Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Ser'den, Sera'dan.
Arka BahÇe Forumu

Arka BahÇe Forumu (http://www.arka-bahce.org/forum/index.php)
-   Sera (http://www.arka-bahce.org/forum/forumdisplay.php?f=86)
-   -   Ser'den, Sera'dan. (http://www.arka-bahce.org/forum/showthread.php?t=298)

Emin 08-09-2006 21:49

Teşekkür iadesi.
 
Görmemişin serası olmuş, çekmiş naylonunu koparmış gibi olacak ama adettendir; serime ve serama misafir olup, üşenmeden duygularını dile getirenlere teşekkür ederim.

Biraz sırnaşıkça olabilir ama ilk bir iki saat içinde hayırlı olsuna gelenlere birkaç söz etmek istiyorum.

İki değerli kişiyi aradan çıkardık sayılır ama Sayın alihoca’ya diyecek bir iki sözüm daha var.

Hocam öyle şeyler söylemiş ki, sanki bu bahçedeki birkaç kişiye bir demet çiçek gönderdikten sonra bir de hepimiz için pişen yemekten bir tabak ve bir kaşık ve bir çatal daha sofraya eklemekle acayip, olağanüstü şeyler yapmışız!

Neyse, hocamla hesaplaşırız özel yazışmalarımızla!

Bizim gösterdiğimiz hedefi bir bumerang gibi bize döndüren Sayın dentist’e de bozuldum; ne demek haddimizi aşmadan yazılara katılmak, anlamış değilim. Bir de iddialı cümlesi yok mu: “… duygu seli yaratacağı için…”

Selin hepsi yıkıcıdır, bulanıktır, duygu bile olsa.

İster inanın, ister inanmayın en hoşuma giden hayırlı olsun tebriği Sayın Süvari ile darius’unkiydi.

Yalınlardı, beni şartlandırmıyorlar, serimle seramla baş başa bırakıyorlardı.

Sayın buena vista’nınkini de çok beğendim, hele zarar vericilerden korumaya çalışması, “yağmasan da gürle” misali olsa bile anlamlı, kolaylıklar dilemesi ise başlı başına teşekkür edeceğim bir yalın ve de anlamlı cümle ama enginar işini anlamadım, dikenlerini hesaba katmazsak o da karanfile benziyor, ondan mı dedi, bilmiyorum!

Şuana kadar olanların değerlendirmesini gene şimdiki duygularımla ancak bu kadar algılayabildim. (Algılama güçlüğümü bir kez daha yazayım da.)

Bu bölüm ve konu başlığı için düşündüğüm şeyler var, yok değil.

Düşüncelerimden bazılarının başlıklarını not ettim kendimce ama istiyorum ki sizlerin düşüncelerini de alayım!

Ismarlama Hac kabul olmaz, ancak yine de kendi kafama göre yazmak istemiyorum. Uyumlaşmak istiyorum.

Farkındayım, sizlerden zor şeyler istiyorum ama yazmış bulundum artık, dönüp, silemem.

Master 09-09-2006 06:52

Anlam, kendi bütünün de değerlidir... Gonca
 
Özgün ve özgür ruhların yaşadığı, topraklarından ederden çok tanımlı beraberliklerin yetiştiği bu Arka BahÇe nin Yeni bölümü Sera'sında, Dostlukların anlamını yorumlama ve yormama adına yeteneklerinizden birisi olduğuna inandığım Keyif ve Lezzet dolu yazılarınızla Hoş geldiniz, Sevgili Emin .

Ramo 09-09-2006 17:56

Sera
 
Geçmişin derinliklerinde Orhun Yazıtları ile taşa dökülen ses ne kadar yazmanın önemini,gereğini vurgulasa da malesef çok istememize rağmen yazma ve okuma alışkanlığını bir türlü edinemedik.Okuma ve yazma özürlü olma alışkanlığıda hala devam etmiyor değil.

Birgün bir bahçede çimen olan,çiçek olan dereden tepeden ekonomiden,sosyal yaşamdan dem vuran insanlar yeri dar geldiklerinde ortak bir alanda güzel sesleri ve yazmaları ile birleştiler.Aramıza yeni yeni dostlar güzel insanlar katıldı.Sevgiyi,saygıyı,baştacı ederek güzelliğin,paylaşımın tadını akıttılar arka bahçenin verimli topraklarına.Herkes en iyi bildiğini,en iyi yapabildiğini karşılıksız aktardı bu dost topraklara.Yazanların çizenlerin yüreğini dökenlerin gözüne diline sağlık.

Emin Kardeşimizde Bu mecrada iki metre naylon,üç agaçla bir sera dikivermiş Arka bahçenin gül kokan topraklarına.Bu topraklar çok çile çekti.Hiç bu kadar hor görülmedi kardeşlik ve sevgi.Bu topraklar çok kanlar gördü.Çok kan yıkandı dağlarında.Bu yüzden dir gülleri karanfilleri daha bir kırmız açar,daha bir gür çıkar,daha bir renklidir,sevgi ve dostluğun değerini anlatmak istercesine.

Güzelliklerle renk bulacak Seran Hayırlı olsun güzel Dostum.Keyifle koklayacağız çiçeklerini.

buena vista 09-09-2006 18:22

küçük bir not..Anneme hep karanfil götürürüm..
 
Sevgili Mehmet Emin,

Karanfil çok sevdigim çiçeklerden..ENGINAR, çok ama çok sevdigim ve her mev-
sim yemek için çaba harcadigim bir sebze..Size, yazdigimda degisik bir anlam
yoktur..Yasadigim ülkede bile ENGINAR yetistirdim..Hatta ROKA bile..
Ben IZMIR liyim arkadas..
Selam, saygi ve sevgi..

buena vista

Emin 09-09-2006 20:16

Karanfil ve Enginar
 
Tam kendimce bir konu yakalayıp; "acaba bu mevzu ile alakalı bir şey yazmaya çabalasam mı" diye kendi içime bir soru sorup, içimden geçenleri hiza istikamete sokmaya çalışırken, hanım bir şey için sesleniyor bana.

Elim ayağım, soğuyor zar zor bir araya getirmeye çalıştığım onca cümleler, her biri bir yana savuşuyor.

Posta koysam, o benden daha baskın çıkıyor, durduk yere tadımız kaçıyor. Denedim çünkü. Aynen dediğim gibi oluyor.

Altan alsam da sonuç pek değişmiyor ama posta koymaktan daha hallice bir durum.

Şu sıralar evden sık sık ayrı kalıyorum, seraya anamın ve halamın yanına gidince bizimkiler ana-kız evde yalnız kalıyorlar, onlara da üzülüyorum.

Az önce gene seslendi, meyve soymuş, dilimlemiş, akşamın serinliğinde balkonda birlikte yiyelim, diye.

Hemen seğirtemedim, daldım yeniden yazacağım şeylerin peşine.

Sen misin dalan!

Soyulmuş elmalar tabakta kararmış, şeftali kahverengileşmiş. Açtı ağzını yumdu gözünü!

Ben, hem hanım hem de meyveler daha fazla bozulmadan balkona çıkarken, kızım fırsat bu fırsat diyerek çöktü bilgisunarın (Genel Ağ) başına. En az iki saatim daha gidecekti ve fazlası gitti, zaten.

Bu üst açıklamadan sonra geleyim Sayın Ramo ve buena vista'nın yazdıklarına.

Sorumluluk aldık ya (doğrusu alihoca yükledi ya, neyse) seraya göz kulak olacağız!

Hele ki, yeniyiz, işi baştan düzgün tutalım diye de endişemiz bol.

Ağama diyeyim; başladım hayırlı olsuna gelenlerden okumadığım ilk yazıyı okumaya.

Okudum, okudum, ağır ağır tane tane okuyorum, gözden bir şey kaçsın istemiyorum. Hani, çok lezzetli bir lokmayı ağızda çiğnersin babam çiğnersin ya, aynen öyle.

"Tarih Yapraklarından" konu başlığında kıymetli yazılarını okuduğum Sayın Ramo'nun yazısının içinde geçen şu cümlelerini, öylece kaptırmış okurken, "...Bu topraklar çok çile çekti. Hiç bu kadar hor görülmedi kardeşlik ve sevgi. Bu topraklar çok kanlar gördü. Çok kan yıkandı dağlarında. Bu yüzdendir gülleri, karanfilleri daha bir kırmızı açar, daha bir gür çıkar, daha bir renklidir, sevgi ve dostluğun değerini anlatmak istercesine..." bir ürperti sardı serimi!

Bu ürpertiyle ürperdim ve üzerimde bulunan kısa kollu fanilanın bitiminden itibaren yani tam pazımın yarısından başlayarak bileğime kadar olan bölgedeki bütün kıllarımın dikleştiğini gördüm.

Bir iki saniye kılların bu haline bakarken, utandılar mı, bozuldular mı bilemem, hepsi eski haline rücu ettiler.

Sonra toparlanıp, takma adını yazarken çok zorlandığım Sayın buena vista'nın gönderdiği açıklamayı okudum.

Daha önce, (21 Nisan 2006'da) "imekabe.com" dükkanında "Bıkmış Broker Abime İthafname" başlığı altında yazdığım yazıda ucundan biraz değindiğim, yaban atasının bizim eşek kangalı dediğimiz ""cynara" adlı bitkinin insanlar tarafından yenilen biçimi olan, latincesi de "artichoke" diye çağrılan mübarek enginarın, adını her duyup, okuduğumda aklıma düşen çağrışımı sizlere çıtlatmak geçti içimden.

İlk kez İzmir'de yemiştim bu sebzeyi. İlk yediğim pirinçle doldurulmuşuydu. Biraz da kart olduğundan yapraklarındaki etleri dişimle sıyırmaktan bir tuhaf olmuştum. Bu sıyırma işi gene iyi! İlk lokmamda çiğneyip, çiğneyip lokmayı yutamadığım halini düşünürsem.

Daha sonra bir İzmirli Hanımefendinin yaptığı kuzu etli yemeğini ve zeytinyağlı dolmasının ise tadı damağımdadır hâlen.

Ama bu sebze ilgili çıtlatmak istediğim, demek istediğim bunlar değildi!

Can Dündar'ın güzel anlatımıyla dinlediğim, Kurtarıcımızın son 300 gününün anlatıldığı "Sarı Zeybek" adlı belgeselinin bitimine doğru, yani son üç günün içine girildiği günlerde ki; bu günlerin çoğu derin koma hali gibi uykuda geçiyor, uyandığında süt, pirinç suyu ve meyve suları verilmeye çalışılıyor; o canının enginar istediğini söylüyor.

O zaman İstanbul'da bulunamıyor ve Anadolu'da enginar bulmaya çalışıyorlar canla başla, onu sevenler.

Nasıl bulunuyorsa o mevsimde bu enginarlar, Hatay'da bulunuyor ve hızla yetiştirilmeye çalışılıyor ama enginarlar geldiğinde o artık ölüm döşeğinde olduğundan, değil yiyebilmek görmek bile nasip olmuyor!

Bu olayı öğrendiğimden beri enginara biraz duygusal yaklaşıyorum.

buena vista 09-09-2006 21:20

"İlk kez İzmir'de yemiştim bu sebzeyi. İlk yediğim pirinçle doldurulmuşuydu. Biraz da kart olduğundan yapraklarındaki etleri dişimle sıyırmaktan bir tuhaf olmuştum. Bu sıyırma işi gene iyi! İlk lokmamda çiğneyip, çiğneyip lokmayı yutamadığım halini düşünürsem."

Sevgili Mehmet Emin,

Haklisiniz. Aslinda benim hosuma giden enginarin kalbi.Bu yemegi yapmanin da
bir ölçüsü, biçimi var..Kolay degil yapmak..Siz bir de italyanlarin yaptigini yeseniz..!!
Dolmasi da, zeytinyaglisi da çok güzel olur..Hele iyi yapilmis, bol taze soganli
ve dereotlu pilavini yeseniz..(Agiz tadi..Fazla üstünde durmamak gerekir sanirim..)
Bu arada, sizin hanim ile bizim yüzümüzden araniz açilmasin.! Meyveleri karartmadan yemeyi deneyin..

buena vista

Emin 10-09-2006 19:51

Söz
 
Alıntı:

Master´isimli üyeden Alıntı
Özgün ve özgür ruhların yaşadığı, topraklarından ederden çok tanımlı beraberliklerin yetiştiği bu Arka BahÇe nin Yeni bölümü Sera'sında, Dostlukların anlamını yorumlama ve yormama adına yeteneklerinizden birisi olduğuna inandığım Keyif ve Lezzet dolu yazılarınızla Hoş geldiniz, Sevgili Emin .


Ümit ederim, keyif verici ve lezzetli bulduğunuz yazıları yazmaya gücüm yeter ve kimseyi beklenti kırıklığına uğratmam, Sayın Master.

Dostluğu (öteki ben’i) ve dostlukların anlamını yormadan, yorulmadan yorumlayabileceğimi ise sanmıyorum.

Sözlerin foyası da boyası da olabilir! Adı üzerinde söz!

Yalnız: “Söylenmedik söz yok, işitilmedik söz çok.” (Atasözü)

İlginize teşekkür ederim. Hoş bulduk.

Emin 10-09-2006 20:00

En Önsöz
 
Sera başlığı altında bir şeyler yazma düşüncesinin nasıl oluştuğunu biraz geriye dönüp anlamaya ve sizlere anlatmayı deneyeceğim.

Bu anlatma çabamın, kimsenin merak ettiği bir konu olduğunu düşünmemekle birlikte yine de yazmak istiyorum.

Bir başka borsa içerikli sitede “Duygusal Analiz” başlığı ile başlattığım ve kendi yaşamışlıklarımdan aklımda kalan şeyleri anlattığım yazılar bitmek üzereyken, o siteyle bağım koptu.

Yine o sitede yazılarımızla tanıştığımız bir arkadaşın ısrarıyla bu sitede (imekabe.com) de devam etti, benzer yazılarım.

Ahım şahım olmayan yazılarımı kendi efkârımla yazarken, borsada param vardı!

Hele tüm paramı yatırdıktan sonra borsadan çıkacağım günü de belirleyince bu kez “şafak” sayarcasına günlük duygularımı yazar oldum.

Bu durum, bambaşka bir deneyim oldu, benim için.

Sonra, borsayla ilişiğim kalmayınca ne yazacağımı bilemez oldum. Hatta böyle sitelerde dolaşmak bile cazibesini yitirmişti, doğal olarak.

Yazı yazdığım bu siteden de hemen ayrılıp gitmeyi doğru bulmadım.

Bir sera satın alınca, burada yaşadıklarımdan bazı kesitleri aktarmak istedim, siteye. (imekabe.com)
Ancak bu düşüncemi olgunlaştıramayınca vazgeçer gibi oldum. Uyuttum yani!

Bir gün Sayın Ali Hocam sadece burada (imekabe.com) değil, arka-bahce.org isimli sitede de bir konu başlığı altında yazılar yazmamı önerdi ve isim konusunda da sanki aklımdan geçeni okurcasına “Adını da sera koyarız” dedi.

Şimdi, bu başlık altında ipe sapa gelmez, ele avuca sığmaz aklımdan (serden) geçenlerle serada yaşadıklarımı zaman zaman harmanlayarak, buralarda (imekabe.com ve arka-bahce.org) yazmaya çabalayacağım.

Az, biraz bu yazıların içeriği sitelerin durumuna bağlı olarak farklı olabilir!

Yazılarımın her iki sitede de bulunması ne kadar anlamlı, ahlaklı ve doğru bir şeydir, bilmiyorum.

Şöyle düşünüyorum, öyle ya da böyle bir emek çekerek okunası bir yazı ortaya çıkmışsa, okunmalı!

Yazı ne için yazılır ki, zaten?

Emin 10-09-2006 20:35

Kısa Özet
 
Konuya nereden ve nasıl başlayacağımı düşünürken, düşüncelerim kıvranıyor, yerinde durmuyor, öyle erçel ki düşüncelerim, ağız tadıyla düşünemiyorum bile.

Birçok açıdan yazacağım şeyleri kendimce belirleyip, anlamlandırmaya çalıştığımda, sık sık makas değiştiriyorum.

Şöyle bir açıdan bakarsam ortada konu yok, böyle bir açıdan bakarsam konudan daha bol ne var, diye insanın şaşırası geliyor.

Şaşırası” geliyor gelmesine de, şimdilik “yazılası” şeyler gelmiyor.

Biz başlayalım bir yerinden, kervan yolda düzülür mü, dağılır mı belli olur!

Kısa bir özet:

Yukarıdaki cümleden de ürkmüyor değilim. “Kısa özet” dedikten sonra başlıyorum “Uzun özete.”

Herkes biliyor mu, bilmiyorum ama ben yine de şöyle başlayayım:

Herkesin bildiği gibi “şafak sayarak” borsadan çekildim. Vur kurtul veya ver kurtul seçeneklerinden ikincisini seçerek.

Kurtardığım parayla birden fazla kuş vurabileceğim bir edim (defacto) oluşmuştu.

***

Emekli olmuşum, isteyerek.

Okul çağında bir kızım var ve sadece bizleri değil toplumumuzun her yanını sarmış dershane hastalığının pençesinde kıvranan bir ortamı soluyoruz.

Pertek, eğitim açısından malum!

Oraya yerleşmeye kalkmak; bağ, bahçe, tarla, dükkân, davar gibi gelir getirici hazır şeyler olmayınca, yani babadan kalan bir süt yok ki, küçücük bir maya ile yoğurt yapalım.

Yetmiş bin liralık toplu parayla da Ankara’da içimize sinecek bir semtte ev almak çok zor.

Yakıt parasından kâra geçmek için sıcak yerlere göç etmek daha akıllıca geliyor ve gözü karartıp, ver elini Antalya diyoruz.

Özeti bu!

Emin 10-09-2006 21:20

Bıktıran Özet
 
Kaldığım yerden anlatmaya devam edeyim. Özet kesmedi beni.

Bu kez, yıllarca ayrı kaldığın ana ve babadan iyice uzaklaşıyorsun. Gidip gelmenin eziyeti yetmezmiş gibi doyurucu da olmuyor. Birkaç günlük gidip gelmeler onlar için de yetersiz, bizim için de.

Uzunca bir süredir içimde uyuyan ve hanımla aramızda hırgür çıkmasın diye dillendirmediğim bir konu uyanmış gözlerini ovuşturuyordu.

Başlangıçta eldeki paranın küçük bir kısmıyla, sonradan tamamıyla ve bir miktar da borçlanarak acaba onları batıya doğru taşıyabilir miyim, düşüncesi ile sağa sola bakınma, araştırma ve bulduklarımı getirisiyle götürüsüyle karşılaştırma dönemi sonunda bir karar anı.

Kaporasını (güvenmeliğini) verdiğim yerin bana teslimi Nisan ayının ilk haftası olunca neyim var neyim yoksa borsaya gömüldüm.

Bu özet bilgilerin detaylarını birçok yerde yazdım, ucundan kenarından buradaki yazılarımın içinde de olduğundan daha fazla uzatmamın anlamı yok.

Sonuç olarak, umut dünyasında, umudun kaynağına doğru umudumuzu yitirmeden, zedelemeden kendimizce yürüyoruz.

Döne döne söylüyorum, sizlerde sıkıldınız ama bir kez daha söylemek geliyor içimden, Kavruk Ali Hocam ne dalıp, ne düşünmüşse artık, bu bahçede bir sera kurulmasını arzulamış.

Bu durum, sanal ve fani olan benim için onur verici bir durum ama onur duymanın ötesinde hararet yapıcı bir iş, malum seranın havası sıcaktır, boğucudur, bunaltıcıdır.

Yazacak konu sıkıntısı çekmem. Bu coğrafyada yaşayan çoğunluk gibi ben de özellikle bilmediğim konularda çok şey söyleyebilirim!


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:31 .

Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce