Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #348  
Eski 27-07-2018, 19:05
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ölüm Meleği ve Hazreti Musa

"Hem Osman: "Gel gel" dercesine hem de Azrail: "Gel Emin, sen de gel" bakışları ile yanlarına çağırdılar, beni" demiştim...

***

Vardım, herhangi bir şey demeden hatta selam bile vermeden yanlarına çömeldim.

Beş altı yıllık bir ceviz ağacının dibinde oturuyorlardı. Ceviz ağacının gövdesi çok gürbüzdü. Yaprakları da öyle sağlıklıydı ki anlatamam. Oysa ben Azrail'in yanına gitmiştim ama dikkatim ceviz ağacındaydı.

Hiç birimiz konuşmuyorduk.

Bizim sessiz bıraktığımız boşluğa çok hafif yaprak hışırtılarının sesi dolmuştu. Sadece çok ötemizde belirsiz aralıklarla öten bir kaç kuş sesi sessizliğin bir tarafından girip öbür tarafından çıkıyordu, o kadar.

Selam vermemiştim ama yine de benim bir şeyler söylemem gerektiğini düşünerek bir yerlerden onların sohbetinin içine dalsam daha iyi olacak diye düşündüğümden ürkekçe ve oldukça da sakin şöyle dedim:

"Bu dünya ile işi bitenlerin mi canını alıyorsun yoksa başka nedenler de var mı?"

Sorduğum o saçma sorunun yanıtı gelseydi ne değişecekti ki? Vereceği cevap umurumda değildi, öylesine, laf olsun torba dolsun cinsindendi, sorduğum soru.

Beni iplemedi mi, sorumu mu salakça buldu yoksa başka bir şey oldu da ben mi anlamadım, yüzüme baktı; bakar bakmaz hızlıca yüzünü benden kaçırdı.

Hani kalıp bir söz vardır; "söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir, çıktıktan sonra sen onun esirisin" cinsinden. İşte, sorduğum o sorunun cevabı gelmeyince esir düşmüşçesine panikledim.

Kendimde kusur aramaya başladım. Niye böyle bir soru sordum diye boz bulanık ve köpüklü düşüncesizliklere daldım.

Düşüncesizlik diye bir şey var mı?
Var, aklından peşine takılacağın hiç bir fikir kırıntısı geçmiyor.

Bu durum, Ölüm Meleğinin yüzüme bir kez daha baktığı anda savruldu, geçti.

Bu bakış sonrası yavaş yavaş gevşiyor, rahatlıyor ve kendime olan güvenim yerine geliyordu.

Garip bir süreçti. Bir bakışıyla içim daralmış, ikinci bakışıyla narkozdan çıkmış gibi olmuştum.

Yüzünü benden çekmeden ifade alan bir soruşturma savcısı edasıyla ikinci sorumu yapıştırdım:

"Hazreti Musa senin hangi gözünü çıkarmıştı?

Bu soru benim son şansımdı sanki. Kurşunları bitmiş süngüsüz tüfek gibiydim.

Kırdığım potların farkındaydım.

Birinci potum: Selam vermeden yanlarına varışım "elimde tüfek var" demekti.

İkincisi sorumla da mermisiz tüfekle "afakî dipçik vuruşu" yapmıştım ve denk getiremediğimden olsa gerek tüfekle birlikte ben de savrulmuştum.

Bu son sorumla "ufki dipçik vuruşunu" denemiş oldum.

Denk getirip getirmediğimi birazdan anlayacaktım ve eğer denk getirememişsem Azrail o tüfek dediğim şeyi ya yukarıdan yani ağzımdan burnumdan sokar bana yada aşağıdan.

Ağzımdan çıkan "Hangi gözünü çıkarmıştı" sözümün sesi cevizin dallarına, gövdesine, yapraklarına çarpıp çarpıp yankılanıyordu.

Azrail Dede'nin oturduğu yerden doğruluşunu gördüğüm anda tam bir teslimiyet haliyle gözlerimi kapadım.

Bekledim.

Kramp girmişti her yanıma.

Biraz daha bekledim.

Çığlığını içimde boğduğum acılı felç halimle bir süre daha bekledim.
Alıntı ile Cevapla