  EthemSarısülük'ün kanı.JPG
Görüntüleme :  965
Ebat                 :   4,35 MB
Numara           :   912

Pıhtılaşıp kaymak bağlamaya yüz tutmuş bir kan öbeği.

Bu kez kan tutuyor beni. Dalıp gidiyorum, o kırmızının koyu karanlığına.
Heyecanım, merak duygularım, endişelerim, eser miktardaki sevinçlerim hemen hemen her şeyim hızla pörsüyüp sönüyor. Anlamsızlaşıyorum.

Bir süre sonra karman çorman duygu ve düşünceler içinde evin yolunu tutuyorum.

Kapıyı kızım açıyor, şaşırıyor “Baba! Baba, ne bu halin? Berbat kokuyorsun, iyi misin baba? Banyoya gir istersen” cinsinden cümleler ediyor.
****

Birkaç saat geçiyor, az buçuk kendime geliyor ve bilgisayarın başına geçip haberleri okuyorum, bazı görüntüleri izliyorum.

Baktığım görüntülerden birine kilitleniyorum.

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

İsim                 :  ethemsarisuluk.jpg
Görüntüleme :  702
Ebat                 :   176,0 kilobytes
Numara           :   913

Ben bu yer karosunun rengini, desenini, döşenme biçimini, derzlerini, etrafındaki gri karoları ve üzerindeki küçük taş parçasını çok ama çok, çok iyi tanıyorum.

Hele o kanı, hele o kanı!

Unutamıyorum!

Zaten unutmakta istemiyorum!

Ethem Sarısülük’ün yerde gördüğüm o kanını!


-65-
Alıntı ile Cevapla