Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Okunması gerek!
Tekil Mesaj Gösterimi
  #7  
Eski 07-02-2007, 12:10
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow Engin Ardıç

Hepimiz sürekli suç işliyoruz: Yürürlükte bulunan devrim yasalarına göre şapka giymemek de yasaktır, paşaya paşa demek de!...

Emekli orgeneral Kemal Yavuz geçen gün “bu gidişle Türkiye Cumhuriyeti yirmi sene dayanmaz” demiş. (Az kalsın “Yavuz Paşa” diyecektim de oradan aklıma geldi.)



Kendi fikridir. Biz televizyonda “Amerikan ordusu Bağdat’a giremez çünkü arazi bataklık” diyen, karacı değil havacı paşalar da görmüştük. Amerika batağa saplandı saplanmasına da, o anlamda değil. Eh bu da bir emekli paşa görüşüdür...

Deyip geçemeyiz, çünkü Kemal Yavuz haklı görünüyor.

Ünlü ve yaşlı bir İsveç kültür adamı da (Gunnar Myrdal’ın oğlu Jan Myrdal mıydı yahu, Zülfü Livaneli daha iyi bilecektir) Amerika Irak’a saldırdığı zaman “ölmeden Türkiye’nin bölündüğünü ve Kürdistan Devleti’nin kurulduğunu göreceğim” demişti. Hemen küfür etmeyiniz, üzülerek söylemişti bunu.

Yanılıp da bir Amerikan-İran savaşına girerse Türkiye Cumhuriyeti biter.

Yanılıp da Kuzey Irak’a girerse de, bitmez ama, Amerika bunun bedelini bize öyle bir ödetir ki, 12 Eylül öncesinden beter oluruz ve devlet de gene “biteyazar”... Kıbrıs’a “girince” başımıza neler geldi, otuz üç yıldır yaşadık ve gördük.

Zarar yok, devlet kurmak bizim “hobimiz”, on yedincisini kurarız. Yeni bir devlet kurup da altmış yıl içinde dört kere anayasa değiştirmiş, üstelik sonuncusunu da sağından solundan kurcalayıp tırtıklamış bir ülke olarak, bizde çare tükenmez! Her halk devletsiz de yaşar, biz yaşayamayız. Devleti yoksa Türk de yoktur. Yunan halkı Osmanlı yönetiminde dört yüz yıl dilini de, dinini de korudu, biz bağımsız devletimizde bile korumakta zorlanıyoruz... Fakat kurarız bir yenisini, derme çatma da olsa.

Sonuçta, devletin batması demek, kayıp kıta Atlantis gibi sulara gömülmesi demek değildir ya... Dedem doğduğunda İkinci Abdülhamid’in, amcam doğduğunda Mehmet Reşat’ın, babam doğduğunda Vahdettin’in tebasıydı; Osmanlı devletiyle birlikte ölmediler, nüfus kâğıtları değişti!

Fakat yeni kuracağımız devlet daha “derli toplu” ve daha “küçük” olabilir ha...

Artık buna kim kaçıncı cumhuriyet derse der, halayık becerildikten sonra kapıya kol demiri vurmanın da, cumhuriyetlere numara vermenin de yararı yoktur.

Böylece Avrupa Birliği’nin, dilinin altından daha on yedi yıl önce çıkardığı ve fakat bu fakirden ve emekli başsavcı Vural Savaş’tan başka kimseciklerin farkına varmadığı bakla, ünlü “Antalya önerisi” de gündeme gelir: “Geri kalmış olan doğu bölgelerinizi bırakın, daha gelişmiş olan batınızı, yani Marmara ve Ege’yi birliğe alalım!”

Sevres Antlaşması gereğince Orta Anadolu’ya “hapsedilmiş” bir Türkiye yerine, “batısı kabul edilmiş” yeni ve yarım bir Türkiye... (Kusura bakmayın, şunları “Sevr” ve “Lozan” şeklinde yazarsam kendimi Refii Cevat Ulunay gibi hissediyorum.)

Kürt’e toprak, Ermeni’ye de milyarlarca dolar tazminat vermiş “alil” bir Türkiye... Devekuşu gibi kafayı kuma gömmeyi sevmiş, kendi gerçekleriyle yüzleşmeyi sürekli ertelemiş, buna ancak çok zorlanınca ucun ucun yanaşmış bir Türkiye’nin amansız faturası! Osmanlı İmparatorluğu’nu 1923 yılında Lausanne’da tasfiye ettiğini sanmış, fakat şimdi kendisine “son pürüzler” de temizletilmiş bir Türkiye...

Yutacak mıyız bu zokayı?

Yutmayacağız. Peki ne yapacağız, gargara mı?

Hepimizin naçiz vücudu bir gün elbet toprak olacak da, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak mı? Yerlerde sürünen bir ekonomi, okkalı bir dış borç, yetersiz sermaye birikimi, olmayan bir soluyla, berbat eğitim ve sağlık hizmetleriyle, ne doğulu ne batılı saçmasapan yaşama biçimiyle, yıkılmış ve yerine yenisi konulamamış ahlak düzeni, daha doğrusu düzensizliğiyle, herbiri “birer Ogün Samast” olmaya gönüllü milyonlarca işsiz, bilgisiz, becerisiz, kafasız, vahşi ve barbar lumpenproleteriyle nereye kadar gidecek bu ülke? Ne kadar gidecek?

Emekli orgeneral Kemal Yavuz “yirmi yıl” diyor. Bu iyimser bir tahmin mi, kötümser bir tahmin mi?

Haa, aranızda, “ben vapura biner Samsun’a giderim, apoletleri de söker sağa sola telgraf çekerim” diyen varsa görelim bakalım.



Akşam
07/02/2007 Engin Ardıç
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla