Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #344  
Eski 11-04-2017, 18:19
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Halk Oyalaması

Sekiz kişilik işyeri yemek masasından karnı doyanlar yerlerinden kalkmış olmalılar demek ki Fatma Hanımın "Emin abi yemek" diyen sesini duydum ve aheste aheste kapısı açık odamdan yemekhaneye doğru yöneldim.

Yemek'te kemikli etle pişirilmiş patates, pirinç pilavı, yoğurt ve nar ekişi bol olduğundan sos yerine kola dökülmüşmüş gibi suyu kararmış salata vardı.

Yaşlanınca dildeki tat alma duyuları azaldığından mıdır yoksa çay ve sigaranın dile yapışan pasından mıdır, nedir yemekten az da olsa lezzet alabilmek için cin biberi gibi şeyleri de sofrada görmek istiyorum ve bunu bilen Fatma hanım cam bir kapaklı kapta bir avuçluk biber bulunduruyor.

Cin biberlerinden birkaç tane tabağımın yanına koyup kimseye afiyet olsun gibisinden bir şey bile demeden masaya oturdum.

Özellikle patatesli yemeklerin içindeyse kemikli etten pek hazzetmem.

Böyle yemeklere denk geldiğim zaman taa 1982 yılında İzmir Fuarı Akasyalar Gazinosunda komilik yaptığım günler gelir aklıma, o günlere giderim.

Çalışanlar için pişirilen genellikle nohut, patates ve kuru fasulye ağırlıklı yemekler hep parça kemikli etlerle yapılırdı.

Nasıl doğranmışsa bu kemikler, hem kıymığı bol hem de eti az ve sinirli, damarlı şeylerdi. Önce şefler, sonra garsonlar en sonunda komiler yemek yemeğe giderdik.

Tencerelerin dibine çökmüş kemik parçaları da nasıl oluyorsa hep benim tabağıma, benim kısmetime düşerdi. Aman benimki etsiz olsun desem de aşçıya o küçük kıymıklar yağlı salçalı suya saklanarak ya da patatesin içine gizlenerek gene gelirdi.

Pür dikkat yemeğimi yerken bir yandan da kaplamam sökülmüş ve altındaki dişi çektirmişim daha ağrısı bile tam geçmemiş, yarası kapanmamış o yüzden sağ tarafımla çiğniyorum, dilime hükmetmeye çalışarak sol tarafa yemeklerin gitmesini önlemeye çalışıyorum.

Bunu niye anlatıyorum, zaten fiziksel olarak ağzım bozuk demeye çalışıyorum.

Masada gergin bir suskunluk var, hemen yanımda Ahmet, onun yanında Rahman, karşısında Ahmet, Ahmet'in yanında Yavuz, onun yanında Fatih var, masanın en başında tencerelerin yanında da Fatma Hanım oturuyor. Şirketin sahibi Mehmet Bey ise sofradan yeni kalkmış, kendine bir çay almış sigara yakmaya çalışırken gezeliyor ve yemekhanenin bir içine bir dışına çıkıyor.

Son birkaç aydır yemekhanedeki televizyon açıksa ve siyaset varsa edepsizlik yapıp, değiştirin şu kanalları, zaten iki lokma bir şey yiyeceğiz ağzımızdan burnumuzdan gelmesin gibisinden kısa, gergin ve aynı zamanda ricalı buyurgan lafı ortaya söylüyorum. Kimse üzerine alınmıyor ya da hepsi üzerine alındığı için kumanda kimin yanındaysa o bu durumdan görev çıkararak kanalı değiştiriyor yahut televizyonu kapatıyor.

Ben yemekhaneye girdiğimde televizyon açıktı ve muhtemelen a haber kanalında birileri konuşuyordu ki Fatma hanım kanalı değiştirdi, her zaman kadın programlarına geçerdi ama bu sefer belki de yanlışlıkla TRT Belgesel kanalına geçti.

Benden önce konuşulmuş, yorumlanmış olmalı ama dediğim gibi ben içeri girdiğimde tabaklara çarpan çatal kaşık sesinden başka bir ses yoktu.

Yemeğimin dörtte birini anca yemiştim ki tabağını bitirmek üzere olan Ahmet esasında doğrudan bana ama görünürde ise boşalan tabağına doğru "Kılıçtaroğlu yalan söylüyor" diye kısa temiz ve sinsi bir cümle kurdu.

Bu cümlenin öncesi var mıydı, ben orada değilken bir mevzu vardı da onun devamı mıydı yoksa bu cümle ile başlayıp devamı gelecek başka cümleler olacak mıydı, bekliyordum, kemikli etleri patateslerden uzaklaştırmaya çalışırken.

Kimseden herhangi bir yorum gelmedi. Oradaki hiç kimseden asla karşı bir laf gelmezdi ama hayret, tasdik eden de çıkmamıştı, derken arka tarafımdan "Bunlar bizi denize dökecekler" diyen şirket sahibi Mehmet Beyin sesi geldi.

Bu lafı der demez de ağır adımlarla yemekhanenin kapısına yöneldi.

Dilimi, yemeklerin sol tarafıma gitmemesi için çabalaması işinden vazgeçirerek yeteri kadar yumuşattığım yiyecekleri yuttum. Dönüp arkama bakmadım ama biliyordum ki Mehmet Bey yemekhanenin kapısının yanında dineliyor, hem ona hem de Ahmet'e ve aynı zamanda oradaki herkese dilim döndüğünce ve sinirim elverdiği ölçüde:

Haa tamam, ne güzel buldunuz aklınızca bir açık, gene mağdur oldunuz.

Ulan Ahmet hiç adamına toz kondurmuyorsun gene, bak az önce dedi ki: Ben ne aldatan oldum ne aldatılan" duydun mu? Daha yeni dedi, az önce yani. Muhtarlara osuruk basıyordu.

Sence doğru söylüyor değil mi?

Niye susuyorsun doğru mu söylüyor, yalan mı?

Halbuki bu kulak ondan bizi aldattılar anlamında bir sürü söz işitti.

Rabbim ve milletim yani milletim derken sana diyor Ahmet, beni Ahmet affetsin diyor.

Ya o zaman yalan söylüyordu ya şimdi. İkisi de doğru olamaz de mi Ahmet?

Utanmadan, yüzünüz kızarmadan başyüceniz gibi takmışsınız kafayı Kılıçtar'a.

Sizi anlayamadım ben. Çözemedim bir türlü.

Yalan söyleyeni neden seversiniz, bölücüyü niye seversiniz, hırsızı, rüşvetçiyi böyle gözü kapalı sevmenizin nedeni nedir?

Ağzımdan burnumdan getirdiniz yemeği. Bak elim titriyor sinirimden, benim inadıma mı konuşuyorsunuz?

Nasıl Müslümansınız siz ya, ne vicdan varmış sizde. Paslanmış vicdanınız, körelmiş. Gerçekleri, doğruları neden görmezden geliyorsunuz.

İçine ettiğimin vatanı bir tek benim vatanım değil, sizin de vatanınız. Bir tek ben mi sevmek zorundayım, sinirlerim altüst oluyor.

Hepinizin gözünün önüne perde çekilmiş sanki, tül perde de değil, kalın perde, ne perdesi gözünüze tayyip kataraktı inmiş.

Etin kemiği vardı ama o sözleri eden dilimin kemiği yoktu. Bir yandan titreyen elimle zapt edemediğim çatalla patatesi tabağın orasına burasına iteklerken diğer yandan da arka arkaya söylediğim laflardan sonra acaba hangi cümlenin sonunda yemeği bırakıp orayı terk etmem gerektiğini düşünürken Fatma
Hanım söze girdi:

"Emin abi bir şey sorabilir miyim?"

"Hayır sorma" dedim, terbiyesiz ve azarlayan bir ses tonuyla. Böyle der demez yüzüme kan bastı utandım ama söylemiş oldum bir defa.

"Kötü bir şey değil, soracağım, neden sen de bizim gibi sakin sakin konuşmuyorsun, bak elin titriyor?"

"Elimde değil, sizler gibi sakin ve gamsız olamıyorum" derken ayağa kalkmıştım bile. O sırada içeriye Hasan giriyordu.

"Aha bir katıksız tayyipçi daha geldi" diyerek muhtemelen Hasan'ın "Gene n'oldu bu adam dellenmiş" diyen düşüncelerinin içinden geçip dışarı çıktım.

Lavaboya gidip ağzımı çalkaladım ama titremelerim geçmemişti, gelmişken bir de içeceğim çaya yer açmak istedim ve titreyen elle prostatlı bir adam gibi çişimi yapıp odaya döndüm.

Çayla birlikte sigaramı içerken düşündüm durdum. Elbette bu gidişe "hayır" diyecek olanların sayısının çok yüksek olması arzulanır hatta "Evet"in yüzde yirmileri geçmesi bu ülke için utanç vericidir ama sonuç ne olursa olsun, evet de çıksa hayır da çıksa sürüklendiğimiz süreç hiç hoş değil.

Durumu beğenmeyen Neyzen'in dediği gibi ben de gidişatımızın arıtma tesislerine doğru değil, doğrudan foseptik olduğunu düşünüyorum, karamsarım.

Şahid - i şevk - u safa etmez teveccüh bizlere,
Yaver - i bahtı ezelde gırtlağından boğmuşuz,
Safha - i mazi mülevves, hal bok, ati kenef,
Mader - i hürriyetin guya götünden doğmuşuz. /Neyzen Tevfik
Alıntı ile Cevapla