Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Hayata Dair
Arka BahÇe Forumu

Arka BahÇe Forumu (http://www.arka-bahce.org/forum/index.php)
-   Müştemilat (http://www.arka-bahce.org/forum/forumdisplay.php?f=73)
-   -   Hayata Dair (http://www.arka-bahce.org/forum/showthread.php?t=7)

gemici 02-03-2006 15:21

Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın dükkanı
 
TOG İyi Kalpler Dükkanı


Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın gençlere eğitim bursu ve sosyal sorumluluk projelerine kaynak sağlamak amacıyla hayata geçirilen son projelerden biri de ikinci el satışların yapıldığı “İyi Kalpler Dükkanı”…

İyi Kalpler Dükkanı’nda giysiden zücaciye’ye, oyuncaktan kitaba, aksesuardan CD’ye pek çok ürün cazip bedellerle alıcısıyla buluşuyor. Mevcut ikinci el mağazalara göre daha düşük fiyatlarla birçok ihtiyacın giderilmesini sağlayan İyi Kalpler Dükkanında ürünlerle çok uygun fiyatlarla buluşurken yepyeni bir gece elbisesi veya bir kasetçalar’a rastlamanız da mümkün. İyi Kalpler Dükkanı’ndan yapacağınız alışverişle hem kaliteli ikinci el ürünlere çok uygun fiyatlarla sahip olacak, hem de Toplum Gönüllüsü gençlerin gerçekleştirmekte olduğu sosyal sorumluluk projelerine katkıda bulunmuş olacaksınız.



Emniyet Mah. Çamlık Sok. No:8 Dükkan:3
Üsküdar – İstanbul
Tel: (216) 318 01 90

Arka'daş 03-03-2006 18:15

Bilge ve ayakkabı
 
Bir bilge birgün tam trene biniyordu ki , ayakkabılarından birisi ayağından çıktı ve yere düştü.Aşağı inip onu alması imkansızdı.Çünkü tren çoktan harekete geçmişti.Yanındaki arkadaşları ne yapacağını merakla bekliyorlardı.O gayet sakin bir biçimde , diğer ayağındaki ayakkabıyı da çıkardı ve az önce düşürdüğü ayakkabıya yakın bir yere fırlattı.

Talebelerinden birisi dayanamayıp sordu:" Neden böyle yaptınız ?."
Gülümseyen bilgenin cevabı gayet basit ama hakikat yüklüydü:"
Demiryolunun üzerindeki ayakkabı tekini fakir birisi bulursa , diğer teki de bulup
giyebilsin diye"



Kaybetme korkusu ve kazanç umuduyla çırpınırken, aslında neyi elde edip
neyin avuçlarımızdan süzüldüğünü bir türlü kestiremezken hikayedeki
bilge en güzel cevapla çıkıyor karşımıza.Vazgeçmek zorunda kaldıklarımız , kayıp sandıklarımız başka bir zamanda başka bir bedene hayat veriyor olabilir.

Ya da var gücümüzle torbamıza atmaya çalıştıklarımız uzaktaki bir yaşamın kayıp hanesine işleniyor belki de.Böylesine cevapsız kaldığımızda razı olmayı yetinmeyi bilmek, aç gözlerimize biraz olsun söz geçirmek en doğru yol olsa gerek.

Bir bilge olamasak da kimseyi tek ayakkabıyla bırakmamak dileğiyle..

Ramo 03-03-2006 19:43

Bu millete uşaklığı öğretemedim
 
İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:
- Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi.
Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek:
- Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim, diyerek memnuniyetini bildirdi.
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek:
- Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim, dedi. Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “görevine devam et” emrini verdi.



Ahmet Niyazi BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s186-189

Ramo 04-03-2006 21:57

Yorumsuz
 

Ramo 06-03-2006 20:46


Ramo 08-03-2006 20:13

Türkiye’den 2 ilginç manzara !
Türkiye’de bazı görüntüler vardır ki, söz gerek bırakmaz.. İşte bunlardan ikisi !08 Mart 2006 11:02

Gecekondu apartman doğurdu

İstanbul Samandıra’daki gecekondu üstüne kurulan yeni gecekondu görenleri hayrete düşürüyor.

İlginç binanın sahibi Mustafa ve Makbule Demir çifti, "80 metrekarelik gecekondu, çocuklar evlenince küçük geldi. Kiraya ödeyecek paramız olmadığı için bu yönteme başvurduk" dedi.


Okul servisi


Kastamonu merkeze bağlı Durucay Köyü’nde emekli Emin Karadağ, taşımalı eğitim kapsamında olmayan torunları ile birlikte 10 öğrenciyi, traktörünün römorkunun üzerine yerleştirdiği "Evcilik Köşesi" adlı kulübesiyle okula götürüp getiriyor.

Karadağ, "Köyümüze bağlı bütün mahallelerin çocukları okullarına taşımalı eğitim sistemiyle gidip geliyor. Ancak bizim mahallemiz okula 1600 metre uzaklıkta ve taşımalı eğitim sistemine uymuyor. Ben de 10 öğrenciyi bu şekilde getirip götürüyorum" dedi.

http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=90742

buena vista 12-03-2006 08:24

Abim bana bir gelecek verdi..
 
http://www.sabah.com.tr/cp/gnc120-20060312-102.html

buena vista 12-03-2006 09:12

Yılmayan öğretmen
 
Emin ÇÖLAŞAN ecolasan@hurriyet.com.tr


ELİME geçen kitapların bir bölümünü çeşitli kuruluşlara, okullara, cezaevlerine bağışlıyorum. Yıllar önce bir öğretmen aramıştı. Cezaevinde görevliydi ve kitap istiyordu. Epeyce kitap vermiştim.

Bu öğretmen geçtiğimiz günlerde yine ortaya çıktı. Ankara’da 1 numaralı F Tipi cezaevinde görevli. Cezaevi kitaplığı için yine kitap istiyordu. Vereceğimi söyledim.

Aradan günler geçti, bir sürü aksilik oldu. Bir türlü bir araya gelemedik. Fakat öğretmen yılmıyor, beni ısrarla arıyor. Yani işin peşini bırakmıyor. Tuttuğunu koparan biri. Bu tavrı çok hoşuma gitti.

Birkaç gün önce sözleştik ve gazeteye geldi.

Adı Zekai Akın. Tam bir Cumhuriyet öğretmeni. 63 yaşında. 23 yıldan bu yana Ankara’da cezaevlerinde çalışıyor. Oralarda hem öğretiyor, hem de kütüphaneler kuruyor. Emekli olmuş ama çalışmak zorunda.

Epeyce lafladık. F Tipi cezaevi kütüphanesini Adalet Bakanlığı’nın göndermiş olduğu 812 kitapla devralmış ve beş yılda bu sayıyı 8600’e çıkarmış.

Orada kitap hangi ölçüde okunuyor? Daha çok siyasi mahkûmlar okuyormuş. Kütüphaneden ayda 350 kitap alınıyormuş. Zekai Akın Hoca anlatıyor:

"Bütçemizde ödenek olmadığı için dışarıdan kitap satın alamıyoruz. Bazı kuruluşlardan ücretsiz sağlıyoruz. Bir de yakalanan korsan kitaplar var. Çankaya Belediyesi bunları yakalayınca bize veriyor."

Peki cezaevinde gazete çok okunuyor mu? Evet, epeyce gazete geliyormuş. Mahkûmlar gazeteyi kendi paralarıyla alıyormuş. En çok okunan gazete hangisi?

Hürriyet. Onu Posta, Milliyet ve Sabah izliyormuş.

Kitapları öğretmene verdim. Çok sevindi. Cuma günü F Tipi cezaevinden bir faks aldım:

"Ceza İnfaz Kurumumuz kütüphanesine konulmak üzere bağışladığınız 210 adet kitap kütüphane demirbaş defterine kaydedilerek kütüphanemize konulmuştur.

Bu nazik davranışınızdan ötürü Bakanlığımız ve Eğitim Birimimiz adına teşekkür eder, saygılarımızı sunarız. Ali Demirtaş. Kurum Müdürü."

Burada aynı çağrıyı bir kez daha tekrarlıyorum:

Evinizde ve işyerinizde işinize yaramayacak, bundan sonra okumayacağınız kitapları tutmayın. Onları süs eşyası olarak kullanmayın. Çevrenizdeki okullara, askeri birliklere, cezaevlerine, ya da başka yerlere bağışlayın.

Kitap bulamayanlar okusun.

* * *

Kitap isteyen çok sayıda okul ve kuruluştan mektuplar alıyorum. Bunlara tek tek yanıt vermem, ya da buradan sizlere duyurmam mümkün olmuyor. Şimdi size Diyarbakır’dan aldığım bir mesajı iletiyorum, ilgilenmenizi rica ediyorum:

"Okulumuzun yeni açılan kitaplığını donatıp bizden sonraki kardeşlerimize bir hediye bırakmak istiyoruz. Kampanyamıza kaleminizle destek vermenizi rica ediyoruz. Alparslan Lisesi kitaplık kolu öğrencileri. Adres: Alparslan Lisesi. Gazi Cad. Suriçi-Diyarbakır.

Okul telefonu: 0412 223 83 44. Cep: 0505 252 44 84."

buena vista 13-03-2006 20:05

Otoyolda 40 kilometreyi geri geri gidince...

Avustralya'daki en işlek otoyollardan birinde 40 kilometrelik mesafeyi geri viteste giden bir sürücü, ''gereğinden fazla geri geri gitmekle'' suçlandı.
Polis, Sydney ve Melbourne kentleri arasındaki Hume Otoyolu'nda durdurduğu Avustralyalı sürücünün, aracındaki tek işler vitesin geri vites olduğunu ve yaklaşık 90 kilometre uzaklıktaki evine gittiğini söylediğini bildirdi.
''Gereğinden fazla geri geri gitme''nin yanı sıra ehliyetsiz araç kullanmakla suçlanan Avustralyalı sürücünün, bu yıl içinde mahkemeye çıkacağı kaydedildi.
(Milliyet)

buena vista 14-03-2006 18:26

Türk tıbbının derin sorunu: Hasta yakınları
 
Her Tıp Bayramı'nda sağlık sektörünün ve çalışanlarının sorunları gelir gündeme... Tabip odaları, doktorlar, hastalar konuşur.
Bunlar arasında sesi hiç çıkmayan, ama sorunun ana kaynaklarından biri olan bir kesim daha vardır:
Hasta yakınları...
Hepimiz bu gruptanız aslında... Ancak doktorları ya da sağlık politikalarını eleştirdiğimiz kadar kendimizi eleştirmeyiz.
Bugün, bu eleştiriyi, "yabancı gözüyle" ve mizahi bir dille yapan bir yazardan söz edeceğim.
***
Adı, Hughette Eyuboğlu... "Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun gelini"...
Doğduğu Kanada'da medikal teknoloji tahsil etmiş. 1961'de Mehmet Eyuboğlu'yla evlenmiş. 1966'da Türkiye'ye yerleşmiş. İstanbul Üniversitesi Tedavi Kliniği'nde ve Cerrahpaşa Farmakoloji Enstitüsü'nde çalışmış, doktora yapmış.
"Kanadalı Bir Gelinin Türkiye Anıları" (İş Bankası Y., 2003) kitabı, Türklere ilişkin renkli anılar ve usta işi gözlemlerle dolu...
Tıp Bayramı vesilesiyle, bu ilginç kitaptan özellikle sağlık ve hasta yakınlarıyla ilgili bölümleri (ss: 184-186) sizlerle paylaşacağım:
***
Bir Türk atasözünü aktararak başlıyor Eyuboğlu: "Hekimden sorma, çekenden sor".
Hastaların gerçekten de böyle yaptıklarını söylüyor: "Türkler, tamamen de haksız olmayarak, hastanelerden nefret ederler" diyor: "Hastaneden ne kadar uzak kalırlarsa o kadar mutlu olurlar. Ne yazık ki onlar için en küçük rahatsızlık ölümle eşanlamlıdır. En önemli hastalık nedenlerinden biri soğuk almak, öteki de 'ceryanda kalmak'tır. Hastalanınca ya midelerini ya bağırsaklarını ya da kafalarını üşütürler."
***
Peki hasta olan Türk ne yapar?
İşte Eyuboğlu'nun gözlemi: "Büyük bir eş dost, akraba, komşu kalabalığı hemen harekete geçer. Kısa sürede kesin teşhis konarak, o hastalık hakkında tüm bilgiler toplanmaya başlanır. Hastalığın tanımı yapılır. Ön belirtileri, adı saptanır; kullanılacak ilaçlar temin edilir."
Tabii bunlar hastanın durumunu daha da kötüleştirmekten başka işe yaramaz. Sonunda doktora gitmek kaçınılmaz hale gelince, tekrar aynı mekanizma devreye girer. Yine Eyuboğlu'na bağlanıyoruz:
"Bu kez de başvurulacak doktorun adının saptanmasına çalışırlar. Meslekten birinin fikrine başvurmaktan özellikle kaçınırlar. Tecrübeli birine yanlışlıkla danışılırsa, onun tavsiyesine katiyen uyulmaz. Nihayet büyük çekişmeler sonunda tespit olunan uzmanın adı, eldeki kâğıtlara yazılı olarak yollara düşülür. Çünkü artık, o hastalık her ne ise, hastanın hayatını tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Bu kez de hasta yakınları sekreterin verdiği randevuya itibar etmeyerek, bizzat doktorun derhal meseleye el koymasını isterler. Çok ürkmüş, hatta korkmuş olan hasta, sonunda o anlı şanlı otoritenin huzuruna, eli ayağı titreyerek çıkar."
***
Bitmedi. Doktor teşhis koyup ilaç yazdıktan sonra da "hasta yakınları lobisi" devreye girer. Hasta çıkışta ablukaya alınır. Uzman doktorun "okunmayan el yazısı" çözülüp itirazlar dillendirilir.
Veee "Bu, işi bilmiyor" diye derhal yeni doktor arayışına girişilir.
"Bütün fertleri farmakoloji ve tıp dalında doğuştan yetişmiş bir toplumda başka ne yapılabilir ki" diye soruyor Eyuboğlu...
Haksız mı?

can.dundar@e-kolay.net


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 08:44 .

Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce