Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Ser'den, Sera'dan.
Arka BahÇe Forumu

Arka BahÇe Forumu (http://www.arka-bahce.org/forum/index.php)
-   Sera (http://www.arka-bahce.org/forum/forumdisplay.php?f=86)
-   -   Ser'den, Sera'dan. (http://www.arka-bahce.org/forum/showthread.php?t=298)

Emin 08-09-2006 18:24

Ser'den, Sera'dan.
 
Kehanet!

Önce, Seradan.

Alıntı:

sugarpan´isimli üyeden Alıntı
İyi güzel fidanlık hoş olmuş da bir tane de "sera" ya ihtiyacımız var.

Öyle ya yeni gelen küçük fideleri koruyacağımız alanlara ihtiyacımız var...

Onlar dışarıdaki bitkiler kadar dayanıklı olamazlar...
:excited: :excited: :wink2: :wink2: :;kahkaha :;kahkaha :;kahkaha


Ancak, bu sera küçük fideleri koruyacak nitelikte değil.

Koruyucu ilaçlar pahalı, fideleri yeşil kurt ve kırmızı örümcek sarmış; yeşil kurtlar fidenin göbeğindeki en taze filizleri yerken, kırmızı örümcek özsularını emiyor.

alihoca 08-09-2006 18:51

Hayırlı, Uğurlu Olsun
 
Güzel Dostlarımız;

Bu güzel ve bir o kadar da Emin İnsan var ya!

Arka BahÇe Dostlarımıza önce karanfillerini sundu ve bizleri mahcubiyetlere gark etti. Bu yetmedi, evini, sofrasını ve yıllar içinde damıttığı deneyim ve tecrübelerini paylaştı.

O da yetmedi.
Şimdi de YÜREĞİNDEKİ SERA'DA ürettiği güzelim değerleri bizlere sunuyor.

Ne diyeyim şimdi,
O güzelim yüreğe teşekkürden başka?

Emin 08-09-2006 19:02

Hedef gösteriyorum!
 
Bu işi sen seraladın başıma hocam.

Hedef gösteriyorum.

Kim ne diyecekse adres belli olsun!

Karşılıklı teşekkürleri basarak, "sağırlar, birbirini ağırlar" misali olsa ne âlâ.
Bakalım, beni ağırlayan olacak mı?

Dahası ben bu başlığa misafir olanları elime yüzüme bulaştırmadan ağırlayabilecek miyim?

Her zaman dediğim gibi diyorum: "Allah utandırmasın!"

dentist 08-09-2006 19:24

Hedef belli oldu!!
 
Alıntı:

Emin´isimli üyeden Alıntı
Bu işi sen seraladın başıma hocam.

Hedef gösteriyorum.

Kim ne diyecekse adres belli olsun!

Karşılıklı teşekkürleri basarak, "sağırlar, birbirini ağırlar" misali olsa ne âla.
Bakalım, beni ağırlayan olacak mı?

Dahası ben bu başlığa misafir olanları elime yüzüme bulaştırmadan ağırlayabilecek miyim?

Her zaman dediğim gibi diyorum: "Allah utandırmasın!"


Yok arkadaş ben onu bunu anlamam ben hedefimi buldum ....

Sayın Emin'in o güzel yazılarını okumak benim hedefim,

Sayın Emin'in o güzel yazılarına zaman zaman haddimizi aşmadan katılmaktır benim hedefim,

Sayın Emin'e forumumuza katılarak duygu seli yaratacağı için teşekkür etmektir hedefim.

Hoşgeldiniz Sayın Emin..

alihoca 08-09-2006 19:25

Kehanet
 
Alıntı:

Sugarpen´isimli üyeden Alıntı
İyi güzel fidanlık hoş olmuş da bir tane de sera ya ihtiyacımız var.

Öyle ya yeni gelen küçük fideleri koruyacağımız alanlara ihtiyacımız var...

Onlar dışarıdaki bitkiler kadar dayanıklı olamazlar...


Sn Sugarpen' de;

Kehaneti için teşekkür edeyim.

bikmisbroker 08-09-2006 19:35

Hayirli olsun, ve de kolay gelsin..
 
Alıntı:

Emin´isimli üyeden Alıntı
Dahası ben bu başlığa misafir olanları elime yüzüme bulaştırmadan ağırlayabilecek miyim?
Her zaman dediğim gibi diyorum: "Allah utandırmasın!"


Bir Laf vardir; "Etme bulma DUNYASI" der..
Senmisin beni baska yerlere "Davet" eden??
Senmisin boyle "Güçlü" yazan??

Buyur burdan yak..
:;ohohoh :;ohohoh

Süvari 08-09-2006 20:02

Hayırlı olsun Sn Emin.

Foruma da uğurlu olur inşallah.

buena vista 08-09-2006 20:25

Sevgili Emin,

Kolay gelsin..
Ara sira da olsa "sera" ya ugrar, fidelere su verir, kirmizi örümcek ve yesil
kurtlardan korumaya çalisiriz..Bir kösede benim ENGINAR lar için az bir yer
ayirirsaniz sevinirim..

buena vista

darius 08-09-2006 20:40

Değerli forumdaşım Sevgili Emin

Hayırlı olsun...:)

Emin 08-09-2006 20:52

İtiraz!
 
Alıntı:

bikmisbroker´isimli üyeden Alıntı
Bir Laf vardir; "Etme bulma DUNYASI" der..
Senmisin beni baska yerlere "Davet" eden??
Senmisin boyle "Güçlü" yazan??

Buyur burdan yak..
:;ohohoh :;ohohoh


Mehmet Emin: Aynı gazı sen de vermişsin! Sağ ol! Böyle diye diye oldu zaten! Biz de kendimizi bir halt zannetmeye başladık! Korkuyorum vallaha! Bu işin sonu hoş olmayacak!

Bikmisbroker®:Valla sana bisey diyeyim mi? TEZ elden yazdiklarini derli toplu tutmaya bak, daha sonra onlari kitap haline de getirirsin, hatira haline de

Mehmet Emin: Abi "edit" bölümü çalışırken şu "Güçlü" kelimesine bir çare bul!

Bikmisbroker®: Duzelttim..

Mehmet Emin: Aşk olsun! İyice vurgulamışsın!

Bikmisbroker®: Ama sen degilmiydin Noktalamaya dikkat eden? Bende Turkce karakter de yok ki?

Mehmet Emin: Nereden buldun ü ve ç'yi?

Bikmisbroker®: Sen buradan yazinca.. copy ve paste yaptim.

Emin 08-09-2006 21:49

Teşekkür iadesi.
 
Görmemişin serası olmuş, çekmiş naylonunu koparmış gibi olacak ama adettendir; serime ve serama misafir olup, üşenmeden duygularını dile getirenlere teşekkür ederim.

Biraz sırnaşıkça olabilir ama ilk bir iki saat içinde hayırlı olsuna gelenlere birkaç söz etmek istiyorum.

İki değerli kişiyi aradan çıkardık sayılır ama Sayın alihoca’ya diyecek bir iki sözüm daha var.

Hocam öyle şeyler söylemiş ki, sanki bu bahçedeki birkaç kişiye bir demet çiçek gönderdikten sonra bir de hepimiz için pişen yemekten bir tabak ve bir kaşık ve bir çatal daha sofraya eklemekle acayip, olağanüstü şeyler yapmışız!

Neyse, hocamla hesaplaşırız özel yazışmalarımızla!

Bizim gösterdiğimiz hedefi bir bumerang gibi bize döndüren Sayın dentist’e de bozuldum; ne demek haddimizi aşmadan yazılara katılmak, anlamış değilim. Bir de iddialı cümlesi yok mu: “… duygu seli yaratacağı için…”

Selin hepsi yıkıcıdır, bulanıktır, duygu bile olsa.

İster inanın, ister inanmayın en hoşuma giden hayırlı olsun tebriği Sayın Süvari ile darius’unkiydi.

Yalınlardı, beni şartlandırmıyorlar, serimle seramla baş başa bırakıyorlardı.

Sayın buena vista’nınkini de çok beğendim, hele zarar vericilerden korumaya çalışması, “yağmasan da gürle” misali olsa bile anlamlı, kolaylıklar dilemesi ise başlı başına teşekkür edeceğim bir yalın ve de anlamlı cümle ama enginar işini anlamadım, dikenlerini hesaba katmazsak o da karanfile benziyor, ondan mı dedi, bilmiyorum!

Şuana kadar olanların değerlendirmesini gene şimdiki duygularımla ancak bu kadar algılayabildim. (Algılama güçlüğümü bir kez daha yazayım da.)

Bu bölüm ve konu başlığı için düşündüğüm şeyler var, yok değil.

Düşüncelerimden bazılarının başlıklarını not ettim kendimce ama istiyorum ki sizlerin düşüncelerini de alayım!

Ismarlama Hac kabul olmaz, ancak yine de kendi kafama göre yazmak istemiyorum. Uyumlaşmak istiyorum.

Farkındayım, sizlerden zor şeyler istiyorum ama yazmış bulundum artık, dönüp, silemem.

Master 09-09-2006 06:52

Anlam, kendi bütünün de değerlidir... Gonca
 
Özgün ve özgür ruhların yaşadığı, topraklarından ederden çok tanımlı beraberliklerin yetiştiği bu Arka BahÇe nin Yeni bölümü Sera'sında, Dostlukların anlamını yorumlama ve yormama adına yeteneklerinizden birisi olduğuna inandığım Keyif ve Lezzet dolu yazılarınızla Hoş geldiniz, Sevgili Emin .

Ramo 09-09-2006 17:56

Sera
 
Geçmişin derinliklerinde Orhun Yazıtları ile taşa dökülen ses ne kadar yazmanın önemini,gereğini vurgulasa da malesef çok istememize rağmen yazma ve okuma alışkanlığını bir türlü edinemedik.Okuma ve yazma özürlü olma alışkanlığıda hala devam etmiyor değil.

Birgün bir bahçede çimen olan,çiçek olan dereden tepeden ekonomiden,sosyal yaşamdan dem vuran insanlar yeri dar geldiklerinde ortak bir alanda güzel sesleri ve yazmaları ile birleştiler.Aramıza yeni yeni dostlar güzel insanlar katıldı.Sevgiyi,saygıyı,baştacı ederek güzelliğin,paylaşımın tadını akıttılar arka bahçenin verimli topraklarına.Herkes en iyi bildiğini,en iyi yapabildiğini karşılıksız aktardı bu dost topraklara.Yazanların çizenlerin yüreğini dökenlerin gözüne diline sağlık.

Emin Kardeşimizde Bu mecrada iki metre naylon,üç agaçla bir sera dikivermiş Arka bahçenin gül kokan topraklarına.Bu topraklar çok çile çekti.Hiç bu kadar hor görülmedi kardeşlik ve sevgi.Bu topraklar çok kanlar gördü.Çok kan yıkandı dağlarında.Bu yüzden dir gülleri karanfilleri daha bir kırmız açar,daha bir gür çıkar,daha bir renklidir,sevgi ve dostluğun değerini anlatmak istercesine.

Güzelliklerle renk bulacak Seran Hayırlı olsun güzel Dostum.Keyifle koklayacağız çiçeklerini.

buena vista 09-09-2006 18:22

küçük bir not..Anneme hep karanfil götürürüm..
 
Sevgili Mehmet Emin,

Karanfil çok sevdigim çiçeklerden..ENGINAR, çok ama çok sevdigim ve her mev-
sim yemek için çaba harcadigim bir sebze..Size, yazdigimda degisik bir anlam
yoktur..Yasadigim ülkede bile ENGINAR yetistirdim..Hatta ROKA bile..
Ben IZMIR liyim arkadas..
Selam, saygi ve sevgi..

buena vista

Emin 09-09-2006 20:16

Karanfil ve Enginar
 
Tam kendimce bir konu yakalayıp; "acaba bu mevzu ile alakalı bir şey yazmaya çabalasam mı" diye kendi içime bir soru sorup, içimden geçenleri hiza istikamete sokmaya çalışırken, hanım bir şey için sesleniyor bana.

Elim ayağım, soğuyor zar zor bir araya getirmeye çalıştığım onca cümleler, her biri bir yana savuşuyor.

Posta koysam, o benden daha baskın çıkıyor, durduk yere tadımız kaçıyor. Denedim çünkü. Aynen dediğim gibi oluyor.

Altan alsam da sonuç pek değişmiyor ama posta koymaktan daha hallice bir durum.

Şu sıralar evden sık sık ayrı kalıyorum, seraya anamın ve halamın yanına gidince bizimkiler ana-kız evde yalnız kalıyorlar, onlara da üzülüyorum.

Az önce gene seslendi, meyve soymuş, dilimlemiş, akşamın serinliğinde balkonda birlikte yiyelim, diye.

Hemen seğirtemedim, daldım yeniden yazacağım şeylerin peşine.

Sen misin dalan!

Soyulmuş elmalar tabakta kararmış, şeftali kahverengileşmiş. Açtı ağzını yumdu gözünü!

Ben, hem hanım hem de meyveler daha fazla bozulmadan balkona çıkarken, kızım fırsat bu fırsat diyerek çöktü bilgisunarın (Genel Ağ) başına. En az iki saatim daha gidecekti ve fazlası gitti, zaten.

Bu üst açıklamadan sonra geleyim Sayın Ramo ve buena vista'nın yazdıklarına.

Sorumluluk aldık ya (doğrusu alihoca yükledi ya, neyse) seraya göz kulak olacağız!

Hele ki, yeniyiz, işi baştan düzgün tutalım diye de endişemiz bol.

Ağama diyeyim; başladım hayırlı olsuna gelenlerden okumadığım ilk yazıyı okumaya.

Okudum, okudum, ağır ağır tane tane okuyorum, gözden bir şey kaçsın istemiyorum. Hani, çok lezzetli bir lokmayı ağızda çiğnersin babam çiğnersin ya, aynen öyle.

"Tarih Yapraklarından" konu başlığında kıymetli yazılarını okuduğum Sayın Ramo'nun yazısının içinde geçen şu cümlelerini, öylece kaptırmış okurken, "...Bu topraklar çok çile çekti. Hiç bu kadar hor görülmedi kardeşlik ve sevgi. Bu topraklar çok kanlar gördü. Çok kan yıkandı dağlarında. Bu yüzdendir gülleri, karanfilleri daha bir kırmızı açar, daha bir gür çıkar, daha bir renklidir, sevgi ve dostluğun değerini anlatmak istercesine..." bir ürperti sardı serimi!

Bu ürpertiyle ürperdim ve üzerimde bulunan kısa kollu fanilanın bitiminden itibaren yani tam pazımın yarısından başlayarak bileğime kadar olan bölgedeki bütün kıllarımın dikleştiğini gördüm.

Bir iki saniye kılların bu haline bakarken, utandılar mı, bozuldular mı bilemem, hepsi eski haline rücu ettiler.

Sonra toparlanıp, takma adını yazarken çok zorlandığım Sayın buena vista'nın gönderdiği açıklamayı okudum.

Daha önce, (21 Nisan 2006'da) "imekabe.com" dükkanında "Bıkmış Broker Abime İthafname" başlığı altında yazdığım yazıda ucundan biraz değindiğim, yaban atasının bizim eşek kangalı dediğimiz ""cynara" adlı bitkinin insanlar tarafından yenilen biçimi olan, latincesi de "artichoke" diye çağrılan mübarek enginarın, adını her duyup, okuduğumda aklıma düşen çağrışımı sizlere çıtlatmak geçti içimden.

İlk kez İzmir'de yemiştim bu sebzeyi. İlk yediğim pirinçle doldurulmuşuydu. Biraz da kart olduğundan yapraklarındaki etleri dişimle sıyırmaktan bir tuhaf olmuştum. Bu sıyırma işi gene iyi! İlk lokmamda çiğneyip, çiğneyip lokmayı yutamadığım halini düşünürsem.

Daha sonra bir İzmirli Hanımefendinin yaptığı kuzu etli yemeğini ve zeytinyağlı dolmasının ise tadı damağımdadır hâlen.

Ama bu sebze ilgili çıtlatmak istediğim, demek istediğim bunlar değildi!

Can Dündar'ın güzel anlatımıyla dinlediğim, Kurtarıcımızın son 300 gününün anlatıldığı "Sarı Zeybek" adlı belgeselinin bitimine doğru, yani son üç günün içine girildiği günlerde ki; bu günlerin çoğu derin koma hali gibi uykuda geçiyor, uyandığında süt, pirinç suyu ve meyve suları verilmeye çalışılıyor; o canının enginar istediğini söylüyor.

O zaman İstanbul'da bulunamıyor ve Anadolu'da enginar bulmaya çalışıyorlar canla başla, onu sevenler.

Nasıl bulunuyorsa o mevsimde bu enginarlar, Hatay'da bulunuyor ve hızla yetiştirilmeye çalışılıyor ama enginarlar geldiğinde o artık ölüm döşeğinde olduğundan, değil yiyebilmek görmek bile nasip olmuyor!

Bu olayı öğrendiğimden beri enginara biraz duygusal yaklaşıyorum.

buena vista 09-09-2006 21:20

"İlk kez İzmir'de yemiştim bu sebzeyi. İlk yediğim pirinçle doldurulmuşuydu. Biraz da kart olduğundan yapraklarındaki etleri dişimle sıyırmaktan bir tuhaf olmuştum. Bu sıyırma işi gene iyi! İlk lokmamda çiğneyip, çiğneyip lokmayı yutamadığım halini düşünürsem."

Sevgili Mehmet Emin,

Haklisiniz. Aslinda benim hosuma giden enginarin kalbi.Bu yemegi yapmanin da
bir ölçüsü, biçimi var..Kolay degil yapmak..Siz bir de italyanlarin yaptigini yeseniz..!!
Dolmasi da, zeytinyaglisi da çok güzel olur..Hele iyi yapilmis, bol taze soganli
ve dereotlu pilavini yeseniz..(Agiz tadi..Fazla üstünde durmamak gerekir sanirim..)
Bu arada, sizin hanim ile bizim yüzümüzden araniz açilmasin.! Meyveleri karartmadan yemeyi deneyin..

buena vista

Emin 10-09-2006 19:51

Söz
 
Alıntı:

Master´isimli üyeden Alıntı
Özgün ve özgür ruhların yaşadığı, topraklarından ederden çok tanımlı beraberliklerin yetiştiği bu Arka BahÇe nin Yeni bölümü Sera'sında, Dostlukların anlamını yorumlama ve yormama adına yeteneklerinizden birisi olduğuna inandığım Keyif ve Lezzet dolu yazılarınızla Hoş geldiniz, Sevgili Emin .


Ümit ederim, keyif verici ve lezzetli bulduğunuz yazıları yazmaya gücüm yeter ve kimseyi beklenti kırıklığına uğratmam, Sayın Master.

Dostluğu (öteki ben’i) ve dostlukların anlamını yormadan, yorulmadan yorumlayabileceğimi ise sanmıyorum.

Sözlerin foyası da boyası da olabilir! Adı üzerinde söz!

Yalnız: “Söylenmedik söz yok, işitilmedik söz çok.” (Atasözü)

İlginize teşekkür ederim. Hoş bulduk.

Emin 10-09-2006 20:00

En Önsöz
 
Sera başlığı altında bir şeyler yazma düşüncesinin nasıl oluştuğunu biraz geriye dönüp anlamaya ve sizlere anlatmayı deneyeceğim.

Bu anlatma çabamın, kimsenin merak ettiği bir konu olduğunu düşünmemekle birlikte yine de yazmak istiyorum.

Bir başka borsa içerikli sitede “Duygusal Analiz” başlığı ile başlattığım ve kendi yaşamışlıklarımdan aklımda kalan şeyleri anlattığım yazılar bitmek üzereyken, o siteyle bağım koptu.

Yine o sitede yazılarımızla tanıştığımız bir arkadaşın ısrarıyla bu sitede (imekabe.com) de devam etti, benzer yazılarım.

Ahım şahım olmayan yazılarımı kendi efkârımla yazarken, borsada param vardı!

Hele tüm paramı yatırdıktan sonra borsadan çıkacağım günü de belirleyince bu kez “şafak” sayarcasına günlük duygularımı yazar oldum.

Bu durum, bambaşka bir deneyim oldu, benim için.

Sonra, borsayla ilişiğim kalmayınca ne yazacağımı bilemez oldum. Hatta böyle sitelerde dolaşmak bile cazibesini yitirmişti, doğal olarak.

Yazı yazdığım bu siteden de hemen ayrılıp gitmeyi doğru bulmadım.

Bir sera satın alınca, burada yaşadıklarımdan bazı kesitleri aktarmak istedim, siteye. (imekabe.com)
Ancak bu düşüncemi olgunlaştıramayınca vazgeçer gibi oldum. Uyuttum yani!

Bir gün Sayın Ali Hocam sadece burada (imekabe.com) değil, arka-bahce.org isimli sitede de bir konu başlığı altında yazılar yazmamı önerdi ve isim konusunda da sanki aklımdan geçeni okurcasına “Adını da sera koyarız” dedi.

Şimdi, bu başlık altında ipe sapa gelmez, ele avuca sığmaz aklımdan (serden) geçenlerle serada yaşadıklarımı zaman zaman harmanlayarak, buralarda (imekabe.com ve arka-bahce.org) yazmaya çabalayacağım.

Az, biraz bu yazıların içeriği sitelerin durumuna bağlı olarak farklı olabilir!

Yazılarımın her iki sitede de bulunması ne kadar anlamlı, ahlaklı ve doğru bir şeydir, bilmiyorum.

Şöyle düşünüyorum, öyle ya da böyle bir emek çekerek okunası bir yazı ortaya çıkmışsa, okunmalı!

Yazı ne için yazılır ki, zaten?

Emin 10-09-2006 20:35

Kısa Özet
 
Konuya nereden ve nasıl başlayacağımı düşünürken, düşüncelerim kıvranıyor, yerinde durmuyor, öyle erçel ki düşüncelerim, ağız tadıyla düşünemiyorum bile.

Birçok açıdan yazacağım şeyleri kendimce belirleyip, anlamlandırmaya çalıştığımda, sık sık makas değiştiriyorum.

Şöyle bir açıdan bakarsam ortada konu yok, böyle bir açıdan bakarsam konudan daha bol ne var, diye insanın şaşırası geliyor.

Şaşırası” geliyor gelmesine de, şimdilik “yazılası” şeyler gelmiyor.

Biz başlayalım bir yerinden, kervan yolda düzülür mü, dağılır mı belli olur!

Kısa bir özet:

Yukarıdaki cümleden de ürkmüyor değilim. “Kısa özet” dedikten sonra başlıyorum “Uzun özete.”

Herkes biliyor mu, bilmiyorum ama ben yine de şöyle başlayayım:

Herkesin bildiği gibi “şafak sayarak” borsadan çekildim. Vur kurtul veya ver kurtul seçeneklerinden ikincisini seçerek.

Kurtardığım parayla birden fazla kuş vurabileceğim bir edim (defacto) oluşmuştu.

***

Emekli olmuşum, isteyerek.

Okul çağında bir kızım var ve sadece bizleri değil toplumumuzun her yanını sarmış dershane hastalığının pençesinde kıvranan bir ortamı soluyoruz.

Pertek, eğitim açısından malum!

Oraya yerleşmeye kalkmak; bağ, bahçe, tarla, dükkân, davar gibi gelir getirici hazır şeyler olmayınca, yani babadan kalan bir süt yok ki, küçücük bir maya ile yoğurt yapalım.

Yetmiş bin liralık toplu parayla da Ankara’da içimize sinecek bir semtte ev almak çok zor.

Yakıt parasından kâra geçmek için sıcak yerlere göç etmek daha akıllıca geliyor ve gözü karartıp, ver elini Antalya diyoruz.

Özeti bu!

Emin 10-09-2006 21:20

Bıktıran Özet
 
Kaldığım yerden anlatmaya devam edeyim. Özet kesmedi beni.

Bu kez, yıllarca ayrı kaldığın ana ve babadan iyice uzaklaşıyorsun. Gidip gelmenin eziyeti yetmezmiş gibi doyurucu da olmuyor. Birkaç günlük gidip gelmeler onlar için de yetersiz, bizim için de.

Uzunca bir süredir içimde uyuyan ve hanımla aramızda hırgür çıkmasın diye dillendirmediğim bir konu uyanmış gözlerini ovuşturuyordu.

Başlangıçta eldeki paranın küçük bir kısmıyla, sonradan tamamıyla ve bir miktar da borçlanarak acaba onları batıya doğru taşıyabilir miyim, düşüncesi ile sağa sola bakınma, araştırma ve bulduklarımı getirisiyle götürüsüyle karşılaştırma dönemi sonunda bir karar anı.

Kaporasını (güvenmeliğini) verdiğim yerin bana teslimi Nisan ayının ilk haftası olunca neyim var neyim yoksa borsaya gömüldüm.

Bu özet bilgilerin detaylarını birçok yerde yazdım, ucundan kenarından buradaki yazılarımın içinde de olduğundan daha fazla uzatmamın anlamı yok.

Sonuç olarak, umut dünyasında, umudun kaynağına doğru umudumuzu yitirmeden, zedelemeden kendimizce yürüyoruz.

Döne döne söylüyorum, sizlerde sıkıldınız ama bir kez daha söylemek geliyor içimden, Kavruk Ali Hocam ne dalıp, ne düşünmüşse artık, bu bahçede bir sera kurulmasını arzulamış.

Bu durum, sanal ve fani olan benim için onur verici bir durum ama onur duymanın ötesinde hararet yapıcı bir iş, malum seranın havası sıcaktır, boğucudur, bunaltıcıdır.

Yazacak konu sıkıntısı çekmem. Bu coğrafyada yaşayan çoğunluk gibi ben de özellikle bilmediğim konularda çok şey söyleyebilirim!

Emin 10-09-2006 22:04

Akçeli site içerikleri
 
Uzun yazıların iticiliğini biliyorum. Buna rağmen iletilerimi telgraf boyutuna da indirmeden olabildiği kadar kısaltmaya çalışacağım.

Gönderilerimi bir çırpıda okumak zorunda değilsiniz!

Bakmayın siz benim kısa aralıklarla gönderdiğime.

Önce işinize gücünüze bakacaksınız, borsayı ve gidişatı, önemli haberleri sektirmemeniz lazım. Benim bu bağlamda tuzum kuru.

Sizlerle her zaman bu ortamda bulunmayabilirim, o yüzden kaptırmışken kendimi okunası şeyler oluşturmaya gayret ediyorum. Stok yapıyorum, tereklere yazı yerleştiriyorum.

“Hızlı koşan atın boku seyrek düşer.” Atasözünü benim için içinizden geçirebilirsiniz.

Bu sitenin tutunabilme kaygısı olmadığı için üye kabulünde seçici davrandıklarını biliyorum, öyle de olmasında sayısız yarar var bana göre. Seçilmiş ve seçkin bir topluluğu barındıran bu yerde uluorta şeyler yazılmamalı diye içimden geçirdiğim duygular var.

Benim, akçeli konuların işlendiği yerde öyküler de, karikatürler de, tarihi bilgiler de buranın ruhuna uygun olmalı, gibi bir saplantılı düşüncem var ve bunu hep dillendirmişimdir. Ancak Değerli Ali Hocam bu düşünceme şiddetli bir biçimde ve her seferinde karşı çıkmıştır, çıkmaya da devam ediyor.

Gerekçesini de şöyle beyan ediyor: “Borsayla haşır neşir olan insanlar, böyle site içeriği dışındaki yazılara, resimlere, fıkralara göz atarak kafalarını dağıtıyorlar, hayatlarına daha sağlıklı devam ediyorlar, alışları-satışları daha verimli oluyor. Bildiğin gibi değil, inanılmaz derecede katkı sağlıyor.”

Umarım dedikleri doğrudur.

Emin 10-09-2006 22:24

Gönüllülük
 
Ben aydın birisi miyim, bilmiyorum! Ancak bu dünyada boşuna kilometre doldurmuş da saymam kendimi.

Okuyabileceğimiz kadarıyla (paramız yettiğince, canımız çektiğince, zamanımız oldukça) okumuş, ferasetimizce, anlayabileceğimiz kadarıyla anlamış ve ömrümüzün ortasını biraz geçtiğimiz bu sıralarda, çoğu da deneyimlerimizden kaynaklanan belli bir birikimimiz var.

Ancak mevcut bu bilgilerimle hayatı tam olarak kavrayabilmiş miyim, o şüpheli işte.

Dünyayı bilmem, kültürleri bilmem, dolaşmışlığım, gezmişliğim pek yok. Yurtdışına çıkmışlığım yok, tarihi, edebiyatı, sosyolojiyi, felsefeyi, dini, diyaneti bilebildiğim kadar biliyorum ve hemen hemen hiçbir konuda “bu işi tam olarak biliyorum” diyeceğim bir şey yok.

Hal böyle olunca sıkılmadan yazı yazmam mümkün mü?

Hadi diyelim öyle ya da böyle bir şeyler karaladık, okunabilir olmanın ötesinde anlaşılır ve yararlı olabilecek miyim?

Siz ne derseniz deyin, ben sanmıyorum.

Bir şey yazmadan önce dersime çok çalışmam lazım. Lazım demekle nemelazım demek gibi bir uçtan diğer uca kıvrımlı dilimleri olan girişim yelpazesinin tam açılmış haliyle düşüncelerimi yellemeliyim.

Her şey gönüllülük esasına gelip, dayanır; resmi görevinizde bile, evliliğinizde bile bir miktar gönüllülük esastır, bulunmalıdır.

Peki, insan nasıl gönüllü olur?

Bir işi göreceli de olsa seviyorsa ilk adımı atmıştır ama yeterli değildir.

“Bara kalkan kıç çalkalar” diye çok hoşuma giden bir atasözümüz var. Hem oyuna kalkacaksın, hem de yerim ve yenim dar diyerek, nazlanacaksın, ayıptır!

Emin 10-09-2006 22:48

Kırılganım
 
Sıkılmış olduğunuzu düşünüyorum, ardı ardına yazınca böyle.

Sıkıldıysanız bırakın, kaldığınız yerden sonra devam edersiniz.

Ben kendimce sürdüreyim biraz daha diyorum.

Hep böyle ciddiye mi alacağım yaşamı?

Nerede, öyle dirayet, sabır, karar, irade, direnç, destek.

Su koyuverdiğimiz oluyor. Bazen kocalıyorum, bazen çocuklaşıyorum. Gelip, geçiyor günlerimiz.

Kırılganım ama üşengen değilim.

Küsmek kolaydır, ben de kolay küserim ama küslüğü sürdürmek öyle zor gelir ki günlerim gecelerim hiç kısalmaz, gıdım gıdım artar, uzar.

Öyle bir noktaya geliyor ki, getiriliyor ki, sıkıştırılıyor ki insan, o an için küsmek neredeyse tek seçenek!

Bazı küsmelerde, dağ da haberdar ve huzursuz oluyor, tavşan da.

Buraya yazdığım en gevrek ve emeksiz yazılarımda bile yarın kimsenin huzuruna çıkamayabilirim endişesini taşıyorum, aynı şekilde yazımı okuttuğum muhatabımın da yarın bu dünyada olamayacağını da olabildiği kadarıyla aklıma düşürürüm. Bela aranan biri olsa bile olası ömrünün son gününde beladan uzak olmasını arzularım.

Kısacası, ağabeylerim, ablalarım, kardeşlerim ben de birçok insan gibi edna bir kulum işte.

Kârlı sattığım bir hissenin ertesi günü düşmesi halinde benden alan kişiye acıyorum, üzülüyorum.

Haa, alıp başını gitmişse alan kişi adına sevinsem de kendi kahrımdan ötürü ettiğim küfürlerin gölgesinde kaynar gider, bu sevincim.

Hayatı çözmüş değilim, belki de çözmüşüm çözeceğim kadarıyla ama farkında değilim. Bazen “Çözsem ne olur, çözmezsem ne olur? Hayatın umurundaydı sanki!” dediğim de oluyor.

Emin 10-09-2006 23:23

Vicdan
 
Bazen yaşam yürüyüşümün önüne duygularım çıkıyor: “Dur! Elini vicdanına koy!” diyor.

Vicdan nedir acaba, diye paniklediğimi de araya sıkıştırırsam dürüstçe bir şey yapmış olurum.

Vicdan tarifini yapmak benim boyumu aşar.

Biraz ondan, biraz bu değerden, azıcık benim doğrularımdan, en çokta akil kişilerin ürünlerinden katıp ağız tadıyla bir “vicdan yemeğini” içerikleriyle, hazırlanışını, besin öğelerinin kayıplarını veya işlemler sırasında değişimlerini dikkate alıp, sunum noktasına taşıdığımda yorulduğumu anlıyorum, iştahım kaçıyor.

Vicdan, beklentisiz acımaktır.

Böyle demek yetiyor mu? Hayır. Yetmiyor ama dağarcığım şimdilik bu kadarına yetiyor.

Bir süre duygularımın boyunduruğu altında nefes alıyorum, yaşamaya kaldığım yerden iyi, kötü, güzel, çirkef duyguların dayatmasıyla devam ediyorum.

Bu arada, duyguların baskın çıkmasıyla sinen, pusan aklımın biti kanlanıyor, bu kez o yönetimime el koyuyor.

Çok nadir bu ikisi ortaklık yapıp beni yönetiyor, yürütüyor yaşam yamacında.

Böyle olunca hayat gibi ben de devinip, benim ifademe göre de debelenip duruyorum.

Her yalın gibi gözüken özlü sözlerin sağını solunu, önünü arkasını, üstünü altını hatta içini dışını kurcaladığımda karşılaştığım düşünce tipisi, boranı, sisi içinde; kurcalayıp, kurcalamayacağıma bin pişman oluyorum.

Yine de bu yorumlama yorgunluğu bende güzel bir ironi oluşturuyor: “hoşnut pişmanlık!

Kaynayan kazan kapak tutmaz” diye usulca kulağıma bağırdığında atalarımız, başımı biraz sağa eğip, aşağı yukarı iki üç kez sallıyorum.

neron 11-09-2006 13:37

Sevgili Emin,

Yazılarını seranda keyifle okuyorum, eline, düşüncene ve duygularına kuvvet :wink2:

Neron

serdarkus 11-09-2006 15:40

Hayırlı olsun!.
 
İyi olmuş.
Yapısı camdan olmuş, naylon konmuş.. yüksek olmuş, alçak amma havası bolmuş.. soba kurulmuş, sahibi kahvede pişpirik oynarken ortamı kendiliğinden şeyttiren full otomatik jeotermal multi sistemli olmuş. İçindeki hiç umursamaz, havasını bi bulsun, yeter.

Yakışmış, hayırlı olsun derim!.

Emin 11-09-2006 18:08

Alıntı:

neron´isimli üyeden Alıntı
Sevgili Emin,

Yazılarını seranda keyifle okuyorum, eline, düşüncene ve duygularına kuvvet :wink2:

Neron


Bilirim, adettendir yeni bir yerin açılışına hayırlı olsuna gelinir.

Kimi çiçek gönderir, kimi kendince bir hediye getirir. O da olmazsa siftah niyetine alışveriş yapar.

Sera olunca açılışı yapılan yer, çiçek getiren olmayacak haliyle.

Dileğinize yürekten teşekkür ederim, gerçekten keyfinizi kaçırmadan okunası şeyler yazabilmek için debeleneceğim ve elime, düşünceme bir de duygularıma mukayyet olmaya çalışacağım Sayın Neron.

Emin 11-09-2006 18:24

Alıntı:

serdarkus´isimli üyeden Alıntı
İyi olmuş.
... İçindeki hiç umursamaz, havasını bi bulsun, yeter. Yakışmış, hayırlı olsun derim!.


Kuş gibi uçarak geleceğini umuyordum, seraya. Biraz geciktin ama sağ salim geldin ya, önemli olan o, Sayın serdarkus abim.

Çarpa çarpa mı geldin, çok mu yorularak geldin, bilemiyorum. Bir deste mani ile geleceğini sanıyordum.

Havamı bulmam 40 günümü alır.

Kırkım çıkmadan bir şey diyemiyorum. Hele o günlere bir erişelim.

Ya kırklara karışırız, ya seraya dolanırız!

Emin 11-09-2006 19:04

Özür dileyerek!
 
"Sevgili Emin, Merhaba.

Yazılarınızı zevkle okuyor, yanıt veriyorum ara sıra. Hoş, güzel anlattıklarınız…
Ancak, geçen cumartesi, size verdiğim yanıtta "Ben İzmirliyim arkadaş" biçiminde yazdığım cümlenin sizi üzmediğini umarım. Sanki matah bir şeymiş gibi İzmirli olmak...

Bahçeden topladığım rokaların yanında içtiğim rakıyı biraz fazla kaçırdım sanırım. Ben otsuz içemem… Dedim ya ben İzmirliyim...

Dostça selamlarımla..."


***

Ben üzülecek bir şey bulamadım, bulsaydım hiç "gözümün" yaşına bakmam üzülürdüm.

Bu arada sırr-ı foş eden biri olduğumu belirteyim.

Ayrıca değil sadece İzmirli olmak, bu coğrafyadan olmak, bu topraklarda doğmak, doğmasa da doğmuş saymak bile başlı başına (matahlık bizden uzak dursun) methedilecek bir şeydir bana göre.

Benden de selam olsun.

Emin 12-09-2006 00:15

Bir
 
Ya sağ kolum ya da sol kolumdu şimdi hatırlamıyorum ama biri fena keçeleşmiş olmalı ki hangisinin üzerine uykumun ağırlığını yüklemişsem artık; döndüm.

Ki, damarlarımda sıkışan kanlarım tazyik halinde dolaşsın, hücrelerime ne taşıyacaksa taşısın.

Denizli Horozu olmadığını biliyorum, hatta bizim oraların yani Pertek’teki horozların ötüşüne de benzemeyen bir gırtlak yapısıyla ötmeye başladı, yattığım yerin yaklaşık 3 metre ötesindeki 6 metrekarelik tel kafesin içinde, 5 tavukla idare eden horoz.

Çok da uzatmadı, ü üürrü üüüüüü’sünü.

Aşil topuğumun üzerinde, alacağını alıp gitmiş dişi bir sivrisineğin salgıladığı kaşıntı verici salgıyı iyice yayma pahasına kaşımak için ayağımı karnıma çekip, olanca gücümle kaşımaya başladığımda horoz ikinci ötüşünü yapıyordu.

Ben kaşıntımı tamamlamadan o üçüncü ötüşünü yapınca, nefeslenmek, -bir sonraki ötüşünü daha istekli yapabilmek için sanırım- ciğerlerine yeteri kadar serin havayı çekmekte olan horozun kaça kadar beklediğini ve kaç kere daha öteceğini düşünerek saymaya başladım. İçimden hızla sayılan sayıların 34 üncüsünü bitirmiştim ki tekrar öttü.

-Halla halla, hakikaten her 34’te bir mi ötüyor bu meret?

Sorumun karşılığını sınamak için yeniden saydım; 37 çıktı bu kez. Bir daha saydım; 39, gene farklı çıktı!

Günahını almayayım yoksa ben mi yavaş veya hızlı sayıyorum? Ne kadar sınadım bu süreyi bilmiyorum!

Ya sağ kulağım, ya da sol kulağımdı, şimdi hatırlamıyorum ama biri bu horozun sesini yeteri kadar emmişti; döndüm ve yastığa gömdüm o kulağımı.

Emin 12-09-2006 11:49

İki
 
Ya sam yeli değmiş ya da benim bilmediğim bir “derde” tutulmuş, kökü hemen, delikli volkanik kaya ve betonun bitişiğinde bulunan, uçlarını eğreti tellere tutuşturarak gölgesinden yararlanmaya çalıştığım asmanın altında oturuyorum.

Sadece oturmuyor kitap okuyorum, sanırım! Bilmiyorum. Belki de hiçbir şey okumuyorum. Ya da ne okuduğumu bilmiyorum yahut içimi okuyorum.

Duman’ın havlamasıyla irkiliyorum, onun havladığı yere başımla birlikte gözlerimi de çeviriyorum, sıra dışı bir şey göremeyince çalışanların “Reşo” diye çağırdığı Duman’la göz göze geliyorum ama onun gözleri o kadar da belirgin değil. O yine uyarı havlamasını bağlı olduğu zinciri iyice gerdirerek sürdürüyor.

Seranın kirli yan naylonlarına düşen gölgeden birinin bu tarafa doğru çekinerek ama istekle geldiğini görüyorum.

Umursamıyorum.

Sera boyunun bittiği yerde, yaklaşık olarak bana uzaklığı 37,2 cm. olan bir yerde, bir adam duruyor ve Duman’ın havlamasına ara vermesini bekliyor gibiydi. Aradığı kişinin “ben” olup olmadığına emin olmak için benim Duman’ı sevgiyle azarlamamı fırsat bu fırsat diyerek seslendi:

- Emin Bey!

“Efendim” demeden önce bu ses tonunun belleğimdeki seslerle bir ilişkisi var mı, diye karşılaştırmasını yaparken, bana seslenen kişi sanırım duymadığımı zannederek yeniden ve biraz daha yüksek ve de müşfik bir sesle:

- Emin Beyyy!

Ona doğru ürkek bir sevgiyle seğirttim. Dolandık birbirimize.

Ya sam yeli değmiş ya da benim bilmediğim bir derde tutulmuş asmanın altına yürüdük, kollarımız belimize dolalı olarak.

serdarkus 12-09-2006 15:35

Kırka kırk sıfır koyarsan dört yüz dodesilyon eder!.
 
Alıntı:

Emin´isimli üyeden Alıntı
Kuş gibi uçarak geleceğini umuyordum, seraya. Biraz geciktin ama sağ salim geldin ya, önemli olan o, Sayın serdarkus abim.

Çarpa çarpa mı geldin, çok mu yorularak geldin, bilemiyorum. Bir deste mani ile geleceğini sanıyordum.

Havamı bulmam 40 günümü alır.

Kırkım çıkmadan bir şey diyemiyorum. Hele o günlere bir erişelim.

Ya kırklara karışırız, ya seraya dolanırız!


İkili haneler başlayıp da sıra sayısını şaşırttırmadan, hemen bir çıktı yapayım.

Dolaylı olarak bir zamanlar yazmıştım, yaklaşık dokuz aydır borsada yokum. Artı ilave, buna bir de özel ve genel sebeplerden, internete ayırabildiğim süre arasıra aceleyle onlarca sayfaya bi gözgezdirip hemen kaçmamı gerektirdiğinden, bu durumda bu kadar oluyor.

Yeni topiği hafta sonu farkettim, detaylı okuyamadım. Dün okudum ve tabii ki dedim, hemen yazmak lazım. Ancak, selamlar verilmiş,sıra boyu sağ eller göğse hafiften dokundurularak merhabalar tamamlanmış, tatlı sohbet başlamış. Bu durumda iki çift yakışıklı söz bulayım derken olayın aktüalitesi biteecek.. ehven-i şerdir dedim, hemen karaladım.

Verilmiş çok söz, yapacak çok iş ve yazacak çok laf var.. ama olmuyor. Olsun, yeter ki gönüller bir olsun.

Yazana zorluk vermeyen yazı, okuyana zevk vermezmiş. Yazmaya emek harcayan herkese kolaylıklar olsun derim.

Emin 12-09-2006 15:59

Üç
 
Ya ben içimden, o dışından ya da o içinden, ben dışımdan konuşmaya başladık.

“Burayı nasıl da elimle koymuş gibi buldum” dercesine güvenli bir hoşluk yayılmıştı, yüzünden başlayarak tüm bedenine.

“Herkesin selamını getirdim sana, güzel insan.”

“Herkesten” kastını açmasını bekledim, sessizleşerek.

Birçok isim saydı, daha önce hiç duymadığım, herhangi bir yerde karşılaşmadığım isimler, lakaplar, takma adlar, rumuzlar. Bazılarını da açıklıyordu üstelik. Çok dikkat ediyordum ağzından çıkan her söze, açıklamaya ama anlayamıyordum yine de.

“Çok durgunsun be Emin. Seni zayıflamış gördüm, desem inan lütfen.”

Ağır ve tedirgin, ağır ve çekimser, mutlu ama dertli bir “gölge insan” dikildi konuşmamızın yanına. Ağır ve titrek konuştu, çaya buyur ediyordu.

“İrina Hanımın büyükannesi olmalı?” dedi göz kırparak veya düşündü.

“Yok. İnci Halam” dedim veya düşündüm.

Ya sam yeli değmiş ya da benim bilmediğim bir derde tutulmuş ama mutluluğu elinden bırakmamak için çektiğim alüminyum tele dolanmış asmaya çarptı kafasını, misafirim; çay içmek için çağrıldığımız yere kibarca seğirtirken.

İşte, o anda, birkaçı yeşil ama birkaçı da sararmış asma yaprağıyla birlikte; bir kibrit kutusu kadar ya var, ya yok, yani en fazla 5 santimlik, sırtı parlak mı parlak bir yeşille kaplı, gözünün bitiminden başlayıp, ta kasıklarına kadar koyu gri bir şeride sahip, karnı beyazımsı sarı, tırnakları süslü toplu iğne başı gibi topak topak olan Hyla Arborea düştü, ekonomik olsun diye çok kabaca, üstünkörü sıvadığım betonun üzerine.

Emin 12-09-2006 23:45

Dört
 
O da dâhil olmak üzere üçümüz de zıpladık. Hyla Arborea düştüğü dala doğru, bizler de yana doğru.

“Korkmayın zehirlidir ama bir şey yapmaz,” diye bir ses yaladı kulaklarımızı ama konuşan misafirim değildi! Ben de değildim!

Ya ben içimden ya da o içinden söylemişti ama nasıl duyulmuştu bu ses? Yoksa bizim dışımızda biri mi konuşuyordu?

Ya biz onu aranıp bulduk ya da o bize göründü.

Ben şaşkındım ama ilk misafirim değil.

Hoş geldiniz, demeden önce eşkâlinin belleğimdeki görüntülerle bir ilişkisi var mı, diye karşılaştırmasını yaptım, az önce ilk misafirimin ses tonuna yaptığım gibi.

Tanımadı, belleğimdeki izler bu kendinden olabildiği kadar emin ve güzel konuşan sesin sahibini.

Akıcı konuşmasını durduğu yerden sürdürdü:

“Bu coğrafyada buna ‘Ağaç Kurbağası’ derler.

Üreme zamanı dışında suya gitmezler.

Bazılarının her zaman borsaya gitmemesi gibi!

Ağaçlarda ve bazı bitkilerin üzerinde dolanır, günlük nafakalarını çıkarırlar.

Renk değiştirme özellikleri nedeniyle kolay kolay görünmezler. Güneşin batmasına yakın faal olurlar.

Derilerinden bir salgı salgılarlar ve bu salgı kuvvetli bir zehir içerir.

Bazı söylentilere göre bunları yiyen otoburlardan mesela koca bir boğanın öldüğü söylenir ama palavradır.

Bilmem açıklayabildim mi?

Yoksa açıklama yapmasa mıydım?

Öyle tırsmış olarak kalsa mıydınız?”

Güldü.

Biz de güldük.

Sesini değil ama konuşmasını yazısından anlayıp ya da anladığımı sanıp bu ikinci misafirimle tokalaştık, öpüştük ama tokalaşıp öpüşmek kesmedi sarıldık ve plastik koltuklara doğru yürüdük.

Emin 15-09-2006 11:50

Beş
 
Ya çok gevşemiştim mutluluktan ya da derdimin derinindeydim.

Anamın Pertek’ten gelirken küle gömüp, çaputa doladığı karpuz çekirdeklerinden ekilen sadece beş tohum, boy vermiş, kol atmış, meyveleri voleybol topu kadar olmuşlardı Antalya’nın sıcağında.

Anam, oylumunun hemen başındaki ucu çamaşır mandallarının ortasındaki yay gibi kıvrılmış ipliksi sürgün veya kimilerinin dediği gibi kulakçığı kurumaya başladığı için sabah erkenden hasatladığı, bolca karlanan buzdolabında soğuttuğu karpuzu korken, bizler masadaki rakı bardaklarını elimize alarak yer açıyorduk, kan kırmızı cam tabağa.

Annem de: “Oğul ele gevrek ki; piçağı soğar soğmaz cırrr dedi, baştanbaşa!” cümlesini kuruyordu masanın göbeğine doğru, övülsün beklentisiyle.

Seslerin savrulup, yittiği bir an “Kuru yemiş beni kuruttu, yaş yemişlerden; Arapların kutsal buldukları, Avrupalıların bunu egzotik bir meyve olarak gördükleri, Ali Kırca’nın da ana haber bültenlerinde şöyle vitaminli, böyle mineralli diye birkaç gün aralıklarla ahaliyi aydınlattığı yaş yemişin peşindeyim.

Sebze Meyve Haline gelmeden ağaç üzerinde pazarlanan Fellahyemez, Suruç, Silifke Aşısı, Çekirdeksiz, Hicaznarı ve Beynarı’nın araştırmasını yapıyorum.

Ama Harnup Güvesinin zararına uğramamış, güneş yanığı olmayan ve de çatlamamış narlar olmalı.

İkimiz de şaşkın, onu dinliyoruz. Bizi işletip, işletmediğine emin olmaya çalışıyoruz. O devam ediyor, balköpüğü sözlerine!

Ya çok gevşemiştim mutluluktan ya da derdimin derininde olmalıydım ki, çıt çıkarmadan dinliyordum.

Emin 18-09-2006 09:05

Altı
 
"Şu 11 tonluk Fatih kamyonlar var ya! İşte onlardan 72.727 kamyon dünyada nar üretimi yapılmaktadır.

Bizim coğrafyamızda ise; şimdi artmıştır belki ama 1997 yılına göre 5.090 kamyon nar üretilmiştir.

Bu mübarek meyveyi sadece yemekle tüketmiyor insanoğlu. İlaç, boya, mürekkep, yağ, hayvan yemi, sirke gibi ürünlerin elde etmek için de kullanıyor. İleriki yıllarda önemli bir endüstri bitkisi olacağını düşünüyorum.

İspanya, Tunus ve Türkiye bu meyveyi ihraç eden önemli ülkelerden biridir.

Yoksa bu bilgileri size söylemese miydim?” diye de noktaladı.

“He oğul he!” diye söze giriyor annem. “Dişim hiç yoğ, sadece damağ, çoğ da sevim mubereği. Bıldır, bizim herif biloma getirdi. Oturdum teneledim, tasa doldurdum, avuç avuç ağzıma alim, suyunu emim, çeçini tüpürim. Ele biloma galmıştı tasta. Goydum terezyonun üstüne, sabahleyin dedim bi avuç dâ yêm, elimi tasa soğtuğumdan çektiğim bi oldu. O ne sancı, o ne afat ağrı anam! Gözlerimden yaş geli, ağlim, zonkli parmağım. Gıçın gırıla akrep, demek damdan düşmüş tasın içine, vurdu beni, ağzımdan burnumdan fitil fitil geldi, hemen motorun sepetine koydular yalla Ocağa.

“Ne çok seviyorsun konuşmayı, anne!” diyorum içimden yüzüne karşı.

“Senin de benden geri kalır yanın yok” der gibi baktığını sezip, biraz da utanarak masaya eğiyorum yüzümü ki, ne göreyim!
Mavimsi beyaz rakı bardaklarımız nar rengi, nar suyu ile dolmuş!

Sıcak üfleyen bir hava dolanıyor ortamda.

Ya gevşemiştim dinginlikten ya da derdin derininden birkaç boy yükselmiştim mutluluğa doğru.

Emin 19-09-2006 09:13

Yedi
 
Nar sularını ne zaman içtik, masadan ne zaman kalktık hatırlamıyorum!

Habersiz bir ses ortalığı irkiltti:

“Eskiler alırım, hurdalar alırım. Naylonlar, demirler, bakırlar alırım. Hade hurdacı geldii hurdacıı!”

Çok gıcık bir ses yayın cihazı ile sesleniyordu Hurdacı, geçip gitmedi, durdu. Pazarlık mı yapıyor yoksa acelesi olmadığı için dinleniyor muydu, Huylu Musa Amcanın asmasının gölgesinde?

“Bu da yatırımcı, ha Petkim, ha Ereğli, ha da Sarkuysan almak gibi bir şey,” dediler. O zaman yan yana olduğumuzun farkına vardım!

O gıcırtılı kamyonetinin teybinden sesler havalandı: “Tabip, sen elleme benim yaramı, beni bu dertlere salanı getir…”
Hırpp diye kesildi sözün burasında.

“Ağrı dağın eteğinde uçan güvercin olsam, türkü olsam dillerde cano…” sözleriyle yeniden başladı ama devam etti mi, hatırlamıyorum.

Ama biz üç kişi yönümüz aynı yöne doğru olarak, anlayacağınız yüzlerimize bakmayarak konuşuyorduk, nedense! Baktığımız yönü, şimdi tam olarak hatırlamıyorum!

Üçümüz de neredeyse uçarak koşup gelen birini gördük. Gördük görmemize ama gördüğümüzle yanımıza gelmesi aynı anda oldu.

“Hızır” dedik, galiba aynı ağızdan yoksa sadece ben mi demiştim, diğer ağızları da yedeğime alarak?

Bana elindeki rengârenk Gerberaları uzattı. Öpüştük. Daha önce gelen misafirlerimi de öptü, gülümsedi.

“Siz gülün dikenlisini severdiniz, dikenlerine şükredermişsiniz!” dedim gözlerimle.

“Evet, dikenlerin varlığına sevinirim, onlar, güzelliğin hoyratça tüketilmesini bir nebze olsun önlerler,” dedi; gözlerimin tümcesine.

Emin 20-09-2006 07:11

Sekiz
 
Üç habersiz gelen konukla birlikteydim.

Kime ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı, ek olarak daha ne sunacağımı düşünedururken “Nasıl ve nereden geldiniz buraya kolay oldu mu?” diye bir soru sordum, maksat lafa tutmak, onlar konuşurken ben neler yapabileceğimi düşünmeye devam edecektim!

“Ben, Torosları aşarak geldim, dedi ilk konuğum.

İkinci konuğum sadece “Çok kolay geldim,” demekle yetinmedi ve “ama nereden ve nasıl gelmemizin ne önemi var? Önemli olan sağ salim gelmemizdi ve geldik, işte!” diye de ekledi.

Sahi, nereden ve nasıl gelmelerinin ne önemi vardı, öyle ya da böyle gelmişlerdi, işte!

Dedim ya, ben de merak etmiyordum zaten nereden geldiklerini, zaman kazanmak için bir soru atmıştım ortaya. Uzun uzun, allandıra, ballandıra anlatacaklarını ummuştum!

“Nar suyu ve rakıdan sonra ne içilebilirdi, gene rakı ve nar suyu mu?” sorusunu çok hızlı bir biçimde kendime sormuş, cevabını da hemen rakı şişesine hamle ederek vermiştim.

Dolan her bardağa gereken çeki düzeni verdikten sonra ellerine tutuşturuyordum. Üçüncü bardağı üçüncü konuğuma uzattığım an “Çok rahattı yolculuğum, denizden geldim. Buraya ise Güneybatı istikametinden…” der, demez kafam karıştı ve elimdeki bardakla bağımı kesip:

“Ama nasıl olur! Oradan geçiş yok, Düden Çay’ını nasıl geçtiniz? Köprüsü yok ki!” dedim ve ekledim: “Yoksa Düden’in yer yer yaptığı gibi karstlı zeminlerden, düdenlerin içinden mi yol buldunuz, kendinize?”

Diğerlerinden açıklama geldi ya da benim birden bire aklıma geldi.

“O, su üzerinde de yürüyebilir!”

Master 20-09-2006 15:09

Eskilerden.....
 
Bütün gayretinin üzerine seneleri de ekledi...ve suyun üzerinde artık yürüyordu..

Dile kolay 17 sene çalıştı çabaladı,nelere katlandı....

Koşturarak Ustasının yanına gitti....

Ustam ustam sayenizde oldu artık suyun üzerinde yürüyorum..dedi...

Güzel dedi usta...Peki unutabilirmisin ?

Emin 21-09-2006 09:32

Dokuz
 
Bu buluşmanın esbabımucibesini sormaya cesaret edemedim ama soran gözlerle baktım.

“Seni yerinde görmek istedik. Damlanı bütünleme gayretini, derdinin kökünü, yaşama odaklanma biçimini ama her şeyden önce samimiyetini sınamaya geldik,” demediler ama der gibi baktılar bana.

Ben de onlara “öyleyse, üzüldüm” demedim ama der gibi baktım.

Gerildik, gerginleştik ama maskelerimiz vardı yüzümüzde, görülmüyor, hissediliyordu.

Mahsuni Baba, Hacıbektaş’tan kalkıp gelmiş, sanki sam yeli değmiş asmanın arkasında sazıyla türküsünü söylüyordu, bize görünmeden. Söylediklerinden sadece “sevme”ye takıldı kulağım:

“Adamın adam sevmesi / geçti hayli zaman oldu”

İtiraz ediyordum içimden ama duymuyordu. “Seyrekte olsa adam adamı da sever” diyordum, benim bile duymayacağım bir sesle, Mahsuni Şerif’e sufle veriyordum, o da kayboldu, yitti. Sanki yoktu.

O yokluk anında “Hey erenler, pazarım var!” diye bir başka ses dikkatimizi çekmeye çalıştı ve başardı.

Sanki ben çok tanıyormuşum gibi, buyur edip, Cevri Baba’yı (Nejat Birdoğan) tanıştırdım konuklarıma ve ağzından almak için lafı, sordum:

“Ya Cevri Baba, sahi ne satarsın?”

Cevri Baba da bize dedi ki:
Hey erenler pazarım var
Hal ehline hal satarım
Terazim, tartım bulunmaz
Doyumuna bal satarım
Tezgâh üstü söz söylerim
Sözümü gülle peylerim
Hasmı sitemi neylerim
Ben dikensiz gül satarım
Erenler bir pazar kurdum
Hak hak dedim döndüm durdum
Aşkın mühürünü vurdum
Dost zarfına pul satarım
Ben sarrafım inci düzdüm
Gevher denizinde yüzdüm
Akıl süzgecinden süzdüm
Cevri aklı kul satarım


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 02:15 .

Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce