Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Güncel siyasete ironik yaklaşımlar. [Arşiv] - Arka BahÇe Forumu

PDA

Tam Sürüm Bilgini Göster : Güncel siyasete ironik yaklaşımlar.


Sayfalar : [1] 2

detan
04-09-2012, 11:27
Gençken gazetecilik mesleğine ilgi duymadığıma çok pişmanın. Keşke mühendislik okuyacağıma gazetecilik okusaymışım; sanırım iyi bir gazeteci olurdum.
Gazeteci olsaydım yazacak konu bulmakta zorlanacağımı hiç sanmıyorum. Politikacılarımız sağolsunlar, bol bol malzeme üretiyorlar.
Bu mesleği yapıyor olsaydım, tek endişe kaynağım biraz sivri dilli olmam olurdu. Özellikle AKP iktidarı döneminde başıma işler gelebilirdi.
Profesyonel anlamda gazeteci olamadık ama yazmamıza engel olan kimse yok. İyi ki internet yaygın kullanılıyor, iyi ki forumlar var. Yazma hevesimizi bir ölçüde forumlarda giderebiliyoruz.

detan
04-09-2012, 11:31
Haber 1:
AKP'nin Hakkari İl Başkanı Mecit Tarhan’dan dün akşam saatlerinden beri haber alınamıyor. Uzun zamandır terör örgütü tarafından tehdit edildiği iddia edilen Tarhan’ın PKK’lılar tarafından kaçırıldığı sanılıyor.

Tarhan’ın otomobili ve cep telefonu merkeze bağlı Oğul Köyü yakınlarında bulunurken, İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri bölgede inceleme yaptı ve çok yönlü araştırma başlattıklarını belirtildi.


Haber 2:
PKK tarafından kaçırılan AKP Hakkari İl Başkanı Avukat Mecit Tarhan’ın ailesi CHP Başkanı Kılıçdaroğlu'nu arayarak yardım istedi.

detan
04-09-2012, 11:56
Gelmiş geçmiş en büyük yazarlardan biri olarak kabul ettğim Aziz Nesin, toplumsal sorunları ve bu sorunlardan kaynaklanan çelişkileri çok güzel değerlendirirdi.


Üstteki iki haberi alt alta yaz; yorum yapmana bile gerek yok. Al sana 1. sınıf bir Aziz Nesin hikayesinin özeti.

detan
04-09-2012, 12:09
Hikayeyi uzatmak istersen malzeme çok!

Başbakan daha üç gün önce bir televizyon kanalında ""400 kilometre PKK kontrolü altında iddiası için "Ciddi bir yalan. Burada korkunç bir dezenformasyon var."" dememiş miydi?


Bu iş PKK'nın işi olamaz! Sanki başbakanı yalancı çıkarmak isteyen "kötü ruhlar" devreye girmiş gibi!

detan
04-09-2012, 12:16
Kaçırılan il başkanının ailesinin CHP'den yardım istemesi de Erdoğan'ı çok kızdıracak bir gelişme ama oyunun kuralı gereğince bu duygusunu dışarıya yansıtmaması gerekir. Aksi taktirde, çizilmiş olan karizma daha derin bir çizik alır.

detan
04-09-2012, 12:33
Daha 20 gün önce, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün PKK tarafından kaçırıldığında "bu danışıklı dövüş" diyenler şimdi ne diyecek acaba?


Büyük bir olasılıkla "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz" hikayesindeki Yaşar rolünü oynayacaklar. :)

detan
08-09-2012, 14:57
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, 25 askerin şehit olduğu mühimmat deposunda incelemelerde bulunmak üzere Afyonkarahisar’a geldi. Valiliği de ziyaret eden Org. Özel'e burada çeşitli hediyeler verildi.

Afyonkarahisar Valiliği’nin internet sitesinde yayınlanan fotoğraflarda, ziyaret sırasında verilen hediyeler ve yüzlerdeki ifadeler dikkat çekiciydi.

Bu konuda toplumsal tepki oluşması üzerine fotoğraflar siteden kaldırıldı. Vali, yaptığı açıklamada "Tepkilere anlam veremediğini, yaşanan olayda acının tarifsiz olduğunu ancak hayatın da devam ettiğini" belirterek hediye olayını açıkladı:

Ziyaretimize gelen tanıtım potansiyeli olan popüler kişilere yöre halkına ekonomik katkı için lokum, sucuk gibi ürünlerden hediye ediyoruz. Amacımız tanıtım yapıp yöredeki yoksul insanlara gelir kapısı sağlamak. Genelkurmay Başkanı gibi popüler bir isim gelmiş. Küçük maddi değeri olmayan bir hediye verdik. Genelkurmay Başkanımız çevresi olan bir insan. Bir yere o kilimi koysa, biri de 'Nereden aldınız' diye sorup Afyon'a gelip satın alsa fakir insanlar nasiplenecek. Emrivaki yapıp eline tutuşturmuşuz. Hayır mı diyecekti. Hayat devam ediyor. Bir acımız varken buna ara mı verelim?'

detan
08-09-2012, 15:19
http://img838.imageshack.us/img838/7758/afyon1.jpg



Başbakan Erdoğan, AK Parti'nin Türkiye'deki vesayet rejimini bir daha geri gelmeyecek şekilde tarihin karanlık sayfalarına gömdüğünü söylemişti ama valinin ve komutanın duruşlarına bakılırsa durum pek öyle değil gibi. Adam ezik ezik bakıyor.

detan
08-09-2012, 15:24
http://img829.imageshack.us/img829/6888/afyon2.jpg



Hediyeler veriliyor...
Alan memnun, veren memnun!



http://img27.imageshack.us/img27/5717/afyon3.jpg

detan
08-09-2012, 15:37
Duruma uygun bir deyim arıyorum, arıyorum, arıyorum....tamam buldum galiba: Görmemişin oğlu olmuş, tutmuş .... koparmış.


Uydu mu dersiniz?

Master
09-09-2012, 08:08
“Ne kadar rezil olursak o kadar iyi...” Can YÜCEL

detan
10-09-2012, 13:41
Partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında konuşan AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,

"Dershanecilik olayını kaldıracağız. Bundan kim gücenirse gücensin. Kusura bakmasınlar. Bu benim halkımın, vatandaşımın ortak talebidir. Haklı olarak 'okullar niye var?' diye soruyor. Okul varsa dershane niye var? Biz iktidara geldiğimizde üniversite imtihanlarının soruları ortaöğretim müfredatına göre hazırlanmıyordu, dershanelerin müfredatına göre hazırlanıyordu. Bunu bizim iktidarımız değiştirdi. Bu ülkede öyle bir emperyal yapı vardı ki, tamamen dershanecilere çalışıyorlardı. Benim parası olmayan, gücü olmayan vatandaşım dershaneye yavrusunu gönderemiyordu" diye konuştu.

Dershanecileri okul kurmaya davet eden Erdoğan, sistemin 2014'te devreye gireceğini de ifade etti.

detan
10-09-2012, 14:21
Başbakan özünde haklı olabilir ama düşüncesi tutarsız.

İnsanlar laf olsun diye dershanelere para akıtmıyor. Az sayıdaki üniversite gibi üniversiteye girmek için yarışan yüzbinlerce öğrenci varken ve milyonlarca işsiz devlet memuru olabilmek için sınav açılmasını beklerken dershaneleri kapatmak ne işe yarar? Ayrıca, bu yarışa hazırlanmanın maliyeti sadece dershanelerle ödenen paralarla sınırlı değil; "özel ders" diye bir sistem var. Üstelik dershanelerden çok daha pahalıya gelen bir sistem. Dershaneleri kapatabilirsiniz ama özel derslere engel olabilir misiniz?

Sınavlarda bir adım öne geçebilmek umuduyla dershanelere giden gençler, dershaneler kapanınca özel derslere daha fazla yönelecek. Çocuğunu hem dershaneye gönderip hem de özel ders aldıranlardan durumu uygun olanlar daha fazla özel ders aldıracak. Orta halli bir vatandaş çocuğunu dershaneye gönderebiliyor ama özel ders aldırmaya gücü yetecek mi?

Dersaneler kapatılırsa eğitimde ve iş bulmada fırsat eşitliği sağlanmayacağı gibi eşitsizlik daha da artacak.

Başbakanın dershanecilerle bir sorunu var ama sorununun ne olduğunu bilmiyorum.

detan
10-09-2012, 14:37
Erdoğan, konuyla ilgili olarak şunları da söylemiş:

"Eğitim öğretime hizmet verecekseniz, okullaşın, okullar kurun. Biz de sizden hizmet alımı yapalım ve sizin sınıflarınızı öğrencilerimizle biz dolduralım. Bedeli neyse biz verelim. Sizi açıkta bırakacak değiliz. Biz yatırımdan kurtulmuş oluruz, siz de hizmetinize aynen devam edersiniz. Bakıyorsunuz bu güzel bir teklif demiyorlar. Niye? Öbür taraf çok daha tatlı da onun için. Orada adeta merdiven altı hizmet var, diğerinde ciddi bir kurumsallaşma olacak da onun için."


Tutarsızlık burada da devam ediyor.

Tutarsızlık çok boyutlu:

1- Dershaneleri kapatılması özel ders verenlere yarayacak; özel ders veren öğretmenlere talep artacak. Belki dershane öğretmenlerinin birçoğu özel ders vermeye yönelecek. Talep artınca ders ücretleri de artacak.
2- Özel ders veren öğretmenlerin vergiyle, sigortayla alakası yok. Ne fatura kesiyorlar, ne de vergi veriyorlar. Yeri yurdu belli dershanelerden vergi alamıyorsan bu öğretmenlerden nasıl alacaksın?
3-Dershanelerde vergi kaçağı var ama özel okullarda da var.

detan
10-09-2012, 14:44
Demagoji, halkın isteklerine, önyargılarına ve korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışıdır. Yunanca demos (halk) ve agogos (liderlik yapmak) kelimelerinin birleşiminden türemiştir. Genellikle üstün bir hitabet ve propaganda yeteneği gerektirir. Çoğunlukla dindarlık, milliyetçilik gibi popüler kavramları kullanarak ve bunlara bağlılığı sömürerek yapılır. Demagoji yapan kişiye "demagog" denir.




Bu tanıma en çok uyan siyasetçi kim acaba?

detan
10-09-2012, 15:01
Bu da konunun başka bir yönü:

Başbakan Erdoğan dershanelerin kaldırılacağını söylemesi üzerine gözler Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'e çevrildi. Yeni eğitim yılının açılışını yapan Dinçer'e bu konu da soruldu.
Milli Eğitim Bakanı, "çalışmalar tamamlandığı zaman sizinle paylaşırım, çok somut bir söz söyleme durumunda değilim" dedi.


Zaten bu konu seni aşar Sayın Bakan!!!

detan
17-09-2012, 09:59
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner: “Uludere 'de ne olduğunu anlamak, Afyon'daki patlamanın arka planını, sebeplerini öğrenmek, bunların sorumlularını bilmek ister vatandaş. Susmak da istemez. Ne darbe dönemlerindeki gibi atanmışların, ne de kendi oyuyla seçilenlerin onu susturmasını hiç istemez”

Başbakan Erdoğan: "Öğrenmek hakkımızdır falan. Kimin hakkı nedir, nereye kadardır? Onun ölçüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek. O, işine baksın"




Sayın başbakanın demokrasi anlayışı bu kadar!
Yandaşlar dışında kimsenin konuşma hakkı yok. Zaten düşüncelerini medya aracılığıyla duyurabilecek konumda olanlardan konuşabilen pek kimse kalmadı. Konuşanların bir kısmı içerde; bir kısmı da sindirildi, artık konuşamıyor.

Yaşasın sessiz demokrasi!

detan
18-09-2012, 00:55
Yeni demokrasi sloganımız: ÇOK EŞLİLİĞE EVET, ÇOK SESLİLİĞE HAYIR!

detan
20-09-2012, 00:45
Çok eşlilik konusu arada sırada kafama takılan bir konudur. Hazır bu konu açılmışken birkaç laf edeyim istedim.

Burada konu edilen çok eşlilik, bir ailede karı koca ilişkisi içinde olan kadının veya erkeğin birden fazla olması durumudur. Ancak kadının tek, kocanın birden fazla olması durumu ilahi dinlerin hiçbirinde meşru görülmemiştir ve pratikte nadiren görülmüştür. Kocanın tek, karılarının birden fazla olması ise hem tarihte daha çok görülmüştür hem de dinler tarafından bazı kayıtlar ve sınırlarla onaylanmıştır. Aslında bu onay açık bir onay olmayıp, zorlama yorumlarla onay varmış gibi gösterilmeye çalışılmıştır.

Benim açımdan bakıldığında, son noktayı koymak için, konunun teolojik, etik, etnolojik taraflarını tartışmayı bir tarafa bırakıp ekolojik açıdan yaklaşmak yeterli oluyor ama dini açıdan da farklı bir yaklaşım getirmek istediğim için konuyu biraz uzatacağım.

Şöyle ki:

Gerek ülkemizde, gerek Dünya genelinde, erkek nüfus oranı kadın nüfus oranının üzerindedir. Sayımlar ve tahminler bu oranın %50.3 erkek, 49.7 kadın olduğunu gösteriyor. Bu sayılar, teorik olarak bir aile düzeni içinde çok eşliliğin mümkün olamayacağını, ancak aile düzeninden yoksun çoklu ilişkilerin olabileceğini gösteriyor. Zaten "çoklu ilişki" olarak ifade ettiğim ilişki tarzı, çok eşliliği savunan kesimin arzu ettiği bir durum olamaz.


Konuyu dinsel açıdan da yüzeysel olarak irdeleyelim. "Yüzeysel olarak" dedim, çünkü çok eşliliği savunanların tezlerini çürütmek için ayetlere, hadislere ihtiyacım yok; dinin temel inanç kurallarını bilmek yeterli.

Dünya'yı ve insanları yaratan tanrı, genelde çok eşliliği, özelde erkekler lehine çok eşliliği uygun görmüş ve planlamış olsaydı, şüphesiz erkek ve kadın nüfüsun oranlarının mevcut durumdan daha farklı olmasını sağlardı. Oysa burada bir denge var. Hiçbir inanan bu paradoksu görmemezlikten gelemez; tanırının bunu düşünemediğini veya bunu yapmaya gücünün yetmeyeceğini savunamaz. Aksi taktirde imansız olur.

Çok eşlilik, ek geçim maliyeti getireceğinden herkesin harcı değil. Ancak belirli bir gelir seviyesinin üzerindekiler bu "ayrıcalıktan" yararlanabilirler. Bu imkana sahip erkeklerin sayısı da az buz değil. Dünya genelinde bir erkeğe bir kadın bile düşmezken, durumu iyi olan erkekler üçer dörder tane kadınla evlenirlerse, zaten bozuk olan denge tamamen bozulur. "Evde kalan" erkek sayısı hızla artacaktır. Bu erkeklerin çoğu, yaratan tarafından cinsel açıdan sağlıklı olarak yaratıldıklarından ne yapacaklarını şaşıracaklar, belki de sapkınlık olarak nitelenen eğilimler artacaktır. Oysa bu durum hiçbir dinin onayladığı bir durum değildir. Bu yanlışı görmemezlikten gelmek ve inkar etmek de imanı sarsan bir durum olup (Allah korusun) insanları imansızlığa götürür.

Ayrıca, hali vakti yerinde olan erkeklerin güzel kadınları seçme ve onlarla evlenme imkanı daha fazla olup bu erkeklere birden fazla kadın seçme hakkı tanındığında "piyasada" güzel kadın bırakmazlar. Gerçi az da olsa paraya itibar etmeyecek kadınlar var ama çoğunun böyle olmadığı hayatın bir gerçeği. Tek eş ile evlenip onu ve çocuklarını ancak geçindirebilecek güçte olanlara "kalbur altı" kalacak. Bu adalet mi? Tanrı adaletsizliği de sevmez. Bu açıdan bakıldığında da imanın şartlarını zorlayan bir durum var gibi.

Ey inananlar!!!
Bilmem kim efendinin çarpıtılmış yorumlarıyla, bilmem kim şeyhin uyduruk fetvalarıyla kendinize yol çizmeyi, çıkmaz sokaklarda çıkar kapıları aramayı bir tarafa bırakıp inançlarınızı bir kez daha sorgulayın.

Dinler insanlara yol göstermek ve onların doğruları bulması için var olmuştur. Bu doğruları bulmak o kadar zor değil; biraz okumak, biraz kafa çalıştırmak yeterli. Ancak kafanızı şeytani planlarınıza kılıf bulmak için değil, doğruları bulmak için çalıştıracaksınız. Bu kadar basit.

detan
24-09-2012, 15:32
8'inci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın ölümünde bazı şüpheler olduğu yıllardır konuşulur. Bu konu, basının temel malzemelerinden biridir. Konu gündeme geldikçe, Özal Ailesi'nin fertleri televizyon programlarında boy gösterip Turgut Özal'ın ölümünde süikast, kasıt ve ihmal olasılıkları olduğunu söyler dururlar.

Bu şaibenin ortadan kalkması gerektiğini düşünen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2010 yılında, Devlet Denetleme Kurulu'na Turgut Özal'ın ölümünü araştırmak üzere talimat verdi. Bu talimat üzerine incelemeler yapan Devlet Denetleme Kurulu, ölümün ani olması, ölümden sonra yeterli soruşturma ve inceleme yapılmamış olması gibi gerekçelerle ölümde şüpheler olduğunu, gerekli incelemelerin yapılması gerektiğine karar verdi.

Bunun üzerine soruşturma açıldı ve bu soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Turgut Özal'ın mezarının açılmasına, inceleme için doku örnekleri alınmasına karar verdi.

Buraya kadar bir itirazım yok. Allah rahmet eylesin, Turgut Özal'ın nasıl öldüğü konusunda ne bir fikrim ne de bir ön yargım var. Ancak mezarın açılmasına ve konunun aydınlatılması için yapılacak olan çalışmalara aileden gelen itirazlar beni rahatsız ediyor.


Oğlu Efe Özal, mezarın açılmaması için savcılığa dilekçe veriyor. "İnancımıza ters; ayrıca incelemede zehir bulunsa bile bir yere varılamayacak. Aile olarak mezarın açılmasını istemiyoruz” diyor.
Kızı Zeynep Özal da mezarın açılmasına itiraz ediyor. “Bugüne kadar hep babamın zehirlenerek öldürüldüğünü söyledik. Teftiş kurulu da araştırma yaptı. Ölüm şekli, zehirlendiğini gösteriyor. Neden bu kadar zaman geçmesine rağmen gerçekler ortaya çıkarılmadı? Şimdi mezarı açılıyor. Bu, bizim inançlarımıza göre doğru değil. Bizim dinimiz, ‘Ölmüş bir insan rahatsız edilmez' der. Babam da çok inançlı bir insandı. Mezar açıldığında babamın zehirlendiği ortaya çıkarsa, bu Türkiye Cumhuriyeti'nin ayıbı olacak. Koskoca bir cumhurbaşkanı bu ülkede öldürülmüş olarak bilinecek. Netice alınamazsa da hem gerçekler ortaya çıkmadığı hem de babam mezarında rahatsız edildiği için üzüleceğiz, üzüntümüz artacak." diyor.
Diğer oğlu Ahmet Özal, bugün İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı'yı ziyaret edip çekincelerini belirtiyor ve babasının mezarının açılmasına itiraz ediyor.

Konunun beni ilgilendiren kısmı şu:

Sürekli olarak konuyu gündemde tutan, her fırsatta babalarının ölümünü şüpheli bulduklarını ifade eden, kanal kanal dolaşıp merhumun ruhunu sızlatan aile fertleri, şimdi inançlardan, ölüye saygıdan bahsediyorlar.

Madem bu kadar inançlıydınız, madem bu kadar duyarlıydınız, daha önce aklınız neredeydi?
Bence siz gerçeklerin ortaya çıkmasından ve sizi sürekli gündemde tutan bir malzemenin elinizden alınmasından korkuyorsunuz. Çünkü şaibe devam ettiği sürece gündemde kalacaksınız.

detan
27-09-2012, 21:36
Sayın başbakanımız dün akşam bir televizyon kanalında Oslo görüşmelerinin yeniden başlayıp başlamayacağı konusundaki soruyu şöyle cevapladı:

Ben MİT Müsteşarım Emre Bey zamanında başlattım görüşmeleri. Ve şu anda kesilmenin bazı sebepleri oldu. İletişimdeki samimiyetsizlik nedeniyle burada bu işi keselim dedik. Bölücü terör örgütü yanlış ve yalan haberi terör örgütü ifşa etti. Kendilerine göre hazırladıkları belgeyi bazı yazılı ve görsel medyaya servis ettiler. Belki görüşülenlerden bazıları da o metin içinde vardı. Önce Hakan Beyin üzerine gidildi, sonra da benim üzerime geleceklerdi. Ben o dönem Müsteşarımın üzerine neden gidiyorsunuz benim üzerime gelin demiştm. Biz devlet yönetiyoruz, bakkal yönetmiyoruz. O ülkedeki yönetim adi suçlarda anarşi ile ilgili tüm suçlarda onları kullanır, görevleri de budur. Çözüm için ne gerekiyorsa bunu yapmak durumundayız.
Biz statükoyu adaya ve Osloya danışmanımızı göndermekle kırdık. İki tarafa da göndererek neler olup olmadığını görmek istedik.......... CHP 'ye iki parti arasında ortak çalışma yapılması teklifde bulunduk. MHP 'den olumsuz tavrına karşın CHP, hala bir cevap vermedi. Biz yine de CHP'ye aynı teklifi yineleyeceğiz. Bu arada İmralı ile görüşmeler yine olabilir. İmralı'da avukatlarını kendisi de kabul etmiyor, zaman zaman bizim de kabul etmediğimiz de oldu. Çünkü görüşmeleri maniple edilerek dışarıya haberler aktarıldı."

detan
27-09-2012, 21:58
Basında değişik zamanlarda, bölücü terör örgütü PKK ile devletin bazı organlarının görüşmeler ve pazarlıklar yaptığı konusunda haberler çıkar. Önceleri yalanlanan bu haberler, ele geçirilen belgeler ve değişik kaynaklardan sızan bilgiler neticesinde artık yalanlanamayacak kadar ayyuka çıktı; yalanlama yalanları kılıfa sığmaz oldu.

Başbakana direk bağlı olan MİT Müsteşarlığı'nın, Başbakanın “Açılım Politikaları” çerçevesinde, 2006 yılından itibaren PKK ile görüşmeye başlamış olduğu, İmralı ve Oslo görüşmelerinin başlatılması için bizzat Başbakan Erdoğan'ın talimat verdiği, 2006 yılında MİT’in başında bulunan Emre Taner ve üç MİT mensubunun bu görüşmeleri yürüttüğü, daha sonraki yıllarda ise şimdiki MİT müsteşarı Hakan Fidan ve ekibinin yürüttüğü, hatta Fidan'ın ekibinde Adalet Bakanlığı'ndan yetkililer olduğu biliniyor.

Daha önceleri PKK ile görüşmeleri her fırsatta yalanlayan, "PKK ile görüştüğümüzü ispatlamayan şerefsizdir" diyen Başbakan Erdoğan, danışmanı Yalçın Akdoğan’ın “pazarlık yok, diyalog var” demesi üzerine, “hükümet değil, devlet görüştü” demişti.

Oysa dünkü televizyon yayınında "Biz statükoyu adaya ve Oslo'ya danışmanımızı göndermekle kırdık. İki tarafa da göndererek neler olup olmadığını görmek istedik." diyebiliyor.

detan
27-09-2012, 22:52
Büyüklerimiz bize yalanın kötü bir şey olduğunu öğretmeye çalıştılar; biz de çocuklarımıza öğretmeye çalışıyoruz. İnançlı bir insan olduğu izlenimini veren ve her yönüyle topluma iyi örnek olması gereken sayın başbakanın bu söylemleri çabalarımızı boşa çıkarıyor.

Çocuk "Ülkenin başbakanını örnek alıyorum. Onun yaptıkları doğrudur; çünkü o senden daha büyük" derse cevap vermekte zorlanırım. O başbakanı kimlerin, hangi şartlarda seçtiğini anlatmam biraz zor olabilir. Ancak bunu yapmak zorundayım.

İşe "Böyle başa böyle tarak" deyiminin anlamını öğretmekle başlayacağım.

detan
01-10-2012, 09:32
Hafta sonunda yapılan AKP'nin 4. Olağan Büyük Kongresi'nde basın mensuplarına ''AK Parti 2023 Siyasi Vizyonu'' kitapçığı dağıtıldı.

İşte 63 maddeden oluşan AKP 2023 vizyonu:

1- Partilerin kapatılmasının tamamen kaldırılması.
2- Parti kurulmasında kısıtlayıcı ve yasaklayıcı hükümler kaldırılacaktır.
3- Partilerde tek tipleştirici hükümlerin kaldırılması.
4- Parti kapatmalarına son verilmesi.
5- Partiye değil gerçek kişilere ceza verilmesi.
6- Siyasete katılmanın önündeki tüm engellerin kaldırılması.
7- Seçimlerle ilgili mevzuaatın topyekün gözden geçirilmesi.
8- Temsilde adaletin sağlanması için tedbirler alınması.
9- YSK’nın yeniden yapılandırılması.
10- Başkanlık, yarı başkanlık ve partili cumhurbaşkanı meselelerinin tartışılması.
11- Şartlar ne olursa olsun mutlaka yeni ir anayasanın ülkeye kazandırılması.
12- Dokunulmazlık meselesinin yeni anayasa çerçevesinde evrensel kriterlere öre yeniden düzenlenmesi.
13- Yargının hızlandırılması, il yargılanma ve demokratikleşme bağlamında 4. Yargı Paketinin kanunlaştırılması.
14- Nefret suçu le ilgili düzenleme yapılması.
15- Yurt dışı teşkilatlarımıza adli müşavir atanması.
16- İhtisas mahkemelerinin sayı ve çeşidinin artırılması.
17- Yargılamada etkinlik ve şeffaflığı sağlamak için sesli ve görüntülü bilişim sisteminin hayata geçirilmesi.
18- Hafif suçlarda mahpusluğun istisnai hale getirilmesi.
19- Yargıtay ve Danıştay’ın iş yükünü azaltarak bu kurumların içtihat mahkemelerine dönüştürülmesi
20- Mahkum veya tutukluların eşleriyle biraraya gelmeleri.
21- Anadilde savunmanın sorun olmaktan çıkarılması
22- Anadilde kamu hizmetlerine erişim.
23- Bağımsız kolluk denetim merkezinin kurulması.
24- Kişisel verilerin korunmasına yönelik yasal düzenleme yapılması.
25- Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik komisyonunun kurulması.
26- Darbelerin dayanağı olan mevzuatın ayıklanması.
27- İsmi darbelerle anılan şahısların isimlerinin kamu alanlarından kaldırılması.
28- Yargı birliğinin sağlanması.
29- Askeri okullardaki mürfedatın yenilenmesi.
30- Kürtçe tercümanlık (kamu hizmetlerinde)
31- Kamu hizmetlerinden yararlanmada her türlü etnik ayrımcılığa son verilmesi..
32- Mevzuatta etnik ayrımcılık algısı yaratan bütün hükümlerin ayıklanması
33- Hukuk içinde terörle etkin mücadeleye devam edilmeli
34- Güvenlik için özgürlükten taviz verilmemesi
35- Jandarmanın kolluk hizmeti sunan sivil bir yapıya dönüştürülmesi
36- Entegre sınır yönetimi sisteminin hayata geçirilmesi
37- İşsizliğin yüzde 5’e indirilmesi
38- Bölgelerarası gelişmişlik farkının kabul edilebilir düzeylere indirilmesi
39- Yoksulluğun yok edilmesi ve gelir dağılımındaki dengesizliğin asgariye indirilmesi
40- Kadınların işgücüne katılımının yüzde 38’e çıkarılması
41- Kamuya 15 bin engelli alınması
42- Kayıtdışı istihdamın yüzde 15’e düşürülmesi
43- İş ve Meslek Danışmanı sayısının kısa vadede 4 bine çıkarılması
44- Yeni bir kamu personel sistemi
45- Sosyal Güvenlik açığının GSYİH’nin yüzde 1’e düşürülmesi
46- Koruma ve bakım altındaki çocukların yüzde 50’sinin özel okullara gönderilmesi
47- Kamu hastane birliklerinin konulması
48- 50 yaşın altındaki nüfusta yüzde 100 okur yazarlık oranına ulaşılması
49- Tüm genç nüfusun, asgari lise mezunu olması
50- İsteyen her lise mezununa üniversite
51- Ar-ge harcamalarında dünyada 1.ligde olunması
52- Bilgi ve teknoloji ihraç eden ülke
53- YÖK’ün koordinasyon kuruluna dönüşmesi
54- Yuva yıkan değil yuva yapan bir kentsel dönüşüm
55- Yaşlı, engelli ve çocuk dostu yerleşim birimleri
56- Köylere imar
57- Nüfusunun 3’te ikisi büyükşehir belediyesi sınırlarında yaşayan bir Türkiye
58- Yeni bir köy kanunu
59- Yurt dışında en fazla temsilciliği olan 5. Ülke
60- AB hedefinden şaşmamak
61- Etkin ve aktif dış politikaya devam
62- Savunmada dışa bağımlılığı asgariye indirmiş bir Türkiye
63- Kuvvetlinin haklı olduğu tezine dayalı uluslararası sistemi sorgulamaya devam eden bir ülke

detan
01-10-2012, 20:44
Yukarıda sıralanmış olan 63 maddelik manifesto içinde "İşsizliğin yüzde 5’e indirilmesi; tüm genç nüfusun asgari lise mezunu olması; yaşlı, engelli ve çocuk dostu yerleşim birimleri kurulması gibi" her Türk vatandaşının memnuniyetle kabul edeceği maddeler olduğu gibi, AKP iktidarı döneminde yedire yedire değiştirilmekte olan milli ve manevi değerleri daha farklı noktalara götürmeye dönük, tartışmaları ve toplumdaki ayrışmaları şiddetlendirecek maddeler de var.

Fırsat buldukça bu maddeleri guruplar halinde değerlendirmek istiyorum.

detan
02-10-2012, 01:36
Manifestonun ilk on maddesi siyasetle doğrudan ilgili olup, bunlardan ilk beşi parti kurulması veya kapatılmasıyla ilgili, sonraki beş madde ise siyasete katılım ve seçimlerin sonuçlarıyla ilgili maddeler. Burada özellikle ilk 5 madde somut önermeler içeriyor. Ana tema şu: Partiler kolayca kurulsun ama kapatılamasın.

İşte bu noktada ilk itirazım geliyor.

"Partiler siyasetin vazgeçilmez unsurlarıdır" klasik söylemine katılıyorum. Normal şartlarda çok sesli, çok partili bir düzene itirazım yok. Ancak siyasetin etik kuralları olduğunun unutulmaması ve bu kurallara uyulması şartıyla.
Benim nazarımda, siyasi partiler bölücülük, ırkçılık, ümmetçilik gibi amaçlarla kullanıldığında kapatılmamaları için bir engel olmamalı.

AKP, bu konuyu çok önemsiyor olmalı ki ilk 5 sırayı bu konuya ayırmış. Ayrıca "vatandaşlarımız anlama özürlüdür, kolay anlamaz" diye 1. maddede yazdıklarını 4. maddede tekrar etmişler!

Peki, AKP bu konuyu niçin bu kadar önemsiyor? Bu manifestoyu bir başka parti hazırlamış olsaydı benzer maddeler olur muydu? Benim için önemli olan soru bu. Bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım.

Cumhuriyet tarihinde toplam 27 parti kapatılmış. Bunlardan 2 tanesi Anayasa Mahkemesinin kurulduğu 1963 yılından önce, 25 tanesi 1963 yılından sonra. (Sanırım kısa bir süre önce kendini fesheden Halkın Sesi Partisi ile bu sayı 28 olacak.)

1963 yılından sonra kapatılan partilerin kapatma gerekçelerine bakıldığında, 6 partinin kongre yapmamak, hesabını süresinde vermemek, mevzuatını düzeltmemek, iki dönem seçimlere katılmamak gibi yapısal gerekçelerle; 14 partinin bölücülük, 5 partinin ise laikliğe aykırı eylemler gerekçesiyle kapatıldığını görüyoruz.

AKP iktidar olduktan sonra, laikliğe aykırı eylemler gerekçesiyle kapatılan parti yok. Bu gerekçeyle kapatılan son parti Fazilet Partisi 2001 yılında kapatılmış. Yine aynı dönemde bölücülük gerekçesiyle kapatılan 2 parti (HDP ve DTP) var.

Geçmişe baktığımızda şunu görüyoruz: Türkiye'de iki ana nedenle parti kapatılıyor.
1- Bölücülük
2- Laikliğe aykırı faaliyetler, irtica.

AKP yöneticilerinin söylemlerine göre ülkemizde bölünme tehlikesi var fakat irtica tehlikesi yok. AKP yönetimi gerçekten böyle düşünüyor olabilir. Zira, birçok sosyal olguda olduğu gibi irtica tanımı da göreceli bir kavram. Ancak "irtica tehlikesi yok" söyleminin soyut bir söylem olduğunun, kendileri inansa bile buna inanamayan birilerinin olabileceğinin, "çıraklık ve kalfalık dönemlerinden" daha fazla icraat yapacakları "ustalık döneminde" daha fazla dikkat çekeceklerinin, günün birinde bir kapatma davası ile karşı karşıya kalabileceklerinin farkındalar.

Demokratikleşme kılıfı altında böyle bir tehditi berteraf etmek ve "ustalık hünerlerini" rahatça sergilemek amacında olduklarına şüphe yok.

detan
15-10-2012, 18:55
Hatalı sollama!

Değişik kaynaklardan edindiğim bilgilere göre ülkemizde trafik kazalarının %30 kadarı hatalı sollama nedeniyle oluyor. Bu oran, trafik kazalarının yaklaşık olarak üçte birine karşılık gelmekte, ancak ölümlü trafik kazalarının önemli bir bölümü hatalı sollama sonucu oluşan kazalarda meydana gelmektedir. Bu kazalarda, sollama yeteneği zayıf olan ağır vasıtaların önemli bir payı vardır. Özellikle çift yönlü yollarda sollama yapmak daha tehlikeli, daha ölümcül oluyor. Öyleyse "Sağdan sağdan ..."

Çift şeritli yollarda durum böyle, peki otoyollarda durum nasıl?

Otoyolların sol şeritleri sadece geçiş sırasında kullanılması gereken şeritler olmasına rağmen, 80-90 kilometre hızla, sürekli olarak sol şeritte seyrederek bu şeridi "kapatmak" bazı magandaların başlıca zevki olmuştur. Sürücülük yetenekleri ve arabalarının kapasitesi uygun olduğu halde gaza basmazlar. Bu magandalar, en doğal hakkınız olan "sollama" hakkını kullanmak için yol istediğinizde ya umursamadan yola devam eder, ya da el kol hareketleriyle size sevgi gösterisinde bulunurlar!

Trafik kurallarını özümsememiş, sürücü yeteneği gelişmemiş, kolayca verilen ehliyetlerden bir şekilde edinmiş bazı vatandaşlarımız da aslında pek yüksek olmayan ama yeteneklerini zorlayan hız limitlerine ulaşmaları olanaksız olduğu halde sol şeritten gitmekte ve yol vermemekte ısrar ederler. Onların daha solunda olmanız sakıncalıdır; sizin sağlığınızı ve varlığınızı sizden çok düşündükleri için size yol vermek istemezler.

Ülkemizde “yol verme” tartışmaları sıkça yaşanır. Bu tartışmalar yaralanmalarla veya ölümle sonuçlananabilir. Velhasıl Türkiye'de soldan gitmek, sollama yapmak zordur, tehlikelidir. Siz isteseniz dahi birileri önünüzü tıkar, izin vermez.

Trafikte durum böyle, peki siyasette durum farklı mı?

Trafikte olduğu gibi siyasette de bilinçsizlik, kuralsızlık ve saygısızlık had safhadadır. Trafikte sol şeridi doğru bir şekilde kullanmayı beceremeyen, kazalara ve kavgalara sebep olan Türk Halkının siyasette de “sol şeridi” kullanma konusunda sıkıntıları vardır. Trafikte olduğu gibi siyasette de sol, adeta tehlikeyi çağrıştıran bir kelime gibi algılanır olmuştur. Zaten var olan bu algının derinleşmesinde AKP’nin önemli bir payı vardır.

Sonuç olarak, hem trafikte, hem de siyasette, “sol şerit” amaç dışı kullanılmakta ve kurallara uygun olarak kullanmak isteyenlerin önü kapatılmaktadır.

Sol, genellikle idealizm ile bütünleşmiş bir kavramdır; sağ ise zenginliği çağrıştırır.
Sizin için önemli olan para ise, zaten soldan gitmenize gerek yok. Büyüklerimiz ne demiş: Sağdan git para bulursun!

detan
16-10-2012, 23:18
Haber 1:
Ülkelerindeki iç karışıklıklar nedeniyle bugüne kadar Türkiye'ye 143.140 Suriye vatandaşının giriş yaptığı, bunlardan 42.777 sinin ülkesine geri döndüğü, bugün itibariyle Türkiye'deki kamplarda 99.688 ve hastahanelerde 675 kişi olmak üzere toplam 100.363 mültecinin olduğu açıklandı.

Bir yılı aşkın süredir, her türlü insani yardım ihtiyacının karşılandığına işaret edilen açıklamada, çadır ve konteyner kentlerde barınma, üç öğün sıcak yemek, sağlık, güvenlik, sosyal aktivite, eğitim, ibadet, tercümanlık, haberleşme, bankacılık ve diğer hizmetlerin verildiği kaydedildi.

Açıklamada, kamplarda okul, cami, ticaret, polis ve sağlık merkezi, basın brifing birimi, çocuk oyun alanları, televizyon izleme üniteleri, su deposu, arıtma merkezi, trafo ve jeneratör gibi donatıların da yer aldığı bildirildi.


Haber 2:
Türkiye'ye sığınan ve Kilis'teki koyteyner kente yerleştirilen Suriyeli sığınmacılara, marketlerden gıda alışverişi yapmalarını sağlayacak 'Kızılay Gıda Kartı' dağıtımına başlandı.

Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) koordinasyonunda Türk Kızılayı ve Dünya Gıda Programı'nca (WFP) yürütülecek uygulamada, Kilis'te kalan 13 bin Suriyeli sığınmacı kişi başı 100 lira harcama limitli 'Kızılay Gıda Kartı' ile kamp içinde açılan 3 marketten temel gıda ihtiyaçlarını karşılayabilecek.

Aslında bu uygulamanın yeni başlamadığını, 2011 yılının Nisan ayından bu yana AFAD koordinesinde bu hizmeti verdiklerini belirten yetkili, "Her bir aile reisine birer çipli kart düzenlenmiş ve bu kartlara kişi başı 80 lira yüklenmişti. Bu miktarla, konteyner kentte bulunan 3 süpermarketten her türlü alışverişlerini bugüne kadar yapıyorlardı. Ama bugünden sonra bunu (80 TL) WFP üstlenmiş oluyor. Ama biz de Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak buna ilaveten 20 lira vereceğiz. Vereceğimiz yardımla da temizlik ve hijyen maddelerini almalarına imkan sağlayacağız. Dolayısıyla toplam olarak kişi başına aylık 100 liralık bir katkı sağlanmış olacak." dedi.


Haber 3:
Eylül ayı verilerine göre, aylık merkezi yönetim bütçesi 5,8 milyar TL açık verdi. Bu rakam, aylık bütçe açığında geçen yılın aynı dönemine göre %200’ün üzerinde büyümeye işaret ediyor. Geçtiğimiz yılın Eylül ayında 1,2 milyar TL faiz dışı fazla verilirken, bu yılın aynı döneminde ise 2,6 milyar TL faiz dışı açık verildi.

Ocak – Eylül dönemi bütçe açığı 14,4 milyar TL’ye ulaştı. Geçtiğimiz yılın aynı döneminde bütçe 234 milyon TL fazla vermişti. Benzer şekilde, yılın ilk dokuz ayında kaydedilen faiz dışı fazla da geçen yılın aynı dönemindeki seviyesine göre %28 gerileyerek 25,2 milyar TL oldu. Verinin detaylarına baktığımızda, Ocak - Eylül dönemindeki bozulmanın altında yatan sebebin faiz dışı giderlerdeki hızlı büyüme olduğunu görüyoruz. Faiz dışı giderlerde geçen yılın aynı dönemine oranla kaydedilen %17,4’lük büyüme, tüm yıl için belirlenen %10,9’luk projeksiyonun üzerinde kaldı. Öte yandan, vergi gelirlerindeki artış ise %7,2 oldu ve %9,4’lük projeksiyonun altında kaldı. İthalattan sağlanan vergi geliri ise yıllık bazda %1.9 geriledi. Vergi gelirlerindeki bu zayıf performans, iç talepteki zayıflığın sürdüğüne dikkat çekiyor.

detan
19-10-2012, 17:45
Ramo nikli arkadaşımız, Nihat Genç'in "Günahlarından kuvvet alan iktidar" başlıklı yazısının bir bölümünü, forumun "Medya Yorumları" bölümüne koymuş. Yazının o kısmını ve devamını bir solukta okudum. Siz de okumak isterseniz ilgili likler:
http://www.arka-bahce.org/forum/showthread.php?t=236&page=37
http://www.odatv.com/n.php?n=gunahlarindan-kuvvet-alan-iktidar-2808121200#yorum

Bütün aramalarıma rağmen, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın, Nihat Genç'in yazısına ilham kaynağı olan sözlerini internette bulamadım. Fakat bu yazıyı okurken, Başbakan Erdoğan'ın bu senenin Ağustos ayında, Kadıköy-Kartal Metrosu’nun açılışında söylediği sözler aklıma geldi.

Başbakan Erdoğan " Türkiye’yi biz Karayolları'nı da nereden aldık? hangi ağlarla donattık, demir yolunu nereden aldık hangi ağlarla donattık? biliyorsunuz 10. Yıl Marşında geçer, demir ağlarla ördük falan, neyi ördün? hiçbir şey örmüş falan değilsin. Ortada duranlar belliydi. Demir ağlarla şimdi Türkiye’yi biz örüyoruz." demişti.

O tarihte bir sosyal paylaşım sitesinde şunları yazmıştım:

"1923 ile 1940 yılları arasında 3208 Km. demiryolu yapılmış. Ayrıca bu dönemde, yabancı şirketlerin elindeki demiryolu hatları satın alınarak devletleştirilmiş. Bunu o günün teknolojisi ile, o günkü maddi şartlarda yapmışız. Tayyip ne yapmış? Bu kadar yılın teknolojiik ve mali birikimlerini kullanarak 50-60 km. metro hattı ve toplamı belki 1000 kilometreyi bile bulmayan demiryolu.

Bu kin, bu nefret.... gereksiz, anlamsız!

2000 li yılların teknolojisi ve ülkenin ekonomik birikimi Cumhuriyetin ilk yıllarında olsa herhalde 50.000 Km. demiryolu yapılırdı. Demagoji üstadı olduğu kesin ama bu kadarına pes doğrusu."


Başta belirttiğim gibi, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın, Nihat Genç'in yazısına ilham kaynağı olan sözlerini internette bulamadım ama ne farkeder; baş kokmuşsa kıçı koklamaya gerek var mı?

Benim üç beş satırda ifade ettiğim bu gerçeği, Nihat Genç kendi uslubuyla ve oldukça güzel bir biçimde anlatmış. Bu yazının üzerine birşey yazmama gerek yok, sanırım altına imza atmam yeterli olur.

detan
06-11-2012, 00:30
YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya, YÖK'ün yapısını sil baştan yenileyen yasa taslağının önümüzdeki ay Meclis'e sunulacağını açıkladı.

Taslağa göre YÖK'ün yeni adı "Türkiye Yükseköğretim Kurulu" "Kısaltılmış hali (TYK)" olacak.

Çok sayıda değişiklik içeren yasa taslağını ve halen yürürlükte olan YÖK yasasını alttaki linklerden indirebilir, karşılaştırabilirsiniz.


Mevcut YÖK yasası: http://www.yok.gov.tr/content/view/435/

Yeni TYK yasa tasarısı: http://yeniyasa.yok.gov.tr/files/bec97d37c45fe5c707859497fac0bad8..pdf

detan
06-11-2012, 01:07
Mevcut YÖK Kanununun 2. bölümünde "Yükseköğretimin amacı" olarak şu maddeler yer alıyor:

a) Öğrencilerini;

(1) ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı,
(2) Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan,
(3) Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu,
(4) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren,
(5) Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı,
(6) Beden, zihin, ruh, ahlak ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş,
(7) İlgi ve yetenekleri yönünde yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, beceri, davranış ve genel kültürüne sahip, vatandaşlar olarak yetiştirmek,

b) Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak,

c) Yükseköğretim kurumları olarak yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak, bilgi ve teknoloji üretmek, bilim verilerini yaymak, ulusal alanda gelişme ve kalkınmaya destek olmak, yurt içi ve yurt dışı kurumlarla işbirliği yapmak suretiyle bilim dünyasının seçkin bir üyesi haline gelmek, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunmaktır.


Bu maddeler sıralandıktan sonra "Yükseköğretim Kurulunun görevleri" maddesinde "Yükseköğretim kurumlarının bu kanunda belirlenen amaç, hedef ve ilkeler doğrultusunda kurulması, geliştirilmesi ..... " gerektiği belirtiliyor.


Yeni TYK yasa tasarısında ise 25. maddede "Yükseköğretim kurumlarının görevleri" şu şekilde sıralanmış:

a) Bireylerin fırsat eşitliği ve hayatboyu öğrenme ilkesi gereğince bireysel ve toplumsal projelerin daha başarılı bir düzeyde hayata geçirilmesini sağlayacak bilgi, beceri ve yetkinlik ile donatılması ve onların girişimde bulunmaktan ve sorumluluk yüklenmekten kaçınmayan, eleştirel düşünme becerilerine sahip, insan hakları, demokrasi ve kültürel değerler konusunda duyarlı ve aktif bireyler olmasına yönelik evrensel standartlarda eğitim-öğretim hizmeti vermek.
b) Bilimsel bilgi, teknoloji ve sanatsal üretime yönelik araştırmalar ve yayınlar yapmak, yaptırmak ve nitelikli bilim insanı yetiştirmek
c) Toplumsal ihtiyaçların giderilmesi bakımından gerek duyulan alanlarda kamu hizmeti üretmek, ülkenin bilimsel, kültürel, sanatsal, sosyal ve ekonomik yönlerden ilerlemesini ve gelişmesini ilgilendiren sorunlarını öğretim ve araştırma konusu yapmak, sonuçlarını toplumun yararına sunmak, ihtiyaçlara uygun meslek elemanlarının yetişmesine ve bilgilerinin gelişmesine katkıda bulunmak.
ç) Yükseköğretim kurumlarında özgürce araştırma ve bilimsel çalışma yapılması ve topluma sunulması için uygun ortam hazırlamak.

detan
06-11-2012, 01:26
Yeni yasa taslağına göz attığımda bir şirket sözleşmesini incelediğim hissine kapıldım. Ruhsuz, milli ve manevi değerlerden uzak bir dili var.

Geçen sene ilk ve ortaöğretimden sorumlu olan Milli Eğitim Bakanlığı'nın görevleri arasından “Atatürk Milliyetçiliğine, laik sosyal hukuk devletine bağlı vatandaş yetiştirme” çıkartılmıştı. Şimde de yükseköğretimden sorumlu olan YÖK veya yeni adı ile TYK bu sorumluluktan kurtuluyor!

YÖK'ün başına sus payı olarak bir "Türkiye" sözcüğü eklenerek TYK yapıp süslü bir zarf içinde adeta bir şirket sözleşmesi sunuluyor.

Yersen!!!

detan
06-11-2012, 11:23
Ergenekon Davasında flaş gelişme yaşandı. "Deniz" kod adlı gizli tanık, açık kimliği ile ifade vermek istedi; mahkeme bu isteği kabul etti. Bu gizli tanığın ŞEMDİN SAKIK olduğu ortaya çıktı.


Elbette tüm vatandaşlar gibi Şemdin Sakık da herhangi bir davada tanıklık yapabilir ama sorun gizli tanık olarak kabul edilmiş olmasında. Ortada hukuk devleti anlayışına ters bir durum var.

Sanıkların ve sanık avukatlarının gizli tanıklara soru sorma ve yüzleşme olanakları sınırlanmışken, Şemdin Sakık gibi taraflı birinin gizli tanık olarak kabul edilmiş olması sanıklara büyük haksızlıktır. Şemdin Sakık'ın konumu ve geçmişi göz önüne alınarak gizli tanık olarak kabul edilmemesi gerekirdi.

Bu davaya yön verenler açısından bakıldığında da abes bir durum var. Zaten şaibelerle dolu olan davaya Şemdin Sakık'ın gizli tanık yapılmasının davaya iyice gölge düşüreceğini düşünmeleri gerekirdi.

Şemdin Sakık veya ona yön verenler bu çelişkiyi gördükleri için kimliğinin açıklanmasını istemiş olabilirler.

detan
09-11-2012, 16:40
Erdoğan'ın, Demokrasi Forumu için gittiği Endonezya'nın Bali adasındaki temasları devam ediyor. Brunei Sultan Hassanal Bolkiah, Bali'de karşılaştığı Erdoğan'a "Buralara kadar geldiniz çok mutlu olduk. Sizi ülkemizde de görmek isteriz" dedi. Sultan'dan ziyaret daveti gelen Erdoğan, Bolkiah'ın ziyaret talebine olumlu yanıt verdi. Bali'deki Demokrasi Forumu'nun ardından Brunei Sultanlığı'na geçecek olan Erdoğan'ın Türkiye'ye dönüşü de 1 gün uzadı. Erdoğan'ın, 10 Kasım nedeniyle Bali programını kısa tutacağı açıklanmıştı. Ancak Erdoğan son anda programını değiştirdi.

Başbakanlık kaynaklarının da doğruladığı bilgiye göre Erdoğan yarın öğlen saatlerinde Bali'den, Brunei Sultanlığı'na geçecek ve pazar günü Türkiye'ye dönecek. Atatürk'ün öldüğü 1938'den bu yana ilk kez bir 10 kasım töreni başbakan olmadan yapılacak.

detan
09-11-2012, 16:44
Brunei Sultanı "Buralara kadar geldiniz çok mutlu olduk. Sizi ülkemizde de görmek isteriz" demiş, Erdoğan da kabul etmiş! Miş, miş, miş....


Geçerken uğradık abi!
Sayende yırttık abi!


Bu nasıl bir diplomasi örneği?
Bu nasıl bir zamanlama?

detan
20-11-2012, 16:00
Aylardır ŞAM’da gözaltında tutulan gazeteci Cüneyt Ünal’ın kurtarılması için, bir ay kadar önce, CHP’li üyeler, Meclis İnsan Hakları Komisyonunda “aramızdan heyet seçelim, Ünal’ın serbest kalması için girişimde bulunalım” diye bir öneri getiriyorlar. AKP’li vekiller “bizim Suriye ile ilişkilerimiz bozuk” diyerek öneriyi geri çeviriyorlar. Bunun üzerine CHP, parti olarak tek başına girişimde bulunuyor.

Bu yönde ilk adımı Şam’a giden heyette yer alan CHP Hatay milletvekili Refik Eryılmaz atıyor. Bir süre önce Şam’da Esad ile görüşüyor ve Ünal’ın sebepsiz olarak hapis yattığını, serbest bırakılması gerektiğini hatırlatıyor. Aradan geçen zamanda çeşitli kanallardan haberleşme sürüyor. İş olgunlaştığında CHP’ye Şam’dan haber geliyor: “Gelin, teslim alın”.

Dördü CHP milletvekili (Levent Gök, Refik Eryılmaz, Mevlut Dudu, Hasan Akgöl) ve üçü gazeteci (Ercan İpekçi, Kemal Aktaş, Recep Yaşar) toplam dokuz kişiden oluşan heyet, Yayladağ - Lazkiye üzerinden Şam’a giderek gazeteci Cüneyt Ünal’ı kurtarıyor.

detan
20-11-2012, 16:05
http://img201.imageshack.us/img201/9559/heyet.jpg

detan
20-11-2012, 16:20
Bugün partilerin gurup toplantıları vardı. Erdoğan, Gazeteci Cüneyt Ünal’ın CHP tarafından kurtarılmasını çok önemsemiş olmalı ki, konuyla ilgili olarak hayli uzun bir konuşma yaptı.

Erdoğan'ın Gazeteci Cüneyt Ünal’ın kurtarılması hakkında söylediklerinin bir bölümü şu şekilde:

"Elbette CHP heyetinin bu konudaki girişimi farklı şekillerde değerlendirilebilir. Biz insani her türlü girişimi her türlü katkıyı memnuniyetle karşılarız. Bu işin bir boyutudur. Ancak esir gazeteci daha Türkiye’ye ulaşmadan CHP heyetinin Şam'da Beşar Esad ile çektirdikleri hatıra fotoğrafının Türkiye’ye ulaşmış olması son derece manidardır. Aynı şekilde bu hadisenin ardından CHP’nin yandaş medyasında bir kez daha Esed’i göklere çıkaran, Esed’i öven, kurdu adeta kuzu gibi gösteren yayınların yapılması da aynı derecede manidardır. Bu olayın Esad’ın piyar çalışmasına dönüştürülmesi kanlı Esed rejimine yönelik imaj operasyonuna çevrilmesi adeta bir siyasi şov haline getirilmesi üzüntü vericidir."

"Aylar önce CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na İsrail’e gidip, arkasına Gazze’yi alıp orada bir hatıra fotoğrafı çektirmesini tavsiye etmiştim, hatırlarsınız. Adresi şaşırdılar. Gittiler Şam’da eli kanlı bir diktatörün sağına soluna dizilip hatıra fotoğrafı çektirdiler. Bu fotoğraf bir utanç vesikasıdır. Bu fotoğrafla CHP tarihine kara bir leke daha kazımıştır. Bakın diktatör Esed’in elinden kurtulan Gazeteci 3 ay boyunca maruz kaldığı insanlık dışı muameleyi anlatıyor. Öyle mi, 3 ay hücrede kaldı, 3 ay kimseyle konuşamadı, 3 ay patates ve ekmekle beslendiğini söylüyor. Gazeteciye bunu yaşatan sanki farklı biriymiş gibi CHP heyeti hiç utanmadan, sıkılmadan işkenceci başıyla hatıra fotoğrafı çektiriyor, yetmiyor bir de bu işkenceci başına övgüler diziyor, göklere çıkarıyor. Suriye’nin eli kanlı diktatörü Beşar Esed, CHP’yi adeta parmağında oynatarak, CHP’yi kullanarak Türkiye kamuoyuna mesajlar gönderiyor."

detan
20-11-2012, 16:50
http://img849.imageshack.us/img849/5783/akpkongre.jpg



Aslında devletin yapması gerekeni yapan CHP heyetini, Suriye’nin eli kanlı diktatörü Beşar Esed ile fotoğraf çektirmekle suçlayan Erdoğan, daha 50 gün önce, Barzani'yi onur konuğu olarak partisinin büyük kongresine davet etmemiş miydi? Barzani "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganları ile kürsüye çıkmamış mıydı? Kucakladığın, boynuna sarıldığın Barzani sütten çıkmış ak kaşık mıdır?
"Evine" davet ettiğin Halid Meşal'ın mensubu olduğu Hamas, sadece ve masumane bir şekilde var olma mücadelesi veren, eli kansız bir örgüt müdür?

Konu hakkında yorum yapmak için fazla lafa gerek yok. Konular taze, resimler photoshopsuz...

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

detan
22-11-2012, 10:33
Geleneksel Muharrem Ayı İftar Programı'nda konuşan Dünya Ehli Beyt Vakfı Genel Başkanı Fermani Altun, ‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu'nun kaldırılması gerektiğini' aksi halde Türkiye genelinde açlık grevi de yapabileceklerini dile getirdi.

İftar yemeğine katılan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Altun'un konuşmasında değindiği Tekke ve Zaviyeler Kanunu konusunda adım atılabileceğini söyledi.

"Türkiye'de tarikatların yasaklanmasıyla, tekkeler ve zaviyelerin kapanmasıyla tarikatların yok olmadığını, dergahların bitmediğini, zikirlerin ve ayinlerin devam ettiğini" söyleyen Bekir Bozdağ, şöyle devam etti:

''Hiçbiri yok olmadı hepsi varlığını devam ettiriyor. Peki devlet bunu bilmiyor mu. Öyle ise niye biz birbirimize karşı muvazaa yapalım. Vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak devletin birinci vazifesidir. Biz ihtiyaçları görüp onu gidermekle mesulüz. Vatandaş bize bu noktada yetki veriyor sorunları göreceğiz ve bu sorunlara beraber çözümler arayacağız. İnşallah diyorum önümüzdeki zaman içerisinde bu noktalarda da önemli adımları birlikte atma imkanını yine beraber yakalayacağız.''

detan
22-11-2012, 11:26
"Vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak devletin birinci vazifesidir" ve "Hepsi varlığını devam ettiriyor, peki devlet bunu bilmiyor mu?" diye düşünen sayın bakana açık mektup örnekleri:


Sayın bakanım, farklı cinsel tercihleri olan bir vatandaşım. Kanunlarımız aynı cinsten insanların evlenmesine izin vermemektedir. Benim gibi binlerce insan bu şekilde mağdur olmaktadır. Oysa vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılamak devletin birinci vazifesidir. Bu ihtiyacımızı giderme konusunda adım atmanızı, aksi taktirde açlık grevi yapacağımızı arz ederim.


Sayın bakanım, kanunlar izin vermediği için gizli gizli kumar oynamaktayız. Devletin kurumları bu durumu bilmekte ama engel olamamaktadır. Bu sosyal ihtiyacımızı giderme konusunda adım atmanızı, aksi taktirde açlık grevi yapacağımızı arz ederim.

detan
26-11-2012, 10:38
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün Kütahya'da yaptığı konuşmada, Muhteşem Yüzyıl dizisine yönelik eleştirilerde bulundu.

Erdoğan şunları söyledi:

''Biz 7 milyarlık bu dünyanın içinde yaşıyoruz. Bizim görevimiz nedir, bunu çok iyi biliriz. Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz; her yerle biz de ilgileniriz. Ama bunlar, televizyon ekranındaki ecdadımızı zannediyorum o Muhteşem Yüzyıl dizisindeki gibi tanıyor. Bizim öyle bir ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni, öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Biz öyle bir Kanuni tanımadık, onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmeniz lazım. Bunu çok iyi anlamanız lazım. Ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimin huzurunda kınıyorum. Bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gerekli kararı vermesini bekliyoruz.''

detan
26-11-2012, 11:00
Belge niteliği taşımayan bir dizideki (başta Kanuni Sultan Süleyman olmak üzere) karakterlerin gerçeğe uygun olup olmadığı, milli ve manevi duygularımızı rencide edip etmediği konusundaki tartışmalara başbakan da dahil oldu.

Tabii ki başbakanın bir birey olarak her konuda olduğu gibi bu konuda da fikrini açıklama özgürlüğü var. Ancak, başbakanın sözleri ifade özgürlüğünün ötesine geçmiş; açık açık tehdit ve hatta tahrik içeriyor. Başlıca görevi halkının huzur ve mutluluğunu sağlamak olan bir siyasetçinin söylememesi gereken laflar bunlar.


Ayrıca, ecdadının şerefini koruma misyonunu bu denli benimsemiş olan başbakanımızın ayni hassasiyeti ATATÜRK ve İNÖNÜ için de göstermesini bekleriz. Sultan Süleyman gibi yaşamlarının büyük bir bölümü at sırtında ve cephelerde geçmiş olan bu insanların bazı insani zaaflarını ön plana çıkararak hedef tahtası haline getirmek, çifte standart ve ikiyüzlülük devletin yönetimini üstlenmiş bir siyasetçiye yakışmıyor.

detan
27-11-2012, 14:35
Başbakan Erdoğan'ın Muhteşem Yüzyıl Dizisi için önceki gün sarfettiği sözler yazılı ve görsel basının gündemine oturdu. Basının 'önde gelen' kalemleri bu konuda yazdılar; ekranların 'vazgeçilmez' yorumcuları bu konu üzerinde konuştular. İzleyebildiğim kadarıyla yorumların ve tartışmaların neredeyse tamamı üç ana tema üzerinden yapılıyor.
1- Osmanlı tarihinin şeffaflığı, padişahların özel hayatları ve bu özelin ne kadar bilinebilir olduğu.
2- Dizinin senaryosu tarihi birebir yansıtmalı mı ve bu mümkün mü?
3- Başbakan, zaman zaman taktiksel olarak, gündem değiştirmek için mi böyle konuları dile getiriyor.

Yorumcular ilk iki maddeyi ne kadar tartışırlarsa tartışsınlar bir sonuca varmaları mümkün değil.

Osmanlı tarihinin şeffaflığı, padişahların özel hayatları ve bu özelin ne kadar bilinebilir olduğu konusunda tartışanların kaynakları hep aynı belgeler, aynı kitaplar. Yorumcular, işlerine gelen kaynakları referans gösterip işlerine gelmeyenleri dışlıyorlar. Değişik kalemlerce değişik zamanlarda yazılmış olan tarih kitapları birebir aynı olmadığı gibi bu kitapların gerçek zamanlı olarak, yaşanarak yeniden yazılması olanaksız. Dolayısıyla bu konuda kesin kanıtlara ulaşmak mümkün değil ve konuyu uzatmanın bir anlamı yok.

"Dizinin senaryosu tarihi bire bir yansıtmalı mı ve yansıtıyor mu?" sorusunun ise iki nedenle doğru cevabı olamaz.
1- Harem'e ve padişahın özel hayatına ilişkin bilgilere tam olarak ulaşmak mümkün değil ve asla mümkün olmayacak.
2- Bu dizi, bir belgesel olarak değerlendirilmiyor. Ucuz veya değil, iyi veya kötü... niteliği bakışa göre değişen bir sanatsal ürün. Sanatsal bir faaliyeti somut kavramlar ile değerlendirmek mümkün değildir; ancak göreceli olarak değerlendirilebilir.

Benim esas üzerinde durmak istediğim madde, Başbakanın, Muhteşem Yüzyıl konusunu gündem değiştirmek için dile getirdiği iddiaları. Bu yorumu yapan kelli felli yorumcuları dinledikçe sinir oluyorum ve bu yorumları çok sığ, çok basit yorumlar olarak değerlendiriyorum.

Ben başkakanın bunu sadece gündem değiştirmek için değil, farklı amaçlarla yaptığını ve bunu yaparken bir taşla iki kuş vurduğunu düşünüyorum. Zaten başbakanın "gündem değiştirme" taktiği ilk defa olmuyor. Başbakan bunu sistematik olarak ve oldukça sık sık yapıyor.

İşte bu noktada "gerçek amaç nedir? ve "bunu niye yapıyor?" sorusuna yanıt aramamız gerekiyor.

Sosyolojide ve siyasette "Toplum Mühendisliği" diye bir kavram var. Toplum mühendisliği şu şekilde tanımlanıyor:

"Toplum Mühendisliği, toplumun demografisinde, sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında değişiklik yapmak, tepkilerini, nefretlerini, isteklerini, sevgilerini, tutkularını ve kitlesel şekilde ifade ettiklerini duygularını yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek, paralize edebilmek gibi yetileri içeren iştir. Toplum mühendisliği, çeşitli meslek dallarından oluşan bir ekip tarafından, finansal destek, koruma, iletişim ve başka araçlar yardımı ile gerçekleştirilebilir."

Başbakanın, örneğin kürtaj ve idamın kaldırılması konularını, Muhteşem Yüzyıl Dizisini vs. gündeme getirirken yaptığı toplum mühendisliğidir ve bu bilinçli olarak yapılmaktadır.

Yaşı küçük olanların bilmediği, uygun yaştakilerin de unutmuş olabileceği bir konuşmayı hatırlatmak isterim. Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, 1994 tarihinde Meclis Grubunda yaptığı konuşmada "..... Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak, bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum amma, bunların terörizmi karşısında herkes gerçeği açıkça görsün diye bu kelimeleri kullanma mecburiyetini duyuyorum. Türkiye'nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım, Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek." demişti.

Milli Görüş'ten gelen Erdoğan ve ekibi, Erbakan Hoca'nın aksine, sert söylemlerle iktidar olunamayacağının bilincine varmıştı. Akılcı davranarak söylemlerini yumuşattılar. Türk halkının orta sağa olan ilgisini ve değişik faktörleri kullanarak iktidar oldular.

Şimdi yumuşak geçiş yapılıyor. Kabul etmek gerekir ki bunu yaparken çok bilinçli yapıyorlar. Her türlü sosyal ve psikolojik faktörü kullanıyorlar. Toplum mühendisliği de bunlardan biri.

Bizim aydın geçinen basın mensuplarımızın büyük bir bölümü ise başbakanın gündem değiştirmeye çalıştığını düşünüp ekranlarda Hürrem geyikleri yapmaya devam ediyor.

detan
29-11-2012, 15:06
Konuyu başlatırken "Gazeteci olsaydım, sanırım yazacak konu bulmakta zorlanmazdım; politikacılarımız sağolsunlar..." demiştim. Hakikaten, bırakın yazacak konu bulmakta zorlanmayı, gündeme yetişemiyoruz.

Muhteşem Yüzyıl tartışmaları zirveye oturmuş ve yorumcular daha hızını alamamışken, Milli Eğitim Bakanlığı, 1981 yılından bu yana yürürlükte olan Kılık Kıyafet Yönetmeliğini değiştirdi.

Bu konu üzerine bir şeyler karalasam mı diye düşünürken, üniversite konserleri, şenlikler, festivaller gibi gençlere yönelik etkinliklerde alkollü içki satışının yasaklanmasına ilişkin bir haber gözüme ilişti.

Suriye sınırına Patriot Füzeleri yerleştirilmesi konusundaki karanlık noktalar, Nato'nun Rusya'ya güvence vermesi, İran'dan alınan doğalgaza karşılık altın verilmesine ABD'nin itirazı ve bizimkilerin bu ambargoyu delmek için geliştirdikleri "aldım verdim ben seni yendim" tarzında yaklaşımlar ....

Sınırlı olan zamanımı hangisine ayırsam bilemiyorum.
Sayın politikacılar, hızınıza yetişemiyoruz; biraz yavaş olun beyav!

detan
03-12-2012, 14:10
Halkımızın büyük bir çoğunluğu, geleceğini ilgilendiren sosyal ve ekonomik kararlara fazla ilgi ve tepki göstermez; okur geçer. Ancak ne kendine ne de çoluk çocuğuna bir faydası olmayan sansasyonel haberlerin noktasını virgülünü kaçırmaz. Kerameti kendinden menkul olanların yanısıra, hangi sanat dalında faaliyet gösterdiği bile meçhul birileri hakkında haberler ekranlarda, gazete ve dergi sayfalarında bolca yer alır. Bu yazılar veya programlar sayesinde "kimin eteği kısaydı, neresi görünüyordu; kim estetik ameliyat yaptırdı; kim kiminle yattı ... " gibi önemli haberleri öğreniriz!

Aynı şekilde, pozitif bilimin değişik alanlarında dirsek çürütenlerden ziyade, astrologlar, şifacılar, isimden karakter analizi yapan düzenbazlar, din tacirleri ve benzeri 'işleri' yapanlar ekranların başlıca misafirleridir. Sağolsunlar, bunlardan da geçmişimizi ve geleceğimizi, dini safsataları öğrenir, yaşamımıza yön veririz!

Özellikle Turgut Özal döneminde gelişmeye başlayan ve hızla yol alan bu tarz, kendi kendini besleyerek bir kısır döngü yaratmıştır. Yönlendirme gücü olan medya, halkımızdan ucuz magazin bağımlılığının gelişmesine neden olurken, kendi de bu bağımlılıktan beslenen bir vampire dönüşmüştür.

İşte bu nedenlerle, tartışılması gereken onca konu varken, Muhteşem Yüzyıl Dizisi üzerindeki tartışmalar canlılığını korumaya devam ediyor.

Prof. Dr. Nurşen Mazıcı, katıldığı bir televizyon programında "Bunlar (padişahlar) nikah kıymıyor. O zaman İslamiyete göre senin ecdadın veled-i zina. Cariyeye dini nikah kıymıyorlar, o çocukların hepsi dini nikahsız doğuyor. O zaman bir karar verin hangisi? İslamiyete göre baktığınızda dini nikahsız doğan çocuklara ne deniyor?" dedi.

Aynı programda yer alan Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne ise Mazıcı'ya "Bunların şerri hukukta, fıkıhta bir karşılığı var. O dönemde verilmiş fetvalar var" diye karşılık verdi.

Prof. Dr. Nurşen Mazıcı'nın, "Hiçbir padişahın cariyesiyle nikahı yok" diyerek 'veled-i zina' benzetmesi yapması Osmanlı şehzadelerini kızdırdı. Sultan 2. Abdülhamid'in torunu şehzade Orhan Osmanoğlu, "Bu ağır hakareti hoş göremeyiz, dava açacağız" dedi.

Gelinen bu noktada, Nasrettin Hoca'nın dediği gibi herkes haklı galiba.

Prof. Dr. Nurşen Mazıcı kendine göre haklı. İslamiyet, evlilik dışı ilişkileri kabul etmez; dini kurallar da kişilere göre değişmez.

Orhan Osmanoğlu da haklı. Zira, uzun süre devam eden ve bu nedenle kanıksanmış, yanlış bir geleneğin son halkası olarak böyle bir sıfatla anılmak istemez.

Bence bu tartışmada en az haklı olan Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne. Erdoğan gibi, Türköne'de ecdadını korumak adına, o fetvaların hangi şartlar altında verildiğini göz ardı ediyor.

Halkımız ve medya bu tartışmaları sevdi; daha davam edeceğe benziyor.

Bu arada bir iğne de kendime batırayım!
Biz de bu tartışmalardan pay çıkarmaya ve ucundan da olsa, eleştirdiğimiz bu çarkın bir parçası olmaya devam ediyoruz.

detan
04-12-2012, 15:52
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın, Petrol ve Gaz Konferansı'na katılmak üzere bugün yapacağı Erbil ziyareti, Irak hükümetinin izin vermemesi nedeniyle gerçekleştirilemedi.

Değişik kaynaklardan edindiğim bilgileri değerlendirerek çıkardığım sonuca göre olay şu şekilde gerçekleşmiş:

Merkezi Irak Hükümetinin istememesine rağmen, Erbil’e gitmek için ısrarcı davranan Yıldız’ın uçağı, bugün öğlen saatlerinde İstanbul'dan yola çıkmaya hazırlanırken, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi Yunus Demirel, “Uçak kalkmasın, havadan dönebilir” mesajı göndermiş. Resmi heyeti arayan Bağdat Büyükelçiliğimizin yetkilileri "teknik sebeplerle" uçağın Erbil'e iniş yapamayacağının kendilerine bildirildiğini söylemiş.

Bunun üzerine bir değerlendirme yapan Türk heyeti, uçuşu iptal etmek yerine Bağdat üzerinden Erbil’e geçme planı yapmış. Bir saat kadar beklenmesine rağmen bu öneriye Bağdat’tan beklenen yanıt gelmeyince "kervan yolda düzülür" mantığıyla uçak İstanbul’dan hareket etmiş. Ancak yolda yapılan değerlendirmeler neticesinde Erbil’e ve Bağdat’a gitmenin mümkün olmadığı anlaşılınca uçak Kayseri’ye inmiş. Burada verilen moladan sonra bakan ve yanındaki heyet İstanbul'a dönmüş.



Kardeş kardeşe bunu yapar mı be abi!

detan
04-12-2012, 16:22
Komşularımızla sıfır sorun dedik, sorunsuz komşumuz kalmadı!
Zaten ne teroide ne de pratikte bu mümkün değil. Hele ki Orta Doğu gibi kazanın kaynadığı bir coğrafyada.
Laf ağızdan çıkmadan iki kez düşünmek lazım. Atalarımız "büyük lokma ye büyük konuşma" diye boşuna dememişler.

BOP eş başkanı olsan ne yazar.
Karada başına torba; denizde gemine kurşun, havada uçağına bomba! Yetmedi, bir bakanına ambargo.
Önüne konan yağsız tuzsuz çorba!
Yersen!

Irak içten içe kaynarken, İran, ABD ile kedi köpek gibi dalaşırken; Rusya bölgedeki etkinliğini sana kaptırmamak için kararlı iken; İsrail ABD'yi arkasına almışken; bunların üstüne Suriye sorunu binmişken, Ermenistan ve Azerbaycan yerinde duruken .... Mümkün mü sıfır sorunlu dış politika?

At atabildiğin kadar.
Kim yaranabilmiş hem İsa'ya, hem Musa'ya...

detan
08-12-2012, 22:22
AK Parti İstanbul Milletvekili Oktay Saral, toplumun milli değerleri içerisinde kabul edilen tarihi olayları ve şahsiyetleri; küçük düşüren, aşağılayan, çarpıtan veya olduğundan tamamen farklı gösteren filmlere yönelik hazırladığı kanun teklifini, AK Parti Grubu'na teslim etti.

Oktay Saral, hazırladığı kanun teklifinin gerekçesinde şu ifadeleri kullandı:

'Farklı bir tezahür ile toplumda ciddi sorunlara, yüz kızartıcı suçlara sebebiyet verecek ve aile hayatını tamamen yok edecek bu çarpık ilişkiler meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Diğer taraftan yayınlanan dizilerde tarihe mal olmuş şahsiyetlerin ve olayların çarpıtıldığı göze çarpmaktadır. Bu diziler yoluyla, milli değerlerimiz açısından önemli yeri olan şahsiyetler olduğundan çok farklı şekilde gösterilmektedir. Örneğin ömrü at sırtında ülkesine ve milletine hizmet yapmakla geçmiş olan Kanuni Sultan Süleyman, tamamen yatak odasından müteşekkil ve çarpık ilişkilere dayalı bir hayat içerisinde gösterilmektedir. Çocuklarımız ve gençlerimiz bu yayınları izlemekte ve tarihi şahsiyetleri bu yayınlar çerçevesinde değerlendirmektedir. Ayrıca bu diziler yurt dışına da seyredilmekte ve diğer milletler nezdinde tarihsel şahsiyetlerimiz hakkında yanlış olgular meydana gelmektedir.

Türk toplumunun ahlaki yapısından uzak, başkalaşmış ve farklılaşmış bu tür yayınlara bir kıstas getirilmesi gerektiği çok açıktır. Radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen 6112 sayılı kanunun 8. maddesi ile yayın hizmet ilkeleri belirlenmiştir. İlgili madde ile pek çok ilke belirlenerek, yapılacak yayınların bu ilkelere aykırı olmayacağı hüküm altına alınmıştır. Teklifimiz ile söz konusu maddeye yukarıda açıklanan nedenlerle 'Toplumun milli değerleri içerisinde kabul edilen tarihi olayları ve şahsiyetleri; küçük düşüren, aşağılayan, çarpıtan veya olduğundan tamamen farklı gösteren nitelikte olamaz' şeklinde yeni bir ilke eklenmesi ve böylece televizyonlardaki bu tür yayınlar yoluyla milli değerlerimizin aşınmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.'

detan
09-12-2012, 02:07
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “Üçüncü Yargı Paketi” kapsamında yeniden değerlendirilmesi için gönderdiği “Yasaklı Yayınlar Listesi”yle ilgili incelemeyi iki ayda tamamladı.

Basın Cumhuriyet Başsavcısı Kürşat Kayral, 453 kitap, 645 gazete, dergi, broşür ve pankart üzerindeki yasağın kaldırılmasına karar verildiğini açıkladı. Yasak 5 Ocak 2013’ten itibaren kalkacak.

Bu karar ile, Said-i Nursi'nin "Tarihçe-i Hayat"ı, Marx'ın "Komünist Manifesto"su, Lenin'in "Devlet ve İhtilal"i, Mahir Çayan'ın "Toplu Yazılar"ı, Aziz Nesin'in "Azizname"si, Nazım Hikmet'in "Bütün Eserleri" ve 1961 tarihli "Tommiks" çizgi romanının da aralarında bulunduğu 453 kitapla ilgili yasak kalkmış oldu.

detan
09-12-2012, 03:12
Üstte, "Emrin başım üstüne kralım!" ve " Sandık diplerinde sararmış, garajlarda kurtlanmış kitaplar..." başlıkları altında, son günlerde basına yansımış iki haberden alıntılar yaptım.

İlk haberdeki ifadelerden bu tasarının öncelikli hedefinin Muhteşem Yüzyıl Dizisi olduğu anlaşılıyor ama genel ifadelerle diğer dizilere de gönderme yapılıyor ve bu dizilere Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) müdahil olabilmesi için kurulun görev tanımı değiştirilmek isteniyor. Yani kısıtlayıcı özelliği olan bir yasa değişikliği öneriliyor.

İkinci haberde ise tam tersi bir anlayışın yansıması görülüyor. Değişik nedenlerle, değişik zamanlarda ve değişik organlarca yasaklanmış olan bazı kitapların yayın ve bulundurulma yasağı kaldırılıyor.

Bazı kitaplar üzerindeki yasaklar kaldırılırken, öte yandan Ahmet Şık, Nedim Şener, Mustafa Balbay gibi gazeteci ve yazarlar, yayınlanmamış ve hatta içeriği bile tam belli olmayan bazı notlar ve karalamalar nedeniyle yargılanıyorlar, hapiste tutuluyorlar.

"Bizim böyle bir ecdadımız yok" diyerek RTÜK kanalıyla televizyonlarda gösterilen dizilere sansür uygulamak isteyen zihniyet, yarın daha yaygın olarak, sinema filmlerine ve kitaplara da el atacaktır. Bundan hiç şüpheniz olmasın.

"Toplumun milli değerleri içerisinde kabul edilen tarihi olayları ve şahsiyetleri; küçük düşüren, aşağılayan, çarpıtan veya olduğundan tamamen farklı gösteren nitelikte olamaz" diye yasa teklifi veren 'maşa', 2008 yılında
vizyona giren ve Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşamını anlatan MUSTAFA filmi için aynı duyarlılığı niçin göstermemiştir? Bırakın duyarlı olmayı, Atatürk'ün bazı zaafları abartılarak anlatıldığı için memnun bile olmuşlardır. Atatürk bizim ecdadımız değil miydi?


AKP yandaşlarına sesleniyorum; Allah aşkına, particiliği bir tarafa bırakıp bu çelişkiyi görün; mantıklı bir açıklamanız varsa bize de anlatın, biz de öğrenelim.

detan
10-12-2012, 17:18
Yasağı kalkmış olan kitaplar arasında 'Tommiks' ismini duyunca çok şaşırdım. Böyle bir yasağın olduğunu bilmiyordum.

Televizyon yayınlarının, bilgisayarın, bilgisayar oyunlarının ve internetin olmadığı bir çağda büyüdük. Okuldan veya sokaktan eve döndüğümde kolay vakit geçirmenin tek çözümü okumaktı. Klasik eserler, polisiye romanlar, aşk romanları ve çizgi romanlar... ne bulursam okurdum. Bunlardan en eğlenceli olanı çizgi romanları okumaktı.

Okumaya çok meraklı olmayan arkadaşlar da dahil olmak üzere, çoğumuz harçlıklarımızla çizgi roman alırdık. Harçlıklar, çıkan bütün sayıları almaya yetmediği için arkadaşlar arasında değiş tokuş yapardık. Daha olmadı, kaldırımlarda sergi açıp okuduklarımızı satar, elimize geçen parayla yenilerini alırdık.

Başta Teksas ve Tommiks olmak üzere, Zagor, Kızılmaske, Örümcek Adam, Süpermen, Kaptan Swing, Mister No, Conan ve Tenten'in pek çok sayısını okumuşumdur. Bunları okumaktan dolayı bir kaybım olduğunu hiç sanmıyorum. Aksine, kiminden Amerika Kıtası'nın coğrafyasını, kiminden savunma tekniklerini, kiminden de arkadaşlığın nasıl bir kavram olduğunu öğrenmişimdir.

Tommiks, 1961 yılında ne yaptı da Türkiye'de yasaklandı bilmiyorum. Ama aklıma gelen bir şey var: Malum bizimkiler atalarımıza çok düşkündür; kemiklerinin sızlamasını istemezler. Acaba o dönemin yöneticileri, Tommiks'in Amerika Kıtası'nın tarihini yanlış yansıttığını düşünerek, ABD'li dostlarımız üzülmesin diye yasaklamış olmasınlar. :D

Master
11-12-2012, 06:07
Başta Teksas ve Tommiks olmak üzere, Zagor, Kızılmaske, Örümcek Adam, Süpermen, Kaptan Swing, Mister No, Conan ve Tenten'in pek çok sayısını okumuşumdur. Bunları okumaktan dolayı bir kaybım olduğunu hiç sanmıyorum. Aksine, kiminden Amerika Kıtası'nın coğrafyasını, kiminden savunma tekniklerini, kiminden de arkadaşlığın nasıl bir kavram olduğunu öğrenmişimdir.



Teks Willer bir ranger'dir ve Navajo kızılderililerinin şefidir. Kızılderililer arasında Gece Kartalı adıyla tanınır. Ayrımcılık ve önyargı karşıtı, şiddete başvurmaktan kaçınmayan, kural ve kanunlardan çok kendi doğrularına önem veren bir kişiliği vardır. vsvsv :) Çok kaliteli ve keyif veren bir çizgi romandı....

detan
11-12-2012, 15:17
Red Kit'i yazmayı unutmuşum. Unutulmaması gereken bir karakterdi, ayıp oldu. :)

detan
13-12-2012, 15:40
Financial Times ve Washington Post, haberleri ve değerlendirmeleri global ölçekte dikkate alınan iki gazetedir. Bu gazetelere göre, Kuzey Irak'ta petrol ve doğal gaz sektörüne yatırım yapmayı amaçlayan Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki anlaşma son aşamasına geldi. Eğer anlaşma sağlanırsa yeni bir enerji koridoru yaratılacak. 10 yıl içinde bu bölgeden Türkiye’ye günde 3 milyon varil petrol ve yılda 10 milyar metreküp doğal gaz gönderilecek. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 4 Aralık tarihinde petrol ve gaz konferansına katılmak üzere Erbil’e giderken asıl amacı bu anlaşmayı sonuçlandırmaktı.

Washington Post gazetesinde çıkan habere göre, birçok uzman ve ABD'li diplomatlar böyle bir anlaşmanın Irak'ın bölünmesini hızlandırabileceğini düşünüyor. Bu nedenle ABD ve kontrolündeki Irak Merkezi Yönetimi bu anlaşmaya karşı. Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın uçağının geri döndürülmesinde bu anlaşmaya karşı olan ABD'nin parmağı var.

Bu olayın gerçekleştiği gün ben de acizane bir yorum yapmış ve bu işin arkasında ABD'nin olduğunu tahmin ettiğim için,
"BOP eş başkanı olsan ne yazar.
Karada başına torba; denizde gemine kurşun, havada uçağına bomba! Yetmedi, bir bakanına ambargo.
Önüne konan yağsız tuzsuz çorba!
Yersen!" demiştim.

Gelişmelerden öyle anlaşılıyor ki, o yağsız tuzsuz çorbayı bile yedirmek istemiyorlar.

Aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin saygınlığına gölge düşüren engelleme ve gurur boyutunu bir tarafa bırakırsak, bakanın Kürt Bölgesine gidememesinde ve bu anlaşmanın olmamasında bir hayır var gibime geliyor. Bazıları kabul etmese de Kuzey Irak, Özerk Kürt Bölgesi olmaya çok yakın. Biz petrol anlaşması yaparak hem ekonomik hem de siyasal anlamda bu durumu pekiştireceğiz. Bizim de katkımızla bundan sonraki adım olan Bağımsız Kürt Devleti'nin önündeki bir engel daha kalkacak.

Son gelen haberlere göre, Esad Suriye'de kontrolü kaybediyormuş. Bunun ardından daha yaygın bir iç savaş ve bölünme gelebilir. Yakında bir Kürt bölgesi de orada oluşacak gibi.

Bizdeki duruma gelince, durum biraz daha farklı. Ancak, "Bölünme tehlikesi yok, Kürt kökenli vatandaşlarımızın çoğu bölünme istemez" söylemi çok gerçekçi bir söylem değil. Sesssiz çoğunluk bölünme istemez ama bölünme isteyen silahlı militanların önünde de duramaz. Sonucu belirleyecek olan, bölünme isteyen silahlı militanların sayısı ve dışardan ne kadar desteklendikleridir. Allah korusun, bu yönde bir kıvılcım çaktığında, dağdakilerin sayısı bir anda üçe, beşe katlanacaktır. Şehirlerde terör olayları hızla artacaktır. Güçlü ordumuz ve emniyet teşkilatımız sayesinde belki bölünme olmayacak ama çok üzücü olaylar yaşanacak ve çok kan dökülecektir. Bunları bilmek için istihbaratçı, siyaset bilimci veya terör uzmanı olmak gerekmiyor.

Irak'taki ve Suriye'deki gelişmeler, Arap Baharı'nın bir 'Kürt Baharına' dönüşmekte olduğunu gösteriyor. Erdoğan'nın eş başkanı olduğu ve 'Büyük Ortadoğu Projesi' olarak tanıtılan ve kısa adı BOP olan projenin aslında 'Bölünmüş Ortadoğu Projesi' olma olasılığı çok yüksek.

Suriye'de merkezi otoriteyi zayıf düşürerek bir iç savaşa ve bölünmeye olanak sağlamanın, Kuzey Irak Kürt Bölgesi ile ekonomik anlaşmalar yaparak güçlenmelerine katkı yapmanın bize nasıl bir faydası olduğunu ve dış politikamızın gerçek amacının ne olduğunu anlamakta zorlanıyorum.

detan
15-12-2012, 00:59
Bu hafta yazmak istediğim halde yazamadığım bir konu vardı; ancak sıra geldi.

11 Aralık 2012 Salı günü, TBMM Siyasi Etik Komisyonu toplanarak Siyasi Etik Kanunu Teklifi Taslağını görüştü.

Taslağın ilk halinde teklif edilen ancak kamuoyunda tartışma yaratan 12.000 liralık hediye sınırı 1.200 liraya indirildi. Milletvekilleri, yabancı devletlerden, milletler arası kuruluşlardan, herhangi bir özel veya tüzel kişiden veya kuruluştan değeri bir aylık milletvekili ödenek ve yolluk tutarı toplamının onda birini (1.200 TL) aşan hediyeleri kabul edemeyecekler.

Yine aynı taslakta,

"TBMM üyeleri, üye olmaktan kaynaklanan konum ve yetkileri ile milletvekilliği unvanlarını, kendilerine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanmaktan kaçınacaklar."

"Görevlerini yerine getirirken TBMM'nin saygınlığına ve milletvekilliği görevinin itibarına uygun davranacaklar. Milletvekili sıfatı, konumu ve onuru ile bağdaşmayan her türlü tutum ve davranıştan kaçınacaklar."

Gibi ifadeler var.

Taslakta bu ifadelere yer verilmesi bana "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" diyen atasözünü hatırlatıyor.

Onikibin liralık hediye sınırının binikiyüz liraya düşürülmesi de çok anlamlı değil.

Niyet ilk taslakta belli edilmiş...

Bir kişiden, bir seferde, bir aylık giydirilmiş ücret karşılığı hediye kabulümdür!

Çok sayıda kişiden, değişik zamanlarda bir aylık giydirilmiş ücret karşılığı hediye ... bu da kabulümdür.

Tasarı değişmiş...

Daha çok sayıda kişiden, çok değişik zamanlarda, bir aylık giydirilmiş ücretin onda biri karşılığı hediye ... bu da olur.

Bunların hepsi de aynı kapıya çıkar.

Bayramda, doğum günümde veya yılbaşında, birkaç yakınım dışında kimse bana hediye vermiyor. Hediye vermeyi çok seven bazı vatandaşlar, bu hediyeleri niye bana vermiyorlar da bazı milletvekillerine veriyorlar? Ya da soruyu tersten soralım: Ben niçin hediye vermek için bazı milletvekillerinin arkasında koşturmuyorum?

detan
21-12-2012, 22:17
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu akşam NTV ve Star TV ortak yayınındaydı. Oğuz Haksever yönetiminde, Nermin Yurteri, Mehmet Barlas ve Nazlı Öztarhan, başbakana sorular yönelttiler.

Terörün, darbelerin, iç ve dış siyasetin bolca konuşulduğu röportajın içinde ekonomiyle ilgili az sayıda soru vardı. Başbakan Erdoğan, bu sorulardan birine cevap verirken "Kredi derecelendirme kuruluşlarıyla barışmam mümkün değil. Bunlar tamamen siyasi. Yunanistan batmış durumda 6 puan birden yükseltiyorlar. Türkiye'nin puanını gıdım gıdım yükseltiyorlar. Bunlar samimi değiller. Adalarını satan ülkenin kredi puanını hala 6 basamak yükseltiyorlar." deyince bastım kahkakayı.

Yunanistan'ın büyük bir kriz içinde olduğu aşikar. Kredi derecelendirme kuruluşlarının da adaletli olduğu pek söylenemez. Ancak, adalarını satarak ekonomisini ayakta tutmaya çalışan Yunanistan'ı hakir gören Erdoğan, daha üç gün önce köprülerini ve otoyollarını 5.7 milyar dolara satan ülkenin başbakanı olduğunu unutmuş gibiydi.

Bence daha da önemlisi, röportajı yapan gazetecilerin bu çelişkiyi görememiş olmalarıydı. Belki de gördüler ama gerçek gazeteciliğin ne olduğunu çoktan unuttuklarından bunu başbakana sormadılar.

Ülke Takagonya, başbakanı Cenap Tabip Geçdoğan, gazetecileri de boş boş olunca böyle gariplikler oluyor. Biz de bakıp bakıp gülüyoruz.

detan
24-12-2012, 17:15
Haber 1
Tarih: 19 Aralık 2012

Rus haber ajanslarına açıklama yapan Gazprom yönetimi, "Avrupa’daki spot enerji piyasasında rakiplerimizle rekabet edebilmek için belirli indirime gitme kararı aldık. 2013 yılı için daha önce ortalama 1000 m3 için 415 dolar öngörümüzü yaklaşık yüzde 10 aşağı çekerek 2013 ortalama fiyatını 1000 m3 için 370 dolar olarak duyuruyoruz. Fiyat indirimine gitmemiz rekabet faktörü yanı sıra müşterilerimizden gelen taleplerle de bağlantılı. Örneğin 2012 yılında Avrupa ülkeleriyle Türkiye gibi önemli doğal gaz tüketicileri bizden yüzde 9.3 daha az miktarda gaz satın aldı. 2013 yılında indirimli fiyatların toplan doğal gaz dış satışımızı arttırarak yıllık 152 milyar metre küpe çıkacağını tahmin ediyoruz" dendi.


Haber 2
Tarih: 24 Aralık 2012

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 2012 yılı sonuna kadar ve Ocak ayında doğalgaz ve elektriğe zam yapılmayacağını söyledi. Doğalgaz fiyatlarıyla ilgili Başbakan Tayyip Erdoğan'la bir değerlendirme raporu paylaştıklarını dile getiren Yıldız, olumsuz hava koşulları nedeniyle doğalgaz ve elektriğe ocak ayında zam yapmama kararı aldıklarını söyledi.

--------------------------------------------------------------------------------------

Olumsuz hava koşulları nedeniyle doğalgaz ve elektriğe ocak ayında zam yapmama kararı almışlar!

Sevsinler bahanenizi.

Lütfen biraz dürüst olun; Rusya indirime gitmese zam yapacaktınız değil mi? Hava umurunuzda mı sizin?

Allah, sevindirmek istediği kuluna önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş. Sizin sevindirme şekliniz de bu olsa gerek.

detan
06-01-2013, 19:51
İki hafta önce uzaya gönderdiğimiz gözlem uydusu Göktürk 2, TUBİTAK ve Türk Havacılık ve Uzay Sanayii'nin ortak bir projesiydi. Bildiğim kadarıyla bu kurumlarda yabancı mühendisler çalışmıyor. Bizim üniversitelerimizden mezun mühendisler ve bilim adamları çalışıyor.

Sayılı ülkenin sahip olabildiği bir uyduya sahip olmak ve daha da önemlisi bu elektronik mekanizmayı dizayn edip ortaya çıkarmak gurur verici bir olay. Bu gururu sahiplenmekte sakınca görmeyen sayın başbakanımız, bu gururun yaşanmasına vesile olan bilim adamlarını yetiştiren üniversiteleri dışlayarak "Böyle üniversite öğretim görevlisi olsa ne olur olmasa ne olur? Bunları yetiştiren hocalara yazıklar olsun" diyebiliyor.

Erdoğan'ın bilmediği bir şey var: Bu uyduları 'terörist ve anarşist' yuvalarında okuyanlar yapabiliyor; teröre ve anarşiye bulaşmamış İmam Hatipliler değil!



Dip not: İmam Hatip okulları ve bu okullarda okumuş olan insanlarla hiç bir sorunum yok. Yeter ki eğitimleri ile ilgili branşlarda çalışsınlar ve insanlığa bu yönde faydalı olsunlar.

detan
06-01-2013, 20:00
Daha önceleri "PKK ile biz görüşmüyoruz, devlet görüşüyor" diyerek topu taca atan Başbakan Erdoğan, son günlerde sabah akşam yine "Zinhar biz siyasetçi olarak İmralı ile görüşmeyiz, ama talimatımız doğrultusunda devlet görüşüyor" demeye başladı.

Terörün sonlandırılması konusunda olumlu bir gelişme olursa, ulus olarak bundan fayda göreceğimiz aşikar. Ya olmazsa!

Sonuç iyi olursa Tayyip'ten, olmazsa devletten!

Bir başarı sağlanırsa, bu başarıyı sahiplenecek olan kişi bizzat başbakanın kendisi ve siyasi nimetinden faydalanacak olan parti AKP olmayacak mı? 'Devlet Partisi' diye bir parti var da biz mi bilmiyoruz!

Uydu'nun nimeti Recep'e, külfeti üniversiteye; anarşinin nimeti Tayyip'e, külfeti devlete...

Demagoji ustası Erdoğan'dan başka bir tarz beklemek zaten hayalcilik olur.

detan
11-01-2013, 11:26
Başbakan Erdoğan: "Öcalan 12 metrekarelik yerde kalıyor, karyolası, her şeyi var. Radyosu vardı, şimdi o radyoyu televizyon ile değiştirecekler. Ben talimatı verdim belki de değiştirmişlerdir bile. Talimatı vereli epey oldu. Bir televizyonu oraya koyun dedim."


Zor olmamıştır, alışkındır yargıya talimat vermeye!

detan
19-01-2013, 00:39
Dün, İstanbul, İzmir ve Ankara'da gerçekleştirilen polis operasyonunda TAYAD, Gençlik Federasyonu, İdil Kültür Merkezi, Yürüyüş Dergisi ve Halkın Hukuk Bürosu'nda aramalar yapıldı. Grup Yorum üyeleri ile Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatların da aralarında olduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Avukatların, cezaevlerindeki örgüt liderlerinin talimatlarını örgüt üyelerine aktardığı iddiasıyla gözaltına alındığı açıklandı. Aramalar sırasında özel kapı ve düzeneklerle karşılaşan polis ekipleri, bazı adreslerdeki odalara da çelik kapıların kırılmasından sonra ulaşabildi. Ekipler, yapılan aramalarda çok sayıda dijital ve yazılı belge ele geçirdi. Şüphelilerin bazı dokümanları yakarak imha etmeye çalıştığı öğrenildi. Örgütün üst düzey yöneticisi olduğu iddia edilen K.K. da saklandığı Halkın Hukuk Bürosu'nda saklandığı gizli bölmede yakalandı.

DHKP/C soruşturması kapsamında polisin arama yaptığı Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezi'ne CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ve İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal da geldi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bulunan 14 baro, ÇHD üyesi avukatların gözaltına alınmasına basın açıklaması ile tepki gösterdi.

Benzer gelişmelerin yaşandığı her dönemde olduğu gibi bu gün de aramalara ve göz altına alınmalara muhatap olan taraflar, özellikle internet ortamında kızgınlık dolu açıklamalar yaptılar. Yandaşları ve sözde demokrat aydınlar da bunlara 'destek attılar'.

Her kafadan bir ses çıkıyor!
"Baskınlar niçin gece yapılmış; kapılar niçin kırılmış; gözaltı ve arama işlemlerinde avukatlık yasasına uyulmamış; kültür merkezine baskın mı olurmuş; sanatçıların mesleki aletlerinde niçin parmak izi aranmış? ..."

Ülkemizde demokrasi ve insan hakları konusunda eksiklikler olduğu kesin. Ancak, bu eksiklikleri kullanarak her türlü yasa dışı faaliyeti perdelemeye çalışmak etik bir davranış değildir ve demokratik özgürlük kapsamında değerlendirilemez. Buna olsa olsa fırsatçılık denir.

AKP iktidarının yönetim şeklini çok eleştiren, düşünce özgürlüğüne önem veren ve kişisel olarak da özürlüğüne de oldukça düşkün biri olmama rağmen bu konuda iktidara daha yakınım. Ülkeyi yöneten partiye göre değil, inandığımız doğrulara göre eleştiri yapmalıyız.

Demokrasi özgürlüklerin sınırsız olduğu, kuralsızlığın hakim olduğu bir rejim değildir. Bütün canlılarda olduğu gibi insanların ve o insanların bir araya gelmesiyle oluşan, en küçüğüne aile, en büyüğüne millet dediğimiz toplulukların kendini koruma içgüdüsü vardır. Bu mekanizmanın çalışabilmesi için bazı sınırlamalar olmak zorundadır. Demokrasi, bu sınırlamaların açıkça belirlenmesi ve belirlenen sınırlamaların eşit olarak uygulanmasına dayalı bir rejimdir. Kişisel beklentilere veya belli bir gurubun çıkarlarına dayalı bir demokrasi inancı sakat bir inançtır.

Yukarda belirttiğim gibi, demokrasi ve insan hakları konusunda eksiklikleri kullanarak yasa dışı faaliyetleri organize etmek, bunları perdelemeye çalışmak, suçlulara ve şüphelilere yataklık yapmak demokratik özgürlük kapsamında değerlendirilemez.

detan
22-01-2013, 23:09
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bugünkü grup toplantısından iki paragraf alıntı yapıyorum:

"Biz BDP'ye sağduyulu olması, cesur davranması konusunda sağduyulu davranmalarını söylüyoruz. Siz aklınızı kiraya mı verdiniz? Madem siyaset yapacaksınız kendi iradenizle yapın. O talimatı beklememiz lazım diyorlar. Sen nesin o zaman? Şu parlamentonun altında ne işin var? Siyaset zor zamanda zor karar almakla mümkün olur. Kendi tabanını memnun etmek için açıklama yapanlar gün gelir mahçup olur."

"Samimi olanlarla bu işler konuşulur. Bize samimi görünenler geliyor konuşuyoruz, buyurun diyoruz Ada'ya gönderiyoruz. Sen Ada'dan döndükten sonra zehir zemberek açıklama yapıyorsan bu olmaz."


BDP'yi talimat almadan karar veremediği için basiretsizlikle suçlayan Erdoğan, aynı konuşmanın başka bir bölümünde, çözüme katkı yapmasını umdukları bazı isimleri, talimat odaklarından biri olan Ada'ya gönderdiklerini söylüyor. Ayrıca, devleti temsilen her düzeyde kamu çalışanını Ada'ya göndermekten geri kalmıyor. Bu nasıl bir çelişkidir?

Sayın başbakan, Ada önemli mi değil mi? Artık karar ver!
Kararını vermişsen ama oyunu bu şekilde oynuyorsan başka bir sözüm olacak: Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!

Muhalefete de bir sitemim var.
Başbakanın birkaç dakika ara ile söylediği bu sözler ve icraatları arasındaki çelişkileri görmemek ve bu çelişkileri siyasi olarak kullanmamak için (en hafif anlatımla) beceriksiz olmak lazım. Ben siyasetçi olsaydım, medyayı kullanma şansım olsaydı bu çelişkileri gözüne gözüne sokardım.

detan
29-01-2013, 11:55
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) Başkanı Birol Aydemir, iki ay kadar önce "Aldığımız talimatla cari açığı oluşturan dengeleri 3 ana başlık altında yeniden hesaplamaya başladık. Az bir süre içerisinde tamamlanacak ve sonuçlarını ekonomi yönetimine bildireceğiz. Çalışmamızın tamamlanmasından sonra cari açığın önemli ölçüde düşeceğini göreceksiniz" demişti.

TÜİK'e bu talimatı verenlerden biri olan ekonomiden sorumlu devlet bakanı Babacan, üç gün önce Davos'ta bazı açıklamalar yaptı.
Bu açıklamada ana başlıklar şunlar:
1-TÜİK, işsizlik oranı hesap yöntemini değiştiriyor. İşsizlikte yeni hesaplama yöntemi ile işsizlik oranı 1 puan düşük çıkabilir.
2- Turizm gelirlerini hesaplama yöntemi değişiyor. Yeni yöntemle turizm gelirleri 3 ila 5 milyar dolar artabilir.
3- İhracatımız ve ithalatımız gerçek rakamları yansıtmıyor. Yanlış hesaplamalar cari açığımızı olduğundan fazla gösteriyor. Bu durum düzeltilecek.
4- Yenilenmiş hesaplama yöntemleri 2014'ten itibaren kullanılacak.


Bakanın haklı olduğu noktalar var. Açıklanan cari açık rakamları, ülkeye girdiği iddia edilen sıcak parayla bile kapatılamayacak kadar büyük ve izahı zor olan rakamlar; bu durum yıllardır devam ediyor. O halde yanlışı düzeltmek lazım.

Babacan, ithalat ve ihracatın yanlış hesaplanması konusunda bir örnek vermiş: “Mesela ithalatta minimum fiyat uygulaması yapıyoruz. Diyoruz ki ‘Bir çanta ithal edilirse bu 5 dolardan aşağı olamaz. 5 dolardan aşağı olsa bile, 5 dolardan vergisini alırız’ diyoruz. Şimdi o çanta 1 dolar da olsa 5 dolarmış gibi bizim ithalat kayıtlarımıza giriyor."

Tabii böyle bir hesap yöntemi doğru sonuçlar vermez; devenin boynunu düzeltmek gerekiyor. Ancak bu noktada başka sorunlar ortaya çıkabilir. Bir dolarlık çantadan beş dolarlık çanta vergisi alıp, ithalat hesabında bir dolar gösterme kurnazlığına karşı birileri "hesaba gelince farklı, tahsilata gelince farklı; bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" diyebilir. Bakan, bu beyanıyla, daha fazla vergi alabilmek için fahiş gümrük tarifeleri düzenlendiğini itiraf etmiş oluyor. Zaten büyük ölçüde dolaylı vergilerle finanse edilen bir bütçeyi denkleştirmenin yolu bu tip düzenlemelerden geçiyor. Başta akaryakıttan alınan vergiler olmak üzere, dolaylı vergilerde dünya liginde en ön sıralardayız.

Dolaylı vergiler, ekonomi yöneticilerinin sevdiği, kolay alınan vergilerdir. Olması gerekir ama sosyal dengelerin daha sağlıklı olması için bu kadar ağırlıklı olmaması gerekir.

Hesaplarımızı düzeltelim ama bunu yaparken unutmayalım: Düzeltilmesi gereken sadece devenin boynu değil.

detan
30-01-2013, 17:27
Üstteki konuyla bağlantılı olarak yazılması gereken başka şeyler de var.

Türkiye İstatistik Kurumu, Birleşmiş Milletler Ulusal Hesaplar Sistemi'ne (SNA 68) göre hesaplanan milli geliri, Avrupa Hesaplar Sistemi'ne (ESA 95) göre hesaplamaya başlayınca Türkiye'nin milli gelir rakamları aniden sıçrama yapmıştı. Cari fiyatlarla 576.3 milyar YTL olarak açıklanan 2006 yılı milli geliri, yeni hesaplama yöntemiyle bir anda 758.3 milyar YTL olmuştu.

Yine aynı dönemde, 2007 yılında, TÜİK'in adrese dayalı nüfus kayıt sistemine geçmesiyle, 73.9 milyon olarak bilinen nüfusumuz 70.5 milyon olarak revize edilmişti.

Kişi başına düşen milli gelir, en basit şekilde, milli gelirin (Gayrisafi yurtiçi hasıla) nüfusa bölünmesi ile bulunur. Milli gelir hesabında yapılan değişikliğinin yarattığı pozitif farkın üzerine, hesaplarda kullanılan nüfus sayısının da azalmış olması (yani bölünenin büyümüş, bölenin küçülmüş olması) kişi başına düşen milli geliri iyice şişirmişti.

Uluslararası karşılaştırmalarda milli gelir ve kişi başına düşen milli gelir genellikle ABD doları cinsinden belirtilir. 2007 - 2009 yılları arasında, global etkilerle zayıfamış olan Amerikan Doları, YTL karşısında da değer kaybedince, iktidarın kaymaklı ekmeğine bal sürülmüş oldu. Zira "bölen" bir kez daha küçülmüş, dolayısıyla bölüm daha da büyümüş, kişi başına düşen milli gelirin dolar olarak değeri rekor kırmıştı.

O tarihlerde, sayın başbakanımız, hemen hemen her konuşmasında kişi başına düşen milli gelirin onbin doların üzerine çıktığından bahsediyordu. Sonraki yıllarda YTL'nin değer kaybetmesiyle bu rakam biraz törpülendi de sesi kesildi.

Gelelim geçen yıla...
Yardımcısı Ali Babacan’ın "Makro dengeleri kiraz mı belirleyecek?" sözleriyle eleştirdiği enflasyon hesabında değişiklik yapıldı. TÜİK, enflasyonda mevsimlik gıdanın etkisini azaltacak değişiklikler yaptı. Böylece ağırlıklı olarak aylık enflasyon rakamlarına, kısmen de yıllık enflasyon oranına rötüş yapılmış oldu.


Önce milli gelir hesabında, sonra enflasyon hesabında ayar yapıldı; şimdi de dış ticaret ve işsizlik verilerinde ayarlar yapılıyor. Dikkat çekici olan, bu ayarların tamamının iktidari şirin gösteren ayarlar olması ve önceki dönemdeki verilerle karşılaştırma yapılırken eski verilerin yeni hesaplama yöntemine göre düzeltmeler yapılmadan kullanılması. Örneğin milli gelir hesabında geriye dönük düzeltmeler yapılmış olsaydı, milli gelir bir gecede %30 artmış olmayacaktı ve iktidar bununla fazla öğünemeyecekti.

Verilerle oynamak ve olduğundan daha iyi göstermek iktidar partilerinin sıkça uyguladığı bir yöntemdir. AKP döneminde bu yöntem daha da geliştirildi. Sayılarla oynamak yerine hesap yöntemleri ile oynanmaya başlandı.

Ne yazık ki halkımızın önemli bir bölümü bu incelikleri bilmiyor; yaşam kalitesindeki değişim bir değerlendirme ölçüsü oluyor ama yine de çarpıtılmış verilerin etkisi altında kalabiliyor.

"Ülke büyüyor ama bu büyümeden ben nasibimi alamadım herhalde" diye düşünenler de var. Serbest çalışanlar bunu kendi beceriksizliğine bağlayıp mutsuz oluyor; ücretliler ve emekliler ise büyümeden yeterince pay alamadıklarını düşünerek kırılabiliyorlar. Bu da madalyonun öteki yüzü.

Bir kez daha diyorum ki: Hesaplarımızı düzeltelim ama bunu yaparken unutmayalım; düzeltilmesi gereken sadece devenin boynu değil.

detan
12-02-2013, 23:58
Sosyal Güvenlik Kanunu'na göre emekli olduktan sonra çalışmaya devam edenler, Sosyal Güvenlik Destek Primi (SGDP) ödemek zorundalar.

Mevzuata göre, (SSK’lı) olarak işe girenlerin emekli aylıklarından kesinti yapılmıyor fakat işyerinden aldıkları ücretlerden SGDP kesintisi yapılıyor. Emekli olup işyeri açan veya bir şirketin ortağı olanların (Bağkur'lu) ise emekli aylıklarından kesinti yapılıyor.

Emekli olduktan sonra işyeri açan veya bir şirketin ortağı olan vatandaşların bir kısmı, uyanıklık yapıp bu durumu Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirmiyorlar. Böylelikle emekli maaşlarını kesintisiz olarak almaya devam ediyorlar.

Sosyal Güvenlik Kurumu, bu vatandaşları tespit edebilmek için Maliye'den yardım istiyor. Maliye, vergi dairelerine kayıtlı olup gelir beyannamesi verenlerin listesini Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildiriyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'e göre bunların sayısı altıyüzbin civarında. Sosyal Güvenlik Kurumu, bu listelere göre bazı vatandaşlara borç çıkarıyor; bazı vatandaşların emekli maaşlarına haciz uyguluyor.

Buraya kadar anlattıklarımdan, devletin yapması gerekeni yaptığı, uyanıklara, fırsatçılara göz açtırmadığı kanısına varılabilir. Ancak, kaş yaparken göz çıkarma konusunda uzman olan devlet, bu uygulama sırasında çok sayıda vatandaşı mağdur ediyor; hakkı olmadığı halde emekli maaşlarına haciz koyuyor. Zira, bir işyeri açmadığı veya bir şirketin ortağı olmadığı halde, sadece gayrimenkul sermaye iradı (kira geliri) nedeniyle Maliye'ye beyanname vermiş olan binlerce vatandaş, sanki çalışıyormuş gibi değerlendirilip borçlandırılıyor, emekli maaşlarından kesinti yapılıyor.

Maliye, işin kolayına kaçıp, gelir beyannamesi verenlerin hepsini ayrım yapmadan Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirmiş. Sosyal Güvenlik Kurumu da "İşte yakaladım!" mantığıyla işlem yapıyor.

Mağdur olan vatandaşların, durumu düzelttirmek için Sosyal Güvenlik Kurumu'na gidip bir dilekçe vermeleri gerekiyor. Devlet yakaladımı kolay bırakmaz! Otuz yılım bu yollarda geçti, düzeni iyi bilirim; bu iş bir dilekçe ile düzelmez. Gelir beyannamelerinin, tahakkukların, makbuzların fotokopilerini isterler; o da yetmez vergi dairesinden onaylı evrak isterler. Kurunun yanında yaş da yanar; olan yine namuslu vatandaşa olur.

Hacizden dolayı eksik maaş alanların, durumu düzeltinceye kadar geçecek olan sürede çekecekleri geçim sıkıntısı da ayrı bir yara.

Ah bu deve yok mu, bu deve! Ne deveymiş be!

detan
15-02-2013, 12:09
TÜİK, daha önce 2012 yılı için 23,4 milyar dolar olarak açıkladığı turizm gelirini 29,4 milyar dolara revize etti.

Kısa bir süre önce "Turizm gelirlerini hesaplama yöntemi değişiyor. Yeni yöntemle turizm gelirlerinin 3 ila 5 milyar dolar artması bekleniyor." diye yazmıştım. Açıklanan verilerden, revizyonun 6 milyar dolara ulaştığı anlaşılıyor.

Başbakan Erdoğan bugün il başkanları toplantısında havasını atıyor: "Cari açık %36 oranında geriledi. (Portekizde'ki yoldaşlarına ekonominin ne kadar kötü gittiğini anlatırken) CHP genel başkanına Portekiz'de gülmüşlerdi. Cari açık açıkladıktan sonra herhalde kahkaha atmışlardır."


Valla başbakan haklı!
Kılıçdaroğlu'nun vizyonu bu kadar!
Konuşmadan önce, hükûmetin birtakım sayısal yöntemlerle cari açığı azaltacağını düşünmesi gerekirdi!

detan
19-02-2013, 00:19
Genelkurmay Başkanlığı, Atatürk'e bok atmak isteyenlerin dillerine pelesenk olan "boyu da kısaydı" savını çürütmek için bir açıklama yapmış. Belgelere göre Atatürk'ün boyu bilinenin aksine 1.68 değil, 1.74 müş! Ayakkabı numarası da 42 imiş!

Bu açıklamayı duyunca, aklıma ilk gelen "abesle iştigal *" deyimi oldu.
Atatürk'ün boyu ile uğraşmak kadar, kendini bu iddialara cevap vermek zorunda hissetmek ve iddiaları çürütmeye çalışmak da abesle iştigaldir.

Varsın 1.68 desinler; daha olmadı cüce desinler, kamburu da vardı desinler.
Neyi eksilir ATA'mızın?

Çok güzel atasözlerimiz var: Devenin boyu uzun ama kırkı birden bir eşeğin peşinden gider.

insanların boyunu, kilosunu ve hatta kaç litre rakı tükettiğini ölçebilir, üzerinde polemik yapabilirsiniz. Oysa konuşulması gereken, asla kesin olarak ölçülemeyen akıl, cesaret, insanları etkileme ve yönlendirme yeteneği, vizyon, zeka gibi değerlerdir.

Kedi, uzanamadığı ciğere 'mundar' der. Kadir bilmez haysiyetsizleri kendi haline bırakın; Atatürk'ün boyuyla uğraşıp dursunlar.


*Yeni nesil için not: "Abesle iştigal" deyimini "boş şeylerle uğraşmak" olarak çevirebiliriz.

detan
26-02-2013, 12:37
Son günlerde yeni bir tartışma konusu çıktı: Süt kardeşliği.

Sağlık Bakanlığı, bebek ölümlerini azaltmak için ‘Anne Sütü Bankaları’ açmaya hazırlandığını; bağışlanacak sütlerin bu bankalarda saklanıp ihtiyaç duyan bebeklere verileceğini açıkladı.

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, konuyu Türkiye’de bulunan cemaatlerin görüşlerine sunduklarını ve cevap beklediklerini belirtti.

Bu açıklamanın ardından, kendileri 'çok bilgili ve değerli alimler olmakla birlikte' nedense hep farklı telden çalan ve televizyonlarda boy göstermek için fırsat kollayan medyatik ilahiyatçılar yine ortaya çıkıp değerli fikirlerini beyan ettiler. Genelde bu ilahiyatçıları dinlediğimde farklı dinleri temsil ettiklerini düşünürüm fakat bu sefer pek çatlak ses çıkmadı. Süt kardeşler arasındaki evliliğin İslam inancına aykırı olduğunu, süt kardeşlerin yanlışlıkla birbiriyle evlenmesini önleyecek tedbirler alınması koşuluyla, süt bankası kurulmasının caiz olabileceğini belirttiler.

Tartışmalar devam ederken Sağlık Bakanının yeni açıklamaları geldi: Bankaya süt verecek annenin çocuğu kız ise, onun sütü başka bir kız çocuğuna verilecek; erkek ise sütü erkek çocuğuna verilecek. Böylelikle dince sakıncalı evliliklerin önüne geçilecek. Ayrıca, süt kardeşliği, nüfus kütüklerine işlenecek ve her iki tarafın kardeşlerine de bilgi verilecek. Bu bilgilendirme, 5 yıllık periyotlarla, en az 5 defa yani 25 yaşına kadar devam edecek.


Devasa bir kadro ile hizmet veren, vergilerimizle beslenen Diyanet İşleri'nin görüşü alınacağına, konu cemaatlere soruluyor. AKP'nin cemaat destekli bir parti olduğu kesin ama bunu pek dillendirmek istemiyorlardı. Artık gizleme ihtiyacı duymuyorlar.

Nüfus cüzdanlarındaki 'din hanesi' tartışmaları hala devam ederken, 'süt kardeşliğinin' İslami unsurlarının öne çıkarılması ve süt kardeşlerin nüfus kütüğüne işlenecek olması, bir dayatma ve laikliğe aykırı bir uygulama olarak algılanabilir.

Öte yandan, herhangi bir trafik veya vergi cezasını doğru zamanda doğru kişiye tebliğ edemeyen devletin, en az iki tarafı ve çok sayıda muhatabı olan bir bildirimi yapabileceğine de inanmıyorum.

Aslında çok insani olan bir konu bakın ne hale geldi!
Bizim deve yine sahnede!

detan
04-03-2013, 11:21
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz müjdeyi verdi: Türkiye yakında Zenginler Ligi'ne girecek!

Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, kişi başına milli gelirin 10 bin 500 doları geçtiğini ve 2015 yılında 13 bin doları aşacağını açıkladı. Yılmaz, Dünya Bankası'nın kişi başına 13 bin dolarlık geliri uluslararası ölçütlerde 'Zengin Ülkeler' sınıfı için eşik olarak kabul ettiğini söyledi.



Maşallah!
Nazar değmez inşallah!
Ülkemizin kalkınmasından, insanlarımızın mutlu olmasından gurur duyarız.


Ama kıl bir tip olduğum için bu güzelliğe bir kılçık atmam lazım!


Malum, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler'in bir kuruluşu. Herhalde 'Zenginler Ligi' için gerekli olan milli gelir hesaplarını da Birleşmiş Milletler kriterlerine göre yapıyordur. Oysa bizim milli gelir hesaplarımız artık bu kriterlere göre yapılmıyor (Bakınız: 30-01-2013 tarihli yazım).

Milli geliri daha yüksek gösteren bir standartta milli gelir hesabı yapıp, zenginlik ölçüsü olarak farklı bir standardı kullanmak.... yani "Ağaçtan elma toplayıp pazarda ayva satmak!" mümkün mü?

Valla benim bu hesaba aklım ermedi. Anlayan varsa bana da anlatsın.

detan
05-03-2013, 13:40
http://img694.imageshack.us/img694/4797/kralv.jpg (http://video.ntvmsnbc.com/kralin-gozyaslari.html)



Ankara'da bulunan Ürdün Kralı 2. Abdullah, Anıtkabir ziyaretinde ağlamış.
Bana ilginç gelen ağlaması değil, ağladığını gizleme ihtiyacı hissetmemesi. Adam nerede ağlanacağını bizimkilerden daha iyi biliyor. Biliyor ki burada ağlayan, bir kral dahi olsa ayıplanmaz!

detan
19-03-2013, 02:29
İngiliz ekonomi politik teorisyeni ve nüfus bilimcisi Thomas Robert Malthus, 1798 yılında yayımladığı "Nüfus Artışı Hakkında Araştırma" adlı kitabında, nüfus fazlasının ciddi bir sorun olduğunu öne sürer ve besin kaynakları ile nüfus artışı arasında bir denge kurulabilmesi için nüfus planlaması yapılmasını savunur.

Malthus, "Bütün canlılar bir varolma ya da yok olma savaşı içindedir; savaşların nedeni nüfus artışıdır; çünkü beslenme kaynakları sınırlıdır ve bunlara sahip olmak için insanlar zorunlu olarak savaş yürütmek zorunda kalmaktadırlar" der.

Malthus, yoksullara sosyal yardımları düzenleyen yasalara da karşı çıkar. Ona göre, bu yardımlar yoksulluğu yok etmek bir yana, yoksulluğun yaygınlaşmasına neden olur. Hayat mücadelesi tabiatın bir hikmetidir ve insanların tembelleşmesini engeller.

Malthus, özellikle yoksul ailelerin çocuk sayısını kesinlikle sınırlandırmaları gerektiğini , bunun tek çıkış yolunun da kitlesel cinsel perhiz ve bilinçlendirmeden geçtiğini ifade eder. Malthusçu öğreti, zaman içinde cinsel perhiz boyutundan, modern doğum kontrol mekanizmalarının geliştirilmesine ve uygulanmasına dönmüştür.

Dönemin sosyalist düşünürleri Malthus’un fikirlerine karşı çıkıyor, önemli bir kesimi Malthus’un yoksulluk konusundaki liberal bakış açısını eleştiriyorlardı. Sosyalistlere göre, yoksulluğun yok edilmesi için nüfus kontrolü değil, toplum modelinin değişmesi gerekiyordu. Onlara göre, sefalet ve yüksek doğurganlık kapitalizmin sonucuydu ve toplumu yeniden şekillendirmeden bu sorun çözülemezdi.


Daha sonraki dönemlerde yaşamış olan Alman sosyal bilimci ve düşünür Marx, konuya daha farklı bir yaklaşım getiriyordu.

Marx nüfusu arttırmaya yönelik politikaların yedek işgücü ordusu yaratmaya yarayacağını ve bunun da işverenlerin lehine olacağını düşünüyordu. Marx, emeğin fiyatını yani ücretleri belirleyen faktörün işgücü arz ve talebi olduğunu ifade ediyordu. Buna göre, işgücü arzı ne kadar fazlaysa, işçinin ücreti o kadar düşerdi. Nüfusun fazla olması, emek arzının yüksek olmasına, dolayısıyla işverenlerin işçileri daha düşük ücrete çalıştırabilmesine imkan tanırdı.

Marx, bu düşünceleri ile, ilk bakışta Malthus'un tezini destekler gibi görünse de aslında tamamen ters bir düşünceyi benimsemişti. Marx, nüfusun artmasını istiyordu.

Marx'a göre teknolojik ilerlemeler sayesinde, artan nüfusun yiyecek ve diğer ihtiyaçları temin edilebilecekti; burada bir sorun yoktu.

Marx, nüfus artışını istemekteki gerçek amacını şöyle açıklıyordu:

Nüfus arttıkça işçiler arasında rekabet olacaktır. İşsizlik artacak, işini kaybetmek istemeyen işçiler de daha zor şartlarda daha fazla mal üretmeye zorlanacaktır. Bu durumda, işsizler ve ağır şartlarda çalışmak zorunda kalan işçiler bir sınıf bilinci oluşturacak ve işbirliği yapacaktır. Bu da kapitalizmin sonunu getirecektir.

İnsana "vay beee!" dedirten bir yaklaşım.


Gelelim günümüze ve ülkemize...

Anti Malthusçu başbakanımız nüfusumuzun artmasını istiyor. Her fırsatta "üç tane, üç te yetmez beş tane..." diyerek eğitim, sağlık, işsizlik, sosyal güvenlik, toplu ulaşım ve hatta milli birlik sorunlarını çözememiş bir topluma gaz veriyor.

Aynen Marx gibi!

Niyeti ne ola ki?

detan
20-03-2013, 17:39
İki hafta önce Türkiye'de görüşmelerde bulunan ve Anıtkabir ziyaretinde ağlaması ile dikkati çeken Ürdün Kralı Abdullah, önceki gün bir dergiye verdiği demeçte Başbakan Erdoğan'ın demokrasi anlayışı eleştirmişti.

Kral, Başbakan Erdoğan'ın "Demokrasi bir araçtır, bir otobüstür; durağa varılınca o otobüsten inilir" şeklindeki sözlerine atıfta bulunarak, Erdoğan'ın demokrasiyi bir araç olarak gören bir lider olduğunu ifade etmişti.

Ürdün Kralı, bölgede yeni ve radikal bir ittifakın doğmakta olduğunu savunarak “Mısır ve Türkiye’de gelişen bir Müslüman Kardeşler hilalini görüyorum; Arap Baharı gelişim sürecindeki yeni bir hilal ortaya çıkardı" demişti.

Kral, Başbakan Erdoğan'ı Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin "daha kafası çalışanı ve daha itidallisi" olarak niteleyerek "Mursi, Türk modelinin aksine, yani Erdoğan gibi bu işi 6-7 yılda yapacağına bir gecede yapmak istedi. Bu nedenle sağlıklı bir Müslüman Kardeşler iktidarı oluşturamadı" şeklinde ifadeler kullanmıştı.



Bugün gazetecilere bazı açıklamalar yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a bu konudaki fikri soruldu.
Cevap tek cümle: "Bu adamın, böyle söyleyeceğini Anıtkabir'deki gözyaşlarından anlamıştım...."


Kral yanlış yerde ağladı ve ağlama uzmanı durumu hemen çaktı!
Ağlamada ve ağlayanların ruh halini analiz etmede muhteremin üstüne yoktur!
Herşeyi önceden bilir!
Taaa bebekliğinde müneccim gözyaşı içmiş!


Ben de müneccim boku yemiş bir vatandaş olarak, senin kafa yapını çok güzel analiz edebildiğim için, "Bu adamın, böyle söyleyeceğini Anıtkabir'deki gözyaşlarından anlamıştım...." sözlerini her fırsatta söyleyeceğini bildiğim için partine oy vermedim ve asla vermeyeceğim.

detan
24-03-2013, 02:49
Önceki yazılarımdan birinde Malthus'un ve Karl Marx'ın nüfus artışı konusundaki düşüncelerini irdelemeye çalışmıştım.

Bu düşünürlerin yaşadığı çağlarda temel sorun, yoksulluğun önlenmesi ve artan nüfusun besin ihtiyacının karşılanmasıydı. Oysa günümüzde beslenme sorununun yanısıra, önemli ölçüde enerji ihtiyacı ortaya çıktı. Hem nüfusun çoğalması hem de teknolojik gelişmeler enerji ihtiyacını katlamalı olarak artırdı.

Malthus ve Karl Marx gibi düşünürlerin işi kolaydı; zira günümüzdeki sorunlardan daha az sayıda sorun içeren dar bir alanda kafa yoruyorlardı. O dönemin sorunları olan açlık, yosulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi evrensel sorunlar günümüzde de devam ediyor. Bunların üzerine enerji kaynaklarının bulunması, enerji üretimi ve dağıtımı da bir sorun olarak eklendi. Günümüzde enerji ihtiyacı, beslenme ihtiyacı kadar önem kazandı.

Ayrıca, nüfusun ve enerji ihtiyacının artmasına bağlı olarak, doğal hayatın korunması ve çevre kirliliği gibi, daha önce üzerinde kafa yorulmamış yeni sorunlarımız oluştu. Üstelik bu sorunların çözümü çok zor; zira kendi içinde çelişkiler içeriyor.

Konuya iktisatçılar farklı, sosyolaglar farklı, çevreciler daha farklı bakıyor.
Konuya bilimsel yaklaşanlar olduğu gibi, popülist yaklaşan sözde bilim adamları da var.

Sosyal medyada paylaşılan konular içinde "doğal hayatın korunması ve çevre kirliliği" içerikli mesajlar sanırım epeyce yaygın. Bunlar genellikle bilimsellikten uzak, daha ziyade popülist yaklaşımlar içeren mesajlar.

Bu konuyu biraz açmak istiyorum.

Sanayi tesislerinde değişik amaçlarla, evlerimizde ise genellikle ısınma amacıyla kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtları kullanıyoruz. Fosil yakıtlar yandığı zaman hava kirliliğine neden olan baca gazları çıkarır. Bu gazlarla birlikte havaya karışan kükürt dioksit, sülfürik asite dönüşür ve asit yağmuru olarak yere iner, toprakları kirletir. Araçlarımızda kullandığımız petrol türevleri de aynı sonuçları doğurur. Fosil yakıtların sakıncalarını hepimiz biliyoruz, ancak yine de kullanıyoruz.

Fosil yakıtların zararlarından bahisle kullanılmamasını, hatta yasaklanmasını isteyen 'çevreci'lere soruyorum: Kalorifersiz ya da sobasız, soğuk bir evde oturanınız; otomobil kullanmayanınız var mı?

Elektrik de yaşantımızın vazgeçilmezlerinden.

Elektrik üretiminde kullanılan yöntemler ve santral tipleri şunlar:
Fosil yakıtları yakarak ortaya çıkan ısıdan faydalanarak elektrik üreten termik santraller.
Nükleer enerji kaynaklarını kullanarak çalışan nükleer santraller.
Yüksek bir seviyede bulunan suyu daha düşük bir seviyeye akıtıp, bu sırada oluşan enerjiyi kullanarak elektrik üreten hidroelektrik santraller.
Rüzgar gücüyle çalışan elektrik santralleri.
Yeraltından çıkan sıcak su kaynaklarını kullanarak elektrik üreten jeotermal santralleri.
Güneş enerjisini kullanan santraller.

'Çevreci'ler, fosil yakıt kullanan elektrik santrallerine "hava ve çevre kirliliğine neden oluyor" diye karşı; nükleer santrallere "radyasyon yayma riski var, ayrıca artık maddelerin izole edilmesi sıkıntılı" diye karşı; hidroelektrik santrallerine "çevre dokusunu değiştiriyor" diye karşı; rüzgar ve güneş enerjisi santrallerine "görüntü kirliliğine sebep oluyor" diye karşı .....
Geriye ne kaldı? Çok sınırlı olan jeotermal kaynaklar. Belki ona da benim bilmediğim bir sakınca bulmuşlardır!

Bu 'çevreci' arkadaşlara soruyorum: Her türlü elektrik üretme yöntemine karşısınız. Bunlardan başka bir elektrik üretme yöntemi biliyor musunuz? Elektrik kullanmayanınız var mı? Ya da elektriksiz bir dünyada yaşamaya hazır mısınız?


Diyeceğim o ki, doğal yaşam ortamlarının bozulması ve çevre kirliliği çok ciddi sorunlar olmakla birlikte, "onu da istemem, bunu da istemem ama nimetlerinden faydalanmak isterim" tarzı yaklaşımların ciddiyetle alakası yoktur.

Kontrolsüz nüfüs artışı ve insanoğlunun egosu çevre sorunlarının başlıca kaynağıdır. Sorunları ortaya koyarken iyi analiz etmek ve çözümlerini de ortaya koymak lazım. Aksi taktirde trübünlere oynanmış olur ki 'çevreci' geçinenlerin yaptıkları genellikle budur.

detan
27-03-2013, 11:31
PKK, Kuzey Irak'a, Kandil'e çekilecekmiş, barış sağlanacakmış!
Yani PKK deposuna!
İçerde binbeşyüz, Kandil'de üçbinbeşyüz!
Zaten Kandil taaa Fizan'da, gidişi var dönüşü yok!

Peki senelerdir biz Kandil'i niye bombaladık?
Niye kara harekatı planları yaptık?

Orada bir dağ var uzakta,
O dağ bizim dağımızdır...

Yoksa o kadar uzakta değil mi?


Kandil Dağı,
Kandil simidi,
Kandil dibine ışık vermez,
Kandiliniz mübarek olsun!

A n l a m ı y or u m, s a ç m a l ı y o r u m!

detan
29-03-2013, 01:30
Bizim deveyi artık tanıyorsunuz; hayatın her anında, herhangi bir yerde karşınıza çıkabilir. Deve iri yarı bir hayvan ama kendini gizlemesini iyi beceriyor. Bazen kolayca görünüyor, bazen de görmek için biraz dikkat etmek gerekiyor. Bugün yine ortaya çıktı. Gizlenmek istedi fakat beceremedi; birileri görmüş.

Deve her ortaya çıktığında halka yeni bir kazık attığını bildiğim için huylandım; "Bu deve ne işler beceriyor yine?" diye bir araştırma yaptım.

Bakın deve ne işler becermiş...


Vakıflar Bankası, sermayesinin büyük bir kısmı Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan bir banka. Sermayesinin %58.7'si Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün; %16.1'i Vakıfbank çalışan ve emeklilerinin; %25.2'si halka arzedilmiş, borsada işlem görüyor.

AKP iktidarı döneminde, 2008 yılında, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'na bir madde (madde 28) ekleniyor. Bu maddede "Sermayesinin yüzde 50'sinden fazlası Vakıflar Genel Müdürlüğe veya mazbut vakıflara ait işletme ve iştiraklerin, Kurumlar Vergisi matrahının yüzde 10'u, yeterli geliri bulunmayan mazbut vakıflara ait vakıf kültür varlıklarının onarımında kullanılmak üzere Genel Müdürlüğe aktarılır" deniyor.

18 Şubat 2008 tarihinde Vakıfbank yönetimi bir açıklama yaparak Vakıfların, Vakıfbank'taki hissesinin yüzde 43 olduğunu, yasadaki %50'nin üzerinde hissedar olma şartını taşımadığı, bu yüzden de para ödenmeyeceğini bildiriyor.

Önceki gün, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'nda Torba Yasa görüşülürken 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nda bir değişiklik yapılıyor. Bu değişiklik ile, 2008 yılında konmuş olan 28. madde kanun metninden çıkarılıyor. Üstelik bu değişiklik 5 yıl öncesini de kapsayacak şekilde, 2008 yılından itibaren geçerli sayılıyor.


Deve hata yapmış! normaldir, deve bu; hata yapar!
CHP'li komisyon üyeleri bu değişikliğe itiraz ediyor. Ekonomik Konularda Genel Koordinasyondan Sorumlu Başbakan Yardımcısı Bakan Ali Babacan'a "Açıklamaların Hazine'nin resmi açıklamasıyla uyuşmadığını; bankanın mevcut hisse yapısında mazbut ve mülhak vakıfların %58,51 payla ana sermayedar durumunda olup olmadığını" soruyorlar. Ali Babacan ve Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Vakıfbank'ta mazbut ve mülhak vakıfların toplam %58,51 payla ana sermayedar durumunda olduğunu belirtiyorlar. 2008 yılında mevcut yönetim tarafından yapılan açıklamayla ilgili olarak, "bir hata olmuş" yorumunu yapıyorlar.


Çüş deve!
Babacan "Vakıfbank halka açıldıktan sonra ’bankanın şu kadar geliri Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ödenir’ gibi bir düzenleme yapılması doğru olmamıştır. 10 yılda çıkan bütün yasalar tam doğru olmuştur demek çok doğru değil. Halka açık bankaya böyle bir ödeme yaptırılmasını doğru görmüyoruz” diye bir açıklama yapıyor.

Benim bildiğim, kanunlar uygulansın diye için çıkarılır; uyulmaması suçtur. Hele ki kendi iktidarları döneminde çıkardıkları kanunu beğenmemenin, uygulamamanın gerekçesi asla olamaz.

Devenin hamudu!
Yapılan hesaplar, 2008 yılından bu yana Vakıfbank'ın, Vakıflar Genel müdürlüğü'ne 756 milyon TL. aktarması gerektiğini gösteriyor. Ancak bir devenin yaptığı bir yanlışlıktan dolayı hiç bir ödeme yapılmamış.

Diyeceksiniz ki bunda ne var? Verecek olan banka, alacak olan bankanın sahibi olan vakıf. Ama durum tam böyle değil. Bankanın %25,2 si borsada işlem görüyor, %16.1'i de Vakıfbank çalışan ve emeklilerinin kurduğu vakfın.
Vakıflar genel Müdürlüğüne intikal etmesi gereken 756 milyon TL. bankada bırakılarak bankanın karlılığı ve dolayısıyla değeri artırılmış. Bu değer artışından, Vakıfbank personeli ve halka arzdan pay alan hissedarlar haksız kazanç sağlamış oluyorlar. Üstelik halka arzın çok büyük bir kısmının yabancı yatırımcılara yapılmış olması, bu sermaye transferinden yerli halktan ziyade yabancıların faydalandığını gösteriyor.

Ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğü planlı bir gelirden mahrum bırakılarak hükumetin eline bakar hale getirilmiş.


Deve bu, düz duramaz!
Vakıfbank'ın hazineye devri ve sonrasında 2. halka arzı gündemde. Beş yıl öncesini kapsayacak şekilde yapılan bu kanun değişikliği ile banka daha cazip hale getiriliyor. Bu durumda halka arz daha yüksek fiyatlardan gerçekleşecektir ve hazineye daha çok para girecektir. Ancak bu durum mevcut kanunları hiçe saymanın bir bahanesi olamaz. Devlet ciddiyeti diye bir kavram var!


Yukardaki metinde geçen mazbut ve mülhak kelimelerinin anlamları şu şekilde:
Mazbut: Ele geçirilmiş, bir yere yazılmış, deftere geçirilmiş.
Mülhak: Bir bütüne sonradan katılmış olan, eklenmiş.

detan
17-04-2013, 23:19
24 Eylül 2012 tarihinde, bu başlık altında, Merhum Turgut Özal'ın ölümü ve ailesinin iddiaları konusunda bir şeyler karalamış, Özal ailesinin aslında gerçeklerin ortaya çıkmasını istemediğini, amaçlarının farklı olduğunu yazmıştım.

Geçen sürede bazı gelişmeler oldu. Ailenin itirazlarına rağmen, Turgut Özal'ın cesedi mezarından çıkarıldı; Adli Tıp Kurumu'na götürüldü; çeşitli incelemeler yapıldı. Yapılan açılamada Turgut Özal'ın zehirlendiğine veya başka bir şekilde öldürüldüğüne dair somut verilere ulaşılamadığı, ancak soruşturmanın devam edeceği açıklandı.

Kısa bir süre önce, Özal'ın ölümüyle ilgili olarak ‘şüpheli’ sıfatıyla, Ergenekon davası sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün ifadesi alındı.

Turgut Özal, 17 Nisan 1993'te ölmüştü. Müebbet hapis cezası gerektiren suçlarda zaman aşımı süresi 20 yıl olup, bu süre dün sona erecekti. Zaman aşımından bir gün önce emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’e suikast suçlamasıyla dava açıldı. İddianamede, Özal'ın eşi Semra Özal ile oğlu Ahmet Özal 'müşteki' olarak gösterildi.

Dün, Turgut Özal'ın ölümünün 20'inci yılı dolayısıyla Anıt Mezar'da düzenlenen törende Semra Özal "Rahmetlinin şehitliğinin tescil edilmesini istiyorum. Şehit olarak haklarının verilmesini istiyorum. Hakikaten görevi başında öldürülmüş bir görevlidir; hakiki şehittir. Şehit olarak bu mertebeye ulaşması önemli birşeydir. Bütün haklarının verilmesini istiyorum. Bütün derdim bu" dedi. Semra Özal, Levent Ersöz'ün iddianamesiyle ilgili bir soruya ise "O davayı görmedim" yanıtını verdi.



A be Semra Teyzem,
Bu millet, rahmetli eşine etnik ayrım yapmamış, kendisine ülkenin en yüksek makamlarını teslim etmiş; sağlığında oyunu, ölümünde duasını eksik etmemiş; birçok cumhurbaşkanına nasip olmayan Anıt Mezar'ı layık görmüş... Yetmez mi?

A be teyzem,
Üfürükten nedenlerle İdam edilen merhum Menderes ve arkadaşlarının yakınları hala iade-i itibar beklerken, eceli ile ölmüş olması muhtemel olan eşine 'öz hakiki şehitlik' mertebesini layık görmenin acaba başka sebepleri olabilir mi? Talep ettiğiniz "bütün haklar" kapsamında maddi tazminat da var mı?

A be teyzem,
Çok değer verdiğin insan hakkında görmen gerekeni (Levent Ersöz iddianamesi) görmüyor, bilmen gerekeni bilmiyorsun ama bütün hakları talep etmesini biliyorsun.

Oysa ben senin derdini baştan beri biliyorum: Bulanık sularda balık avlamak!
Bu aymazlık belki size yakışıyor ama rahmetlinin kemiklerinin sızladığından eminim.

detan
02-05-2013, 20:32
http://img94.imageshack.us/img94/7067/justinbx.jpg


Resimdeki çocuğu tanıyor musunuz?
"Justin Bieber" adlı, Kanada asıllı, 19 yaşında bir pop şarkıcısı. Sanatına bir sözüm yok ama kişiliğini beğenmedim; bana göre şımarık bir yeni yetme.

Niçin böyle düşündüğüme gelince...

Justin Bieber, dün konser vermek için İstanbul'a gelmiş. Özel uçağından inip, pasaport kontrolü yaptırmadan kendisini bekleyen araca binmiş. Arkasından koşturan polisler, pasaport kontrollerinin yapılması için alana dönmesini istemişler ama velet arabadan inmeyi reddetmiş. Hatta bununla yetinmeyip, sanki kendisine işkence yapılıyormuş gibi çığlıklar atarak ortalığı karıştırmış. Polis ile sanatçının korumaları arasında tartışma yaşanmış. Daha sonra pasaport polisi araca gelip Bieber'in pasaportunu almış ve pasaportla ilgili işlemleri yaptıktan sonra arabaya geri getirmiş.

Olacak iş mi?

Bizim sanatçılarımızdan birisi, örneğin Tarkan, Kanada'ya gitse, aynı hareketleri yapsa, korumaları polisle tartışsa acaba ne olurdu? Sanırım en azından sınırdışı ederlerdi. Belki bir gün nezarette tutarlar; ondan sonra ya serbest bırakırlar ya da polise direnmek ve ülkeye kaçak girmeye teşebbüsten mahkemeye sevkederlerdi.

Hani başbakanımız başta olmak üzere birçok siyasetçimiz Türkiye'nin onuruna onur kattıklarını iddia ediyorlar ya... gel de inan! Ülke onuru böyle korunuyorsa vay halimize!

Bu velet sanki karizmayı çizmek için özel olarak gelmiş!

Ben Erdoğan'ın yerinde olsam veledi otelinden aldırır, karizmayı çizme ve darbeye teşebbüsten Silivri'ye tıktırırdım.

detan
11-05-2013, 16:56
Dün, üstteki konuyla bire bir örtüşen bir gelişme oldu.

'Brüksel Kültür Günleri' çerçevesinde konuşmacı olarak davet edilen Kenan Işık, Belçika'ya girişinde sorgulandığını ve gözaltına alındığını açıkladı.

Kenan Işık, "Ben girdiğim zaman beni yarım saat nezarette tuttular dün. Yani Türk'üm, diye Müslümanım diye belki. Niye geldin? Nereye geldin? Nerede kalacaksın? diye soruyor bana. E niye geldiysem geldim sana ne? Parkta yatacağım belki. Adam sinirlendi ben böyle deyince. Mecbur muyum sana kalacağım oteli söylemeye. Belki gideceğim beğenmeyeceğim o oteli başka yerde kalacağım. Bu sadece bana yapılan bir uygulama değil. Doğu ve İslam ülkelerinden giden tüm işadamı, sanatçı ve vatandaşlara yapılan ayrımcı, faşizan bir uygulama. Yani bu antidemokratik ve faşizan bir şey biliyorum ve polisin böyle bir gücü hala var buralarda bunun hakkından gelememişler...............
Beni bir sanatçı olarak nezarete attılar, Justin Bieber polis kontrolüne bile girmedi. Niye beni nezarethaneye atıp özgüvenimi yenmeye çalışıyor Belçika polisi? Niye beni itibarsız hale getirmek istiyor? Belki de benim sahip olduklarıma sahip olamadığındandır." dedi.


Bu iki olaydaki görevlilerin davranışları eski ama halen dilimizde kullanılmakta olan 'İfrat ve tefrit' sözcüklerine sanırım güzel bir örnek olur.

İlk örnekteki özne kuralları hiçe sayıyor; elini kolunu sallayarak gümrükten geçiyor ve bu hareketi yaptırımsız kalıyor (tefrit). İkinci örnekte ise polis çifte standart uygulayarak gereğinden fazla soru soruyor; alışık olmadığı bir tepki ile karşılaşınca sinirleniyor; kendince bir ceza veriyor (ifrat).

Sanırım en doğrusu bu ikisinin ortası; gerekeni gereği kadar yapmak; ne eksik ne fazla.

Kenan Işık'ı dik duruşundan dolayı kutluyorum.

detan
28-05-2013, 18:38
BBC'nin haberine göre, Türkiye, OECD tarafından hazırlanan 'mutluluk endeksinde' en son sırada yer almış.

Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) endeksinde, gelir düzeyi, sağlık, güvenlik ve iskân gibi alanlarda, 30'dan fazla ülkenin durumu karşılaştırılıyormuş.

Avustralya, İsveç, Kanada, Norveç ve İsviçre bu yıl ilk beşe girmiş. Avustralya, son üç yıldır en mutlu ülkelerin başında geliyormuş.....




Yahu bu endeksi hazırlayanların dünyadan haberleri yok!

Türkiye'nin son on yılda milli gelirini ikibuçuğa katladığını, IMF'e borcunun bittiğini falan unutup bizi son sıraya yerleştirmişler.

OECD çalışanları kafadan uydurmuşlar!

Ayrıca bizim başbakanı hiç tanımadıkları da belli oluyor. Tanısalar bu gıcıklığı yapamazlardı! Erdoğan bugün yarın bir destur çeker, onlara günlerini gösterir!

Master
29-05-2013, 22:20
http://www.turktime.com/galeri/kopru/185868/137806/

1995'te "3. Köprü cinayettir" diyen Erdoğan bugün Yavuz Sultan Selim dedi.

detan
30-05-2013, 09:49
Klasik politikacı duruşu:

Dün dündür, bugün bugündür!
Yarın ne söyleyeceğimi ise, iktidarda ya da muhalefette olmam belirleyecektir.

detan
03-06-2013, 22:37
Arkadaşlar, bir süredir forumda 'Güncel siyasete ironik yaklaşımlar' başlığı altında kendimce bir şeyler karalıyorum.

Son günlerde yaşanan olaylar üzerine yazılabilecek çok şey var ama bu olaylara ironik bir yaklaşımda bulunamadığım için içimden yazmak gelmiyor.

Konu başlığını 'Güncel siyaset üzerine trajikomik yaklaşımlar' olarak değiştirsem yazma isteğim geri gelir mi acaba!

detan
06-06-2013, 23:05
Başbakan Erdoğan'ın koyunlarla arası çok iyidir; sanırım en çok sevdiği hayvan koyun. Parti gurubunda yaptığı konuşmalarda, gazetecilere verdiği demeçlerde, katıldığı televizyon programlarında ve seçim konuşmalarında, sık sık, içinde 'koyun' kelimesi geçen cümleler kurar.

"Hayatlarında affedersiniz iki koyun gütmemiş olanlar bunları bilmez", "Yumuşak başlıyım ama uysal koyun değilim", "Dün, lakabı çoban olanlar bugün İşçi Partisi'nin koyunu oldular", "3 tane 5 tane koyun gütmemiş adamdan siyasetçi olmaz" ... gibi.

Hatta hızını alamayıp Mehmet Akif Ersoy'un 'Uysal Koyun' şiirini okuduğu da olmuştur.

Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım…
-Boğamazsın ki !
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…
İrticânın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?



Mehmet Akif'in şiirindeki koyun, tanrının bir lütfu olarak yaratılmış tek koyun olmalı, o da kendisi!

Zulme ve haksızlığa uğrayan o; ecdadına saldırılan o;
Duyarlı olan o; istiklaline aşık olan o; gurur abidesi o;
Sadece o, hep o...

Başka koyunların incinmeye, onurlu olmaya, haklarını aramaya hakkı yok!
Üç buçuk soysuzun ardından gitmek zorundalar!


Erdoğan koyun gütmeyi sever.
Hem partisindeki koyunları hem de ülkesindeki koyunları...
Koyunları da sever, uysal olmaları şartıyla!

detan
10-06-2013, 17:14
Ampul'ün ölümcül cazibesi


http://img163.imageshack.us/img163/1095/pervaneninsonu.png




(Çizim bana aittir. Resim ve karikatür çizme yeteneğim yok ama çok şükür bilgisayar kullanabiliyorum!)

detan
11-06-2013, 15:56
1950 li yıllara damgasını vuran, günümüzde dahi sözü edilen, meşhur bir Marshall planı vardır.

Nedir bu Marshall Planı?

Marshall Planı, II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında ABD Dışişleri Bakanı George Marshall tarafından önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir.

1. Dünya savaşının yaralarını tam olarak saramadan 2. dünya savaşına katılan Avrupa ülkelerinin ekonomileri iyice çökmüştü. Sovyetler Birliği, bu durumu fırsat bilerek etki alanını genişletmek istiyordu. Marshal Planı'nın asıl amacı Sovyetler Birliği'nin önünü kesmek, etki alanını daraltmaktı. Dolayısıyla ABD'nin vizyonu ve çıkarları korunmuş olacaktı.

George Marshall, "Dünyanın ekonomik sağlığının geri kazandırılması için her şeyi yapmalıyız; çünkü ekonomik sağlık olmaksızın siyasi istikrar ve barıştan söz edilemez." diye düşünüyordu.

ABD, aralarında Türkiye ve Yunanistan'ın da olduğu 16 Avrupa ülkesine, para, erzak ve makina yardımı yaptı. 2. dünya savaşına fiilen katılmamış olan Türkiye de Sovyetler birliğinin etkisi altındaki bölgede olduğu için bu 'yardımdan' faydalandırılmıştı. Türkiye'nin payı diğerlerine göre oldukça küçük bir pay olmuştur. Bu küçük pay bile ABD ile ilişkilerin gelişmesine ve bağların kuvvetlenmesine yetmiştir.

Özelde Marshall Planı ve genelde Türkiye - ABD ilişkileri, üzerinde çok konuşulan ve farklı kesimlerin farklı yorumlar yapabildiği konular olup burada birkaç satırda özetlemek olanaklı değil; zaten yazının amacı da bu değil.

Gelelim günümüze ve yazımızın amacına....

Biliyorsunuz eskiden beri, Türkiye için Küçük Amerika benzetmeleri yapılır. AKP iktidarında bu heves yine hortlamış gibi görünüyor. Başkanlık sistemine geçiş arzuları, eyalet sisteminin kurulmak istenmesi, ABD'den destekli dış politikalar vs. bu hevesin dışardan görünen belirtileri.

AKP iktidarı, öncekilerden farklı olarak, Küçük Amerika olmak arzusunun yanı sıra, Küçük Osmanlı İmparatorluğu'nun temellerini de atmak istiyor. Çoğunlukla Ortadoğu ve Afrika'da yer alan, halkı müslüman olan birçok ülkeye politik ve maddi destekler sağlanıyor. Bu desteklerin bir kısmı doğrudan yapılırken bir kısmı da bazı vakıflar ve dernekler üzerinden yapılıyor. Küçük Amerika olmaya çalışırken, Küçük Osmanlı'nın temeli atılırken küçük çaplı bir Marshall Planı uygulanıyor. Bu planın adı BOP mudur? Ya da BOP'tan ayrı olarak yapılmış bir plan mıdır? Biz bunu tam olarak bilmiyoruz; belki konmuş bir adı bile yok; ancak amaç belli.

Bu plan dahilinde 200.000 * Suriyeli sığınmacıya bakıyoruz; ayrıca Suriyede dahilinde kalan Suriyelilere, Filistin'e, Somali'ye ve hatta Mısır'a yardım yapıyoruz.

Son olarak dün bir haber geçti: Başbakan Erdoğan’ın Mısır gezisi sırasında Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye söz verdiği 150 adet çöp toplama kamyonu Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar tarafından teslim edildi. Bakan, "Mısırlı kardeşlerimize Türkiye olarak hem şoförlerin eğitimi konusunda destek olacağız hem de teslim ettiğimiz araçların bakımını yapacağız.....” dedi.

Hem hibe et, hem de bakımını üstlen. Ohh ne ala!

Küçük Amerika olmak o kadar kolay değil. Daha kırk fırın ekmek yemek lazım.

ABD'nin askeri ve teknolojik gücü bir yana, sıkışınca matbaaları çalıştırıp Dolar basıyor; bütün dünya bunu bir değişim aracı olarak kabul ediyor. Türk Lirasının böyle bir gücü yok.
ABD, neredeyse sınırsız borçlanabiliyor, biz bıçak sırtında yürüyoruz.
ABD'nin iki tane kara komşusu var, ikisi de sorunsuz. Bizim sekiz komşumuz var, hemen hemen hepsi sorunlu.
ABD, Birleşmiş Milletler'in, Nato'nun, IMF'in vs. başrol oyuncusu, biz figüran rolündeyiz.
ABD yönetimi (veya senatosu) razı olmazsa paranla bile savaş uçağı, helikopter, roket, hatta iş makinası bile alamazsın.
ABD, emperyalist bir yapıdadır. Silahı hibe eder; cephanesini ve yakıtını satar, mecburen alırsın. Kredi verir, şartlıdır. Bir verir, iki alır... Bizim genlerimizde bu anlamda bir emperyalist düşünce yoktur.


AKP iktidarı, kendine özgü bir Marshall Planı ile 'cihad' yapmaya çalışırken, Türkiye'nin kıt kaynaklarını heba etmekte ve geleceğini riske sokmaktadır. Harcanan paralar ve atılan adımlar, insani yardım ölçülerinin çok üzerindedir. Erdoğan kabul etmese de veriler dış borçların hızla arttığını göstermektedir.

Türkiye'nin ekonomisinin güçlü olduğunu iddia eden, bölgesel abi rolüne soyunan, kendine özgü cihad planları ile sağa sola para saçan Erdoğan, son günlerde yaptığı konuşmalarda üç çapulcunun eylemleri yüzünden ekonominin tehlikeye girdiğinden bahsetmektedir.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!

Ya ekonomi iddia edildiği kadar güçlü değil ya da eylemciler üç tane çapulcu değil!


* Kaynak: Başbakan Yardımcısı Atalay, 11 haziran 2013 itibarı ile Türkiye'de kamplarda, çadır kentlerde ve konteynerlerde kalan Suriyeli sığınmacıların sayısını 198 bin 818 olarak açıkladı.

detan
13-06-2013, 00:33
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Gezi Parkı heyeti ile yaptığı görüşmede, "Gezi Parkı'na yönelik projenin İstanbul halkına sorulabileceği, konuya ilişkin olarak İstanbul'da referandum yapılabileceği" teklifini sunduğunu bildirdi.

Haberin duyulması üzerine televizyon kanallarında bir tartışma başladı: Referandum ilçe bazında mı olmalı, yoksa tüm İstanbul mu katılmalı?

Zaten gerçek amacından uzaklaştırılarak dört ağaç ve kaldırım taşına indirgenen eylemi iyice sulandırmak için ortaya yeni bir yem atıldı; basın da bu yemi yutmuşa benziyor; en azından şimdilik.

Kimse sormuyor, "4+4+4 eğitim sistemine geçerken, kürtajı yasaklarken, sezeryanla doğumu kısıtlarken, içki satışını sınırlarken, Çamlıca'ya cami yaparken, yeni köprüye isim koyarken ..... niçin referanduma gitmediniz? " diye.


Bu eleştirim iktidara: Madem gerekirse referandum yapılacağını biliyordunuz, toplumun çok daha büyük kesimini ilgilendiren kararlarda aklınız neredeydi?

Bu eleştirim de basına: Olayların özüne inmek yerine detaylarıyla uğraşmak size bir şey kazandırmaz. Çapsız gazetecilerle bu iş yürümez. Daha zeki ve daha cesaretli yorumculara ihtiyacınız var.

Referandumunuzu sevsinler.

detan
13-06-2013, 00:47
Görüşmeye katılamayan bazı gruplar da Başbakan Erdoğan ile görüşmeye gidenlerin temsil yeteneğinin olmadığını ileri sürüyor.

Onlara da acıyorum.

Siz kimi temsil ediyorsunuz?
Size beni, bizi, bu şehri temsil etme yetkisini kim verdi?

Ağzı olan konuşuyor!

detan
14-06-2013, 21:14
Başbakan Erdoğan, salı günkü grup toplantısında, 'çapulcuların' camide içki içtiği iddiasını tekrarlayarak görüntülerin ellerinde olduğunu ve Cuma günü yayımlayacaklarını açıklamıştı.

"Ben de niçin şimdi değil, niçin cuma günü bekleniyor? Montaj mı yapılacak?" diye sormuştum.

Bugün cuma, saat 22.00 oldu, görüntüler hala yayımlanmadı.
Niçin?

Yatsı namazının vakti geliyor...
Birazdan mumlar sönecek!

detan
17-06-2013, 21:33
Abdullah Öcalan’ın isteğiyle Diyarbakır’da düzenlenen, Kürtler tarafından ulusal marş olarak kabul edilen "Ey Rakip"'in okunması ve Kürt direnişinde kaybedilenlerin anısına saygı duruşu ile başlayan, açılış konuşmasını Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in Kürtçe olarak yaptığı ve iki gündür devam eden “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” sona erdi.


Konferanstan çıkan kararların özeti:

1- Kürt kalkı, hükümetin hala kullanmakta olduğu dil ve üsluptan; yeni karakol yapımları, koruculuğa yeni kadroların açılması ve askeri hareketlilik gibi uygulamalardan kaygı duymaktadır. Kamuoyunda güven yitimine ve samimiyetin sorgulanmasına yol açan bu uygulamalar derhal sonlandırılmalıdır.

2-Abdullah Öcalan özgürlüğüne kavuşmalıdır.

3- Kürtler, özerklik - federasyon - bağımsızlık gibi siyasal talepleri belirleme hakkına sahiptir. Kürtler, kendi kaderini tayin hakkının sadece Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması ortak ilkesinde birleşmiştir.

4-Konferansımız Kürdistanın bir statüsü olmadan Kürt sorununun nihai olarak çözülemeyeceğini karar altına almıştır.

5- Anadilde eğitim ve Kürtçenin resmi dil olarak kabulü, anayasal güvence altına alınmalıdır

6- Pozitif ayrımcılık ilkesi temelinde, Kamu kaynaklarının Kürdistana aktarılması gerekir.

7- Başta hasta ve çocuk tutsaklar olmak üzere cezaevlerindeki tüm siyasi tutsakların serbest bırakılması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

8- Faili meçhullerin aydınlatılması ve toplu mezarların ortaya çıkarılması için devlet sorumluluklarını yerine getirmelidir.

9- Ulusal Konferansın toplanması yaşamsal önemde olup, Kuzey Kürdistan Konferansı olarak bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğimizi beyan ederiz. Irak Cumhurbaşkanı Sn Celal Talabani, Kürdistan Federe Bölgesi Başkanı Sn Mesut Barzani, KCK Başkanlık Konseyi ve tüm diğer Kürdistani güçlerini, Ulusal Konferans’ın bir an önce toplanması için girişimde bulunmaya çağırıyoruz.

11. Konferansımız BM, İKÖ, AB ve dünya halklarını, Kürdistan halkının adalet, özgürlük, eşitlik için verdiği mücadelesine karşı sorumlu davranmaya davet eder.

12- Konferansımız tüm uluslararası örgüt ve devletlerden PKK’nin terör listesinden çıkarılmasını talep eder.

detan
17-06-2013, 21:42
Üstte toparlamaya çalıştığım sonuç bildirgesini okuduğumda şunu anlıyorum:

Biz eninde sonunda ya özerk bir eyalet ya da bağımsız bir devlet olacağız. Bu emelimiz gerçekleşinceye kadar, Türkler'in ödedikleri vergileri bizim için harcayın; bizi bir an önce kalkındırın; böylece sancılı süreci de kısaltmış olursunuz.



Bu kadar şeyi bir arada isteyene sorulacak soru belli: ANANIZ GÜZEL Mİ?

detan
17-06-2013, 22:06
Çok uzun yazıların fazla okunmadığını bildiğimden Kürt Konferansı'nın tüm detaylarını buraya aktarmadım. Konferansa ait ayrıntıları, katılanların konuşmalarını ve demeçlerini internette bulabilirsiniz.

Kürt Konferansında, başta konferansın adı olmak üzere suç unsuru olabilecek onlarca unsur var. Bölücülük, tahrik, hakaret ...

Ancak, ne Erdoğan'dan ne de bakanlarından hiç ses çıkmıyor. Hükumetin çok işi var; çapulcularla uğraşmaktan çetelere sıra gelmiyor!

Erdoğan için Taksim'i kurtarmak, ülkeyi kurtarmaktan çok daha önemli.

detan
20-06-2013, 12:58
"Dürüst olacaksınız, hakkı savunacaksınız. Onun için sizler, duruşunuzla, Avrupa'da, diğer yerlerde bunu ortaya koymak durumundasınız. Omurgalı olmaya mecbursunuz; omurgalı olmaya mecburuz; omurgalı olmayandan bir şey olmaz. Uysal koyun olmayacaksınız; zulmü alkışlamayacaksınız; zalimin yanında olmayacaksınız. Mazlumun yanında olacaksınız ama hakkı tutup kaldıracaksınız. Dışarıda bu yapılan çalışmalara karşı bu süreçte bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız."


Cımbızlanmamış, olduğu gibi alınmış bu sözlerin kime ait olduğunu, cümle içinde geçen 'uysal koyun' tanımlamasından kolayca tahmin edebilirsiniz. Malum, sayın başbakanımız bu tanımlamayı çok sık kullanır.


3 gün önce, yurt dışındaki Türklerin bir organizasyonunda konuşan Erdoğan, son olaylar nedeniyle iktidarı eleştiren yabancı ülkelere yüklenerek, yurt dışında yerleşik vatandaşlarımıza, dürüstlüğün ve omurgalı olmanın erdemini, zalime karşı birlik olmanın gerekliliğini anlatıyor. Uzun olduğu için tamamını buraya aktarmadığım konuşmasının sonlarına doğru, bu insanları yaşadıkları ülkelerde eylem yapmaya davet ediyor.

Sayın başbakan, bu nasıl bir adalet anlayışı? Bu nasıl bir demokrasi anlayışı? Bu nasıl bir kibir? Bu nasıl bir egoizm?

Çok doğal olarak benimsenmesi gereken 'dürüstlük, onurlu olmak, yardımlaşmak, dik durmak' gibi meziyetleri ön plana çıkaracaksın; gerektiğinde haksızlığa karşı gelmeyi önereceksin ama bunları senden olmayanlar yaptığı zaman onları düşman bileceksin; olmaz böyle sayın başbakan.

Atatürk, "İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler..." derken boşuna konuşmamış.

Başbakan, uygulamalarını eleştiren Avrupa parlamentosu için "Böyle bir AP'yi ben tanımıyorum" diyor ya; biz de gaflet içinde olan 'Böyle bir başbakanı' tanımıyoruz.

detan
22-06-2013, 14:43
Bazı argo deyimler vardır, içinde bulunulan durumu ifade etmemize çok yardımcı olurlar. Bu deyimleri sık sık kullanmak istemesek de bazen kullanmamız gerekir. 'Salağa yatmak' da bunlardan biridir.

'Salağa yatmak', anlama yeteneği yeterince gelişmiş insanların, bazı gerçekleri anlamış olmasına rağmen, anlamış olmanın getireceği dezavantajı görüp anlamamış gibi davranması durumunu anlatan iki kelimelik bir deyimdir.

'Salağa yatmak' deyimine bir örnek vermek gerekirse, iktidar partisinin vitrindeki önderlerinin durumunu gösterebiliriz. Halkın önemli bir kesiminin destek verdiği son eylemlerde verilen mesajları anlamamış görünmekte ısrar ediyorlar. Hala son seçimde aldıkları oy oranından, halkın iradesinden, ekonomik başarılarından bahsederek hesaplaşmanın yine seçim sandığında olacağını ifade ediyorlar.

Bu iş o kadar basit değil!

İtikadımızı dışarıya yansıtmayı din tüccarları kadar beceremesek de Allah'a inancımız ve sevgimiz tamdır. Bu dünyada bazı kusurlarımız olabilir; ancak bu durum imansız olduğumuz anlamına gelmez. İmanın şartlarına ve büyük hesaplaşmanın olacağı ahirete de inanırız.

Ahirete inanan insanların en çok korktuğu 'kul hakkı' kavramını da çok iyi özümsemişizdir. Ahiret günü bütün günahlar affedilebilir; kul hakkı ise özel şartlara tabidir. Allah, "Ne haliniz varsa görün, sonra bana gelin" demiyor; "Bana kul hakkı ile gelmeyin" diyor.

Seçim gününü, bir anlamda ahiret gününe benzetebiliriz; hesaplaşma orada olacak.

Ancak arada bir fark var:

Seçim sandığından AKP'yi yine iktidar yapacak oranda oy çıksa da çıkmasa da, olan hakkı yenmiş, hor görülmüş vatandaşa olacak; yapan yaptığı ile kalacak. Hakkı yenen insanların (tövbe haşa) Allah gibi bir yaptırım gücü yok. Haklarını günlük yaşam içinde kullanmak ve korumak için mücadele etmek durumundalar.

İşte bu nedenle, ahiret kesin hesaplaşma yeridir ama sandık kesin hesaplaşma yeri değildir.

Salağa yatanlara duyurulur.

detan
26-06-2013, 22:21
Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı olayları sırasında direnişçilerin sığındığı Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi'nde içki içildiğini iddia etmiş, caminin müezzini Fuat Hoca ise bu iddiayı boşa çıkaran açıklamalar yapmıştı.

Bunun üzerine, 10 Haziran 2013 tarihinde, İstanbul Müftülüğü, Valide Sultan Camii’nde yaşananlarla ilgili inceleme başlatmış, müezzin sorgulanmış ama camide içki içildiğini bir türlü 'itiraf' etmemişti. Sorgulamanın ardından da izne çıkmaya ikna edilmişti.

Başbakan Erdoğan, 11 Haziran 2012 tarihinde, parti grubunda, ellerinde olayın görüntüleri olduğunu ve bu görüntüleri (her ne hikmetse aynı gün değil!) 3 gün sonra, cuma günü açıklayacağını ilan etmişti.

Koskoca başbakan yalan söyleyecek değil ya! Var diyorsa vardır!

Ancak, işe hurafeler mi karıştı; şeytan mı aldı götürdü; ne olduysa oldu, görüntüler yok oldu. O görüntüler ne cuma günü ne de sonraki günlerde bir türlü yayımlanamadı.

Başbakan, "Ellerinde içki şişeleri vardı" söylemini "Camiye içkili olarak girdiler" şeklinde değiştirmek zorunda kaldı. Oysa müezzin efendi "Ben gördüm, içiyorlardı." dese ne güzel olacaktı.

Başbakan bunu hala hazmedememiş olsa gerek ki Müezzin Fuat Yıldırım, bugün, Terörle Mücadele Şubesi'nde 'tanık olarak' 6 saat süreyle sorgulandı.

Sorgulamanın ardından yaptığı açıklamada, bir din adamı olduğunu ve bu nedenle yalan söyleyemeyeceğini belirterek yine “Ben cami içerisinde içki içen ya da elinde içki şişesi olan birini görmedim. Görmediğim şeyi söylemem. Belki de içen olmuştur. Onu da bilemem. Ben sadece cami dışında, camın önünde bira şişesine benzer bir şişe gördüm. Ama içeride görmedim” dedi.

Adam inatçı, Nuh diyor peygamber demiyor. Erdoğan da inatçı...
Bugün 'tanık' olarak ifadesi alınan müezzinin yarın Ergenekon sanığı olarak ifadesi alınırsa şaşırmamak lazım.

detan
30-06-2013, 15:01
Daha geniş kitlelere ulaşabilmek için Facebook'ta da yazıyorum. Paylaşımlarınızı bekler, ilginizi rica ederim.

https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924

detan
30-06-2013, 16:13
BDP Lice İlçe Başkanlığı, Kayacık Jandarma Karakolu'na ek binalar yapılmasını protesto etmek amacıyla yürüyüş düzenliyor. Zaten Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile sorunları olduğuna şartlandırılmış olan topluluk kontrolden çıkıyor; karakola saldırıyor. Sonuç, bir ölü, altı yaralı.

Olaydan sonra açıklama yapan BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Ek bina inşaatı değil, yeni karakol binası yapılıyor" diyor. Hızını alamıyor, "..... Savaş bitiyor, bitmeli. 134 yeni karakol ve kalekol inşaatına hız verilmesinin mantığı olabilir mi? 134 karakola bu ülkenin, bu milletin parasını niye yatırıyor. Demek ki barışa inanç yok, kaygı var." diye devam ediyor.

AKP'nin sözcü bakanı Hüseyin Çelik cevap veriyor: "Diyarbakır'da yeni karakol inşaatını yoktur, eski karakollarda yenileme çalışmaları yapılmaktadır."

Yahu bu ne hassasiyet, be ne korkaklık!
"Evet, yeni karakol yapıyoruz" de; niye eğilip bükülüyorsun!

Yol, havaalanı, köprü, okul, hastane yapan devlet, gerekiyorsa karakol da yapar hapishane de yapar.

Halkının diliyle, bayrağıyla, ülkesiyle çok daha barışık olduğu Çorum'a, Giresun'a, Antalya'ya, Manisa'ya, Samsun'a, Edirne'ye niçin yapıyorsa Diyarbakır'a, Şırnak'a, Van'a da aynı nedenlerle yapar. Bu bölgeye karakol yapmak için PKK dan izin mi alınacak!

Başbakan'ın "Omurgalı olacağız, dik duracağız... " demiyor mu?
Burası Türkiye Cumhuriyeti, sen de bu devletin bir bakanı değil misin!

Yoksa ikili mi oynuyorsunuz? İstanbul Taksim'e, İzmir Gündoğdu'ya, Ankara Kuğulu Park'a dik; Şırnak'a, Diyarbakır'a eğik!

Korkarım, karakola saldırırken ölen gencin ailesine de kan parası ödersiniz. Daha önce de örneklerini gördük, yapmadığınız bir şey değil!

detan
02-07-2013, 10:23
İçişleri Bakanı Muammer Güler de omurgası eğrilerden; o da aynı telden çalıyor. Sanki bir kabahat işlemiş de kendini affettirmek ister gibi "Yeni karakol yapılması söz konusu değildir. Tam tersine Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da toplam 68 karakol kapanmıştır." diyor.

Helal olsun size!
Hepsini kapatın; bölgeyi PKK'ya teslim edin; bitsin bu iş!

detan
03-07-2013, 15:15
Geçen sene Başbakan Erdoğan'ın "Dershanecilik olayını kaldıracağız. Bundan kim gücenirse gücensin. Kusura bakmasınlar. Bu benim halkımın, vatandaşımın ortak talebidir. Haklı olarak 'okullar niye var?' diye soruyor. Okul varsa dershane niye var? Biz iktidara geldiğimizde üniversite imtihanlarının soruları ortaöğretim müfredatına göre hazırlanmıyordu, dershanelerin müfredatına göre hazırlanıyordu. Bunu bizim iktidarımız değiştirdi. Bu ülkede öyle bir emperyal yapı vardı ki, tamamen dershanecilere çalışıyorlardı. Benim parası olmayan, gücü olmayan vatandaşım dershaneye yavrusunu gönderemiyordu" sözleri üzerine gündeme gelen dershanelerin kapanması konusu yine hortladı.

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, bugün yaptığı açıklamada "SBS kaldırılacak, dershaneler kapatılacak, çalışmalar devam ediyor." dedi.

Bu konu üzerinde daha önce yazdığım bir yazı vardı. Arşivden çıkarma zamanı geldi.
Küçük ilaveler ile tekrar yayımlıyorum:

Başbakan özünde haklı olabilir ama düşüncesi tutarsız. İnsanlar laf olsun diye dershanelere para akıtmıyor.

İyi eğitim veren az sayıdaki ortaöğretim kurumuna girebilmek için çocukluğunu yaşayamayan milyonlarca çocuk varken;
Sınırlı sayıdaki 'üniversite gibi üniversiteye' girebilmek hayaliyle yanıp tutuşan yüzbinlerce genç varken;
Devlet kapısında bir iş edinebilmek için KPSS açılmasını bekleyen, umutlarını ve geleceğini bu sınavda alacağı dereceye bağlayan yüzbinlerce işsiz varken;

Dershaneleri kapatmak ne işe yarar?

"Özel ders" diye bir sistem var. Üstelik dershanelerden çok daha pahalıya gelen bir sistem. Bu yarışlara hazırlanmanın maliyeti sadece dershanelerle ödenen paralarla sınırlı değil; dershaneleri kapatabilirsiniz ama özel derslere engel olabilir misiniz?

Sınavlarda bir adım öne geçebilmek umuduyla dershanelere giden çocuklar, gençler, işsizler, dershaneler kapanınca özel derslere daha fazla yönelecek. Çocuğunu hem dershaneye gönderip hem de özel ders aldıranlardan durumu uygun olanlar daha fazla özel ders aldıracak. Orta halli bir vatandaş çocuğunu dershaneye gönderebiliyor ama özel ders aldırmaya gücü yetecek mi?

Ayrıca, dershaneleri kapatılması halinde, özel ders veren öğretmenlere talep artacak. Talep artınca ders ücretleri de artacak. Sonuçta eğitimde ve iş bulmada fırsat eşitliği sağlanamayacak, aksine eşitsizlik daha da artacak.

Erdoğan "Benim halkımın talebidir bu" diyor.
'Senin halkın' ya başka topraklarda yaşıyor ya da gerçekleri göremeyecek kadar kör.
Benim tanıdığım halk ise sözde değil özde adalet ve eşitlik istiyor.
Demagojiye karnı tok!

detan
05-07-2013, 00:37
Bir araştırmacı gazetecilik denemesi!

Pek çok ülkenin kendi savunma sistemlerini üretebilecek teknolojik altyapıya sahip olma hayali vardır. Ülkemizde de bu amaç doğrultusunda, 15 Şubat 2000 tarihinde, Savunma Sanayi İcra Komitesi kararıyla, yerli olanaklarla savaş gemisi yapma projesi olan MİLGEM resmen başlatılıyor.

2004 yılında, Milli Savunma Bakanlığına bağlı İstanbul Tersanesi'nde, yerli savaş gemisinin tasarım ve proje çalışmalarına; 2007 yılında da ilk geminin inşasına başlanıyor. MİLGEM Projesi dahilinde, MSB İstanbul Tersanesi'nde iki geminin yapımı tamamlanıyor.

Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayar, 2012 yılının sonlarına doğru bir açıklama yaparak MİLGEM Projesi'nin tamamen özel sektöre devredileceğini belirtiyor.

Bu açıklamadan kısa bir süre sonra, 2013 yılının Ocak ayında, başkanlığını Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yaptığı Savunma Sanayi İcra Komitesi (SSİK), ihaleye Türkiye'nin en büyük tersanelerinden RMK Marine ve Dearsan'ın katıldığını; ihalenin bir Koç Holding iştiraki olan RMK Marine'e 1.5 milyar Euro bedel ile verildiğini açıklıyor.

İhale, Savunma Sanayi İcra Komitesi (SSİK) üyeleri olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın imzaları ile kesinleşiyor.

Savunma Sanayi Müsteşarlığı'nın kontrolünde yürütülen Milli Savaş Gemisi (MİLGEM) ihalesinde, İhale sürecinin ayrıntılarını pek bilemiyoruz. Ancak projenin tamamen özel sektöre devredileceğinin açıklandığı gün ile ihalenin sonucunun açıklandığı gün arasındaki sürenin çok kısa olması dikkat çekici. Kapsamı sıradan olmayan, bu büyüklükteki bir ihale, ön hazırlık yapılmadan bu kadar kısa bir sürede tamamlanamaz. Araştırdığımızda projenin özel sektöre devredilme sürecinin 2011 yılında başladığını öğreniyoruz.

Bugün basında yer alan haberlere göre, ihaleye davet edilmeyen taraflardan birinin şikayeti üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu ihaleyi incelemeye almış. Başbakanlık Teftiş Kurulu, ihalenin rekabet koşullarına göre yapılmadığına karar verirse ihale iptal edilebilecek.

Yaptığım araştırmalarda, şikayeti Sedef Gemi İnşaat A.Ş.'nin yaptığına dair bazı bilgilere ulaştım. Sedef Gemi A.Ş., Kalkavan Ailesi'nin sahibi olduğu Turkon Holding bünyesinde yer alıyor.

Bu holdingin CEO'su Metin Kalkavan, aynı zamanda İstanbul Deniz Ticaret Odası Başkanı. 11 Mayıs 2013 tarihinde yapılan seçimde yeniden başkanlığa seçiliyor. Seçimden sonra yaptığı açıklamada, Başbakan Erdoğan’ın seçimden önce kendisine bir telgraf yolladığını ifade ederek “Mesajı çok anlamlıydı; kendisine ve bakanlarımıza tekrar teşekkür ediyorum." diyor.
Başbakan, seçimden sonra tebrik telgrafı yollasa anlardım ama, seçimden önce göndermiş olması ilginç değil mi? Mesajın içeriği neydi acaba?

Şimdi yine ihale konusuna dönelim.

Olayın taraflarından biri, ihalenin iptalini isteyen Sedef Gemi A.Ş...
Sedef Gemi A.Ş. Kalkavanların...
Kalkavanlar, sektörün en önde gelen isimlerinden...
İhaleden haberimiz yoktu diyemezler...
Metin Kalkavan İstanbul Deniz Ticaret Odası Başkanı...
AKP'ye ve başbakana yakın bir isim...
Diyelim ki bir sancıları vardı; ihalenin iptalini talep etmeleri için 6 ay beklemelerinin sebebi ne olabilir?
İhale yapılalı 6 ay olmuş!


Olayın taraflarından ikincisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Başbakanlık Teftiş Kurulu, doğrudan başbakana bağlı.
Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun görev tanımında "Başbakanlık müfettişleri görevlerini başbakanın emri ve onayı üzerine başbakan adına ifa eder" diyor.
İhaleye son onayı veren Savunma Sanayi İcra Komitesi'nin başkanı kim?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan!
Soruşturma emrini veren kim?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan!
Komik değil mi?

Olayın taraflarından üçüncüsü, 'RMK Marine' adlı şirketi ile ihaleyi kazanan Koç Holding...
Gezi Parkı olayları sırasında eylemcilere kapılarını açan, Başbakan Erdoğan'ın 'yatakçılıkla' suçladığı Divan Oteli'nin sahibi...
“Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı atan öğrencilerin okuduğu Koç Üniversitesi'nin kurucusu...
Bu öğrencilere alkışlayarak destek veren Rahmi Koç'un şirketi...
5.7 milyar dolara kazandığı köprü ve otoyolların özelleştirme ihalesi, Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla iptal edilen holding...
Tesadüfler zinciri!

Olayın taraflarından dördüncüsü, İhaleyi araştıracak olan Başbakanlık Teftiş Kurulu...
Teftiş Kurulu, ihalenin yasal olduğu kanısına varırsa Başbakan Erdoğan'ın hedefindeki Koç Holding ödüllendirilmiş olacak...
İhalede usulsüzlük olduğu kanısına varır ve ihaleyi iptal ederse Erdoğan'ın prestiji sarsılacak...
Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık!


Benim tanıdığım Erdoğan, attığı adımları ölçerek atar. Bu adımlar, çoğu zaman irdeleme kapasitesi olan zihinlere çok uymasa da potansiyel oy depolarının egolarını okşayacak adımlar olur.
Dershanelerin kapatılması örneğinde olduğu gibi.*

MİLGEM soruşturmasından Erdoğan'ın karlı çıkma olasılığı yok gibi görünüyor. Bence bu işte başka bir iş var.

Aylar sonra ihalenin iptalini isteyen Sedef Gemi A.Ş'nin sahibi olan Kalkavan Ailesi'nin Fethullah Hoca'ya da yakın olduğu söylenir. Aklıma gelen soru şu: Hoca, bu ilişkiyi kullanarak, ince bir strateji ile Erdoğan'a bir ders vermek istiyor olabilir mi?

*Lütfen konuyla ilgili yazımı okuyunuz.

detan
09-07-2013, 00:41
Torba yasa mı çorba yasa mı?

Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşmeleri devam eden 'Torba Yasa'nın içinde neler yok ki! Torba Yasa tasarısı, 17 Kanun Hükmünde Kararname ve 49 kanunda değişiklik içeriyor. Torba yasa mı, çorba yasa mı belli değil!

İçinde neler yok ki?

Burada hepsini sıralayıp yazının içine etmek yerine, dikkatimi çeken iki üç nokta üzerinde yoğunlaşmak istedim.

Bunlardan birincisi şu:

Çorba yasadaki bir teklife göre, trafik para cezalarının, tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ödenmesi gerekiyor. Bir ay içinde ödenmeyen cezalara, (2011 yılından bu yana uygulanmakta olan) aylık %5 gecikme faizi uygulaması devam edecek.

Faizi haram olarak kabul eden, zaten enflasyon seviyesinin altında seyreden faizleri daha da düşürmesi için Merkez Bankası'na baskı yapan ve 'faiz lobisine' savaş açan hükumetin trafik cezaları için istediği faiz oranı ilginç değil mi? Bir ay için öngördüğü ceza, neredeyse yıllık mevduat faizine eşit.

Hazır konu açılmışken, bu konuyla ilgili olarak kişisel bir deneyimimi aktarmak isterim.

Geçen sene yaz aylarından birinde, eşimin arabasını trafik muayenesine götürdük. Araç muayeneye girmeden önce vergi borcu ve ödenmemiş trafik cezası olup olmadığı kontrol ediliyor; varsa bu borçlar kapattırılıyor; aksi taktirde muayenesi yapılmıyor. Borcumuz olmadığı için aracın muayenesi yapıldı.

Bu yılın Ocak ayında, motorlu taşıtlar vergisini ödemek için internet vergi dairesine girdiğimde, 2010 yılının Şubat ayında düzenlenmiş bir tutanağa istinaden 700 TL. tutarında bir trafik cezamız olduğunu gördüm. 3 yıl sonra nereden çıktı bu?

Tutanağın düzenlendiği tarihte İstanbul dışında ve eşimle birlikteydik. Yolda hiçbir denetim noktasında durdurulmadık. Kırmızı ışıkta geçmek gibi bir alışkanlığım asla olmamıştır. Bu cezayı büyük bir olasılıkla, ana yolların üzerindeki 'meskun mahal' denilen, girmeniz ile çıkmanız arasında birkaç saniye geçen ve hız sınırının 50 kilometre/saat olduğu tuzak bölgelerden birinde yemişizdir. Yaptığım araştırmalardan, bu cezayı iptal ettirmenin deveye hendek atlatmaktan daha zor olduğunu anladığımdan niçin kesildiği, ne zaman ve nereye tebliğ edildiği belli olmayan bu cezayı ödemek zorunda kaldık.

Zamanında ve doğru adrese tebliğ edilmiş olsa ya itiraz hakkımızı kullanır ya da aslının 270 TL. olduğunu sandığım bu cezayı süresi içinde %25 indirimli olarak öderdik. Cebimizden çıkan para 700 TL. değil, 202.5 TL olurdu.

Vatandaşına tuzak kurmaya bayılan devletimiz, doğruluğu şüphe götüren bir tutanağı, doğru zamanda doğru adrese tebliğ etmeyerek bir kez daha amacına ulaşmış oldu.


İkinci konu:

Hükümetin bir süre önce tartışmaya açtığı ehliyet yasasındaki değişikliklerin 'acil' olanları 'torbaya' girdi. Bizim yönetenler için acil kavramı, "en kısa zamanda, en kısa yoldan, zahmetsizce para getirecek olan" demektir. Diğerleri bekleyebilir, acelesi yok!

Çorba Yasa'da sürücü belgelerinin zorunlu olarak yenilenmesi ve bu değişimin 101 TL ücret karşılığında yapılması öngörülüyor.

Hem zorunlu olacak hem de kazık!
Birinci örnekte olduğu gibi, burada da vatandaşı kucağına oturtup saçlarını okşayan, 'sevecen' bir yönetim anlayışı var.

Bu haberin duyulması üzerine, özellikle 'baş belası' sosyal medyada büyük bir tepki oluştu. Twitter kullanıcıları, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile pazarlık masasına oturdu. Maliye Bakanı, 101 liralık ücretin indirileceğini ancak maliyetin altına düşemeyeceğini yazdı.

Dün, AKP Grup Başkanvekili Canikli, ehliyet değişim ücretinin 15 liraya düşürülmesi için önerge hazırladıklarını bildirdi. O da su kaldırır ama hadi inanalım; demek ki maliyet 15 TL. imiş!

Farka bakın!

Yirmi dört milyon Türk vatandaşının ehliyeti olduğu söyleniyor. İlk önerilen değişim ücretinin uygulanması halinde toplanabilecek kaynak ile ikinci öneri arasında toplamda 2.064.000.000 (iki milyar atmış dört milyon) TL fark var.

Ahhh 'baş belası' soyal medya; yine birilerinin tekerine taş koydun!



Üçüncü konu:

Çorba yasada yer alan bir maddeye göre, 01.01.2005 tarihinden itibaren vekil imam, vekil müezzin, kayyım ve Başkanlığa bağlı Kur'an kurslarında vekil olarak öğreticilik yapanlardan, ilgili düzenlemenin yürürlüğe girmesinden itibaren 3 ay içinde müracaat etmeleri halinde ve yeterlilik belgesine sahip olmaları koşuluyla Başkanlık tarafından ilgili kadrolara hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın atanabilecekler.

Allaha şükür, dinle imanla bir sorunum yok da teklifteki "hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın" tümcesine takıldım.

Atama bekleyen diğer meslek gurupları için de aynı tümcenin kullanıldığı kanun tekliflerini görebilmek dilek ve umuduyla "Allah yolunuzu açık etsin!"

detan
09-07-2013, 09:28
Meclis'te gece yarısı torba kazası yaşandı.

AKP’nin hazırladığı kanun tasarısında yer alan “taşradaki sağlık personellerinin özlük hakları” ile ilgili düzenlemeleri içeren kanun maddesi, AKP’nin kendi oylarıyla reddedildi.

Muhalefetin verdiği tüm önergeleri reddeden AKP’li milletvekilleri, oylanan kanun maddesini muhalefet önergesi sanıp toplu olarak ret oyu kullandı.

Durumu fark eden AKP milletvekillerinin itiraz etti ancak Meclis Başkanvekili Sadık Yakut, maddenin reddedildiğini, yapacak bir şeyin olmadığını söyledi. Bunun üzerine iktidar partisi milletvekilleri Yakut'un oylamadan önce "madde" değil "önerge" dediğini iddia ederek başkanı ikna etmeye çalıştı. İtirazların sürmesi üzerine birleşime ara vererek tutanakları inceleyen Yakut, maddenin reddedildiğini yineledi.

CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar, olay hakkında şunları söyledi: "Muhalefet önergesini reddeden AKP, hemen sonra oyladıkları maddeyi de muhalefetin önergesi zannederek reddetti. Kanunları okumuyorlar; Meclis’i izlemiyorlar; Meclis salonunda bulunmuyorlar; oylama yapılırken koşa koşa içeri giriyorlar. Yorgunluk da olunca yine şaşırdılar."

detan
09-07-2013, 19:11
Söyleyene değil, söyletene bak!



http://imageshack.us/a/img33/8225/qut1.jpg (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
12-07-2013, 11:30
http://img51.imageshack.us/img51/5066/2h33.jpg

detan
13-07-2013, 23:52
Sabri Çelebi'nin suçu, yurt dışına kaçmayı gerektirecek kadar büyük bir suç değil. Belki hiç ceza almayacak; belki de aldığı ceza tecil edilecek. Bu durumda, aklı başında hiçbir insan kurulu düzenini bozup kaçmaz. Ya arkasında başka pislikleri var, onların ortaya çıkmasından korkuyor ya da bu olayın gündemden düşmesi ve arkasındaki güçler tarafından örtbas edilmesi için zaman kazanmak istiyor.

detan
14-07-2013, 01:51
Polis destekli polis devletine geçiş dönemi ve demokrasi anlayışı üzerine...



Havaalanı açılışı için Bingöl’de olan Başbakan Erdoğan, İftar konuşmasında şunları söylüyor:

"Şunu herkesin bilmesini istiyorum, gençlik veya gençliğin üstü, bir defa fikrine, düşüncene inanıyorsan karşı düşünceye de inancaksın. İnancına güveniyorsan karşı inanca da bir defa saygı duyacaksın ancak olayı şiddete taşımayacaksın. Şiddete taşıdığın anda şiddeti görürsün. Bunu herkes böyle bilsin. Kim ne yazarsa yazsın, kim nereye sıkıştırırsa sıkıştırsın eğer şiddet varsa şiddetin karşılığı şiddettir. Bunu herkes böyle görecek. Onun için de devlet üniversitelerinde artık güvenlik gücü olarak çok kısa zamanda onu da söylüyorum artık biz özel güvenlik değil bundan sonra devletin kendi güvenlik güçlerini üniversitelerimize yerleştireceğiz. Çünkü buralarda da çok farklı şeylerin olduğunu görmek, yaşamak bizi ayrıca bir sorumluluğa itiyor. Çünkü biz hiçbir öğrencimizin hayatını tehdit altında göremeyiz, görmek istemeyiz."



Mesaj açık!
Sayın başbakan, "Biz hiçbir öğrencimizin hayatını tehdit altında görmek istemeyiz." gibi gayet sevecen bir söylemin perde arkasına sığınarak, üniversiteleri tamamen kontrolüne almak, zaten baskı altında olan akademisyenleri susturmak ve öğrencilerin örgütlenerek iktidarı yıpratacak eylemlerde bulunmasına engel olmak istiyor.

Bundan önce de " Yeni polis alımları yapılacak, polisin toplumsal olaylara müdahale gücü artırılacak...." demişti.

Acizane tavsiyem, toplumsal olaylara müdahale gücünü artırmaya odaklanmak yerine, bu olayların çıkış sebeplerine odaklanmalarıdır. Ancak, söylemlerinden bunu yapmaya hiç niyetleri olmadığı anlaşılıyor.

Bu yol, kavramsal polis devletinden gerçek polis devletine tam geçişin yoludur. Bu da hırsın aklın önüne geçtiği ve demokrasinin bittiği son noktadır.


Lütfen biraz izan!
Hürmetlerimizle...



Erdoğan devam ediyor: "Molotofkokteyli ile palayla şununla bununla dolaşan bir gençlik biz arzu etmiyoruz. Herkes bilgisiyle, düşüncesiyle, bilgisayarıyla dolaşsın, ne yapacaksa bununla yapsın. Kimsenin kimseye şiddet uygulamaya hakkı yoktur. Hoşgörüyle, sabırla, dayanışmayla ülkemize yönelen, bizleri tehdit eden her türlü oyunu el birliğiyle, gönül birliğiyle bozacağız."


Biz de şiddete karşıyız; hem kişilerin hem de devletin uyguladığı şiddete. Bu konuda samimiyetine inanırsak başbakanı sonuna kadar destekleriz. Ama söylemiyle uygulamaları arasındaki çelişkiler var ve biz bunları anlamakta zorlanıyoruz.

'Bilgisiyle, düşüncesiyle, bilgisayarıyla dolaşan' gazetecileri; kendilerini yazdıkları pankartlarla ifade etmeye çalışan zararsız gençleri niye içeri aldınız sayın başbakan? Bu gazeteciler molotof mu atıyordu, pala mı sallıyordu? Bunların içerde olmalarının gerçek nedenlerini samimi olarak açıklarsanız sizi daha iyi anlayacağız.

Lütfen biraz insaf!
Hürmetlerimizle...


Başbakanımız döktürmeye devam ediyor: " Allah aşkına şu ana ülkemizde işte son zamanlardaki olayları meydana getirenler soruyorum ‘Acaba bunların neyi eksikti, neye dayanarak bu adımları attılar, neleri yoktu’. Eğer bunlar üniversite gençliğimizse bizim karşımıza hep bunlar harçtı yok şuydu yok buydu bunlarla çıkıyorlardı. E harç var mı? Yok. Göreve geldiğimizde 45 lira burs alıyordu 280 lira burs alıyor, 200 lira da beslenme yardımı 480 lira her öğrenciye destek veren bir iktidar var. Lisansüstü öğrencilerine 590 lira destek veren, yardım eden bir iktidar var. Böyle bir yaklaşım içerisinde olan iktidar bunun karşısında farklı bir yaklaşımla bakıyorsunuz şiddetle cam çerçeve, kamu özel demeden her tarafı perişan eden bir anlayış. Bu anlayışlar medeni olamaz.”



Sayın başbakan, her şeyi maddiyata indirgeyen, sığ bir anlayış içinde.

Al ve sus!

Tabi bunun bir getirisi de olmalı değil mi?

Ver makarnayı, al oyu!
Ver kömürü, al oyu!
Ver bursu, al oyu!

Herkes kazansın!
Kazan - kazan ya da Türkçesi kıt Türkiye Vatandaşlarının anlayacağı dille win - win!

Daha ne istiyor bu kullarınız!


Lütfen biraz iman!
Hürmetlerimizle...

detan
15-07-2013, 15:22
İzlemeye çalıştığım güncel konulardan biri de Danıştay'a başkan seçilmesi.

Önceki başkanı Hüseyin Karakullukçu, bir ay önce yaş haddinden emekli oldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli kurumlarından biri olan Danıştay'a 20 gün boyunca başkan adayı çıkmadı. Normal şartlarda rüyaları süsleyen bir mevki olması gereken Danıştay Başkanlığına kimse aday olmuyor; ilginç değil mi?

20 gün sonra, Danıştay Başkanvekilliğini yürüten Zerrin Güngör, başkanlık için adaylık başvurusu yaptı. Bugün yapılan ilk oylamada yeterli oyu alamadı. Oylama, 18 Temmuz Perşembe günü tekrarlanacak.


Bu 'pozisyona' niçin aday bulunamıyor?
Efendim, bu konuda değişik rivayetler var.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Bir gecede 160 militanı Yargıtay ve Danıştay’a yerleştirdiler. Danıştay Başkanı emekli oldu. Başkan seçilemiyor. Neden, kapı arkasında pazarlık yapılıyor. Önceden en eski üye başkan oluyordu. Bu kültürü yok ettiler.” diyor.

CHP Antalya milletvekili Gürkut Acar, “Danıştay Başkanlığı seçimi yapılamıyor. Çünkü orada cemaat-hükûmet çatışması iddiası var. Eğer bir ülkenin en üst idari yargı organının başkanının seçiminde cemaat tartışmaları yaşanıyorsa yazıktır o ülkeye” diyor.

Eski Başkan Karakullukçu, “Başkanlık için birden çok aday var ama bu adaylar kendilerini göstermedikleri için süreç tıkandı. Belli bir miktarda oy alamayınca refüze olmak istemiyorlar” diyor.

Yargıçlar Sendikası, “Tüm Danıştay üyelerinin gönlünden geçen bu makama aday olunmamasını değerli Danıştay üyesi yüksek yargıçlar nasıl açıklıyor bilmiyoruz ama, ‘ben istemiyorum’ ile izah edilemeyeceği de muhakkak. Şimdiye dek sadece Danıştay Başkanvekili Zerrin Güngör’den başka başkan adayının çıkmaması, onun da bugüne kadar beklemesi kamuoyunda sıkça yer bulan ve neredeyse sağır sultanın duyduğu cemaat-hükümet çatışması/pazarlığı/anlaşması gölgesi altında kalmıştır. Zerrin Güngör, Başkanvekili olarak görev yapması nedeniyle daha başlangıçta adaylığını çevresinde dillendirip daha sonra vazgeçmiş, şimdi ise kesin kararını vererek adaylığını açıklamış, başvurusunu yapmıştır.” diye yazılı açıklama yapıyor.


Açıklamaların taraflı olduğu düşünülebilir; ancak görünen köy kılavuz istemez. Aklın yolu, sıkıntının kaynağının bu söylemlerle aynı paralelde olduğunu gösteriyor.


*************************************************
Konuyu araştırırken Yargıçlar Sendikası'nın açıklamaları dikkatimi çekti. Meslekten olmadığım için pek bilgim yok, "Bu sendikayı kuranlar kimdir?" diye merak ettim.


İnternet sitelerinde sendikanın kuruluş şekli yazılı.
Kap - kaç değil, bırak - kaç!
Sanki fıkra gibi...
Aynen aktarıyorum.



Tarihçe

Yargıçlar Sendikası 16.11.2012 tarihinde kuruluş belgelerinin Ankara Valiliğine havale ettirilip, aynı gün Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğüne verilerek kurulmuştur.

Daha ilk günden, sendika kuruluş başvurusu ve belgelerinin Ankara Valiliğine götürüldüğünde Sayın vali yardımcısı Kuruluş başvurumuzu almak istememiş, zorladığımızda ise "havale ediyorum ama aynen iade edeceğiz" diyerek Yargıçlar Sendikasına bakışını ifade etmiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü yetkilileri de Valiliğin talimatı uyarınca kuruluş belgelerini almayacaklarını söylemişler ve almamışlardır. Kuruluş belgelerini bize bir yazı ile iade etmek istemişler ancak belgeler bir klasör halinde Güvenlik Şube Müdür Yardımcısının odasına bırakılarak Emniyet Müdürlüğünden ayrılınmıştır.

Daha sonra da Sayın Başkanının başvurusu üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü 21222/22548 sayılı yazı ile 16.11.2012 tarihinde "dosyanın alınmayacağına dair tebligat yazısı beklenilmeden sinirlenilerek müracaat dosyasının bırakılıp gidildiğini" beyan ile müracaat evrakının bir işlem yapılmaksızın Sayın Başkanın görev yerine Çankırı'ya gönderildiği bildirilmiştir.

Böylece, Sendika kuruluş belgelerimizin 16.11.2012 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne teslim edildiği tevsik edilmiş ve yasal otuz günlük süre geçmesine karşı bir uyarı yapılmayıp, yasa yollarına başvurulmamış olmakla sendikamız bir daha kapanmamak üzere kurulmuştur.

detan
18-07-2013, 14:04
Az gidelim uz gidelim, dere tepe düz gidelim.
Bazen yazarak gidelim, bazen çizerek gidelim...

https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924




http://img33.imageshack.us/img33/5463/io7p.jpg

detan
19-07-2013, 11:47
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, Türkiye genelinde 150 kaybolan cami tespit ettiklerini, bu camilerin 130’unun İstanbul’da olduğunu ve çoğunluğunun Adnan Menderes’in başbakanlığı (1950 - 1960) döneminde yıkıldığını açıkladı.


İdam edilişlerinin 49. yıl dönümünde Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın kabirlerini ziyaret eden Erdoğan,

"Milletle birlikte milletin istediği istikamette yürüyen herkes, Menderes'in belirttiği gibi, her fırsatta milletin değerlerinin, tarihinin medeniyetinin düşmanlarına tokat üzerine tokat vurmaktadır."

"Türk milleti, onlarca yıldır bu aziz insanları hürmetle, şükranla, hayır duaları ile anmaktadır." demişti.


El insaf!

Parti olarak CHP'yi, kişisel olarak Atatürk ve İnönü'yü hedef alıp 'cami satmakla' suçlayan Erdoğan'ın, 'cami yıkan' Demokrat Parti yöneticilerini aziz mertebesine yükseltmesi akılla, mantıkla izah edilebilir mi?

Şayet Demokratik Parti varlığını devam ettiriyor olsaydı, AKP'ye rakip olabilecek bir konumda olsaydı, Erdoğan böyle konuşur muydu acaba?

Yalpalayan vücutta baş dik durmaz!


Ayrıca;
Medya bu çelişkiyi yakalar ve üzerine giderse, "En çok cami Menderes döneminde yıkıldı" diyen Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem de " camide içki içilmedi" diyen müezzin gibi hedef olabilir. Ancak böyle bir gelişme olsa bile basına yansıtılmamaya çalışılacaktır.

detan
19-07-2013, 21:43
Suriye'den gelen haberler hiç iç açıcı değil.
Erdoğan, tencere tavacılarla uğraşırken bakın neler oluyor...

Şam yönetimi, Suriye'de iç savaşın başladığı günlerde ülkenin kuzey kesimlerinin kontrolünü PKK'nın bir kolu olan PYD'ye bırakmıştı. Geçtiğimiz hafta Esed'in, PYD'nin ileri gelenleri ile bir toplantı yaptığı ve Kürtler'e özerklik hakkı tanıyacağı söylentisi yayıldı. Esed, Türkiye'nin tavrına karşılık Kürt Özerk Bölgesi kozunu oynuyor.

Basına yansıyan haberlere göre, Suriyeli Kürtler, Şam yönetiminden gelen özerklik önerisini 'anayasal güvence altına alınmış' olması gerekçesiyle kabul edeceklermiş. Kürtlere, Haseki, Ra'sulayn, Afrin, Darbesiye, Ayn El Arap, Kamışlı ve Tırbe Spiye bölgeleri devredilecekmiş.

Bu gelişmelere paralel olarak bugün, Suriye’nin Haseki kentine bağlı Resulayn ilçesinde kontrolü ele geçiren PYD, Türkiye sınırına 100 metre uzaklıktaki binaya 'göstere göstere' PKK bayrağını asmış.

Haydi geçmiş olsun!!!

Konu açılmışken, bu konuyla ilgili olarak 8 ay önce yazdığım ve o tarihte Arka Bahçe Forumunda yayınladığım bir yazıyı arşivden çıkardım.

"Görünen köy kılavuz istemez" diyor ve taktirlerinize sunuyorum.
İşte o yazı.

BOP'un gerçek açılımı 'Bölünmüş Ortadoğu Projesi' olmasın.

Financial Times ve Washington Post, haberleri ve değerlendirmeleri global ölçekte dikkate alınan iki gazetedir. Bu gazetelere göre, Kuzey Irak'ta petrol ve doğal gaz sektörüne yatırım yapmayı amaçlayan Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki anlaşma son aşamasına geldi. Eğer anlaşma sağlanırsa yeni bir enerji koridoru yaratılacak. 10 yıl içinde bu bölgeden Türkiye’ye günde 3 milyon varil petrol ve yılda 10 milyar metreküp doğal gaz gönderilecek. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 4 Aralık tarihinde petrol ve gaz konferansına katılmak üzere Erbil’e giderken asıl amacı bu anlaşmayı sonuçlandırmaktı.

Washington Post gazetesinde çıkan habere göre, birçok uzman ve ABD'li diplomatlar böyle bir anlaşmanın Irak'ın bölünmesini hızlandırabileceğini düşünüyor. Bu nedenle ABD ve kontrolündeki Irak Merkezi Yönetimi bu anlaşmaya karşı. Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın uçağının geri döndürülmesinde bu anlaşmaya karşı olan ABD'nin parmağı var.

Bu olayın gerçekleştiği gün ben de acizane bir yorum yapmış ve bu işin arkasında ABD'nin olduğunu tahmin ettiğim için,
"BOP eş başkanı olsan ne yazar.
Karada başına torba; denizde gemine kurşun, havada uçağına bomba! Yetmedi, bir bakanına ambargo.
Önüne konan yağsız tuzsuz çorba!
Yersen!" demiştim.

Gelişmelerden öyle anlaşılıyor ki, o yağsız tuzsuz çorbayı bile yedirmek istemiyorlar.

Aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin saygınlığına gölge düşüren engelleme ve gurur boyutunu bir tarafa bırakırsak, bakanın Kürt Bölgesine gidememesinde ve bu anlaşmanın olmamasında bir hayır var gibime geliyor. Bazıları kabul etmese de Kuzey Irak, Özerk Kürt Bölgesi olmaya çok yakın. Biz petrol anlaşması yaparak hem ekonomik hem de siyasal anlamda bu durumu pekiştireceğiz. Bizim de katkımızla bundan sonraki adım olan Bağımsız Kürt Devleti'nin önündeki bir engel daha kalkacak.

Son gelen haberlere göre, Esad Suriye'de kontrolü kaybediyormuş. Bunun ardından daha yaygın bir iç savaş ve bölünme gelebilir. Yakında bir Kürt bölgesi de orada oluşacak gibi.

Bizdeki duruma gelince, durum biraz daha farklı. Ancak, "Bölünme tehlikesi yok, Kürt kökenli vatandaşlarımızın çoğu bölünme istemez" söylemi çok gerçekçi bir söylem değil. Sesssiz çoğunluk bölünme istemez ama bölünme isteyen silahlı militanların önünde de duramaz. Sonucu belirleyecek olan, bölünme isteyen silahlı militanların sayısı ve dışardan ne kadar desteklendikleridir. Allah korusun, bu yönde bir kıvılcım çaktığında, dağdakilerin sayısı bir anda üçe, beşe katlanacaktır. Şehirlerde terör olayları hızla artacaktır. Güçlü ordumuz ve emniyet teşkilatımız sayesinde belki bölünme olmayacak ama çok üzücü olaylar yaşanacak ve çok kan dökülecektir. Bunları bilmek için istihbaratçı, siyaset bilimci veya terör uzmanı olmak gerekmiyor.

Irak'taki ve Suriye'deki gelişmeler, Arap Baharı'nın bir 'Kürt Baharına' dönüşmekte olduğunu gösteriyor. Erdoğan'ın eş başkanı olduğu ve 'Büyük Ortadoğu Projesi' olarak tanıtılan ve kısa adı BOP olan projenin aslında 'Bölünmüş Ortadoğu Projesi' olma olasılığı çok yüksek.

Suriye'de merkezi otoriteyi zayıf düşürerek bir iç savaşa ve bölünmeye olanak sağlamanın, Kuzey Irak Kürt Bölgesi ile ekonomik anlaşmalar yaparak güçlenmelerine katkı yapmanın bize nasıl bir faydası olduğunu ve dış politikamızın gerçek amacının ne olduğunu anlamakta zorlanıyorum.

detan
21-07-2013, 02:05
Ayranım yok içmeye !


http://img547.imageshack.us/img547/5016/j6vn.jpg

detan
22-07-2013, 00:43
Sermaye ve para piyasalarına olan ilgim nedeniyle uzun süredir Yiğit Bulut'u izlerim; akıllı çocuktur!

Yıldızının yeni parlamaya başladığı zamanlarda O'da bizi izlerdi. O'nun moderatörlüğünde ekonomik ve politik görüşlerimizi paylaştığımız bir forum vardı. Çıktığı televizyon programlarında bu yazıların izleri olurdu. Forumda yazılanları okur, kendi görüşü gibi aktarır, isim vermeden alıntılar yapardı. Üzerinde az da olsa hakkımız vardır!

Yiğit Bulut'un Başbakan Erdoğan'a baş danışman olarak atanması çok eleştiriliyor. Eleştirilerin başlıca nedeni, Yiğit Bulut'un, geçmişte AKP'nin ekonomik politikalarını eleştiren yazılar yazmış olması.

Eleştirmenlerin aksine, Yiğit Bulut'un baş danışman olarak atanmasını ben çok garipsemiyorum.

Yiğit Bulut'un yazılarında, "faiz lobisi Türkiye'yi soyuyor, Türkiye üzerinde oynanan oyunlar ..." gibi, Erdoğan'ın söylemlerine paralel bir çok söylem vardır. Demek ki söylemlerde uyuşuyorlardı.

Yiğit Bulut, haklı olarak Erdoğan Hükümetini eleştiriyordu; çünkü gerçekler başka, söylemler başkaydı. Erdoğan'ı kendi silahıyla vuruyordu. İcraatın başındaki Erdoğan, esip yağıyor ama yıllardır ne faiz lobisini, ne yabancı kreditörleri, ne de kredi derecelendirme kurumlarını dize getiremiyordu. Konuşmak başka, gemiyi yürütmek başkaydı; lafla peynir gemisi yürümüyordu.

Erdoğan, söylem birliği içinde olduğu Yiğit Bulut'u 'işe' aldı; kendi cephesine kattı. Yiğit Bulut'un dahiyane çözümleri yoktu ve bundan sonra da olmayacak; Erdoğan da bunu biliyor. 'Akıllı düşman' 'akıllı danışman' oldu.

Yiğit Bulut ise, forumlarda başlayıp gazete ve dergi sayfalarında devam eden, televizyon ekranlarında doruğa ulaşan bilgi birikimlerini vatan aşkı için değerlendirebileceği umuduyla görevi kabul etti.

Yani bu atamada kazan - kazan ilişkisi var ama eleştirmenlerin eleştirdiği gibi bir çelişki yok.

Vatana millete hayırlı olsun!

detan
23-07-2013, 16:47
Hırs imanı öldürür derler!


http://img600.imageshack.us/img600/7108/exnj.jpg

detan
23-07-2013, 20:47
Başbakan Erdoğan şu anda birçok kanalda canlı yayında.
TESK'in iftar yemeğine katılmış. İftarını yapmış, sanırım yarım saati aşkın bir süredir konuşuyor.

İftar olalı daha bir saat bile olmadı. Yedikleri daha midesine inmeden konuşmaya başladı!

Sayın başbakanımız ramazan başladığından bu yana, hemen hemen her gün bir iftar yemeğine katılıyor ve katıldığı her yemekte kürsüye çıkıp siyaset yapıyor; hem de en çirkin biçimde.

Benim bildiğim, iftar yemeklerinde dua edilir, hal hatır sorulur, sohbet edilir.

Bu çirkinlik Mübarek Ramazan'ın ruhuna yakışmıyor.
Tek kelime ile ayıptır...

detan
25-07-2013, 00:30
http://img43.imageshack.us/img43/2739/gd7j.jpg (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
25-07-2013, 11:13
Dün sabah, Koç Holding bünyesindeki Tüpraş, Aygaz ve Opet'e baskın düzenlendi. Üç şirkette kapsamlı vergi ve kaçak akaryakıt denetimleri başlatıldı. Mahkeme kararı ile yapılan baskına 20 polis ve akaryakıt uzmanları katıldı. Baskının kaçak akaryakıt için yapıldığı ve Maliye ekiplerinin de bu yüzden TÜPRAŞ'ta olduğunu iddia edildi.

Tüpraş Genel Müdürü Yavuz Erkut, "Bu EPDK yetkililerinin yaptığı fiziki envanter denetimidir. Rutin ve rutin dışı incelemeler her zaman yapılır" dedi.

Enerji Piyasası Denetleme Kurumu yetkilileri "Bu denetim rutin değil, bizim dışımızdadır" açıklamasında bulundu.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, “Bir rutin incelemeyle alakalı. Vergi denetimleriyle alakalı ve ulusal marker sistemi dediğimiz bizim bütün bu yapının resmi işlemlerle alakalı rutin işlemleri olur, denetimleri olur” dedi.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, twitter hesabından yaptığı açıklamada, "Vergi Denetim Kurulu yıllık 50,000 vergi incelemesi yapıyor. Gezi olayları ile vergi incelemeleri arasında kesinlikle bir ilişki yoktur" dedi.


Soruşturmaya konu olan şirketlerde kaçak akaryakıt ve/veya vergi kaçağı vardır veya yoktur; bunu bizim bilmemiz olası değil. Bu açıdan, şirketlere kefil olabilecek durumda değiliz.
Bazı yetkililer incelemelerin rutin olduğunu, bazıları ise rutin olmadığını söylüyor. İncelemeler rutindir veya değildir; bu da çok önemli değil. Bu konularda yapılacak olan yorumlar, polemikten öteye geçemez.


Bence önemli olan noktalar şunlar:

Normal olarak, vergi incelemeleri Maliye Bakanlığına bağlı vergi denetim uzmanlarınca yapılır. Bu uzmanların geniş yetkileri vardır. Bu yetkileri kullanmak için mahkeme kararına gerek yoktur. Ancak mükellefin incelemeye engel olması durumunda, mahkeme kararına bile gerek olmadan, polis desteği talep edebilir.
(Vergi Usul Kanunu Madde 7: Bilumum mülkiye amirleri, emniyet amir ve memurları, belediye başkanları, köy muhtarları ve kamu müesseseleri vergi kanunlarının uygulanmasında uygulama ile ilgili memurlara ve komisyonlara ellerindeki bütün imkanlarla kolaylık göstermeye ve yardımda bulunmaya mecburdurlar.)

Koç'un kurumsal nitelikli, ülkenin vergi şampiyonu olmuş şirketlerinin, kaba kuvvet yoluyla veya başka bir şekilde incelemeye engel olması düşünülemez. Öyleyse mahkeme kararına ve polis destekli baskına niçin gerek duyuldu?

Baskın, mahkeme kararı ve polis desteği ile yapılarak "Kör gözüm kör parmağına" der gibi, gerek Koç Holding hissedarlarına, gerekse 'aynı yolda olan' başka sermaye sahiplerine verilmek istenen bir mesaj olabilir mi?

"Bir araştırmacı gazetecilik denemesi!" başlıklı yazımda bunun izlerini bulabiliriz.
http://www.arka-bahce.org/forum/showpost.php?p=22140&postcount=100
Koç Holding kara listeye alındı bir defa; Erdoğan yakalarını bırakmaz!


Olayın başka bir yönü:

Sanırım borsada önceki gün 2. seans başlayan sert satışların tetikleyicisi bu soruşturma imiş. Borsa önceki gün düşmeye başladı; oysa baskın dün gerçekleşti ve haber basına dün sızdı. Yine, önceden bilgi alabilen birileri yüksek fiyatlardan satış yapma şansı buldu.

"Önceden bilgi alanlar kimler olabilir?" sorusunun cevabı bizce çok net. Çok uzakta aramaya gerek yok; Merkez Ankara, lokasyon Kızılay - Çankaya arası, koca koca binaların olduğu bölge!

SPK'nın bu konuyu araştırması gerekir ama yapmayacaktır; çoğu zaman olduğu üç maymunu oynayacaktır.

Bugün aracı kurum raporlarında, borsanın sert düşmesinin tetikleyicisi olan bu soruşturmadan hemen hemen hiç bahsedilmiyor. Oysa dün, gün içi raporlarda söz ediliyordu. Bugün hiç söz edilmemesi anlamlı değil mi?
Herkes gölgesinden korkar oldu.

Atilla Yeşilada, "Piyasaya siyaset karışmasın" başlıklı bir yazı yazmış. Yazısında çok doğru tespitler var. Türkiye hızla güven kaybediyor. Yazıyı kopyalamaya izin vermedikleri için buraya aktaramıyorum. İnternette bulabilirseniz okumanızı tavsiye ederim.

detan
26-07-2013, 10:39
Gündemi izlerken aklıma çocukluğumuzda öğrendiğimiz bir tekerleme geldi.

Şu karşıda bir dal,
Dal sarkar kartal kalkar
Kartal kalkar dal sarkar,
Dal kalkar kantar tartar....

Şimdi "bu nereden çıktı?" diye soracaksınız.
Çocukluğumuzda öğrendiğimiz bu tekerlemeyi hatırlatacak uyarıcılar o kadar çok ki!

PKK’nın Suriye’deki uzantısı Demokratik Birlik Partisi (PYD), geçen hafta Türkiye sınırına 100 metre uzaklıktaki bir binaya PYD bayrağını asmıştı. Türkiye bu duruma tepki göstermiş, Türk jetleri Suriye sınırında uçuş yapmıştı.

PYD başkanı Salih Müslim, dün İstanbul’a gelmiş. Türkiye'de iki gün kalıp MİT ve Dışişleri Bakanlığı'nın yetkilileriyle görüşecekmiş.

Tam bu sırada, sınırımıza 100 metre uzaklıktaki makarna fabrikasının çatısına dikilen PYD bayrağı indirilmiş, yerine Suriye Ulusal Kürt Konseyi bayrağı çekilmiş...

Bayrak iner bayrak kalkar,
Kartal kanat çırpar,
Bayrak iner bayrak kalkar
İner kalkar iner kalkar,
Fırsat bulunca yine kalkar...

Acaba tekerlemeyi bize yanlış mı öğretmişlerdi?

detan
29-07-2013, 02:44
Halkı açlık ve sefalet içinde diye, 2011’den bu yana 400 milyon dolardan fazla yardım yaptığımız Somali'de, önceki gün elçilik binamıza bombalı bir saldırı düzenlendi. Başkent Mogadişu’daki elçiliğimizi korumakla görevli bir polisimiz öldü, üçü yaralandı. Saldırıyı Türkiye’nin Somali’ye desteğinden rahatsız olan El Kaide bağlantılı El Şebab örgütü üslendi. El Şebab, saldırıda Türk diplomatların hedef alındığı belirterek, Türkiye'yi 'mürtet (müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçmiş olan, dönek) rejime destek veren ve şeriat düzenini yok etmeye çalışan ülkelerden biri' olmakla suçladı.

Bu eylem, El Şebap'ın ilk vukuatı değil. Daha önce de Kızılay yardım konvoyuna saldırmış, 5 Somalili ölmüş, 4 Türk yaralanmıştı. Ayrıca 2011 yılında, Türkiye’nin verdiği eğitim burslarından faydalanmak isteyen 70 öğrenciyi öldürmüştü.

Somali'deki saldırı üzerine, bir kez daha düşünmek, bir kez daha yazmak ihtiyacı hissettim.

Dış siyasette geldiğimiz noktada halimize bir bakın; ister ağlayın ister gülün!

Somali'de, El Kaide'nin uzantısı El Şebab, Türkiye'yi 'mürtet' rejime destek vermekle suçlarken; Mısır'da, Müslüman kardeşler destekli Mursi'ye darbe yapan 'mürtet' darbeciler de bizim hedefimizde!


Gezi parkında eylem yapan 'dışardan destekli' 'üç çapulcuyu', darbe girişimi yapmakla suçlayan Erdoğan, Suriye'de rejimi değiştirmek için silahlı mücadele veren darbecilere hem siyasi hem de maddi destek veriyor.

Bunun bir sonucu olarak, Türkiye destekli iç savaştan kaçan iki yüz binden fazla sığınmacıyı kamplarımızda besliyoruz. PYD, burnumuzun dibinde, alay edercesine, Kürdistanı simgeleyen bayraklardan birini indirip ötekini dikiyor.

Bu arada hemen hemen her gün bir vatandaşımız, Suriye'deki darbecilerin veya bu darbecilere karşı koymaya çalışan diğer grupların attıkları bir mermi ile ya ölüyor ya da yaralanıyor. Erdoğan destekli bir darbecinin, belki de Türkiye'nin gönderdiği bir silahtan çıkan mermisi, milli sınırları içinde yaşayan bir Türk'ün ölümüne neden oluyor. Erdoğan her olaydan sonra hafiften bir gürlüyor, ama sonrasında kuyruğunu kısıp oturuyor. Bu ölüm ve yaralanma haberlerini duyduğunda "acaba vicdanı biraz olsun sızlıyor mu?" diye merak ediyorum.

Somali'de Kızılay'ın yardım konvoyuna saldırılıyor, dört Türk yaralı 'yarabbi şükür!'. Elçiliğimize saldırılıyor; bir ölü, üç yaralı var; buna da 'yarabbi şükür!' ...

PKK'nın hamisi Kuzey Irak'ı abat etmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Komşularımızla iyi ilişkiler içerisindeyiz; Allaha Şükür!

Mısır'ın iç sorunu olan bir darbenin avukatlığını da üstlendik. Yakında oradaki elçiliğimize veya işadamlarımıza bir saldırı olursa şaşırmamak lazım. Önlem için şimdiden duaya başlayabiliriz!

11 Haziran 2013 tarihinde 'Çapulcu ekonomisi' başlıklı bir yazı yayımlamıştım. Bu yazımda, Erdoğan Hükümeti'nin 'Küçük Amerika' sevdasından bahsetmiş ve 'Küçük Amerika' olabilmenin çok kolay olmadığını anlatmaya çalışmıştım.
"Küçük Amerika olmak o kadar kolay değil. Daha kırk fırın ekmek yemek lazım." diye başlayıp 'Küçük Amerika' olabilmenin şartlarını sıralarken bir şeyi yazmayı unutmuşum:
ABD, herhangi bir vatandaşına zarar veren her ülkeyi cezalandırır!

Küçük olmak ile büyük olmak arasındaki fark bu işte!


Bu küçük ilave ile birlikte, o yazıyı okumamış olanlar için aşağıda tekrar yayımlıyorum.

Çapulcu ekonomisi

1950 li yıllara damgasını vuran, günümüzde dahi sözü edilen, meşhur bir Marshall planı vardır.

Nedir bu Marshall Planı?

Marshall Planı, II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında ABD Dışişleri Bakanı George Marshall tarafından önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir.

1. Dünya savaşının yaralarını tam olarak saramadan 2. dünya savaşına katılan Avrupa ülkelerinin ekonomileri iyice çökmüştü. Sovyetler Birliği, bu durumu fırsat bilerek etki alanını genişletmek istiyordu. Marshal Planı'nın asıl amacı Sovyetler Birliği'nin önünü kesmek, etki alanını daraltmaktı. Dolayısıyla ABD'nin vizyonu ve çıkarları korunmuş olacaktı.

George Marshall, "Dünyanın ekonomik sağlığının geri kazandırılması için her şeyi yapmalıyız; çünkü ekonomik sağlık olmaksızın siyasi istikrar ve barıştan söz edilemez." diye düşünüyordu.

ABD, aralarında Türkiye ve Yunanistan'ın da olduğu 16 Avrupa ülkesine, para, erzak ve makina yardımı yaptı. 2. dünya savaşına fiilen katılmamış olan Türkiye de Sovyetler birliğinin etkisi altındaki bölgede olduğu için bu 'yardımdan' faydalandırılmıştı. Türkiye'nin payı diğerlerine göre oldukça küçük bir pay olmuştur. Bu küçük pay bile ABD ile ilişkilerin gelişmesine ve bağların kuvvetlenmesine yetmiştir.

Özelde Marshall Planı ve genelde Türkiye - ABD ilişkileri, üzerinde çok konuşulan ve farklı kesimlerin farklı yorumlar yapabildiği konular olup burada birkaç satırda özetlemek olanaklı değil; zaten yazının amacı da bu değil.

Gelelim günümüze ve yazımızın amacına....

Biliyorsunuz eskiden beri, Türkiye için Küçük Amerika benzetmeleri yapılır. AKP iktidarında bu heves yine hortlamış gibi görünüyor. Başkanlık sistemine geçiş arzuları, eyalet sisteminin kurulmak istenmesi, ABD'den destekli dış politikalar vs. bu hevesin dışardan görünen belirtileri.

AKP iktidarı, öncekilerden farklı olarak, Küçük Amerika olmak arzusunun yanı sıra, Küçük Osmanlı İmparatorluğu'nun temellerini de atmak istiyor. Çoğunlukla Ortadoğu ve Afrika'da yer alan, halkı müslüman olan birçok ülkeye politik ve maddi destekler sağlanıyor. Bu desteklerin bir kısmı doğrudan yapılırken bir kısmı da bazı vakıflar ve dernekler üzerinden yapılıyor. Küçük Amerika olmaya çalışırken, Küçük Osmanlı'nın temeli atılırken küçük çaplı bir Marshall Planı uygulanıyor. Bu planın adı BOP mudur? Ya da BOP'tan ayrı olarak yapılmış bir plan mıdır? Biz bunu tam olarak bilmiyoruz; belki konmuş bir adı bile yok; ancak amaç belli.

Bu plan dahilinde 200.000 * Suriyeli sığınmacıya bakıyoruz; ayrıca Suriyede dahilinde kalan Suriyelilere, Filistin'e, Somali'ye ve hatta Mısır'a yardım yapıyoruz.

Son olarak dün bir haber geçti: Başbakan Erdoğan’ın Mısır gezisi sırasında Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye söz verdiği 150 adet çöp toplama kamyonu Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar tarafından teslim edildi. Bakan, "Mısırlı kardeşlerimize Türkiye olarak hem şoförlerin eğitimi konusunda destek olacağız hem de teslim ettiğimiz araçların bakımını yapacağız.....” dedi.

Hem hibe et, hem de bakımını üstlen. Ohh ne ala!

Küçük Amerika olmak o kadar kolay değil. Daha kırk fırın ekmek yemek lazım.

ABD'nin askeri ve teknolojik gücü bir yana, sıkışınca matbaaları çalıştırıp Dolar basıyor; bütün dünya bunu bir değişim aracı olarak kabul ediyor. Türk Lirasının böyle bir gücü yok.
ABD, neredeyse sınırsız borçlanabiliyor, biz bıçak sırtında yürüyoruz.
ABD'nin iki tane kara komşusu var, ikisi de sorunsuz. Bizim sekiz komşumuz var, hemen hemen hepsi sorunlu.
ABD, Birleşmiş Milletler'in, Nato'nun, IMF'in vs. başrol oyuncusu, biz figüran rolündeyiz.
ABD yönetimi (veya senatosu) razı olmazsa paranla bile savaş uçağı, helikopter, roket, hatta iş makinası bile alamazsın.
ABD, emperyalist bir yapıdadır. Silahı hibe eder; cephanesini ve yakıtını satar, mecburen alırsın. Kredi verir, şartlıdır. Bir verir, iki alır... Bizim genlerimizde bu anlamda bir emperyalist düşünce yoktur.


AKP iktidarı, kendine özgü bir Marshall Planı ile 'cihad' yapmaya çalışırken, Türkiye'nin kıt kaynaklarını heba etmekte ve geleceğini riske sokmaktadır. Harcanan paralar ve atılan adımlar, insani yardım ölçülerinin çok üzerindedir. Erdoğan kabul etmese de veriler dış borçların hızla arttığını göstermektedir.

Türkiye'nin ekonomisinin güçlü olduğunu iddia eden, bölgesel abi rolüne soyunan, kendine özgü cihad planları ile sağa sola para saçan Erdoğan, son günlerde yaptığı konuşmalarda üç çapulcunun eylemleri yüzünden ekonominin tehlikeye girdiğinden bahsetmektedir.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!

Ya ekonomi iddia edildiği kadar güçlü değil ya da eylemciler üç tane çapulcu değil!


* Kaynak: Başbakan Yardımcısı Atalay, 11 haziran 2013 itibarı ile Türkiye'de kamplarda, çadır kentlerde ve konteynerlerde kalan Suriyeli sığınmacıların sayısını 198 bin 818 olarak açıkladı.

detan
30-07-2013, 02:07
http://img534.imageshack.us/img534/4527/svo.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

Master
01-08-2013, 06:09
Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi Mehmet Ali Şahin, TRT Haber ’de yayınlanan İnce Çizgi programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Çözüm sürecinin ardından Gezi olayları ile birlikte dış kamuoyunda Hükümet’i yıpratıcı, itibarsız kılıcı çabaların da başladığını söyleyen Şahin, eylemlerin müebbet hapsi öngören TCK’nın 312. Maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Şahin şunları söyledi:

“İzlenimim, bu eylemlerin Hükümeti düşürmeyi amaçlayan eylemlere dönüştüğü yönünde. Çünkü İstanbul ’da Dolmabahçe’yi işgal etme, Başbakanlık Konutu’nu işgal etme, Sayın Başbakan’ın konutunu bile işgal etme şeklinde eylemcilerin bir takım hedefleri zorlamış olmaları, hatta sabahlara kadar zorlamış olmaları, bu amaca yönelik tavırlardır diye değerlendiriyorum. Bu eylemleri başlatıp yönlendirenlerin Hükümeti devirmeyi ve görevden uzaklaştırmayı amaçladıklarını düşünüyorum. Ancak, devletin güvenlik güçleri ve Hükümetin basiretli davranışı bu heves içinde olanların amacına ulaşmasını engellemiştir. Bundan sonra bu tür eylemlere tevessül edilebileceğini de düşünmüyorum.”

Minik Fikir : Hatta İDAM ı geri getirin diyeceğim ama demeyeyim

detan
01-08-2013, 09:09
http://img708.imageshack.us/img708/1476/gkkc.png

http://img844.imageshack.us/img844/4533/6njz.png

http://img585.imageshack.us/img585/7986/exme.png

http://img842.imageshack.us/img842/9425/0f8i.png

http://imageshack.us/a/img560/7524/ochz.png

Master
04-08-2013, 17:29
'' Bakın şimdi İstanbul'a bir hava alanı yapıyoruz. Bir tanesini söyleyeceğim. Bu dünyanın 3 hava alanından bir tanesi olacak büyüklükte. Almanya'nın Frankfurt şehrindeki hava alanı ikinci üçüncü plana gidiyor. Öyle olunca da bu son Gezi olaylarında, mesela Almanya'nın çok büyük parmağı ve payı var, ajanlarla beraber. Dolayısıyla de bunu söylemekten çekinmiyorum. Piyasada bilgiler bunu doğruluyor. Başka ülkelerde de keza aynı şekilde devam ediyorlar. Kalkınan bir Türkiye istemiyorlar bölgede." AKP İstanbul Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Prf Dr Burhan Kuzu

Minik İlave : Zaten Alamanlar düşman sayılmalı seafeneri nedeniyle üstelik falan filan..

detan
05-08-2013, 14:05
http://img843.imageshack.us/img843/12/1ejl.jpg



Ergenekon Davası'nda sanıklara verilen cezalar açıklanıyor. Anlaşılan o ki, verilen cezalarda terazinin topuzu çok kaçmış.

Tam da birilerinin istediği gibi!

Sanırım bu cezalardan sonra kına satışları epeyce artacaktır!



Belli olan cezalar:


* Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a müebbet hapis
* CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal'a 12 yıl 6 ay
* CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'a 34 yıl 8 ay
* CHP'li vekil Sinan Aygün'e 13 yıl 6 ay
* Gazeteci Tuncay Özkan'a ağırlaştırılmış müebbet
* Emekli Orgeneral Hurşit Tolon'a müebbet
* Eski Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Şener Eruygur'a müebbet hapis
* Yazar Yalçın Küçük'e 22 yıl 6 ay
* İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'e ağırlaştırılmış müebbet
* Emekli Albay Dursun Çiçek'e ağırlaştırılmış müebbet
* Eski 1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız'a müebbet hapis
* Emekli Orgeneral Nusret Taşdeler'e müebbet
* Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'e 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis (+diğer suçlardan 99 yıl 1 ay)
* Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'e 22 yıl 6 ay
* Eski Özel Tim'ci İbrahim Şahin'e 49 yıl 4 ay hapis
* Danıştay saldırısının tetikçisi Alparslan Aslan'a 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis (+ diğer suçlardan 90 yıl)
* Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin'e 2 kez ağırlaştırlmış müebbet hapis (Bununla birlikte 117 yıl daha)
* Eski Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol'a müebbet hapis
* Emekli Albay Fuat Selvi'ye müebbet hapis
* Sendikacı Mustafa Özbek'e müebbet hapis
* Emekli Koegeneral Mehmet Eröz'e müebbet hapis
* Emekli Albay Fikri Karadağ'a ağırlaştırılmış müebbet
* Avukat Kemal Kerinçsiz'e ağırlaştırılmış müebbet
* Mustafa Levent Göktaş'a 23 yıl 4 ay
* Emekli Albay Hasan Atilla Uğur'a 29 yıl 3 ay
* "İnternet Andıcı Davası" sanıklarından emekli Tuğamiral Alaaddin Sevim 10 yıl
* Genelkurmay eski İstihbarat Dairesi Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkın Pekin 7,5 yıl
* Drej Ali olarak bilinen Ali Yasak 6 yıl 3 ay
* Emekli Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu 20 yıl 6 ay
* Tümgeneral Hıfzı Çubuklu 9 yıl 6 ay
* Davanın bir numaralı sanığı emekli asker Oktay Yıldırım'a 33 yıl 10 ay (Yıldırım’ın gecekonduda bulunan el bombalarının sahibi olduğu iddia ediliyor )
* Akın Birdal suikastinin azmettiricisi, Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanı Semih Tufan Gülaltay'a 12 yıl
* Emekli Albay Arif Doğan'a 47 yıl 3 ay hapis
* Zir Vadisi soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Emekli Yarbay Mustafa Dönmez'e 49 yıl 2 ay
* Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç'a 13 yıl 2 ay
* Teğmen Noyan Çalıkuşu'na 8 yıl 6 ay
* Emekli asker Serdar Öztürk'e 25 yıl 6 ay
* Doğu Perinçek'in oğlu öğretim üyesi Mehmet Perinçek'e 6 yıl
* Adli Tıp Uzmanı Ümit Sayın'a 4 yıl
* Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz'e 13 yıl 11 ay
* Sedat Peker 10 yıl
* "Susurluk Davası" hükümlüsü Sami Hoştan'a 10 yıl
* Eski İnönü Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu'na 23 yıl (Cezaevinde kansere yakalandı.)
* Eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu'na 15 yıl 8 ay
* Eski Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay 10 yıl
* Eski Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Abbas Yurtkuran 10 yıl
* Anayasa Mahkemesi Üyesi Osman Paksüt'ün eşi tutuksuz sanık Ferda Paksüt'e 2 yıl 6 ay
* Eski Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan'a 14 yıl hapis
* İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever'e 15 yıl hapis
* Danıştay sanığı Osman Yıldırım'a 8 yıl 9 ay
* Prof. Dr. Erol Manisalı'ya 9 yıl
* Emekli Orgeneral Kemal Yavuz'a 7 yıl 6 ay
* Gazeteci Adnan Bulut'a 6 yıl 3 ay
* Gazeteci Vedat Yenerer'e 7 yıl 6 ay
* Cumhuriyet Gazetesi'ne molotoflu saldırıda adı geçen Bedir Şinal'a 18 yıl 8 ay
* Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk'a 7 yıl 6 ay
* İP Genel Başkan Yardımcısı Turan Özlü 9 yıl
* Gazeteci Güler Kömürcü 7 yıl 6 ay
* Özlem Usta 6 yıl 3 ay
* Bekir Öztürk 12 yıl
* Yazar Ergün Poyraz'a 29 yıl 4 ay
* İşçi Partisi'nin avukatlarından Emcet Olcaytu'ya 13 yıl 2 ay
* Fatma Cengiz'e 11 yıl
* Emekli Binbaşı Fikret Emek'e 41 yıl 4 ay
* Eski Belediye Başkanı Gürbüz Çapan'a 1 yıl 3 ay
* İşçi Partisi yöneticisi ve Aydınlık Gazetesi yazarı Hikmet Çiçek'e 21 yıl 9 ay
* İşçi Partisi yöneticisi Hayrettin Ertekin'e 12 yıl
* Eski Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz'e 10 yıl
* Boğaç Kaan Murathan'a 17 yıl
* İşçi Partisi yöneticisi Adnan Akfırat'a 19 yıl
* Teğmen Mehmet Ali Çelebi'ye 16 yıl 6 ay
* Ümraniye'de 27 el bombasının ele geçirildiği gecekondunun sahibi Emekli Astsubay Mehmet Demirtaş'a 22 yıl
* Eski Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım'a 16 yıl 10 ay
* Mehmet Zekeriya Öztürk'e 19 yıl 6 ay
* Genelkurmay Eski Adli Müşaviri emekli asker Erdal Şenel'e 7 yıl 6 ay
* Avukat Nusret Senem'e 20 yıl 3 ay
* Gazeteci Ünal İnanç'a 19 yıl
* Kemal Aydın'a 20 yıl 8 ay

detan
06-08-2013, 10:00
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, dün akşam TRT Haber'de yayınlanan 'Bu Hafta Neler Oluyor?' adlı programda kamunun net borcunun sıfırlandığını söyledi.

"Tarihimizde ilk defa 2012 yılında kamunun net borcu sıfırlandığı gibi artık net varlığı var ve 2012 sonu itibariyle net varlığımız 26 milyar dolar" sözlerini duyunca kulaklarıma inanamadım ve acaba yanlış mı duydum diye internette araştırdım.

Babacan sadece TRT'deki programda değil, mayıs ayında katıldığı, 'Türkiye Ekonomisi 2013' konulu panelde de aynı sözleri söylemiş. Yani duyduklarım doğruymuş.

Kulaklarımın sağlamlığını teyit ettim ama bu sefer de aklım karıştı; beyin sağlığımdan şüphelenmeye başladım. Çünkü devletin ekonomiden sorumlu bir bakanının söyledikleri ile devletin resmi bir kurumunun verileri arasında çelişki var.

Koskoca bakana yalancı desem hem ayıp olur, hem de yasal olarak suç işlemiş olurum; başım belaya girer. Devletin verileri yanlış desem, devlete saygısızlık yapmış olurum; benim gibi ülkesini seven bir vatandaşa yakışmaz.


Bakanın sözleri belli, resmi veriler de aşağıda...
Ben işin içinden çıkamadım; inceleyin bakalım, belki siz çıkarsınız!



http://img708.imageshack.us/img708/7911/fm95.png

detan
12-08-2013, 21:57
Bayramdan sonra, pazar günü sabah erkenden kalkarak, tatilimizi geçireceğimiz Antalya'ya doğru hareket ettik. Kat ettiğimiz 820 kilometre yolun yaklaşık olarak 760 kilometresi otoyol ve bölünmüş yol idi.

Bölünmüş yolda seyahat etmek, çift yönlü yolda seyahat etmekten daha az yorucu ve daha emniyetli. Bölünmüş yolların çoğalmasında AKP iktidarının önemli ölçüde katkısı oldu. "Yiğidi öldür, hakkını yeme" demişler; bu noktada AKP'nin hakkını vermek lazım. Ancak bu yolların yapılmış olması, yapılan işin eksiksiz yapıldığı anlamına gelmiyor; henüz mükemmellikten çok uzak.

Özellikle işaret levhaları konusunda sınıfta kalmışlar. Trafiğin sağlıklı olarak işlemesine yardımcı olan bu levhaların sayısı yok denecek kadar az. Mevcut bazı levhaların bir kısmı ise, bölünmüş yolların alt yapısını oluşturan eski yollardan kalmış. İşaret levhaları, bölünmüş yol şartlarına göre yeniden düzenlenmediği için saçma sapan talimatlar var. Örneğin, iki şeritli bölünmüş yolda birkaç noktada 'öndeki taşıtı geçmek yasaktır' levhası gördük. Öndeki taşıtı geçemeyeceksek bölünmüş yol yapmanın anlamı ne? Yine bazı noktalarda, hız sınırını 50, 40 ve hatta 30 km/saat olarak belirleyen levhalar vardı. Dümdüz yolda 30 kilometre hızla gidilmesini istemek komik oluyor.

En büyük sıkıntı ise hız sınırlarını belirleyen levhaların olmamasında. Otoyollarda hız sınırını belirleyen levhaların az olması sorun yaratmıyor. Zira otoyollar üzerinde 'meskun mahal' uygulaması yoktur; otoyol boyunca hız limiti bellidir. Fakat bölünmüş yollarda durum farklı. Üst hız limiti 110 km/saat olarak belirlenmiş olmakla birlikte, bölünmüş yollar üzerinde köyler ve kasabalar var. 'Meskun mahal' olarak adlandırılan bu bölgelerde hız limiti değişken olup, bazı yerlerde 50, bazı yerlerde 70, bazı yerlerde ise 90 kilometre/saat olarak belirleniyor. Dolayısıyla bu bölgelerde hız limitini gösteren işaret levhalarına mutlak surette ihtiyaç var. Ancak yol güzergahımız üzerinde bu levhaları neredeyse hiç görmedik.

Yol üzerinde çok miktarda gezici ve sabit radar vardı. Yasal olarak, bu radarlara yakalanan sürücülere ceza kesilebilmesi için, 'yol üzerinde radarlarla hız kontrolü yapıldığına dair' uyarı levhaları olmasına rağmen, değişken hız limitlerini belirten levhaların olmaması büyük bir çelişkidir. Sürücüler, uymak zorunda oldukları hız sınırlarını bilmeden, tahminlere dayanarak seyretmekte, bu arada bolca ceza yemektedir.

AKP'nin internet sitesinde "Bölünmüş yollar can güvenliğini de artırdı. 2003-2012 arasında yol kusurlarını azaltmak için 40 milyar TL'den fazla yatırım yaptık. Neticede ölümlü kaza oranı yarı yarıya azaldı." diyor.

Doğrudur, bölünmüş yolların yapılması ile kaza oranları azalmıştır ama bu arada bu yollarda kesilen cezalar da kat kat artmıştır. Yollara 40 milyar harcayan iktidar, işaret levhalarına birkaç milyon daha harcamaya kıyamamıştır.
Anlaşılan o ki, AKP iktidarı, halkın ödediği vergilerle yaptığı bölünmüş yollara harcadığı 40 milyarı, yine bu vatandaşlarına tuzak kurarak geri almak istemektedir.

detan
20-08-2013, 11:36
Bir gün semt pazarında dolaşırken, kilosu 5 liraya sosis satıldığını gördüğümde hiç şaşırmamış, ancak bu sosisi satın alanlarda hiç akıl olmadığını düşünmüştüm. Etten yapılan bir ürünün, normal et fiyatının beşte birine nasıl satılabildiğini sorgulamayan halkım, benim gözümde, bu ürünü üreten ve pazarlayanlar kadar suçluydu.

Sahtekarlıklar çeşit çeşittir. Üstteki örnekte olduğu gibi, bazıları aleni yapılır; buna 'alan razı, satan razı' denilir. Ancak durum her zaman böyle değildir; olmayanı varmış gibi göstermeye, ya da olanı yokmuş gibi göstermeye çalışan, özü tamamen aldatmaya dayalı sahtekarlıklar da vardır.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, geçen yıl yayınladığı bir tebliğ ile, bu sahtekarlıkların sıkça yapıldığı, salam, sucuk, sosis, döner gibi ürünlerde beyaz et - kırmızı et karışımını yasaklamıştı. Amaç, karışım adı altında, halk sağlığını tehdit eden bu ürünleri üreten, satan ve büfe, lokanta gibi yerlerde kullanan sahtekarlara engel olmaktı.

Basında çıkan haberlere göre, 5 Mart 2013 tarihinde yürürlüğe giren bu tebliğin ardından, sektördeki firmalardan üçte biri kepenk indirmek zorunda kalmış. Bu sayının daha da artması bekleniyormuş.

Beter olsunlar!

Bizde kanun, yönetmelik, tebliğ çıkar ama uygulamada sorun yaşanır. Umarım bu kez işi sıkı tutarlar ve ilk etapta sağlanan başarı sürekli olur. Bu noktada tüketici olarak bizler de sorumluluk sahibiyiz. Her şeyi devletten beklemekten vazgeçip, devlete yardımcı olma bilincini oluşturmalıyız.

detan
21-08-2013, 13:47
AKP, 12. kuruluş yıldönümünü sade bir resepsiyonla kutlamış.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şatafatlı bir tören yapılmamasının gerekçesini şu şekilde açıklıyor: "Kutlama programını müzikle zenginleştirebilirdik ancak Mısır'daki gelişmeler nedeniyle sade bir resepsiyonu tercih ettik."

Benim duyarlı başbakanım öyle diyorsa öyledir!

Sadece Mısır'da değil, Suriye'de de kan gövdeyi götürüyor ama bize ne!
Ceylanpınar'a her gün bir bomba düşüyor; bilinen ölü sayısı dört. Olur böyle vakalar!
Bayramda trafik kazalarında 61 ölü, 251 yaralı. Dikkatli olsalardı canım!
Trabzon'da sel iki can aldı. Allah'tan gelene çare yok!
Reyhanlı'da ölenlerin de kırkı çıktı, unutulabilir!

Gezi Parkı eylemlerinde ölenleri anmaya bile gerek yok; onlar zaten insan değildi!

detan
22-08-2013, 16:19
Eskiden kamusal zamlar yılda bir, hadi bilemedin iki kez yapılırdı. İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi), her ay zam yapıyor. Çaktırmadan, ufak ufak...

Bu işlerin hesabını yapabilenler bilirler; bir aylık dönemlerde elde edilen %1 getiri ile 12 aylık vade sonunda elde edilen %12 getiri aynı değildir. Aylık ödemeli getiri daha caziptir.

İSKİ'nin sitesinden alınan verilere göre düzenlenmiş olan tablo incelendiğinde görüleceği gibi, her ay yapılan zamların oranı 8 aylık dönemde %7'ye ulaşmış durumda. 12 aylık dönemde bu oran %10,5'e ulaşacak.

İSKİ, dönemsel zamlar yapmak yerine, zamları aylara yayarak adeta 'sinekten yağ çıkarıyor'. Böylece hem daha kısa zamanda daha fazla gelir elde ediyor hem de yıllık gerçek zam oranını gizleyerek halkı uyutuyor.

Merkez Bankası'nın yıllık enflasyon beklentisinin %6,2 olduğu dikkate alınırsa, İSKİ'nin 8 aylık zam oranı, yıllık enflasyon beklentisini şimdiden aşmış durumda. 12 aylık dönemde, yıllık enflasyon beklentisinin %50 üzerine çıkacak.

Geçtiğimiz günlerde, benzinin litresinin 5 lirayı bulmasının ardından, bazı bakanların da baskısıyla Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), sektördeki firmalardan indirim istemiş aksi taktirde 'tavan fiyat' uygulaması yapılabileceğini açıklamıştı.

En az akaryakıt kadar hayati önemi olan suyumuzu üreten İSKİ'ye de 'dur demek' gerekiyor ama kamusal alanda fiyatları denetleyen bir kurum yok. Zaten olsa bile doğru çalışacağından emin değilim. Büyük bir olasılıkla iktidar partisinin elindeki belediyeler ile muhalif partilerin elindeki belediyeler arasında ayrım yapılır, birine "dur", ötekine "yürü" denilirdi.

Bir atasözümüz der ki: İt iti ısırmaz!

http://img16.imageshack.us/img16/4783/xkz.png

detan
25-08-2013, 18:14
Başbakanımız Rize'de yaptığı konuşmada diyor ki: "Bize diyorlar ya, ‘Mısır’da, Suriye’de ne işiniz var?’. Şimdi cevabını veriyorum. Çanakkale zaferimizde Kahireli, Sinalı, Gazzeli, Kudüslü, Şamlı, Halepli kardeşlerimize, ‘Neden buraya geldiniz?’ diye sorduk mu? Sormadık. Onlar da ’biz neden buraya geldik?’ demeden Çanakkale’de bizimle beraber savaştı.Bizimle, bizim vatanımızı savundular. Bizim dedelerimizle birlikte şehit oldular. Çanakkale, Sarıkamış’ta da şehit oldular."



Başbakan, Osmanlı tarihini işine geldiği gibi çarpıtıyor.

Doğrudur, bazı Araplar Çanakkale'de, Türklerle, Kürtlerle, Lazlarla, Çerkezlerle birlikte savaştılar ama savundukları topraklar, o tarihte sadece 'bizim' değil onların da topraklarıydı. Bağlı oldukları imparatorluğun topraklarını savundular.

"Neden buraya geldiniz?" diye sormamız gerekmiyordu; doğrusu gelmeseler ayıp olurdu!

detan
26-08-2013, 22:11
Facebook sayfamda işlediğim konular genellikle forumdaki konular ile aynı ama farklı konular da var...


https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924?ref=hl

detan
28-08-2013, 01:57
Haber 1:
Reuters haber ajansı, Suriyeli muhalifleri kaynak göstererek, Esad karşıtı isyancılara destek amacıyla Türkiye üzerinden 400 ton ağırlığında askeri malzeme gönderildiği iddia etti.

Muhalif Muhammed Salam, Reuters’a yaptığı açıklamada, Hatay’dan gelen silah dolu 20 römorkun karargahlara dağıtıldığını söyledi.

Körfez ülkelerince finanse edildiği tahmin edilen cephane teslimatının, muhaliflere iki yıldır yapılan yardımların en büyüğü olduğu belirtildi.


Haber 2:
Başbakanlık bütçesi içinde 'gizli hizmet giderleri' başlığı altında yer alan 'örtülü ödenek' harcamaları, özellikle son iki yılda patladı. 2011 yılında 391 milyon lira olan örtülü Ödenek harcamaları, 2012 yılında ikiye katlanarak 694 milyon lira oldu. Bu yılın ilk beş ayında 537 milyon liraya ulaşan örtülü ödenek harcamasının yıl sonuna kadar 1.5 milyar TL’ye yaklaşacağı tahmin ediliyor.

Örtülü ödeneğin hesabını sadece başbakan, maliye bakanı ve ilgili bakan biliyor.


http://imageshack.com/a/img826/2740/barh.png



Kafama takılan sorular:

Dış politika, maaşını devletin ödediği görevli diplomatlar ve diplomatik yöntemlerle yürütülür; bunun için örtülü ödeneğe ihtiyaç yoktur. Acaba 'aktif dış politika' yapmak için mutlaka örtülü ödenek mi gerekiyor?

Örtülü ödeneğin son iki yılda zirve yapmasının sebebi 'aşırı aktif dış politika' uyguluyor olmamız olabilir mi?

Örtülü ödeneğin son iki yılda zirve yapmasının, Suriyeli muhaliflere defalarca gönderildiği anlaşılan 'yardımlar' ile ilgisi olabilir mi?

Biber gazı stoklarımız Gezi Parkı olaylarında kullanılacağına Suriyeli muhaliflere gönderilse, acaba daha hayırlı bir amaç için kullanılmış olur muydu? Sanırım bu biber gazı ile Esad ordusunun yarısı telef olur, muhaliflerin işi kolaylaşırdı!

Finansmanını Körfez ülkeleri sağlamış olsa bile, Türkiye'nin bu savaş malzemelerini temin ederek Suriye'ye göndermesi, bir ülkenin iç işlerine müdahale değil midir?

En başında 'silah olarak' bez afişler ve kartonların kullanıldığı, sonradan en fazla taş ve sopalarla takviye edilen Gezi Parkı olaylarında, Suriye veya başka bir ülke göstericilere 'silah yardımı' yapsaydı, "bu işte dış güçlerin parmağı var" diye kıyamet koparanların tutumu ne olurdu?

Gerekçesi ne olursa olsun, tarafları çatışmaya tahrik etmek, çatışan taraflardan herhangi birine savaş malzemeleri temin ederek savaşı kızıştırmak, ardından televizyon ekranlarında, meydanlarda insanlıktan bahsetmek hangi kitapta yazar?


Offf sıkıldım! Bu kadar soru yeter....

Master
28-08-2013, 06:11
Suriyeli muhaliflerin kurduğu Özgür Suriye Ordusu'nun siyasi danışmanı Bessam el Dade, kimyasal silah üretebilecek hammadde ve kapasiteye sahip olduklarını açıkladı. AA'ya konuşan El Dade, "Esad bu silahı kullanırsa, biz de karşılık veririz" dedi.

Minik Merak : Kim verdi doğru söyle ;)


http://www.arka-bahce.org/forum/showpost.php?p=20610&postcount=623 01 01 2013

http://www.hurriyet.com.tr/planet/22273267.asp

detan
01-09-2013, 18:35
30 Ağustos kutlamaları dolayısıyla 'fevkalade' yorulduğunu belirten AKP Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ürün, "Törenden törene koştuk. Bunlar da inşallah bir kısım gelişmelere vesile olacak önümüzdeki yıllarda. Her gün gelişmeye devam ediyor. Değişim ve gelişim, hayatın kendisinde var. Törenler konusunda da inşallah önümüzdeki yıllarda müspet gelişmeler olabilir. Bu kadar tören, bu kadar tören, bu kadar tören. Nereye kadar? Ömrümüz boyunca bunları mı yapacağız? Kısmen düzelmeler var, ama inşallah ileride daha da düzelecek törenler konusu." demiş.




Gaz mı yaptı canım?
"Keşke her hafta 'Kutlu Doğum Haftası' olsa, ne iyi olurdu!" değil mi?

detan
05-09-2013, 16:04
https://fbcdn-sphotos-c-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/p480x480/1238145_199006900269361_1208894891_n.png

detan
07-09-2013, 17:23
2020 Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yapacak olan şehir bugün belli olacak. Aday ülkeler, doğal olarak, jüriyi etkileyecek son sunumlarını yapacaklar. Arjantin'in başkenti Buenos Aires'te toplanan Uluslararası Olimpiyat Komitesi, İstanbul, Tokyo ve Madrid arasına bir seçim yapacak.

BBC'nin haberine göre Türkiye, Arjantin'e 600 kişilik bir heyetle gitmiş. Heyette kimler yok ki! Başbakan, eşi, kızı, bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar, belediye başkanları, olimpiyat komitesi üyeleri, olimpiyata sponsor olacak iş adamları ve sporcular...

Bize de bu yakışır; dosta düşmana gücümüzü göstermiş olduk! Keşke bin kişi ile gitseydik!

Başbakan Erdoğan, 2010 yılında, Brezilya, Arjantin ve Şili'yi kapsayan gezisi sırasında, Buenos Aires’in bir parkına konacak olan Atatürk büstünün açılışını da yapacaktı. Ermeni lobisinin yoğun baskısı üzerine Atatürk büstünün açılışı iptal edilmiş, bunun üzerine Erdoğan, haklı olarak tepki göstermiş, Arjantin gezisini iptal etmişti.

Ermeniler Arjantin'de oldukça etkililer. Sözde Ermeni soykırımı ve soykırım yasa tasarıları sık sık gündeme geliyor. Bu yüzden Arjantin ile diplomatik ilişkilerimiz de çok sıcak değil. Buna rağmen, Arjantin'e, çoluk çocuk dahil 600 kişilik bir heyetle gidiyoruz.

Seçimi yapacak olan Olimpiyat Komite’nin 103 üyesi varmış. Aday ülkeler oy kullanamıyormuş; komite Başkanı Jacques Rogge de kendi isteğiyle oy kullanmayacakmış. Kalıyor 97 üye. Adam adama markaj uygulasak, üye başına 6 kişi düşüyor.

Eski futbolcu başbakanımız, sıkı markajın faul yapma olasılığını artırdığını da bilir herhalde!

Arjantin'de yaşayan Ermeniler, Başbakan Erdoğan'ı ve Türkiye'yi protesto edeceklermiş. Erdoğan, protestoları pek sevmez ama orası etki alanı dışında kalıyor. Bakalım Arjantin polisi parkları kapatıp, gaz bombalarını göstericilerin kafalarına sallayacak mı?

detan
09-09-2013, 16:18
Olmadı, 600 kişi yetmedi! Olimpiyatlar Japonya'da yapılacak.

Hükümetin başarısızlığına sevinmedik; aksine ülkemiz adına üzüldük ama bu durum düşüncelerimizi açıklamamıza engel olmamalı.


Arjantin dönüşü, uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan, "Bize Gezi Parkı’nı kimse sormadı ancak Japon heyetine nükleer sızıntı konusu soruldu." diyor.

Demek ki sorma gereğini bile hissetmemişler. "Nükleer santraldeki 'çatlağa' çare var, Türkiye'deki 'çatlağa' çare yok" diye düşünmüşler.



Erdoğan, "Madrid elendikten sonra Avrupa ülkeleri de bize oy verir diye bekledik ama olmadı" diyor.

Bel bağladığımız bu ülkeler, 2004 yılında, AB bayrakları ile donatılan Kızılay’da, sayın başbakanın, gündüz vakti atılan havai fişekler altında giriş biletini aldığımızın müjdesini verdiği ama hala giremediğimiz Avrupa Birliği'nin saygıdeğer üyeleri olan ülkeler olmasın!
Sayın başbakan, Kenan Doğulu'dan 'Umduğum dağlara karlar mı yağdı?' şarkısını dinlesin; iyi gelir.



Erdoğan, "Olimpiyatları alamamamızda Senagal'li Uluslararası Atletizm Federasyonu Başkanı’nın da rolü var. Kendisi olimpiyat için açıktan Tokyo’ya destek verdi." diyor.

Yahu bu Senegal, halkının %92 si Müslüman olan, her fırsatta yardım ettiğimiz, elimizi üzerinden eksik etmediğimiz din kardeşimiz Senegal değil mi?
Nankör bunlar nankör!



Erdoğan, "Adil davranılmadı. Bir yönüyle 1 buçuk milyarlık İslam dünyası ile bağları da kesip atıyorlar." diyor.

Kendinizle çelişmeyin sayın başbakanım! Siz söylediniz, Müslüman Senegal de bizim yanımızda değilmiş! Demek ki sorun din temelli değil.



Erdoğan, ”Her olayda bir hayır vardır. Buraya dünyanın parasını harcayacaktık. Bakanım Suat Bey’e de söyledim: 'Biz bu yatırımları sporculara yapalım ve madalyaları alalım'. Atletizm ve yüzme gibi alanlarda şimdi yurtdışından antrenör getiriyoruz. Belki bir mayalanma sağlar diye dışarıdan devşirme bir iki sporcu da getiririz." diyor.

A be devşirelim!
Yaşasın devşirme sporcular, devşirme başarılar, devşirme mülteciler, devşirme oylar...
Devşirelim be yav!

detan
11-09-2013, 02:01
Bugün gazete okurken, konusu Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ait bir ihale olan haber dikkatimi çekti. Haberi kaynağından (Resmi Gazete) araştırdım, birebir doğru.

İhalenin konusunu şu şekilde özetleyebiliriz:
Emniyet Genel Müdürlüğü, ekonomik ömrünü doldurmuş panzer, zırhlı araç ve hurda malzemeleri, sıfır kilometre araç ve bilgisayarlar ile takas etmek istiyor.

Bu takasın şartları da şu şekilde açıklanmış:
Tahmini bedeli 514 bin 891 lira olan, 65 adet muhtelif marka ve model taşıt, 11 hurda panzer ve zırhlı araç, 62 kalem muhtelif hurda malzeme, 19.590 kg. ağırlığında değişik ebatlarda karkas lastik ve 1012 kalem oto yedek malzemesi; tahmini bedeli 543 bin 443 lira olan 8 adet Toyota Avensis 1.6 Elegant marka gümüş gri renk taşıt, 1 Toyota Corolla 1.4 D-4D Premium M/M marka dizel beyaz renk taşıt, 1 Asus UX31A-C4027H 13,3/i7 3517U marka laptop, 5 adet bilgisayar seti ile mübadele edilecek. Taşıtlar, 2014 model ve sıfır kilometre, laptop ile bilgisayar setleri yeni ve kullanılmamış olacak.




İş hayatımda, özel şartlar konularak adeta birilerine servis edilen değişik ihalelere şahit oldum ama bu kadarına pes doğrusu. Alınacak arabaların markası, modeli, tipi, rengi, her şeyi belirtilmiş. Bir plaka numaraları eksik!
Dizüstü bilgisayarda da aynı. Marka ve hatta model numarası bile verilmiş.

Normal bir ihalenin şartnamesinde, alınacak bilgisayarın işlemci tipi, hızı, kapasitesi, ekran boyutu gibi özellikleri belirtilir; o şartları sağlayan değişik markalar teklif verebilir. Acer de olabilir, Toshiba da; Exper de olabilir HP de... Niye Asus?

"Böyle ihale mi olur?" diye düşünürken şeytan dürttü; arama motoruna 'mübadele' ve 'ihale' kelimelerini yazarak bir arama yaptım. Çeşitli illerin Emniyet Müdürlüklerinin, yukardakine benzer onlarca ihale ilanı olduğunu gördüm.

Bu mübadele ilanlarında, "Fiat Linea Classic" veya "Fiat Doblo Safeline" gibi emniyet teşkilatında görmeye alışkın olduğumuz görev araçların yanı sıra oldukça lüks araç talepleri de var.

Bu ilanların birinde, verilecek hurdaların karşılığında, "Volkswagen Marka Passat 1.4 TSI BMT 122 PS Trendline, manuel, gece mavisi renginde benzinli araç" istenirken bir diğerinde "2013 model, 2.0lt tdi 180 ps gücünde motor hacmi olan, 4 silindir otomatik vites, 8+1 euro 5 , direksiyondan kumandalı, cd ve mp3 çalarlı, alüminyum alaşım jant, abs, asr, edl, bas, ebc, arp, ebd, fbs, prefill, yağmurda fren desteği özellikleri olan, otomatik sağ kayar kapılı, 2 adet 12 volt elektrik girişi, ön ve arka sis farları, sürücü ve yolcu hava yastıkları, yol bilgisayarı, hız sabitleyicisi olan, sürücü ve yolcu bölümüne üfleyebilen klimatronik klimalı, siyah renkli VİP özellikli Volkswagen Caravelle minibüs tipi araç" isteniyor.

Ohh, suyundan da koy!

Emniyet Genel Müdürlüğü, takas yoluyla yapılan alım ve satımlarda 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine tabi değilmiş.

Ne diyelim, bu dünyada işiniz iş! Bakalım öbür dünyanın kanunları bu alışverişe ne diyecek!


Not: İlgili Resmi Gazete'nin linki: http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/ilanlar/ilan.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/ilanlar/20130910-3.htm
İhalenin başlığı: Hek ve ekonomik ömrünü doldurmuş taşıtlar ile hurda malzemelerin mübadelesi.

detan
14-09-2013, 00:04
YÖK Genel Kurulu'nun Ağustos ayındaki toplantısında, İlahiyat Fakülteleri'nde okutulan Felsefe Tarihi, Felsefeye Giriş, Tefsir Tarihi, Hadis Tarihi, Kelam Tarihi, İslam Mezhepleri Tarihi, İslam Medeniyeti Tarihi, Türk İslam Sanatları Tarihi gibi dersler müfredattan çıkarılmış; Fıkıh, Tefsir, Hadis gibi Temel İslam Bilimleri derslerinin saatleri ise artırılmıştı.

İlahiyat Fakülteleri'nin müfredatından felsefe derslerini kaldırma kararının yankıları hala devam ederken, bu fakültelerin isimlerinin de değiştirilmesi için karar alındığı ortaya çıktı. İlahiyat Fakülteleri'nin adı 'İslami İlimler Fakülteleri' olarak değiştiriliyor.

İlahiyat, en basit anlamda 'Tanrı Bilimi' olarak adlandırılıyor. Biraz daha genişletilmiş bir şekilde 'bütün inançları içine alan; dinleri, mezhepleri, diğer dini ve felsefi doktrinleri mukayeseli olarak inceleyen; tanrı, âlem ve insan arasındaki münasebetleri araştıran ilim' olarak tanımlanıyor.

İslami ilimler ise, 'hak dinler' olarak kabul edilen Musevilik, İsevilik (Hıristiyanlık) ve bu dinlerin sonuncusu olan Müslümanlığı kapsar; inançları çok daha dar bir alanda inceler.

YÖK Üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay, bu değişiklikler için koyduğu muhalefet şerhinde şu tespitlerde bulunmuş:

"İlahiyat Fakültelerinin adlarının 'İslami İlimler Fakültesi' şeklinde değiştirilmesi kararı, modern zamanların tarihsel birikimini, tecrübeyi, kurumsallığı, kadim olanı ve geleneği yok sayan, tasfiye eden aklın bir yansımasıdır. Eğer 'İslami İlimler Fakültesi' adı altında bir yükseköğretim kurumuna ihtiyaç söz konusu ise, bu adla ve kendine özgü ve amacı doğrultusunda bir yapılanmaya gidilebilir.

Küresel dünyada, İslam bilginleri sadece Müslümanlar ile konuşmak değil, bütün inanç sahipleriyle konuşmak, tebliğ etmek ve tartışmak durumundadırlar. Bu nedenle, söz konusu felsefi zemine dayanan İlahiyat Fakülteleri sadece İslam inanç ve ibadet öğretimi veya saf dini ilimlerin eğitimi ile kendisini sınırlandıramaz. Evrenin niçin yaratıldığı, varoluşumuzun anlamı gibi temel varlık sorularının cevaplarını 'Din' ve 'Felsefe' vermektedir. Felsefe olmaksızın bu sorulara tatmin edici cevaplar verilemez."


Durmuş Günay hoca, söylenebilecek her şeyi söylemiş.

Üstüne söylenebilecek tek şey şu olabilir: İktidar, düşünen ve irdeleyen insanları sevmiyor. Sorgulayan insan modelinden, biat eden insan modeline geçiş yapmak istiyor. Oysa ki en köklü inançlar, hafızlarda değil; düşünen, sorgulayan, irdeleyen ve ikilemleri yenmeyi başaran insanlarda yeşeren inançlardır.

detan
17-09-2013, 13:16
https://fbcdn-sphotos-h-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/p480x480/1187270_203494649820586_1922623865_n.png

neron
17-09-2013, 16:02
Okumaktan ve okuduğunu anlamaktan bi habersen...
Hayatın ezberleyip, okuduğunun anlamını sormadan geçmişse...
Hocanın söylediğini doğru kabul edip, hiç nedenini niçini merak etmediysen...
Bugün de önüne konanı okur, bir öyle bir böyle söylersin.

detan
18-09-2013, 16:31
Başlığımız 'Potpuri'.

Aslında bir müzik terimi olan potpurinin Türkçe karşılığı 'karmaca'. Şarkıları aralık vermeden, bazen de ortasından bölerek birbiri ardına söylemek anlamında kullanılıyor.

Bugün içimden 'potpuri' yapmak geldi!


'Ferah' makamından başlayalım...
Suriye helikopteri hava sahamızı ihlal etti, anında indirdik. Hava sahamıza girmesi doğru muydu? Tabii ki değildi. Onlar da bizim uçağımızı vurmuştu. karşılığını vermiş olduk. İçimiz ferahladı!

Tabii bu arada savaş çığırtkanlığı yapan birilerine gün doğdu. Kul istedi bir göz, Allah verdi iki göz!


Geçelim 'Hicaz' makamına....
Esad rejiminin başlıca destekçilerinden İran'ın, 'Meclis Ulusal Güvenlik ve Dış Politikası Komitesi' sözcüsü, "Suriye'nin kimyasal silahlarına ilişkin anlaşma uygulanacaksa eğer, İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye de kimyasal silahları teslim etmeli" dedi.

Adama bak, iç işlerimize müdahale ediyor!
Hadi İsrail neyse de Suudi Arabistan nereden çıktı? Orası Hicaz; dokunulmazlığı var!


'Acem' makamından devam ediyoruz...
İran Meclis Başkanının dış politika danışmanı Hüseyin Şeyhülislam, "Türkiye'nin son zamanlardaki davranışları maalesef komşuluk ilişkilerinden çok uzaktır ve çeşitli sorunlara neden olmaktadır" dedi.

Otur oturduğun yerde boşboğaz Acem! Erdoğan duymasın dilini keser!


'Acem-Rast' makamı...
Başbakanı ve bazı resmi yetkilileri dinlemek için 'böcek' yerleştirenlerin, AKP ile ilişkisi olan iki kadın olduğu ve İran için çalıştıkları ortaya çıktı. Daha da ilginci, bu olay aylar öncesinden tespit edilmiş ama biz bilmiyormuşuz. Önceki gün bir şekilde basına sızdırıldı.

İranlıların açıklamalarından sonra, garip bir 'rast gelme' durumu söz konusu!


'Kürdi' makamından bir eserle devam...
Her fırsatta, PKK ve onun elebaşları ile asla görüşülmediğini iddia eden Erdoğan ve bakanları, İmralı ve Kandil'dekilerle 'vahiy' yoluyla iletişim kurarak pazarlıklar yapıp paket hazırlıyorlar.

Paketten çıkan, Kürtleri mutlu etmez gibime geliyor. 'Kürdi' makamı, Nevrûz-Bayâti' makamında şarkılarla devam edebilir.


'Irak' makamını da unutmayalım...
Kuzey Irak'ta parlamento seçimleri yapılacak. PKK'nın Irak'taki partisi olarak bilinen Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi'nin adayları Kandil Dağı'nda Cemal Bayık ve Bese Hozat'la görüşmüşler. Kuzeyde işler yolunda; bizden önce demokratikleştiler!

Güneyinde ise mezhep çatışmaları devam ediyor. Epey de zayiat oluyor ama şimdilik ilgi alanımızın dışında. Suriye ve Mısır meselesini hallettikten sonra oraya da el atarız!

Şimdilik bizden ırak olsunlar!



Sıra 'Safa' makamında...
Makamların en güzeli!
Ne polis soruşturması ne savcılık tezkeresi...
Örtülü örtüsüz, her türlü imkan elinizde! Yediğiniz önünüzde, yemediğiniz ardınızda!

Safanız bol olsun!

detan
20-09-2013, 13:11
Bu yılın Mayıs ayında, İstanbul Maltepe Sahil Yolu'nda meydana gelen kazada, Aslı Ayan isimli bir üniversite öğrencisi ölmüştü. Trafik uygulaması yapan polisler tarafından durdurulmak istenen Eyüp Hakan Yücel, ‘dur’ ihtarına uymayarak kaçmış , yolun karşısına geçmeye çalışan Aslı Ayan’a çarparak ölümüne neden olmuştu.

Kazaya karışan otomobili kullanan Eyüp Hakan Yücel, ‘bilinçli taksirle ölüme neden olma’ suçlamasıyla yargılandı. Mahkeme, Eyüp Hakan Yücel’i suçlu bularak 2 yıl hapis cezası verdi. Bu ceza, çeşitli indirim maddeleri uygulayarak 1 yıl 8 aya indirildi. Sanığın kişiliğini, duruşmadaki tutum ve davranışını da göz önüne alan mahkeme, sanığın bir daha suç işlemeyeceğine kanaat getirerek cezayı erteledi. Eyüp Hakan Yücel, 5 yıl içerisinde herhangi bir suça karışmadığı taktirde hapis cezası yatmayacak.


Aslı Ayan'ın annesi, benzer olayların genelinde olduğu gibi, verilen (verilmeyen) cezayı yetersiz bularak isyan ediyor.

Anne Alev Ayan, basın açıklamasında, Başbakan Erdoğan’a bir mektup yazdığını ifade ederek şunları söylüyor:

"Aslı bizim aileden 4'üncü kurban. Dayım ve teyzem ile 34 yıl önce babam. Şimdi de tek yavrum Aslı. Babamın ölümüne neden olan kazanın bedeli 2 yıldı; şu anda 3 yıl. Kazalarda yakınlarını kaybeden ailelere rica ediyorum. Başbakana trafik cezalarının arttırılması için dilekçe yazsınlar. O da bir baba. Eminim ailesinde trafikte kaybettiği yakınları vardır. Bu konuda hassas olacağından eminim."


Bu açıklamayı duyunca aklıma, 1998’de Şişli'de, yaya geçidinden karşıya geçmeye çalışan ses sanatçısı Sevim Tanürek'e çarpıp ölümüne neden olan Burak Erdoğan geldi nedense!

Kırmızı ışıkta durmadığı için peşine polis takılan, polisi atlatmak için aşırı hız yapan ve bu anda yaya geçidinden geçmeye çalışan bir kadını öldüren;
30 - 35 metre fren izi (yaklaşık olarak 100 km/saat hıza işaret ediyor) olmasına rağmen, bilirkişi raporunda suçsuz bulunan;
Olay anında ehliyeti olmadığı, dava sürerken eski tarihli ehliyet çıkarıldığı iddia edilen;
3 ay hapse mahkum edilip, daha sonra cezası küçük bir para cezasına çevrilen;

Burak Erdoğan ve babası...



Aslı Ayan'ın annesi Alev Ayan Başbakan Erdoğan'a hitaben, "O da bir baba. Eminim ailesinde trafikte kaybettiği yakınları vardır. Bu konuda hassas olacağından eminim." diyor.


Başbakanın baba olduğu doğru da, hassasiyet noktasında sorun var.
Kazayı yapan Eyüp Hakan Yücel'in babası bir mektup gönderse çok daha anlamlı olurdu. Recep Tayyip Erdoğan'ın onu daha iyi anlayacağından eminim.

Aslı Ayan'ın annesi mektubu yanlış adrese göndermiş!

detan
24-09-2013, 01:11
Bu ara müzik takıntım tuttu. Besteler, makamlar, şarkılar, şarkıcılar...
Son yazılarımda bu takıntımın izlerini bulabilirsiniz.

Takıntım devam ediyor.

Hani insanın kafasına bir melodi takılır, tekrarlar durursunuz... Dünden beri "Yalan yalan yalan, vallahi yalan" sözlerini tekrarlayıp duruyorum.

Niye başka bir şarkı değil de bu şarkı?

Psikolojide 'sosyal uyaranlar' diye bir tanım var. Sanırım "Yalan yalan yalan, vallahi yalan" şarkı sözlerinin beynimde dönüp dolaşmasına neden olan bazı sosyal uyaranlar ile sıkça karşılaşıyorum ki bu nakarata takılıp kaldım.

Bu nakarata takılıp kalmama neden olan uyaranlardan biri, altta açıklamasını yapacağım konu olabilir mi acaba?

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, "İktidarımız döneminde yapılan bölünmüş yollar sayesinde ölümlü trafik kazaların önemli oranda azaldı. Ölümlü kazalarda yüzde 50 azalma var. Yılda 2 bin 500 vatandaşın hayatını kurtulmasına vesile olduk." demiş.

Başka bir konuşmasında da "Bölünmüş yollarda, kazalarda yüzde 66, ölümlerde yüzde 84 ve yaralanmalarda yüzde 55 azalma oldu" demiş.

Demiş! Zaten her fırsatta diyor!

Başbakan Erdoğan da, her fırsatta bölünmüş yollar sayesinde kazaların azaldığını söyleyip duruyor.

Acaba böyle mi?

Alttaki tablolarda devletin resmi kurumlarından alınmış veriler var. Verileri meydanlarda ve televizyon ekranlarında söylenenler ile bir karşılaştırın bakalım uyarılmakta haklı mıyım, haksız mıyım!


http://img850.imageshack.us/img850/5875/4qxm.png



"Yalan yalan yalan, vallahi yalan"
"Yalan yalan yalan, vallahi yalan"
"Yalan yalan yalan, vallahi yalan"

Nakarata takıldım yine!

detan
24-09-2013, 23:37
Başbakan Erdoğan, iki gün önce Malatya'da, yine o kabadayı üslubuyla tahrik edici bir konuşma yaptı.
İşte bu konuşmadan bir bölüm:

"Temel hak ve özgürlükler noktasında, bizim başörtülü kızlarımızı, yavrularımızı üniversitelere sokmuyorlardı; meslek liselerinin orta kısımlarını kapatmışlardı. Ne oldu? 'Sabırlı olun' dedik. 'Sabırlı olun, bunlar kalkacak' dedik. Çünkü her kutlu doğum 9 ay 10 günde olur. Hamdolsun gün geldi, 4+4+4 çıktı. Şimdi meslek liseli yavrularımız, imam hatipliler, hepsi, artık 4 yıl ilkokul, 4 yıl ortaokul, 4 yıl liseye gidebiliyor mu? Gidiyor. Artık sıkıntılar kalktı mı? Kalktı. Katsayı kalktı mı? Ayaklarımızın altında mı? Artık başarılı olan her yavrumuz istediği üniversiteye kazanması halinde gidebiliyor mu? Kardeşlik bu; huzur, refah bu.
Başarının önüne bariyerler koymanın ne anlamı vardı? İşte o ortadan kalktı artık. Artık bizim başarılı olan yavrularımız, başı açık, başı örtülü, hepsi girecek yarışa kazanan başardığı yere gidecek; mesele bu. Başarının önüne hep bariyer koydular; işte biz o bariyerleri kaldırdık. 21. yüzyılın Türkiye'sinde eğitim, öğretim özgürlüğünü hamdolsun biz sağladık, sağlıyoruz.
Artık okullarda Kur'an-ı Kerim, siyer dersleri düz liselerde de seçmeli ders olarak okutuluyor. Siz istediniz biz de yaptık. Kardeşlerim, anneler, babalar, burada sevgililer sevgilisinin (Hz. Muhammed) tek önder, rehber hayatı bizim için bir izdir. Bu izde çok şeyler başarabiliriz. Onun için de annelerin, babaların, yavrularının geleceği için seçmeli derslerde de hassas davranmalarında bana göre fayda var. Öyle bir adım atalım ki halkın iradesine saygı duymayanlar, halkın iradesine saygının ne olduğunu öğrensinler"


Başbakan Yardımcısı ve Hükumet sözcüsü Bülent Arınç ise dün Uludağ Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada şunları söyledi:

"Geçmişte 'hayırseverlik ve Allah rızası' denildiğinde, halk daha çok cami ve Kur'an kursu yapmayı anlardı. Bu konuda çok büyük işler yapanlar oldu; ancak artık Türkiye'nin ihtiyacı eğitim kurumlarıdır.
Ne kadar hayırseverimiz varsa, kendi imkanları yetmiyorsa başkalarıyla birleşerek eğitim kurumları yapmalı, fakülteler, liseler, meslek liseleri, ilköğretim kurumları yapmalı."



Benim tanıdığım Bülent Arınç da Başbakan kadar laf ebeliği yapmakta ustadır ama bu sefer lafı uzatmamış. Dürüstçe, açık açık, "Okullar Kur'an kurslarının işlevini üstlendi; Kur'an kurslarına ihtiyaç kalmadı; artık bunların yerine okul yapabilirsiniz" diyor.


Karanlık içinde bir ışık değil, koyu bir karanlığa açılan bir kapının karaltısı bu!
Yine de Türkiye'nin karanlık geleceğini görmemize ışık tuttuğun için teşekkürler Bülent Arınç!

detan
26-09-2013, 15:22
http://img443.imageshack.us/img443/2356/gd4e.png

detan
27-09-2013, 23:07
Sanal alemde din üzerine o kadar sığ, o kadar cahilce tartışmalar oluyor ki kendimi bu yazıyı yazmaktan alıkoyamadım.

İslamiyet, diğer semavi dinleri (Musevilik ve İsevilik) yok saymaz; aksine temel olarak kabul eder. Önceki dinler de meşrudur ve bu dinlerin kitapları da Allah'ın gönderdiği 'meşru' kitaplardır. Ancak, zaman içinde görülen aksaklıklar üzerine bazı 'düzenlemeler' yapılarak son din olan İslamiyet ve bu dinin kitabı olan Kur'an gelmiştir.

Dinlerin tamamı, insanlara yol göstermek ve onların doğruları öğrenmesine yardımcı olmak için var olmuştur. Bu amaç dışında algılamaya sebep olan her türlü söylem, ya bu dinlerin temel öğreti kaynağı olan kitaplarında bozulma olduğunun (örneğin İncil), ya da bu kitaplardaki ayetlerin yanlış yorumlandığının delilidir. İslamiyet'ten önceki dinlerin kötü dinler olduğu söylenemez.

Gerek önceki dinlerde, gerekse İslamiyet'te, dini konularda yapılan yalan yanlış yorumları algılamak çok zor değil. Biraz okumak, biraz kafa çalıştırmak yeterli. Ancak kafalar çalıştırılırken şeytani planlara dini kılıflar bulmak için değil, kişisel çıkarlar için değil; sevgi için, barış için, faydalı işler yapmak için, kısacası insan olmak için çalıştırılacak; bu kadar basit.

Örneğin meydanlarda "Yaratılanı yaratandan ötürü severiz" diye bas bas bağırıp Suriye'deki iç savaşı kışkırtan, Mısır'daki kargaşayı tahrik eden, içerde ise her fırsatta fesatçılık yapan, inancını farklı şekillerde yaşamak isteyen insanları dışlayan bir başbakanın, 'yaratana' olan saygı ve sevgisi (hatta inancı) ne kadar inandırıcı olabilir?

Bazıları Kur'an'ın da değişmiş olabileceğini iddia ediyor. Kur'an'ın değiştirilmiş olduğuna ihtimal vermiyorum; tek sorun, (doğru ya da yanlış olarak) farklı şekillerde yorumlanmasında.

Her ne kadar "İslamiyet'te ruhban sınıfı yoktur" dense de, dini inançlar üzerinden geçimini sağlayan, hatta geçim sağlamanın ötesinde, dünya nimetlerinden bolca nasiplenen bir sınıfın varlığı inkar edilemez.

Birbirinden 'daha akıllı' ve 'daha bilgili' olduklarını iddia eden bu 'din alimleri', marifetlerini sergilemek için yarışırken dine büyük zarar veriyorlar. İnsanların kafasını karıştırıp, İslamiyet'in anlaşılması ve uygulanması zor bir din olarak algılanmasına sebep oluyorlar. Oysa basit olan kolay öğrenilir, kolay uygulanır. Sanırım Allah'ın da arzuladığı budur.

Kendi yolumuzu çizerken bu 'çok bilmişleri' bir tarafa bırakıp işin özüne inersek işimiz kolaylaşır. Allah'ın varlığına inanmak, Allah'ın yarattığı varlıkların tamamına sevgi ile yaklaşmak ve kalplerimizi kötülüklerden arındırmak inancın temelini oluşturur; gerisi teferruattır.

İbadetler ise kullar için değil, Allah için yapılır. Dolayısıyla eksik yapılan ibadetlerin hesabını soracak olan sadece Allah'tır.

İsra Suresi'nin 13. ve 14. ayetleri der ki:
- Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız.
- "Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!" deriz.


Olay budur!
İşin özü nefiste!

detan
30-09-2013, 09:02
http://img834.imageshack.us/img834/2182/x375.png

detan
01-10-2013, 00:45
Atatürk'e, Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine en büyük kötülük, 'Atatürkçü' geçinen bazı internet sitelerinde yapılıyor.

Bu siteleri yönetenlere ve bu siteleri takip edenlere açık mektup:

Çarpıtılmış, temelsiz, yalan yanlış haberlerle ve üzerinde oynanmış resimlerle, ne muhalefet ne de toplum mühendisliği yapılamaz... Birilerini bir şeylere ikna edebilmek için öncelikle güvenilir olmak lazım. Bu güvenin oluşabilmesi için, akılcı, tutarlı ve dürüst olmak gerekiyor. Maalesef çoğu zaman bu erdemlerden uzaklaşıldığını görüyoruz.

Bu sitelerin, Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerini savunuyor görüntüsü altında başka amaçları olabilir. Atatürkçü gibi görünüp, lüzumsuz tekrarlar ve yersiz paylaşımlarla insanları Atatürk'ten soğutmak gibi bir misyonu üstlenmiş olabilirler. Lütfen dikkat!

Bu siteler, dezenformasyon (bireyleri ve toplumları yönlendirmek amacıyla yanlış bilgi ve haber vermek) amaçlı olarak kurulmuş olabilirler. Bilinçli veya bilinçsiz olarak birilerinin bu amaçla kullanmasına aracılık edebilirler. Aman dikkat!

Bu sitelerin bir kısmı ego tatmini amacıyla kurulmuş olup; kurucuları için önemli olan tek şey beğeni ve paylaşım sayısıdır. Bunların bazılarının beğeni sayıları da gerçeği yansıtmıyor olabilir. Zira bunun da çaresini bulmuşlar; sayfa beğenilerini katlama hileleri varmış. Büyüklük ölçüsü olarak sadece beğeni ve paylaşım sayısına değil, paylaşımların içeriğine de bakmak lazım.

Bu sitelerde kopyacılık, hırsızlık, taklitçilik almış yürümüş durumda. Özgün yazılar, özgün konular bulmak neredeyse olanaksız. Sayfa doldurmak için, hareket varmış gibi göstermek için tek yol 'kopyala yapıştır'. Üstelik kaynak belirtmeden, emeğe ve fikre saygı göstermeden!

Bu siteleri yönetebilmek için, yönetenlerde bazı özellikler olması gerekir. Görüyorum ki çoğunun Türkçesi özensiz; bilgi birikimi ve hatta zeka seviyesi yetersiz. Şovenist söylemlerle, halka gaz vererek işi götürmeye çalışıyorlar.

Her şeye rağmen izlenmeyi beceriyorlar.
Helal olsun size!

Son sözüm de takipçilere. Bayağılaşmış bir üslupla ve küfürlerle muhalefet yapılmaz; olsa olsa deşarj olunur. Bunun karşılığında, sizden farklı düşünenlerden aynı seviyede cevaplar alırsanız sakın kızmayın.

detan
01-10-2013, 14:36
Başbakan kolundaki saate baktı, "vakit tamam" dedi.
Açalım!

Ama hemen açmak olmaz,
Açmadan önce biraz kıvırmak lazım.
Açar gibi yapıp açmayacaksın!
Striptiz yapar gibi, yavaş yavaş!

Atatürk dedi, demokrasi dedi,
Terör dedi, refah dedi,
Aklınca seyirciyi gevşetti!
Kıvırdı, bir daha kıvırdı,
Eğildi, büküldü,
Nihayet başladı açılmaya!

Başörtüsünü açar gibi yaptı, tekrar bağladı!
Yetmedi, kenarda duran 'çarşafı' kaptı.
Oynadı durdu çarşafla,
Striptiz yapar gibi, yavaş yavaş!

Gösteri sürdü gitti, bir türlü açamadı,
Andımız okunurken açılamam dedi!
Sessizlik istedi.
Ama yine olmadı; açmadı, açamadı...
Seyircinin görmek istediğini bir türlü gösteremedi!

Seyirciyi oyalamak lazım.
Açar gibi yapıp açmayacak!
Yine açacak gibi yapacak, yine açmayacak!
Striptiz yapar gibi, yavaş yavaş!

Seçimlere kadar sürecek bu süreç,
Arada kol saatini gösterecek, daha vaktimiz var diyecek.
Şayet geçen sürede uyanırsa bu millet,
Seçimlerde ona kol saatini gösterecek!

Master
01-10-2013, 15:43
Atatürk demedi. Osmanlı Paşası zamanındaki adını söyledi. Cumhuriyet söylemi farkı. Adını öyle anmadı. '' den '' nidası ile yapmış olduklarını bütünledi.Diğerlerininkini ise açıklamak durumunda olduğundan,saydı.

'' Gazi Mustafa Kemal'den, bir demokrasi noktasın da şehidi olarak gönüllerimizde silinmez yer edinen merhum Adnan Menderes'e, değişim sevdalısı merhum Turgut Özal'dan, bütün bir ömrünü Türkiye'nin özgürleşmesine adamış merhum Erbakan'a kadar, '' dedi

Minik Not : Üstteki yazının Düzeltilmesi ve gerçeğin bilinmesi adına yazılmıştır

detan
03-10-2013, 01:11
Demokratikleşme paketinde konu edilen ve önümüzdeki aylarda Türk Ceza Kanunu’na girmesi beklenen ‘nefret suçları’ hem yazılı basında hem de görsel medyada haberlere konu oluyor.

Medya organlarının neredeyse tamamında, aynı kalıptan çıkmış, son derece düşük cümlelerle, iki ana çerçeve içinde, nefret suçlarının kapsamıyla ilgili şu örnekler veriliyor.

1- 'Ayrımcılık ve yaşam tarzına müdahale, kişinin kılık kıyafetine engel koyma', suç kapsamına girecek. Başörtüsü, poşu veya diğer kıyafetleri giyenlere saygısızlık, 'ayrımcılık veya yaşam tarzına müdahale' kapsamında değerlendirilebilecek. Üniversitelerde veya kamuda başörtülüleri engelleme girişiminde bulunanlar da bu madde kapsamında cezalandırılabilecek.

2- Yeni düzenlemeyle, 'İbne, kızılbaş, pis Türk, hırsız çingene, pis gavur, Ermeni dölü, Yezid, yobaz, zenci, ateist, kör Rıza' gibi ifadelerin nefret ve hakaret saikiyle (amaç, güdü) söylenmesi halinde cezası artacak.


Verilen örneklerde,

Kısa etekli kadına saygısızlık,
Küpe takan erkeğe müdahale,
Sevgilisiyle el ele tutuşan genç kıza fahişe muamelesi yapılırsa "..... olur" diye bir örnek yok.

İki kadeh içki içenlere 'ayyaş',
Tencere çalarak demokratik tepkisine gösterenlere 'çapulcu' denirse, "..... olur" diye bir örnek yok.

Rahmetli Aziz Nesin ve İsmet İnönü, ateist olmakla suçlanırsa,
'Atatürk'ten nefret ediyorum' diye haykırılırsa, "..... olur" diye de bir örnek yok.


Varsa türban, yoksa poşu...


Hadi 'satılmış basın' olarak nitelendirilenler böyle; ötekiler farklı mı?
İnternette aradım taradım bir tane farklı söylem bulamadım. Aynı cümleler, minicik değişikliklerle tekrarlanmış durmuş.

Özünde doğru olanı, yani haberciliği hakkıyla yapamadıkları kesin. Belli ki korkuyorlar!
Bari aynı kelimeleri, aynı cümleleri kullanmasalar; kopyalayıp kopyalayıp yapıştırmasalar...
Bu 'sözde gazetecilere' soruyorum: Sizin hiç onurunuz yok mu! Üç beş kelimeyi bir araya getirip bir cümle kurmak o kadar zor mu?

detan
07-10-2013, 00:22
http://imageshack.us/a/img21/8974/4345.png

detan
09-10-2013, 11:37
Geçtiğimiz aylarda "10. Yıl Marşı, faşist bir marştır" diyerek tepkileri üzerine çeken AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, önceki gün CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın sunduğu Tarafsız Bölge programında, Aleviler ve cemevleri konusu konuşulurken “Ama Dev-Sol’un merkezi de olmamalı cemevleri; Dev-Sol’un da, terör örgütlerinin de merkezi olmamalı” dedi.

Ben Alevi değilim ama inançlara saygılı bir insan olarak, zaman zaman Alevilere haksızlık yapıldığını düşünürüm.

Mehmet Metiner'in bu sözlerini duyunca "Eyvah!" dedim.
Yumurtladı!

Erdoğan'ın "Terörist ve anarşistler yetişmediği için mi imam hatip okullarını kapattınız?" derken ortaya koyduğu tipik AKP zihniyeti bir kez daha dile gelmiş, 'benden olmayan her şeyi yapabilir' düşüncesi yine ön plana çıkarılmıştı. Aynı zamanda, AKP'nin iktidar olduğu 11 yıllık dönemde, toplumsal dengelerin ne kadar bozulduğunun bir itirafıydı bu.

Erdoğan, sık sık 'İslami terör' söylemine karşı çıkarak genelleme yapılmaması gerektiğini belirtir. Daha on gün önce Denizli'de yaptığı bir konuşmada "Terör ve İslam kavramlarının yan yana getirilmesi ırkçılıktır. Terörün dini olmaz. Hele hele, İslam ve terör kavramlarının yan yana gelmesini biz asla kabul etmeyiz." dememiş miydi?

Patronu başka konuşuyor, çırağı başka!
Ama bilin ki danışıklı bir söylem bu. Erdoğan, Mehmet Metiner'i bu sözlerinden dolayı kınadı mı? "Genelleme yapıyorsun, ırkçılık yapıyorsun" dedi mi?

Ben duymadım. "10. Yıl Marşı faşist bir marştır" dediğinde de kınamamıştı.
Zaten kınamasını beklemek fazlaca iyimserlik olur. AKP'de teröre bakış Sünniler için başka, Aleviler için başka. Kısacası, kendilerinden olmayanlar için her şey başka...

Camilere giden İslamcı teröristler olduğu gibi, cemevine giden teröristler de olabilir. Camilerin kapılarının El Kaide mensuplarına, Hizbullahçılara, Talibanlara açık olması, camilere giden bütün insanların terörist olduğunu göstermediği gibi; cemevlerinin kapılarının bütün Alevilere açık olması, buralara giden insanların çoğunun terörist olduğunu göstermez.


Niçin genelleme yapıyorsunuz?
Niçin toplumu ayrıştırma çabası içindesiniz?
Ayıptır, günahtır...

detan
10-10-2013, 13:29
http://img18.imageshack.us/img18/150/i1qz.jpg

detan
13-10-2013, 23:00
Başbakan Erdoğan, ‘Dünya Kız Çocukları Günü’ dolayısıyla düzenlenen çalıştayda "Artık bu ülkede ulusalcı mulusalcı diye bir şey yok; bu ülkede artık millet gerçeği var; bunu göreceksiniz” dedi.



http://img9.imageshack.us/img9/1615/x6ef.png

detan
21-10-2013, 16:01
http://img20.imageshack.us/img20/5720/ims3.png

detan
21-10-2013, 18:12
Millete ver gazı, ver gazı...

T.C. Merkez Bankası'nın her hafta yayımladığı verilerden edindiğimiz bilgilere göre, bankaların tüketicilere kullandırdığı konut, taşıt ve ihtiyaç kredileri son bir yılda %28 artmış. Yine bu dönemde kredi kartları kullanılarak yapılan taksitli harcamalar ise %45 artış göstermiş. Katılım bankalarında bu oranlar daha da yüksek.

Amacımız ekonomi dersi vermek olmadığından daha fazla ayrıntıya girmek istemiyoruz. Herkesin anlayacağı bir dille, yüzeysel olarak, içinde bulunduğumuz durumu göstermek ve tehlikeye dikkat çekmek istiyoruz.

Yıllık büyümenin en iyimser tahminlerle %4 olarak gerçekleşmesi beklendiği, yıllık enflasyon hedefinin %6 seviyesinde olduğu bir ekonomide, %10 civarında bir kredi genişlemesi normal sayılabilir. Ancak, tüketici kredilerinin ortalama %30, kredi kartlarıyla yapılan taksitli harcamaların %45 büyümesi gerçekten ürkütücü. Vatandaş boyundan büyük işler peşinde, ölçüsüz borçlanıyor.

İktidarın yarattığı toz pembe tablolar, bankaların toz pembe reklamlarıyla desteklenince, halk bilinçsizce tüketime yöneliyor, gelirinden daha fazla harcayarak bir batağa sürükleniyor. Tatlı yalanlara kanarak daha önceki yıllarda borç batağına saplanmış olan bir kesim ise çaresizlik içinde kıvranıyor. Eski borçları kapatmak için yeni borçlar alınıyor. Gitgide büyüyen bu borçları ödemeleri neredeyse olanaksız. Bir kısır döngünün içine girdiler, Allah yardımcıları olsun!

Çevremde bu tuzağa düşmüş, sıkıntı içinde yaşayan insanlar var. Bu nedenle ruh sağlığı ciddi şekilde bozulmuş olanlar, hatta ilişkileri sarsılmış aileler var. Sanırım sizin de çevrenizde örnekleri vardır.

Bu yara önümüzdeki yıllarda giderek büyüyecek. Gerçek bu olduğu halde birileri hala utanmadan gaz vermeye devam ediyor. Umarız halkımız gerçeğin farkına varır; henüz bu tuzağa düşmemiş olanlar 'gazcıların' tuzağına düşmez.

detan
22-10-2013, 16:34
İstiklal Marşı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün talimatıyla, Devlet Çok Sesli Korosu ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından yeniden seslendirilmiş ve çok nitelikli cihazlarla kaydedilmiş. Milli Eğitim Bakanlığı, okullara bir genelge göndererek bundan sonra törenlerde bu kaydın dinletilmesini istemiş.

İstiklal Marşımızın yeniden seslendirilmesi konusunda sosyal medyada bazı olumsuz yorumlar okuyunca marşın yeni kaydını defalarca dinledim. Derin bir müzik bilgisine sahip olmamakla birlikte kulağım fena değildir. Eskisi ile önemli bir fark göremedim, küçük düzeltmeler yapılmış. En azından, (bazılarının iddia ettiği gibi) özüne dokunulduğunu söylemek mümkün değil. Bu işten anlayanların yorumları da benzer şekilde.

Ülkeyi yönetenlerin felsefelerini ve yönetim biçimlerini beğenmiyoruz diye her yapılana karşı çıkmak zorunda değiliz. Sürekli bu şekilde düşünmek de bir çeşit 'bağnazlık' yaratır. Oysa gerçek anlamda çağdaş ve demokrat olabilmek için, her türlü bağnazlığı aşmış olmak gerekir.

Ayrıca, eleştiriler ne kadar haklı ise o kadar etkili olur. Yerli yersiz yapılan eleştiriler bıkkınlık yaratacak, özünde doğru olan eleştiriler bile bir süre sonra önemsenmez hale gelecektir.

Dilimizde "Dayak arsızı" diye bir deyim vardır. Biz de iktidarı eleştireceğiz derken, yerli yersiz eleştirilerle yöneticileri ve yandaşlarını 'dayak arsızı' yapmayalım. Ucu bize dokunur!

detan
23-10-2013, 00:09
Ankara Belediyesi'nin ODTÜ'nün arazisinden geçirmek istediği yol üzerindeki tartışmalara Başbakan Erdoğan da dahil oldu. Bugün, hem Ankara Şehir Hastanesinin temel atma töreninde, hem de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmalarda bu konuya önemli bir yer ayırdı. Grup toplantısında "Yol uğruna her şey feda edilir, çünkü yol medeniyettir ama medeni olmayanlar yolun kıymetini bilmezler, anlamazlar. Bizim değerlerimizde yol engel tanımaz. Önünde cami bile olsa eğer yol oradan geçecekse, biz o camiyi yıkarız, gideriz o camiyi başka bir yerde inşa ederiz. Bu işin aslı budur." dedi.


Bu yılın temmuz ayında, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, "Türkiye genelinde 150 kaybolan cami tespit ettiklerini, bu camilerin 130’unun İstanbul’da olduğunu ve çoğunluğunun Adnan Menderes’in başbakanlığı (1950 - 1960) döneminde yıkıldığını" açıklamıştı.

Yine aynı tarihte, idam edilişlerinin 49. yıl dönümü vesilesiyle Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın kabirlerini ziyaret eden Erdoğan, "Milletle birlikte milletin istediği istikamette yürüyen herkes, Menderes'in belirttiği gibi, her fırsatta milletin değerlerinin, tarihinin medeniyetinin düşmanlarına tokat üzerine tokat vurmaktadır." "Türk milleti, onlarca yıldır bu aziz insanları hürmetle, şükranla, hayır duaları ile anmaktadır." demişti.

Bu açıklama üzerine, 19 Temmuz 2013 tarihinde, "Yalpalayan vücutta baş dik durmaz!" başlıklı bir yazı yazmış ve şunları ifade etmiştim:

"El insaf!

Parti olarak CHP'yi, kişisel olarak Atatürk ve İnönü'yü hedef alıp 'cami satmakla' suçlayan Erdoğan'ın, 'cami yıkan' Demokrat Parti yöneticilerini aziz mertebesine yükseltmesi akılla, mantıkla izah edilebilir mi?

Şayet Demokratik Parti varlığını devam ettiriyor olsaydı, AKP'ye rakip olabilecek bir konumda olsaydı, Erdoğan böyle konuşur muydu acaba? "
---------------------------------------------

Sahih (doğruluğunda şüphe olmayan) bazı hadislere göre, yalan söyleyenler ve birilerine düşmanlık beslediği için haktan (doğruluktan, adaletten) ayrılanlar 'münafık' olarak adlandırılırlar. Kuran'da ise, pek çok ayette münafıklar aşağılanmakta ve şiddetle cezalandırılacakları bildirilmektedir.

Her fırsatta din üzerinden siyaset yapan, inançlı bir insan görüntüsü yaratmaya çalışan Recep Tayyip Erdoğan'ın sözleri birbirini tutmuyor. Cumhuriyetin getirdiği değerlere duyduğu kin, gerçekleri çarpıtmasına, çelişkili konuşmalar yapmasına, başta Atatürk ve İnönü'nün kişilikleri olmak üzere tüm CHP yöneticilerini hedef almasına sebep oluyor. Bugün yine bunun bir örneği yaşandı.

Bunlar münafıklık belirtileri değil midir?

Münafık olup olmadığına biz değil, elbette Allah karar verecek ama bazı deliller durumun pek iç açıcı olmadığını gösteriyor.

Allah yardımcısı olsun!

detan
24-10-2013, 12:27
Kandil'de Reuters muhabirine konuşan KCK eşbaşkanı Cemil Bayık, Türkiye hükümetini, Suriye'deki İslamcı gruplara destek vererek Kürtlere karşı üstü kapalı bir savaş sürdürmekle suçlamış ve "Ya Kürt hareketiyle derin ve anlamlı müzakereleri kabul ederler ya da Türkiye'de iç savaş çıkar" demiş.
KCK (=PKK) lideri Cemil Bayık, demokrasi paketinde Kürt kimliği ve kültürüne, ana dilde eğitime dair anayasal garantiler bulunmadığını ifade ederek, Ankara'nın barış sürecini en kısa süre içinde yeniden başlatmaması halinde, PKK'lıların Kuzey Irak'tan Türkiye'ye dönebilecekleri ve silahlı çatışmaları yeniden başlatabilecekleri tehdidinde bulunmuş.

Çok şaşırdım!
Mart ayında, PKK’nın Kandile çekileceği ve ‘barışın sağlanacağının müjdesi' verildiğinde bir yazı yazmış ve biraz ‘saçmalayarak’ durumun abartıldığını, aslında gelişmelerin kaygı verici olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
İşte o yazım:

PKK, Kuzey Irak'a, Kandil'e çekilecekmiş, barış sağlanacakmış!
Yani PKK deposuna!
İçerde binbeşyüz, Kandil'de üçbinbeşyüz!
Zaten Kandil taaa Fizan'da, gidişi var dönüşü yok!

PKK Kandile gidince barış sağlanır!
Peki senelerdir biz Kandil'i niye bombaladık?
Niye kara harekatı planları yaptık?

Orada bir dağ var uzakta,
O dağ bizim dağımızdır...

Yoksa o kadar uzakta değil mi?
Yoksa o dağ bizim değil mi?

Kandil Dağı,
Kandil simidi,
Kandil dibine ışık vermez,
Kandiliniz mübarek olsun!

S ü r e c i a n l a m ı y o r u m, g a l i b a s a ç m a l ı y o r u m!

detan
27-10-2013, 02:36
Biliyorsunuz, eski ehliyetler çipli ehliyetler ile değişecek.
Avrupa Birliği ülkelerindeki ehliyetler pembe olduğu için yeni ehliyetler pembenin değişik tonlarında dizayn edilmiş. Bir gazete, yeni ehliyetlerin tasarımını kamuoyunun bilgisine sunmuş; ancak bu tasarım erkekler tarafından beğenilmemiş. İçişleri Bakanlığı'na yoğun şikayet gelmiş.

Şikayetlerin gerekçesi, yeni ehliyetlerin pembe tonlarda olması. Taş fırın erkekleri, “Tasarım şık ama renk kadın kimliklerini andırıyor..." diyerek hassasiyetlerini iletmişler.

Mesele önemli!

Bunun üzerine, Emniyet Genel Müdürlüğü ile Darphane ve Damga Matbaası tasarım uzmanları, mavi ve pembe renklerinin değişik tonlarını kullanarak 5 yeni ehliyet tasarımı hazırlamış. Tasarımlar İçişleri Bakanı Muammer Güler’in onayına sunulmuş.


Yeni ehliyetler yüzde 60 pembe, yüzde 40 mavi tonlarından oluşacakmış.
Genellikle rengi mavi olan afrodizyak ilaçların ve bitkisel karışımların peynir ekmek gibi satıldığı, haram olanları yetmezmiş gibi helal olanlarının bile piyasaya çıktığı ülkemizde 'taş fırın' erkeklerini %40 da kesmez bence.

Ne kadar mavi, o kadar erkeklik!
Maviden şaşma!

detan
28-10-2013, 02:12
FACEBOOK sayfama da katkılarınızı bekliyorum.

https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924?ref=hl

Teşekkürler...

detan
30-10-2013, 01:57
Başbakan Erdoğan, 25 Ekim 2013 günü partisinin il başkanları toplantısında yaptığı uzun konuşmanın önemli bir bölümünü, Cumhuriyet Bayramı’nın yaklaşmış olması nedeniyle ‘cumhur ve cumhuriyet’ temasına ayırmıştı. Konuşma o kadar uzun ki, özeti dahi bazı insanları sıkabilir ve bu yazıyı okumaktan vazgeçirebilir. Bu nedenle sadece birkaç cümle alıntı yapacağız.
Konuşma metninin tamamını okumak isteyenler, AKP’nin internet sitesinden konuşma metninin tamamına ulaşabilirler. http://www.akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-erdoganin-25-ekim-tarihli-genisletilmis-il-baskanlari-toplantisi-k/53626

Bu konuşma, çok açık bir şekilde tahrik ve ayrımcılık içermektedir. Bu konuşmayı dokunulmazlığı olmayan bir vatandaş yapmış olsa, ya da bir köşe yazarı yazmış olsa başı belaya girebilirdi.

Yine bu konuşma ile yaratılmak istenilen kavram karmaşası üzerine bir kitap dahi yazılabilir. Ancak bu bizim boyumuzu aşan bir iş olup eleştirimizi birkaç paragrafa sığdırmaya çalışacağız.


Erdoğan diyor ki:

“Cumhuriyetin 90. yıldönümünde bizler de, aziz milletimiz de artık şu soruyu hiç çekinmeden, korkmadan, hiç tereddüt etmeden o elitlere, o seçkinlere sorabiliyoruz: Allah aşkına sizi Cumhuriyetin tek ve yegane sahibi yapan nedir, siz kimsiniz? Cumhuriyetin tapusunun sadece sizde olduğu vehmine nereden kapılıyorsunuz? Kendinizi Cumhuriyetin yegane tek sahibi görerek kendiniz dışındakilere adeta parmağını sallayarak kibir sergileme hakkını siz nereden alıyorsunuz? 90. yıldönümünde şunu açık açık ifade ve ilan ediyorum: Cumhuriyetin tapusu 76 milyonun üzerine kayıtlıdır.
“ Zira bu millet uzaydan gelmemiş, burada doğmuş, bu Cumhuriyeti de bu millet kurmuştur, bu cumhur kurmuştur. Bu cumhurun içerisinde kimler var? Türk’ü var, Kürt’ü var, Laz’ı var, Çerkez’i var, Gürcü’sü var, Abhazya’sı var, aklınıza geldiği kadarıyla 36, şu anda bize verilen bilgileri söylüyorum, etnik unsur var. Hiç kimse bir etnik kökeni makbul sayıp diğerlerini asimilasyona tabi tutamaz. Hiç kimse yoksulu, yolda kalmışı, engelliyi, kadını, çocuğu, yaşlıyı, farklı olanı dışlayamaz, ona ikinci sınıf muamelesi yapamaz.”



Sayın Erdoğan, yoksulun, engellinin, çoluk çocuğun bu konuyla bağlantısını pek anlamamış olmakla birlikte cumhuriyetin yegane sahiplerinin kimler olduğu konusunda sizi aydınlatmak boynumuzun borcu.

Cumhuriyet, size göre, sadece ‘devletin halkın seçtiği kişilerce yönetilmesine dayalı’ bir rejimin adıdır. Cumhur ise, sizi seçerek amaçlarınızı gerçekleştirmenize aracılık eden yığınlardır.

Oysa bizim için ‘cumhur ve cumhuriyet’ kelimeleri çok önemlidir, çok şey ifade eder.

İlk olarak, biz ‘cumhuriyet’ denilince Türkiye Cumhuriyetini anlarız. Türkiye Cumhuriyeti yoktan var edilmiştir. Bir devrim sonucunda isim değiştirip, adının sonuna bir ‘cumhuriyet’ kelimesi ilave edilmiş, sıradan bir ülke değildir. Dış güçlere meydan okuyarak, savaşarak kurulan cumhuriyetlerde ‘ulusallık’ gibi değerler daima daha ön plândadır. Türkiye Cumhuriyeti, ulusal sınırlar içinde Türklük duygusuyla yaşayan herkesin ortak devletidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde , kendi ulusunu küçümsemek, ülke ve ulus bütünlüğünü tehlikeye atacak davranışlar içinde olmak ve bölücülük yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bazı temel nitelikleri olan bir cumhuriyet olarak kurulmuştur. Laiklik de bunlardan biridir. Bu ülkede Sunni Müslüman ‘cumhurlar’ olduğu gibi, başka dinlere ve mezheplere mensup, hatta dinsiz cumhurlar da vardır. 36 ayrı etnik unsurdan ve bunların asimilasyonundan bahsedip siyasi çıkarlar sağlamaya çalışırken bu insanların dini inançlarını yok saymak, dini asimilasyona zemin hazırlamak, 'ayyaşları ve çapulcuları' aşağılamak cumhuriyetin temel ilkeleri içinde yoktur.

Cumhuriyetin ilkeleri arasında barışçıl olmak vardır. Tüm ulusları insanlığın birer parçası olarak görmek, din, dil, ırk ayrımı yapmadan saygı göstermek barışçıl tutumun ana özelliğidir. Boyundan büyük işlere kalkışıp bazı ülkelerin iç işlerine müdahale etmek ve savaş kışkırtıcılığı yapmak; bu amaçla para saçmak, bizim cumhuriyet anlayışımıza uymuyor.


Kısacası sizin gözünüzde ‘cumhur’ kelimesi, makarnayla ve kömürle kandırılabilecek, tahrik edici birkaç söz ile gaza getirilebilecek, etnik kökeninin veya dini inançlarının sömürülmesiyle elde edilebilecek bir oy deposunu; bizim için ise onurlu, milli ve manevi değerlerine bağlı ama başkalarınınkine de saygılı, ülkesini seven, milliyetçi insanları ifade ediyor.

'Cumhuriyet' kelimesi, sizin için, amaçlarınıza ulaşmanıza aracılık edecek bir rejimin adını; bizim için ise bir devrimi, onurlu bir yaşam tarzını ve barışı ifade ediyor.

İşte bu nedenle cumhuriyetin sahibiyiz, işte bu nedenle cumhuriyetin bekçileriyiz…
Anladınız mı?

detan
01-11-2013, 18:25
Facebook sayfamdan....
Bütün paylaşımlar özgündür; kopyala yapıştır yok denecek kadar az.



http://img43.imageshack.us/img43/656/0xb9.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924?ref=hl)

detan
04-11-2013, 17:38
http://img18.imageshack.us/img18/9450/zmk6.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
05-11-2013, 03:25
Başbakan Erdoğan, 'Dünya Kız Çocukları Günü' vesilesiyle 11 Ekim 2013 tarihinde yaptığı konuşmada, Amerika'nın hala sağlık reformunu gerçekleştiremediğini, ABD Başkanı Barack Obama'nın sağlık reformu için adım attığını ama bazılarının Obama'nın önünü kesmek istediğini söyledi.

Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:

"Burada, aslında Sayın Obama'ya destek vermek lazım, niye bu destek verilmiyor? Çünkü insan çok önemli. Herkes zengin olamayabilir, herkes sosyal devletin imkanlarını bulamayabilir ama bu yasa ile sosyal devlet imkanları geliyor. Neymiş? 'Benim kazandığımı sen, başkalarına harcayamazsın.' Böyle bir şey olabilir mi ya? Devletin kasasına giren parayı devlet, harcanması gereken yerlerde harcama yetkisini alır. Bakın bizde Kanuni Sultan Süleyman'ın güzel bir ifadesi vardır, 'Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.' Ne demek bu? Bizde devlet anlayışı, bir sağlıklı nefese devleti feda eder. İnsan o kadar önemli. Biz, buna inandık, bunu egemen kılmak için de mücadelemizi veriyoruz."



Abi bu adama hastayım!
Malum ABD'de de Cumhuriyetçiler muhalefette. 'Cumhuriyet' sözcüğü Erdoğan'a ters! Buradaki muhalefeti bitirdi, sıra Amerika'ya geldi!

ABD'de Cumhuriyetçiler, Obama'nın sağlık reformunu, bütçeye getireceği yükün kaynakları belli olmadığı gerekçesiyle engelliyor. Obama ise seçmenlerin gözüne girmek için bastırıyor. İki meclise sahip olan ABD'de, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluk Cumhuriyetçilerde olduğu için Obama sıkışmış durumda.

İşte bu nedenle, on bin kilometre uzaktan, Türkiye'nin 20 katı kadar olan gayri safi yurtiçi hasılası ile dünya lideri olan, kişi başına düşen 50.000 dolar milli gelir ile bizi beşe katlayan ABD'nin iç işlerine karışıp, Obama'ya destek atıyoruz!


Konu içinde konu...
2. konu da şu: Erdoğan'a göre 'Devlet, kasasına giren parayı istediği gibi harcarmış! Vatandaş hesap soramazmış!'

Burada soramazlar, orada sorarlar! ABD, Türkiye'ye benzemez. ABD vatandaşı için ödediği verginin nereye harcandığı çok önemlidir.

ABD'yi sevsek de sevmesek de gerçek şu: Tıpkı ekonomik verilerde olduğu gibi, demokratik kriterlerde de sizin demokrasinize beş basar! Orada vatandaş hesap sorar.

Bize inanmıyorlarsa Hoca efendilerine sorsunlar. O, oraları hepimizden daha iyi bilir; malum senelerdir orada yaşıyor.

Sorsunlar bakalım;

Obama bedava çamaşır makinası, buzdolabı, kömür dağıtıyor mu?
Elektriği, suyu kaçak kullananların yükünü namuslu vatandaşlar karşılıyor mu?
İşsizlik oranı yüzde kaç, üniversite kapılarında kaç kişi bekliyor?
ABD'ye pasaportsuz, vizesiz, Green Cart'sız girilebiliyor mu?
Yüzbinlerce mülteciye maaş bağlanıyor mu?
Teröristlerle pazarlık yapılıp, içerdeki elebaşlarına konforlu odalar hazırlanıyor mu?

Fazla uzatmayalım!

Başbakan, kendi öz vatandaşlarının sorunlarına daha fazla zaman ayırsa iyi olur; zaten yeterince yükü var. Suriyeli mülteciler, Mısırlı Rabiacılar derken bir de ABD'li 'garibanları' yoldan çıkarmasın. Bakarsın Türkiye'ye göç etmeye falan kalkarlar!

detan
05-11-2013, 21:22
Başbakan Erdoğan, bugün önce partisinin grup toplantısında, daha sonra Esenboğa Havalimanı'nda yaptığı açıklamalar ile yeni bir gündem oluşturdu.

Erdoğan, "Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz. Kimsenin yaşam tarzına karışmadığımızı söylememize rağmen bir çok yerde, yaşam tarzımız şöyle değiştirildi böyle değiştirildi gibi ithamlarla karşı karşıyayız." dedikten sonra, "Yurtlarımızda kızlarımızın erkek öğrencilerle ayrıştırma çabasına devam ediyoruz. Evlerde kalan öğrencilerin kız - erkek bir arada kalmalarına razı değiliz. Buralarda nelerin olduğu belli değil; karma karışık her şey olabiliyor. Buralardan güvenlik güçlerimize gelen bilgiler var; valiliklerimiz bu durumlara müdahale ediyorlar. Eğer bir yasal düzenleme yapılması gerekiyorsa, biz bu konuyla ilgili yasal düzenlemeyi de yaparız." dedi.

Önce "kimsenin yaşam tarzına karışmayız, bizi haksız yere suçlayanlar var." diyor; üç dakika sonra tam tersi bir söylem içine giriyor ve ahlak bekçiliğine soyunuyor. Tam bir Erdoğan klasiği.

Konu o kadar ilginç ki! Lastik gibi, ne tarafa çeksen gider.

Örneğin, sadece iki erkek öğrencinin oturduğu bir eve, aralarında arkadaşlık ötesinde hiç bir bağ olamayan üç kız misafirliğe gitse ne olacak? İçerde 'ne halt işlediklerini' nasıl tespit edecekler. Ya da 'bu haltı' öğrencilikle ilişkisi olmayan erkekler ve kızlar yerlerse ne olacak? Ucu açık bir soru değil mi?

Amaç belli... Onların zihniyetinde erkek barut, kadın ateş! Bir araya gelmeleri, bir arada bulunmaları tehlikeli. Yaş kemale erer ermez, mesela 15'inde başlarını bağlamak lazım!

Başbakan Erdoğan, geçen sene de Muhteşem yüzyıl dizisine takmıştı. Bugün söylediklerini biraz farklı bir dille o tarihte de söylüyordu.

Muhteşem yüzyıl ve Hürrem Sultan tartışmaların yapıldığı günlerde, 2711.2012 tarihinde bir yazı yazmıştım. Bu güne o kadar uyuyor ki! Her şeyi yeniden yazmama gerek kalmadı. Biraz kısaltarak bu yazıya ekledim. Geçen sene altına imza atmıştım, bugün de atıyorum.

İşte o yazı:

Başbakan Erdoğan'ın Muhteşem Yüzyıl Dizisi için önceki gün sarf ettiği sözler yazılı ve görsel basının gündemine oturdu.

Benim esas üzerinde durmak istediğim nokta, Başbakan Erdoğan'ın, Muhteşem Yüzyıl konusunu gündem değiştirmek için dile getirdiği iddiaları. Bu yorumu yapan kelli felli yorumcuları dinledikçe sinir oluyorum ve bu yorumları çok sığ, çok basit yorumlar olarak değerlendiriyorum.

Ben, Başbakan'ın bunu sadece gündem değiştirmek için değil, farklı amaçlarla yaptığını ve bunu yaparken bir taşla iki kuş vurduğunu düşünüyorum. Zaten başbakanın "gündem değiştirme" taktiği ilk defa olmuyor. Başbakan bunu sistematik olarak ve oldukça sık sık yapıyor.

İşte bu noktada "gerçek amaç nedir? ve "bunu niye yapıyor?" sorusuna yanıt aramamız gerekiyor.

Sosyolojide ve siyasette "Toplum Mühendisliği" diye bir kavram var. Toplum mühendisliği şu şekilde tanımlanıyor:

"Toplum Mühendisliği, toplumun demografisinde, sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında değişiklik yapmak, tepkilerini, nefretlerini, isteklerini, sevgilerini, tutkularını ve kitlesel şekilde ifade ettiklerini duygularını yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek, paralize edebilmek gibi yetileri içeren iştir. Toplum mühendisliği, çeşitli meslek dallarından oluşan bir ekip tarafından, finansal destek, koruma, iletişim ve başka araçlar yardımı ile gerçekleştirilebilir."

Başbakanın, örneğin kürtaj ve idamın kaldırılması konularını, Muhteşem Yüzyıl Dizisini vs. gündeme getirirken yaptığı toplum mühendisliğidir ve bu bilinçli olarak yapılmaktadır.

Yaşı küçük olanların bilmediği, uygun yaştakilerin de unutmuş olabileceği bir konuşmayı hatırlatmak isterim. Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, 1994 tarihinde Meclis Grubunda yaptığı konuşmada "..... Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak, bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum amma, bunların terörizmi karşısında herkes gerçeği açıkça görsün diye bu kelimeleri kullanma mecburiyetini duyuyorum. Türkiye'nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım, Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek." demişti.

Milli Görüş'ten gelen Erdoğan ve ekibi, Erbakan Hoca'nın aksine, sert söylemlerle iktidar olunamayacağının bilincine varmıştı. Akılcı davranarak söylemlerini yumuşattılar. Türk halkının orta sağa olan ilgisini ve değişik faktörleri kullanarak iktidar oldular.

Şimdi yumuşak geçiş yapılıyor. Kabul etmek gerekir ki bunu yaparken çok bilinçli yapıyorlar. Her türlü sosyal ve psikolojik faktörü kullanıyorlar. Toplum mühendisliği de bunlardan biri.

Bizim aydın geçinen basın mensuplarımızın büyük bir bölümü ise başbakanın gündem değiştirmeye çalıştığını düşünüp ekranlarda Hürrem geyikleri yapmaya devam ediyor.

detan
06-11-2013, 16:40
https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/p480x480/9914_219234321579952_1992364334_n.png



Devletimizin adı olan 'TÜRKİYE CUMHURİYETİ' iktidar tarafından fiili olarak değiştiriliyor. Bu, bilinçli olarak, belirli bir program dahilinde yapılıyor.

Cumhurbaşkanının 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı davetiyeleri 'Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül' olarak gönderildi. Bazı kamu kurumlarının, Ziraat Bankası'nın tabelaları sökülüp, yerlerine 'C' siz tabelalar yerleştirildi. Artık kamu yazışmalarında kullanılan kağıtların başlıkları 'C' siz olarak basılıyor. Son olarak da devletin 'ilişkilerin geliştirilmesine katkıları' nedeniyle yabancılara verdiği Devlet Nişanı, Cumhuriyet Nişanı ve Liyakat Nişanı'nın şekilleri değiştirildi. Eski nişanlarda yer alan Atatürk silueti ve T.C. yazısı yeni nişanlardan kaldırıldı.

Atatürk'ten ve O'nun yolunda yürüyen bizlerden korkuyorsunuz; bunu anlıyorum ama kelimelerden niye korkuyorsunuz? Nedir bu 'Cumhuriyet' kelimesi ile alıp veremediğiniz?


Not: Sayfamızda yayımladığımız bazı resimler kopyalanıp üzerlerinde tahrifat yapılarak başka sayfalarda farklı amaçlarla kullanılıyor. Bu nedenle resimlerin üzerine bant yapmaya başladık. Bilginize sunarız.

Master
07-11-2013, 05:45
http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/75229/2/1/ne-mutlu-turkum-diyene-tabelasi-kaldirildi

detan
08-11-2013, 03:01
Geçen yılın Aralık ayında uzaya gönderdiğimiz Göktürk 2 gözlem uydusu, TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü (UZAY) ve Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ) tarafından yüksek yerlilik oranıyla üretildi.

TUBİTAK ve TUSAŞ mühendislerince üretilen bu uyduda, TÜBİTAK UZAY tarafından geliştirilen milli uçuş bilgisayarı ve yazılımı kullanılıyor. Bu nedenle, görüntü çekimi ve bunların yer istasyonlarına indirilmesi konusunda herhangi bir uluslararası kısıtlamaya tabi değil.

Dünyada sayılı ülkenin sahip olabildiği bir uyduya sahip olmak hem askeri hem de ekonomik açıdan çok önemli. Teknoloji devlerinden satın alarak bu elektromekanik cihaza sahip olabilirdik. Ancak bunu kendi imkanlarımızla yapmış olmamız, üniversitelerimizden mezun olmuş mühendislerimizin uydunun projesini geliştirmesi, dizayn etmesi ve üretmesi çok daha gurur verici bir olay.

Bu gururu sahiplenmekte hiç bir sakınca görmeyen sayın başbakanımız, bu gururun yaşanmasına vesile olan bilim adamlarını ve onları yetiştiren üniversiteleri dışlayarak, her fırsatta yerden yere vuruyor.

Kendisini protesto eden ODTÜ öğrencileri ve o öğrencilere sahip çıkan öğretim üyeleri için "Bu öğrenciler uydumuz fırlatılırken gururlanacağı yerde lastik yakıp eylem yapıyor. Sonra neymiş protesto için derse girmiyorlarmış. Böyle üniversite öğretim görevlisi olsa ne olur olmasa ne olur." diyebiliyor.

Gezi Parkı olayları sırasında, Koç Üniversitesi Rektörünü "öğrencileri eyleme teşvik etmekle" suçlayan Erdoğan, son bir yılda değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda ise defalarca üniversiteleri 'terör yuvası' olmakla suçladı.

Başbakanın rüzgarını arkalarına almış olan yandaş medya yazarları, işi "ODTÜ kapatılsın" noktasına kadar götürdüler.

Son olarak da yurtlar ve öğrenci evleri üzerinden üniversiteli gençlere bir darbe daha vurulmak isteniyor. Gençler, ahlaksızlık ve yozlaşmış olmakla; hatta anarşist olmakla suçlanıyor. Bunların arasında çok az sayıda bu yakıştırmayı hak etmiş olanlar olabilir. Ancak çıkarılan gürültüye bakılırsa bu çocukların neredeyse tamamı 'kötü' çocuklar.

Bunu kabul etmek mümkün değil!

Özellikle yüksek puanlarla girilen üniversitelerde okuyan öğrencilerin zeka ve yetenekleri, yaşam tarzları, sosyal olaylara bakışları, algılamaları ve tepkileri diğerlerinden farklı olabilir. Bu çok normal. Bu farklılığı hazmedememek, herkesi aynı kalıba sokmaya çalışmak, bir devlet adamına yakışmaz.

Kimse unutmasın ki; bu uyduları, cep telefonlarını, uçakları ve bütün teknolojik cihazları, başbakanın 'terörist ve anarşist yetiştirmediği' için çok sevdiği İmam Hatip mezunları değil, 'terörist ve anarşist' yuvalarında okuyan üniversiteliler yapabiliyor.

İnsanlığın mühendislere de ihtiyacı var, imamlara da. Yeter ki eğitimleri ile ilgili branşlarda çalışsınlar ve insanlığa bu yönde faydalı olsunlar. Yeter ki kendilerine saygı gösterebilmesi için 'ötekilere' de saygılı olmayı öğrensinler.

detan
09-11-2013, 23:16
Ölümünün 75. yılında ATATÜRK'ü rahmet ve minnetle anıyoruz.




https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-h.ak/hphotos-ak-prn2/p480x480/1457757_220209801482404_1623832555_n.jpg (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
12-11-2013, 13:21
AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, tekke ve zaviyelerle ilgili yasanın cemevlerinin ibadethane olarak sayılmasının önünde bir engel olduğunu ve bu yasanın yürürlükten kaldırılması için yasa teklifi hazırladığını açıkladı. Teklifini AKP Grup Başkanlığına sunan Özdalga, gruptan onay çıkması halinde yasa teklifini TBMM Başkanlığına verecek.

Bir gazetecinin, "Devrim kanunları arasında bulunan bu yasanın değişmesi halinde size, muhtemelen ‘Atatürkçülük, Kemalizm tasfiye ediliyor’ eleştirisi gelecektir” demesi üzerine, “Bunun Atatürk ile ilgisi yok. Atatürk’ü kimse tasfiye edemez. Yani 90 yıl önce yapılmış kanunlara elimizi süremeyecek miyiz? Bu Atatürkçülük mü oluyor? Hiçbir anayasada değiştirilemez hüküm olmaz." dedi.



Bu konu özellikle son iki yıl içinde belirli aralıklarla 'Alevilerin ibadet sorununa çözüm olacak' kılıfına sokularak defalarca gündeme getirildi. AKP'nin klasik 'gündeme getir, tepkileri ölç, geri çek, bekle, tekrar gündeme getir, tepkileri ölç, unuttur, umulmadık bir anda hayata geçir' taktiği bu konuda da uygulanıyor.

Konu yine ısıtılmaya başlandı. Bakalım bu sefer de 'tepki ölçme' ve 'bekleme’ aşamasında mı kalacak; yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yasa teklifi olarak gelecek mi?


Geçen sene, ‘Geleneksel Muharrem Ayı İftar Programı'nda konuşan Dünya Ehli Beyt Vakfı Genel Başkanı Fermani Altun, ‘Tekke ve Zaviyeler kanunu'nun kaldırılması gerektiğini' aksi halde Türkiye genelinde açlık grevi de yapabileceklerini dile getirmişti.

İftar yemeğine katılan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da yaptığı konuşmada "Türkiye'de tarikatların yasaklanmasıyla, tekkeler ve zaviyelerin kapanmasıyla tarikatların yok olmadığını, dergahların bitmediğini, zikirlerin ve ayinlerin devam ettiğini" söylemiş ve şöyle devam etmişti:

''Hiçbiri yok olmadı hepsi varlığını devam ettiriyor. Peki devlet bunu bilmiyor mu? Öyle ise niye biz birbirimize karşı muvazaa yapalım. Vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak devletin birinci vazifesidir. Biz ihtiyaçları görüp onu gidermekle mesulüz. Vatandaş bize bu noktada yetki veriyor; sorunları göreceğiz ve bu sorunlara beraber çözümler arayacağız. İnşallah diyorum, önümüzdeki zaman içerisinde bu noktalarda da önemli adımları birlikte atma imkanını yine beraber yakalayacağız.''

Bu konuşma ‘riyakarlık’ kokuyor!

Kanunlarımız eşcinsellerin evlenmesine izin vermemektedir. Farklı cinsel tercihleri olan bireylerin birlikte yaşadıklarını devlet bildiği halde bu durumu görmezlikten gelmektedir.
Sayın bakan “Vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak devletin birinci vazifesidir. Biz ihtiyaçları görüp onu gidermekle mesulüz.” sözlerinde samimi olsa eşcinsellerin sorunlarına da çözüm üretmeleri gerekirdi ama bu konuda 12 sene boyunca bir adım atmadılar. Üstelik Başbakan Erdoğan 2002 yılında “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart” dememiş miydi?

Aynı şekilde, ülkemizde yasak olduğu halde yaygın olarak bahis ve kumar oynanmaktadır. Sadece İstanbul’da 1000’in üzerinde illegal kumarhane olduğundan bahsediliyor. Bu durumu, hatta kumarhanelerin yerlerini herkes bildiği halde soruna çözüm üretilmemektedir. Tekke ve zaviyeler için “Yasaklamakla yok olmuyor, muvazaa (danışıklı iş) yapmayalım; çözüm üretelim” diyen bakana bir de bu konudaki düşüncelerini sorsak acaba ne söylerdi?

Örnekler çoğaltılabilir…

Üstteki örnekleri verirken ne eşcinselliği ne de kumarı savunmak veya teşvik etmek amacında değiliz. Birisi için doğru olan bir başkası için yanlış olabilir; bunlar göreceli kavramlardır.

Biz sadece demokratik bir ülkede özgürlüklerin adaletli olarak dağıtılması gerektiğini; bir kesimin ihtiyaçlarını görüp diğerlerinin ihtiyaçlarını görmezlikten gelmenin yanlış olduğunu; hatta riyakarlık olduğunu vurgulamak istedik. İktidarın uygulamalarında sıkça gördüğümüz yanlış budur.

detan
21-11-2013, 09:43
https://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/p480x480/155747_222823271221057_563008281_n.jpg (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
28-11-2013, 15:41
https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-frc3/1470248_225142487655802_1031699399_n.jpg

detan
29-11-2013, 03:29
ABD Ulusal Güvenlik Ajansı NSA’nın eski çalışanı ve aynı zamanda CIA ajanı olan Edward Snowden'in yaklaşık olarak 6 ay önce basına sızdırdığı belgelerde ABD’nin dünya liderlerini dinlediği ortaya çıkmıştı. Sonrasında NSA’nın en az 35 ülkenin liderlerini dinlediği anlaşılmış; başta Almanya olmak üzere, Brezilya, Meksika, Fransa ve daha birçok ülke ABD’den hesap sormuştu. Bunun üzerine Obama, dünya liderlerine telefon edip ‘sizi dinlemiyoruz’ garantisi vererek ortalığı yatıştırmaya çalışmıştı.

ABD Dışişleri Sözcüsü, garantilerin her müttefik için geçerli olmadığını açıklamış, “Bu garantiyi Türklere de verdiniz mi?” sorusuna, “Ben bunu duymadım” yanıtını vermişti.
ABD’nin, Başbakan Erdoğan’ın ofisinden çıkan böcekler de dahil olmak üzere, Türk liderlerin dinlenmediği yönünde Türkiye’ye verdiği bir garanti henüz yok. Türkiye’nin bu konuda şimdiye kadar ABD’ye resmi olarak bir rahatsızlık iletip iletmediği de bilinmiyor.

Bütün dünya bu skandalla çalkalanırken ne başbakanımızdan ne de bakanlarımızdan güçlü bir ses duyamadık. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün cılız bir çıkışı oldu o kadar.

Abdullah Gül, 25 gün önce, gazetecilerin “ABD'nin NSA vasıtasıyla müttefiklerini bile dinlediği ortaya çıktı. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?” sorusuna “Bütün Avrupa çalkalanıyor. Bizde hiç bu tartışmalar yok, hayret ediyorum…. Burada esas problem, müttefikler arasında bunun olması…. Doğrusu gerçekten ayıp olmuş.” Cevabını verdikten sonra, “Türkiye'nin dinlenip dinlenmediği hakkında size gelen bilgi oldu mu?” sorusuna “Açıkçası böyle bir bilgi, böyle bir durum şu anda yok. En azından bizim bilgimiz dahilinde böyle bir durum yok.” diyor ve devam ediyor: “Şüphesiz ki devlet işlerini yaparken ilgili kurumlarımızın aldığı tedbirler vardır. Bize sağladıkları imkanlar vardır. Devlet işlerinde onu yaparız. Teknolojinin geldiği seviye itibariyle bazı şeylerin ne kadar basit olduğu da biliniyor. O yüzden devlet işlerinde tedbirli olmalıyız…. onun için devlet meselelerini biz güvenli telefonlarla güvenli ortamda yaparız. Onun ötesinde herkesin kullandığı araçları kullanıyoruz tabii ki.”

Abdullah Gül diyor ki:
Kendilerine ulaşan bir bilgi yokmuş!
Devlet işlerinde güvenli telefonlar kullanıyorlarmış!
Sevsinler sizin güvenli telefonlarınızı! Sanki Almanya başbakanı Merkel ankesörlü telefondan konuşuyordu!
Kendimizi boş yere kandırmayalım, ABD dinlemek isteyince dinler; teknolojisi buna çok müsait.
Abdullah Gül’ün sözlerinde ciddiye aldığım tek bir cümle var; o da şu: “Bütün Avrupa çalkalanıyor. Bizde hiç bu tartışmalar yok. Hayret ediyorum.”

Dün bu skandalın yeni bir perdesi açıldı. Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu NSA'nın, 2010'da Kanada'da yapılan G-20 zirvesine katılan tüm liderleri dinlediği kanıtlarla birlikte ileri sürüldü. Malum, Kanada'daki G-20 zirvesine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da katılmıştı.

Dünya bu skandalla çalkalanıyor, bizimkiler hala kış uykusunda, hala sessiz. Cemaat kavgalarından, Türkiye Cumhuriyetini bölme ve ‘İslam Cumhuriyetine’ dönüştürme çabalarından başka işlere vakitleri kalmıyor.
Abdullah Gül gibi biz de bu sessizliğe hayret ediyoruz ama sessiz kalmayıp kalemimize, klavyemize kuvvet yazıyoruz. Elimizde onun elindeki olanaklar olmadığı için yapabileceğimiz fazla bir şey yok.

Tencere tava eylemi yapsak o da suç!

detan
03-12-2013, 01:10
Başbakan Erdoğan, malum nedenlerle atları pek sevmez ama koyunlarla arası çok iyidir. Parti grubunda yaptığı konuşmalarda, gazetecilere verdiği demeçlerde, katıldığı televizyon programlarında, meydanlarda yaptığı konuşmalarda, sık sık, içinde 'koyun' kelimesi geçen cümleler kurar.

"Hayatlarında affedersiniz iki koyun gütmemiş olanlar bunları bilmez", "Yumuşak başlıyım ama uysal koyun değilim", "Dün, lakabı çoban olanlar bugün İşçi Partisi'nin koyunu oldular", "3 tane 5 tane koyun gütmemiş adamdan siyasetçi olmaz, uysal koyunum ama...” gibi.

O kadar ki, hızını alamayıp Mehmet Akif Ersoy'un 'Uysal Koyun' şirininin tamamını okuduğu da olmuştur.

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım…
-Boğamazsın ki !
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…
İrticanın şu sizin lehçede manası bu mu?

"Dürüst olacaksınız, hakkı savunacaksınız. Onun için sizler, duruşunuzla, Avrupa'da, diğer yerlerde bunu ortaya koymak durumundasınız. Omurgalı olmaya mecbursunuz; omurgalı olmaya mecburuz; omurgalı olmayandan bir şey olmaz. Uysal koyun olmayacaksınız; zulmü alkışlamayacaksınız; zalimin yanında olmayacaksınız. Mazlumun yanında olacaksınız ama hakkı tutup kaldıracaksınız. Dışarıda bu yapılan çalışmalara karşı bu süreçte bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız."

Cımbızlanmadan, olduğu gibi alınmış bu sözlerin sahibi bizzat Başbakan Erdoğan. Yurt dışındaki Türklerin bir organizasyonunda konuşan Erdoğan, son olaylar nedeniyle iktidarı eleştiren yabancı ülkelere yüklenerek, yurt dışında yerleşik vatandaşlarımıza, dürüstlüğün ve omurgalı olmanın erdemini, zalime karşı birlik olmanın gerekliliğini anlatıyor. Uzun olduğu için tamamını buraya aktarmadığım konuşmasının sonlarına doğru, bu insanları yaşadıkları ülkelerde eylem yapmaya davet ediyor.

Başbakanın üstteki ifadeleri bir kez söylenmiş sözler değil. Bu ve buna benzer ifadelerini defalarca duymuşsunuzdur.

Koyun sevilmez mi? Elbette sevilir. Başbakanımız koyunları sevdiği için onu eleştirecek değiliz. Sorun başbakanın koyun sevmesinde değil; koyunun rengine göre bakış açısını değiştirmesinde; ak koyuna başka, kara koyuna başka türlü bakmasında.
Kendi çıkarları söz konusu olduğunda ya da toplumu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek istediğinde ‘aslan gibi bir koyun’ olmayı öneren Başbakan Erdoğan, çıkarlarına ters düşen durumlarda toplumun ‘uysal koyun’ olmasını istiyor.


Erdoğan ne diyor?
"Yumuşak başlıyım ama uysal koyun değilim"

Erdoğan’ın çok sevdiği şiirdeki onurlu koyun, tanrının bir lütfu olarak yaratılmış tek koyun olmalı, o da kendisi!

Zulme ve haksızlığa uğrayan o; ecdadına saldırılan o;
Duyarlı olan o; istiklaline aşık olan o; gurur abidesi o;
Herşeyi bilen o,
Sadece o, hep o...

Erdoğan kendisi haricindeki koyunları da sever, tabi ‘uysal olmaları’ şartıyla!
Koyun gütmeyi de iyi bilir; hem partisindeki hem de ülkesindeki koyunları!

Başbakan Erdoğan, konuşmasında, çok doğal olarak benimsenmesi gereken 'dürüstlük, onurlu olmak, yardımlaşmak, dik durmak' gibi meziyetleri ön plana çıkarır; gerektiğinde haksızlığa karşı gelmeyi önerir ama bunları kendinden yana olmayanlar yaptığı zaman onları düşman bilir.

Başka koyunların incinmeye, onurlu olmaya, haklarını aramaya hakkı yok!
‘Üç buçuk soysuzun’ ardından gitmek zorundalar!
Çünkü onlar kara koyun!


(Her şeyin özgün olduğu Facebook sayfamıza davetlisiniz.)
https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924

detan
05-12-2013, 09:39
Tevfik Fikret HAN-I YAĞMA adlı şiirinde diyor ki:

"Götürün efendiler; götürün, bu yağma sizin,
Bu ihanet sizin, bu hıyanet sizin,
Gün sizin efendiler; şölenler, törenler sizin."

Yandaş 'işadamları' bir taraftan, din tüccarları bir taraftan, devlet eliyle beslenen bölücüler bir taraftan, iktidarın zorla başımıza bela ettiği sığınmacılar bir taraftan, bizi temsil etsin diye seçtiğimiz siyasiler bir taraftan... Herkes bir ucundan götürüyor.

Bir düşünün bakalım kabahat kimde? Hırsızda mı, yoksa hırsızı sandıkta ödüllendiren seçmende mi?



https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-a.ak/hphotos-ak-ash3/p480x480/535829_226971374139580_1006012963_n.jpg

detan
09-12-2013, 22:08
Recep Tayyip Erdoğan, "Nereeeden nereeeye geldik!" diye hava atmayı çok sever.
"Nereeeden nereeeye!" diye diye, nereden nereye geldiğimizin resmidir...

https://fbcdn-sphotos-a-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/1471151_228245187345532_2068935851_n.jpg (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
11-12-2013, 16:43
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bugün yine "Nereeeden nereeeye geldik!" diye havasını atarak 'on yüz milyon' tane tesisin açılışını yaptı.

Halkın ödediği vergilerle günlerdir televizyon kanallarında ve gazetelerde reklamları yapılan toplu açılış töreni Ankara Arena’da yapıldı.

Törende konuşan Erdoğan “ 2010 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığımız eliyle 110 tesisi milletimize kazandırdık. 2011'de 111, 2012'de 112 bugün de 113 tesisi hizmete açıyoruz. Bu 113 tesisi kazandıran herkese, mühendisinden mimarına, işçisine kadar şükranlarımı sunuyorum. “ dedi.

Başbakanın ifadesine göre açılan tesisi sayısı,

2010’da 110
2011’de 111
2012’de 112
2013’de 113

İşi otomatiğe bağlamışlar! Sonraki yıllarda açılışı yapılacak tesis sayısı şimdiden belli!

2014’de 114
2015’de 115

Dizinin formülü basit: n+1
Allah’ın mucizevi bir lütfu olsa gerek, açılan tesis sayısı, farkı (+1) olan aritmetik bir dizi şeklinde!


Bunların hocası da (Erbakan) böyleydi. Gittiği her ilde kazmayı küreği kapar illa bir temel atardı. Türkiye’nin bütün illeri şantiyeye dönmüştü ama çıplak gözle bakan kimse bu tesisleri göremezdi. Temeli atılan fabrikalar, barajlar ve tesisler hiçbir zaman subasman seviyesini geçemedi. Zaten zamanla atılan temeller de kayboldu.

Hepsini ya sel aldı götürdü ya da yel.


Not: Mühendislikte, zemin kat döşeme seviyesi ‘subasman seviyesi’ olarak adlandırılır. Genellikle yol seviyesinden en fazla bir metre kadar yüksek olabilir.

detan
19-12-2013, 15:32
Söylemlerine göre iktidar olduklarında üç 'Y' ile mücadele edeceklerdi.

YOKSULLUK
Hesap oyunlarıyla (*) 3 kat artırdıkları milli gelir yoksulluğa çare olamayınca, çözümü makarna ve kömür dağıtmakta buldular! %10,3 olarak aldıkları işsizlik oranı hala 10,2 de. İşsizlik oranı rekoru da 2009 yılındaki %14,3 ile AKP'ye ait.

YASAKLAR
'Normalleşmeye' kara para sahiplerinin korkulu rüyası olan 'nereden buldun' kanununu kaldırarak başladılar! Türban yasağına çözüm buldular ama sıra bir türlü Alevi yurttaşların sorunlarına gelmedi. Yandaş basın haricinde herkes susturuldu. Andımızı kaldırarak ve alfabeye x,q,w harflerini ekleyerek zirveye ulaştılar. TC'li tabelalar indi, Kürtçe tabelalar asıldı. Yasakların kaldırılması için bölücülerle kol kola, diz dize çalışıyorlar!

YOLSUZLUKLAR
Hortumları kestik demişlerdi. Biz inanmamıştık ama inanan bazı saflar vardı. Gelişmeler gösterdi ki hortumlar kesilmemiş, yön değiştirmiş. Üstelik ortaya çıkanlar, çıkması gerekenlerin belki yüzde biri bile değil.

Önceki gün ilk tokadı yediklerinde şaşkındılar, gıkları çıkmadı. Dün sabah da sessizlik vardı; öğleden sonra cılız sesler çıkmaya başladı. Toplanıldı, durum değerlendirmesi yapıldı. İnkar yolunu seçerlerse maskara olacaklarını, delillerin inkar edilemeyecek kadar güçlü olduğunu anladılar. Bu durumda ne yapılabilirdi?

Durumu kabullenecekler fakat sorunun partiye mal edilmemesi için ağız birliği yaparak 'Biz namusluyuz, her türlü yolsuzluğun üzerine gideriz' diyecekler, topluma 'narkoz verip' zaman kazanacaklardı. Nitekim başbakan ve parti sözcüleri bu yönde konuşmaya başladılar.

Verilen narkozun etkisi devam ederken ilgiyi başka yöne çekmek ve delilleri karartmak için bir şeyler yapmak gerekiyordu. Savcıları ve yargıçları diskalifiye etmek zordu ama yolsuzlukların ortaya çıkmasında 'emekleri geçen' polisleri pasif hale getirmek çok kolaydı. Bahane de hazırdı: Amirlerine haber vermeden 'iş çevirmek'!

Şu anda, perde arkasında, delilleri karartma operasyonu kapsamında kim bilir bizim bilmediğimiz ne işler çevriliyordur.

Yoksulluğu yok etme, yasakları kaldırma ve yolsuzlukları bitirme vaadiyle iktidar olan AKP'nin ahvali budur! Hala gerçeği göremiyorsan kaldır kendini denize at!

(*) Bu konu hakkında daha önce yazılmış yazılarımız var.

detan
23-12-2013, 23:51
Epey uğraştırdı ama fena olmadı galiba.


https://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/1524920_231997790303605_974321624_n.jpg

detan
27-12-2013, 21:41
https://fbcdn-sphotos-a-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/1526969_233373073499410_2031710737_n.jpg (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
01-01-2014, 19:27
https://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/1525433_235294983307219_1532155268_n.jpg

AMAÇ KONUYU SAPTIRIP KUYRUĞU KURTARMAK!

17 Aralık operasyonundan sonra, belli çevrelerce yaygarası yapılan, ekonomide 'yok 100 milyar euro kayboldu, yok 200 milyar dolar zarar var' ve ‘bu paralarla şu kadar yol, şu kadar okul yapılırdı’ gibi söylemlerin gerçekle ilgisi yoktur. Bunlar tamamen konuyu saptırmaya dönük söylemler olup ‘çalınan veya çalınacak olan minareye kılıf hazırlama’ söylemleridir.

Bunu bir örnekle izah edelim:
Diyelim ki bir eviniz var ve değeri 300 bin lira. Bir kriz çıktı, piyasada değerler yeniden oluştu ve evinizin değeri 250 bin liraya düştü. Arada 50 bin lira fark var. Birisinin cebine 50 bin lira girmediği gibi sizden de bu para çıkmadı. Satmadığınız sürece, eviniz ev…
Veya tersini düşünelim. Birtakım sosyal ve siyasal nedenlerle algılamalar değişti, insanlarda iyimserlik duyguları oluştu ve ev fiyatları yükselmeye başladı; sizin eviniz 350 bin lira eder oldu. Arada yine 50 bin lira fark var. Satmadığınız sürece eviniz aynı ev!
Aynı ev... Ve o evde oturmaya devam ediyorsunuz. Fiyat artışından dolayı cebinize giren bir para var mı? : YOK
Şayet emlak ticareti yapmıyorsanız, spekülatör değilseniz, dönemsel fiyat değişikliklerinden dolayı kaybınız ya da kazancınız yoktur.

Son olaylarda Halk Bankası kayba uğramışmış! Halk Bankası'nın borsada değeri düşmüş! Borsa bu, düşer de çıkar da. Aynen ev örneğinde olduğu gibi... Algılara göre fiyatlar değişebilir. Borsada oluşan fiyatlar şirketin gerçek değerini yansıtmayabilir. Bunlar göreceli değerler olup ekonominin gerçeklerini tam olarak yansıtmaz.

Borsadaki birçok şirket gibi Halk Bankası’nın değeri de önce düştü, sonra çıktı. Borsada sadece Halk Bankası yok; dört yüze yakın şirket var. Koç’un, Sabancı’nın, daha küçük holdinglerin, hatta kamunun pek çok şirketi borsada işlem görüyor. Bunların hiçbiri söz konusu edilmedi; varsa yoksa HALKBANK!

Niçin sadece Halk Bankası?
'Halk Bankası' halkın bankası da diğerleri değil mi?

3 gün önce ‘Halk Bankası’nın değeri düştü’ diye karalar bağlayan Devlet Bakanı Ali Babacan, Cuma günü ‘kayıplar büyük ölçüde geri alındı’ dedi. Önce bu kadar üzülüp ardından bu kadar sevinmelerinin tek nedeni olabilir: Demek ki banka hisseleri önemli ölçüde bunların elinde!

Konuya devam edelim…
Bankanın borsa değerinin düşmesiyle, kasasından bir şey çıkmadı. Ortada kaybolan bir para söz konusu değil. Dolayısıyla olmayan bir parayla fabrika, yol, okul falan yapılması da olanaklı değil. Dün başka söylemlerle halkı kandıranlar bugün de bu söylemlerle kandırıyorlar.

Bu huzursuzluğun ekonomiye yansımaları elbette olacaktır. Onun hesabı ancak aylar sonra, dönemsel veriler gelmeye başlayınca belli olacak ama şu anda telaffuz edilen rakamlarla uzaktan yakından ilgisi olmayacak.

“Üzerimize gelmeyin yolsuzluklarımızı irdelemeyin, aksi taktirde iyi giden ekonomi çöker…” ve “ Organize komplo” söylemlerinin tek amacı vardır: KONUYU SAPTIRIP KUYRUĞU KURTARMAK!

Nasıl ki 2001 krizinin çıkmasında dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in fırlattığı anayasa kitapçığının suçu yoksa, çıkması muhtemel olan 2014 veya 2015 ekonomik krizinin de suçlusu savcılar ve soruşturmalar olmayacaktır. Yıllardır biriken ve gizlenmeye çalışılan sorunlar yeterince gerilim oluşturmuştur. Bu gerilim bir yerde boşalacak. Bunun suçunu başkalarına yükleme kurnazlığına karnımız tok.

detan
02-01-2014, 23:58
HERKES BİRBİRİNİ DİNLİYOR, ABD İSE HEPSİNİ...
BU İŞTEN KİM KARLI ÇIKAR DERSİNİZ?

https://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/1497601_235543483282369_1663541879_n.jpg

detan
03-01-2014, 23:29
Kahvemi içerken ‘Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır’ sözü aklıma geldi. Hatır sözcüğünden yola çıkarak kafamda kafiyeli kelimeler türetmeye başladım. “Kahvenin hatırı”, “hamamın natırı”, “Gezi Parkı’nın satırı”, “Kurtuluş Savaşı’nın katırı” derken aklıma bir anı yazısı geldi. İçinde bulunduğumuz durumu o kadar güzel anlatıyor ki! Sanki bugün için yazılmış.

Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında ordunun en önemli ulaştırma aracı katırlardır. Cephaneler katırlarla taşınıyor, top arabaları katırlarla çekiliyor…

Cephe Kumandanı İsmet Paşa’nın kesin emri var: “Katırların sağlığına insan sağlığı kadar dikkat edeceksiniz. Katırların başına geleceklerden kumandanlar sorumludur!

Bu nedenle cefakâr hayvanların gözünün içine bakılıyor. Yakup Şevki Paşa, kendi komutasındaki birliklere emir veriyor: Birlik komutanları her sabah katırlar hakkında bilgi verecek.

Katırlardan birinin başına bir hal gelirse Paşa kıyameti koparıyor. Aksilik bu ya, alaydaki katırlardan biri hastalanıyor. O gece veteriner ve bakıcılar başında bekliyorlar ama katır ölüyor.

Alay komutanı başına gelecekleri bildiği için, veterinere "Aman öyle bir rapor yaz ki, Paşa'yı kızdırmayalım!" diyor. Veteriner, Latince, tıbbi terimlerle dolu bir rapor yazarak katırın ölüm sebebini anlatıyor.

Yakup Şevki Paşa, sabah raporunda katırın ölüm sebebini anlatan raporu okuyor, bir daha okuyor… Bir şey anlamıyor.

Raporun altına bir not düşerek raporu iade ediyor: “Baytar efendi, fenni terimlerin başında paralansın, ‘bu katır niye ölmüş?’ onu yaz!"


Bundan yaklaşık yüz yıl önce, ülkemizin verdiği kurtuluş mücadelesinde 'KATIR'larla taşınan silahlar günümüzde komşu bir ülkenin iç savaşında yandaş çetelere kullandırılmak üzere 'TIR’larla taşınıyor. Üstelik ‘insani yardım’ adı altında, ‘insani yardım’ malzemelerinin altına gizlenerek.

Bu malzemelerin, bu silahların finansmanı nereden sağlanıyor? Bu işler hayırseverlerin üç beş liralık bağışlarıyla dönmez! İHH’nın esas gelir kaynakları nelerdir?

Başbakanın emrindeki örtülü ödenek bu sene harcama rekorları kırıyor. Bu ödeneğin haricinde, bazı ihalelerden alınan ’zorunlu payların’ ‘ayakkabı kutularında’ biriktirilerek ‘insani yardım’a dönüyor olması da kuvvetle muhtemel.**

Başta Erdoğan olmak üzere, bakanları, milletvekilleri, yandaş medya mensupları ayakkabı kutuları ve TIRlar hakkında rapor üzerine rapor yazıyor.

Son söz:

Eyyy Recep Tayyip Erdoğan ve tayfası, raporlarınız başınızda paralansın! Hikâye anlatmayı bırakın da ‘bu düzenin nasıl döndüğünü’ anlatın.


**Basında bu konuda benzer bir yorum görmedim. Belki yazıldı ama ben görmedim. Gören var mı?

detan
07-01-2014, 01:41
https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-h.ak/hphotos-ak-prn1/1558491_236949189808465_187695582_n.png


RESMİ TARİH VE ALTERNATİF TARİH ÜZERİNE

Son yıllarda ‘resmi tarih külliyen yanlıştır’ ve ‘tarih yeniden yazılmalıdır’ söylemlerinin yanı sıra ‘alternatif tarih’ diye bir kavram üretildi. Özellikle bölücüler, ırkçılar ve şeriatçılar, kendi çıkarlarına uygun ‘alternatif tarihler’ üretmeye başladılar.
Resmi tarihe karşı çıkanların ana fikri, mevcut bilgi ve belgelerin devlet otoriteleri tarafından ‘milli menfaatler gözetilerek’ yönlendirilmiş veya yorumlanmış olması, yani tam gerçeği yansıtmamasıdır.

Mesela bu hükümet, bu düşünceden yola çıkıp “Bize hep böyle öğrettiler, ama aslında bu mesele farklı; işte bunlar böyle yalancılar; gerçekleri hep bizden sakladılar; bunlara nasıl güveneceksiniz?” gibi söylemlerle Türkiye’nin uzun yıllar benimsediği resmi tarih görüşünü kendilerine siyasi malzeme yapıyor. Üstelik kendileri şu anda, kendi resmi tarihlerini oluşturmak için bütün pislikleri yaptıkları halde.

Resmi tarih içinde yanıltıcı bilgiler olabilir ama bunların oranı, ‘alternatif tarih’ üretenlerin yalan yanlış kaynaklarının yanında devede kulak kalır. ‘Resmi tarih’ hep doğruyu söylemeyebilir; ‘alternatif tarihler’ ise asla doğruyu söylemez! Çünkü yazılmalarındaki amaç tamamen ideolojiktir.

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, her şey değişik kaynaklardan sorgulanabiliyor. Akla ve mantığa daha uygun gelen belge ve bilgilerin değerlendirilmesiyle tarih yeniden yazılıyor ve ‘resmi tarih’ kavramı, yerini ‘GENEL KABUL GÖRMÜŞ TARİH’ kavramına bırakıyor.

Tarih ne kadar doğru yazılırsa yazılsın, bölücüler, ırkçılar ve şeriatçılar bunu da beğenmeyeceklerdir. Çünkü bunların niyetleri belli: Amaç üzüm yemek değil bağcı dövmek!

detan
12-01-2014, 22:18
KÜLÇE KÜLÇE ALTINLAR, KUTU KUTU PARALAR, İSVİÇRE'DE HESAPLAR...
BU HARMANIN SONU GELMELİ!


https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-g.ak/hphotos-ak-ash3/t1/1545689_238650422971675_586680896_n.jpg

detan
14-01-2014, 02:17
Dindarlık adı altında yapılan sahtekarlığın kısa öyküsüdür....
SİZE 'HELAL' OLSUN!


https://fbcdn-sphotos-b-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/t1/1013480_239328589570525_433281676_n.jpg

detan
16-01-2014, 16:07
Tereciye tere satılır mı?
Satılır!
Kendisini 'ben dindarım, ben muhafazakarım' diye tanıtıp, 'ŞİRK'in ne olduğunu bilmeden konuşursa, tereciye tere satılır.

Şirk'in en basit anlamda 'Allah’ın dışında, bütün ilahi sıfatlara sahip başka bir varlığın olduğuna inanmak' olduğunu bilmiyorsa, 'en büyük günah' olduğunu bilmiyorsa, değil tere satmak ardından teneke bile çalınır.

https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-h.ak/hphotos-ak-frc3/t1/1533828_240162749487109_1875144948_n.png

detan
19-01-2014, 22:47
Büyüklerimiz bize yalanın, hırsızlığın ve hak yemenin kötü şeyler olduğunu öğretmeye çalıştılar; biz de bu değerleri çocuklarımıza aktarmaya çalışıyoruz. Ancak bu çabalarımız, toplumun önde gelenlerinin davranışlarıyla desteklenmiyor.

Başta her yönüyle topluma iyi örnek olması gereken sayın başbakan olmak üzere, siyasetçilerin ve bürokratların bir kısmı bu çabalarımızı boşa çıkarıyor.

Psikologlar da siyasetteki çirkinliklerin çocuklar ve gençler üzerinde çok olumsuz etkileri olduğunu söylüyorlar ki kesinlikle doğrudur.

Faziletli çocuklar yetiştirmeye çalışan anne ve babaların işi zor.
Kolay gelsin!


https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-b.ak/hphotos-ak-prn2/t1/1383795_241137889389595_332010161_n.jpg (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924?hc_location=timeline)

detan
22-01-2014, 20:48
Görevden almalar, yer değiştirmeler tam gaz devam ediyor. Bugün Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde 470, İzmir Emniyet Müdürlüğü'nde de 12 müdür yardımcısı, amir ve memurun görev yeri değiştirildi.


https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/t1/994712_241919642644753_1050720404_n.jpg

detan
29-01-2014, 09:25
Bu yazı hazırlandığı sırada Merkez Bankası'nın faiz kararı belli olmamıştı. Gece yarısı yapılan açıklamada, borçlanma faiz oranının yüzde 3,50'den yüzde 8'e; bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 4,50'den yüzde 10'a; marjinal fonlama oranının yüzde 7,75'ten yüzde 12'ye çıkarıldığı belirtildi.

MB şok tedavi uyguluyor. Gerektiği zaman gerektiği kadar faiz artışı yapılmış olsaydı bugün faiz biraz daha düşük seviyelerde olabilirdi. Başbakan, Merkez Bankası'nın bağımsız bir kurum olduğunu söylüyor ama herkes biliyor ki MB üzerinde sürekli psikolojik baskı yapıyor. Son dakikada bile hala "Ben faiz artımına karşıyım" diyebilecek kadar pervasız.


https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-d.ak/hphotos-ak-ash3/t1/1013185_244051055764945_1167479105_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
02-02-2014, 00:36
Dünyada hiçbir otoriter, totaliter ve baskıcı rejim bir gecede kurulmadı. Bu amaçla hareket edenler, önce kademe kademe özgürlükleri yok ettiler; sonra yasama, yargı ve yürütmeyi tek elde topladılar; devletin kurumları arasında güven bunalımı ve çatışma çıkardılar. Sizce bu belirtilerin hepsi ülkemizde mevcut değil mi?


https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-frc1/t1/1005347_245452058958178_1546382685_n.png

detan
05-02-2014, 08:45
177 ülkeyi kapsayan bir araştırma...
2013 yılı 'siyasi kirlilik' sıralamasında Türkiye 53. sırada.


https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-c.ak/hphotos-ak-frc1/t1/1898149_246221682214549_644598601_n.png

detan
06-02-2014, 14:07
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, "AKP giderse, gelecek hiçbir hükümet 3 ay bile maaş ödeyemez." diyor.

Aba altından sopa göstermeye çalışan Bülent Arınç, ekonomik istikrar için kendi iktidarlarının devamının gerektiğini ifade etmeye çalışırken, aslında ülkeyi ne hale getirdiklerini ve ekonominin ne kadar kırılgan olduğunu itiraf ediyor.

Korkunun ecele faydası olmaz!

Sürekli olarak 'Siyasi istikrar bozulursa ekonomik istikrar da bozulur...' tehdidiyle ayakta kalmaya çalışan AKP iktidarının bu tehditlerine boyun eğmek onursuzluktur. Benim halkım bu kadar onursuz olamaz.

detan
06-02-2014, 14:09
https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-f.ak/hphotos-ak-ash3/t1/s403x403/923097_246777885492262_552897634_n.png

detan
07-02-2014, 11:17
HER TARAFINIZ PİSLİK İÇİNDE, İĞRENÇ KOKUYORSUNUZ!

İki gün önce MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ait olduğu iddia edilen ve sosyal medyaya düşen ses kasetini Meclis kürsüsünden dinletti.

Ses kaydına göre, 4 Haziran 2013 tarihinde Fas'ta bulunan Başbakan Erdoğan, Habertürk TV'den Fatih Saraç'ı arayarak fırça atıyor ve Bahçeli'yle ilgili haberin derhal yayından kaldırılmasını istiyor. Bunun üzerine Fatih Saraç, Habertürk çalışanı olan Abdullah'ı arayarak söz konusu haberin ve alt yazının hemen kaldırılması talimatını veriyor.

Bu ses kaydıyla ilgili tartışmalar devam ederken yeni bir ses kaydı daha ortaya çıktı. Bu kayıttaki konuşmalardan, Konsensus Araştırma Şirketi'nin Habertürk için yaptığı seçim anketinin değiştirilerek verildiği anlaşılıyor. 13.03.2013 tarihinde gerçekleşen telefon konuşmalarında, Mehmet Fatih Saraç ve Fatih Altaylı, oy oranı düşük bulunan BDP'ye, MHP ve kararsızlardan oy kaydırılması üzerine konuşuyor. M. Fatih Saraç, Başbakan Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan aracılığıyla Başbakan'dan alınan onay ile MHP'nin oylarının BDP'ye kaydırılması talimatını Fatih Altaylı'ya veriyor.

Bazı maymunlar da hala ülkemizde sansür olmadığını iddia ediyor!


https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-c.ak/hphotos-ak-prn2/t1/1896889_247315512105166_46255742_n.png

detan
10-02-2014, 00:13
Megalomani, kişinin kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Derin bir ruhsal sorunun belirtisidir. Megalomani, kendi başına bir hastalık değilse de oldukça şaşırtıcı bir psikolojik durumdur.

Megalomani özellikleri taşıyan insanlara megaloman ya da halk tabiriyle megalomanyak denir. Megalomanlara toplumun her kesiminde rastlanabilir. Sıradan megalomanlar zararsızdır; bunları dışlarsınız olur biter ama yönetim kademelerindeki megalomanlar, hele ki en üsttekiler başa beladır. Atsanız atılmaz, satsanız satılmaz. Kendiliklerinden gitmeleri ise görülmüş şey değildir. Bunlardan kurtulmanın tek yolu sandıktır.

Ne demek istediğimizi umarız anlatabildik. Anlamayan varsa, anlayanlar anlamayanlara anlatsın!


https://fbcdn-sphotos-h-a.akamaihd.net/hphotos-ak-frc3/t1/1510603_248079855362065_2121405624_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
11-02-2014, 14:37
TDK sözlüğünde olmayan, nadiren kullanılan bir kelime: 'OYSUZLUK' yani oy yoksunluğu...

Yolsuzluğa bulaşmış, iç ve dış politikada onursuzlaşmış, huzursuzluğu ve uyumsuzluğu ile toplumu ayrıştırmış, doyumsuzluğu had safhaya çıkmış bir liderin öncülüğündeki partinin layık olduğu durum...

https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/t1/1896795_248508915319159_228175906_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
13-02-2014, 09:42
LİDERLER VE SKANDALLAR ÜZERİNE BİR ÇİZİM ...


https://fbcdn-sphotos-h-a.akamaihd.net/hphotos-ak-frc3/t1/1779954_249024438600940_385443429_n.png

detan
15-02-2014, 20:48
YAŞASIN ADALET, YAŞASIN DEMOKRASİ!


https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/t1/12148_249523215217729_315266038_n.png

detan
17-02-2014, 11:47
https://scontent-b.xx.fbcdn.net/hphotos-ash3/t1/1606865_250388351797882_84463129_n.png

detan
20-02-2014, 15:09
Başbakanın rüşvet tanımı, 'ÇALINMIŞ OLAN MİNAREYE KILIF UYDURMA' girişimidir.


https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/t1/1921890_252389321597785_1133280172_n.jpg

detan
21-02-2014, 14:57
Gelmeniz bizim için bir kazanç olmadığı gibi, gitmeniz de bizim için bir kayıp olmayacak!


https://scontent-a-fra.xx.fbcdn.net/hphotos-ash3/t1/1656111_252689201567797_1297255763_n.png

detan
26-02-2014, 22:39
Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü liderliğinde Google, BM Çevre Programı, BM Küresel Çevre Programı ve 40’tan fazla ortağın bulunduğu bir konsorsiyum, uydu verileri ve diğer bilgilerle derlenen Küresel Orman Takip ve Uyarı Sistemi kapsamında Ocak 2000 - Aralık 2012 tarihlerine ilişkin bir rapor yayımladı.

Bu raporda, bu tarihler arasında Türkiye çapında 342 bin 571 hektar orman kaybı olduğu, yine aynı sürede 178 bin 349 hektarlık alanın ormanlaştırıldığı, net orman kaybının ise 164 bin 222 hektar olduğu tespit belirtildi.

Orman Genel Müdürlüğü'nün internet sitesinden aldığımız bilgiye göre, ağaçlandırma çalışmalarında hektar başına dikilen ağaç sayısı şu şekilde:

Kızılçam ve sedir: 1.660 adet
Ladin ve köknar: 2.660 adet
Karaçam ve sarıçam: 3.100 adet
Meşe: 3.300 adet
Kayın: 3.300 - 10.000 adet

Yukarda belirttiğimiz global verilere göre 2010 yılı ile 2012 sonu arasında Türkiye'de 178.349 hektar alan ağaçlandırılmış. Dikilen ağaçların tamamı en sık dikilebilen meşe, kayın gibi ağaçlardan oluşmuş olsa bile hektar başına ortalama 3300 ağaç dikilebiliyor.
Açıklanan veride belirtilmiş olan toplan ağaçlandırılan alanı (178.349 hektar) 3300 ile çarparsak toplam dikilen ağaç sayısını bulabiliriz.

İşlemi yapalım:
178.349 x 3300 = 588.551.700 (beş yüz seksen sekiz milyon beş yüz elli bir bin yedi yüz) adet. Hadi düz hesap altı yüz milyon adet olsun. Oysa başbakan iki milyar sekiz yüz milyon adet fidan diktiğini iddia etmişti. Bu bilimsel verilere göre hesabın tutması mümkün görünmüyor; hemen hemen 5 kat fark var.

Deveye 'Boynun niye eğri?' diye sormuşlar; nerem doğru ki demiş.
Deve misali, bizim başbakanın da doğru bir hesabı yok!

detan
27-02-2014, 00:35
https://scontent-b.xx.fbcdn.net/hphotos-ash3/t1/1779254_254914024678648_456062154_n.png

detan
04-03-2014, 16:47
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Niğde mitinginde CHP, MHP ve Fethullah Gülen'i eleştirdi. Birçok konuşmasında olduğu gibi yine 'koyun' kelimesini kullanarak 'Üç kafadara üç koyun verin kaybedip gelirler.' dedi.

Önceleri 'İki koyun derdi, sayıyı üçe çıkarmış.
Kendisi koyun gütmeye alışkındır; iki, üç ... beş, sayı önemli değil. Yeter ki koyun olsun!


https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-frc1/t1/1779912_256778137825570_1279001704_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
05-03-2014, 11:44
Türk halkı olarak dünyanın en pahalı akaryakıtını tüketiyoruz. Milli geliri ve dolayısıyla kişi başına düşen ortalama geliri bizden kat kat yüksek olan ülkelerde bile akaryakıt bu kadar pahalı değil.
60 litrelik benzin deposu olan ortalama bir aracın deposu 300 liraya ancak doluyor.
Asgari ücretle çalışan bir vatandaşın 846 TL, ortalama bir devlet memuru veya özel sektör çalışanının 2000 TL. normal bir emeklinin ise 1200 TL. kadar aylık geliri olduğunu dikkate alırsak, aile bütçelerinin bozulmaması için akaryakıt alırken çok dikkatli olunması gerektiği ortaya çıkıyor.
Bu gerçeğin unutulmamasını sağlayan bir benzin göstergesi prototipi yaptık.
İşte o gösterge...

https://fbcdn-sphotos-b-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/t1/1977332_257003434469707_302101141_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
07-03-2014, 15:34
Başbakan Erdoğan, tam bir suçluluk psikolojisi ile “Şu anda dinlenme riski olmadan konuşacak durumda değilim. Kriptolu telefonu bıraktım, artık normal telefondan konuşuyorum. ‘Dinlerseniz dinleyin’ diyorum. Adamı ipe götürür bu dinlemeler ya, öyle montaj var. Yani insanları eşlerinden ayırır, aileyi bozar. Bakın bu internet yasasına bu malum çevreler hemen isyan ettiler. Biz neyse yapabildiğimiz kadarıyla şu anda onu yaptık. Ki o alanda bile 30 Mart’tan sonra atacağımız başka adımlar var. Bu konuda kararlılığımız var. Biz bu milleti YouTube’a, Facebook’a yedirmeyiz. Atılması gereken adım neyse biz bu adımı en kesin hatlarla atacağız. Kapatılmaları dahil. Çünkü yani bu insanlar veya bu kurumlar kazançları için imkanları için her türlü ahlaksızlığı, her türlü casusluğu, ajanlığı teşvik ediyor. Böyle bir özgürlük anlayışı olamaz." dedi.

Daha düne kadar "Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz!" diyordu sayın Erdoğan!

Ne zaman ki abdestinin olmadığı anlaşıldı, namazının da sahte olduğunun ortaya çıkmasından korkmaya başladı. Bunu da sosyal medya sağladı. Sosyal medya, yazılı ve görsel medya gibi değil; denetimi çok daha zor. İşte sosyal medyaya düşman olmasının; sansürlemek ve kapatmak istemesinin gerçek sebebi bu.

Korkunun ecele faydası olmayacak. Facebook'a, Twitter'a, You Toube'a çarpıyı koyanlara biz de çarpıyı koyacağız.


http://i.hizliresim.com/KqkB6V.png

detan
10-03-2014, 08:33
Düşünme, okuma, yazma, paylaşma, telefonumu dinleme. Oyunu da bana ver yeter; başka bir şey istersem namerdim!


https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/t1/1979709_258305921006125_1098401554_n.png

detan
14-03-2014, 09:04
https://scontent-a.xx.fbcdn.net/hphotos-frc3/t1/10006342_259451757558208_2039245715_n.png

detan
20-03-2014, 22:23
https://scontent-a.xx.fbcdn.net/hphotos-prn2/t1.0-9/1157581_261689487334435_1961014483_n.png

detan
27-03-2014, 01:29
Kim ABD güdümlü, kim değil?

https://scontent-a-fra.xx.fbcdn.net/hphotos-frc1/t1.0-9/10014620_263523897150994_2048962559_n.png

detan
28-03-2014, 22:46
2 gün sonra sandığa gideceğiz. Kendi irademizle kullandığımız oylarla siyasete ve dolayısıyla geleceğimize yön vereceğiz. Bu seçim yerel seçim olmakla birlikte, iktidar ile muhalefet arasında bir hesaplaşmanın sahnesi olacak. Oyumuzu mutlak surette kullanalım.

Bazı durumlarda fazla seçici olmamak gerekir. Geçmişte 'Armudun sapı var, üzümün çöpü var' diye parti beğenmezken aslında günümüzü karartan, geleceğimize ipotek koyan bir zihniyete fırsat vermiş olduk. Yine bu hataya düşmeyelim.

Ülkemizi bir an önce bu gözünü kan bürümüz savaş çığırtkanlarından, hırsızlardan, orta çağ zihniyetinden kurtarmak için, iktidara alternatif olması mümkün olmayan partilere oy vererek oylarımızı ziyan etmeyelim.

Seçim sonuçlarının ülkemize hayırlı olması dileğiyle sevgiler, saygılar...


https://scontent-b-fra.xx.fbcdn.net/hphotos-frc3/t1.0-9/10153002_264004013769649_1788603933_n.png

detan
31-03-2014, 09:30
Maalesef durum bu!


https://scontent-b-lhr.xx.fbcdn.net/hphotos-frc1/t1.0-9/10154382_264678160368901_1702903098_n.png

detan
02-04-2014, 08:38
https://scontent-b-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-prn1/t1.0-9/1010686_265206306982753_1010182355_n.png

detan
04-04-2014, 14:04
https://scontent-b.xx.fbcdn.net/hphotos-frc1/t1.0-9/1001929_265941616909222_1444787349_n.png

detan
07-04-2014, 21:54
Geçmişte doğru olarak bilinen bazı bilgi ve kuramların (teorilerin) bir süre sonra yanlış olduğu anlaşılmıştır. Galiba bilim yine böyle bir yanılgı içinde!


https://scontent-b.xx.fbcdn.net/hphotos-prn2/t1.0-9/1511359_266946216808762_7919684691730135451_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
10-04-2014, 15:09
Biga'da üst üste iki dönem belediye başkanlığı yapan ve üçüncü kez başkan adayı olan AKP'li Mehmet Özkan,seçimi 699 oy farkla kaybetti. CHP'den aday olan İsmail Işık, yeni belediye başkanı oldu.

Eski Belediye Başkanı Mehmet Özkan, Facebook sayfasında paylaştığı yazısında seçimi kendilerini 'Hizmet Grubu' olarak niteleyen arkadaşları yüzünden kaybettiğini ileri sürdü:

"Bir gün kendilerini hizmet grubu olarak tanımlayan arkadaşlar ziyaretimize gelmişti. Konuşmanın bir yerinde, 'Sizin oyunuza ihtiyacımız yok mu demek istiyorsunuz?' dediler. Cevaben dedim ki 'Eğer içinizden bir kişi böyle yaparsa ona asla hakkımı helal etmem. Zira 10 yıldır bir kere size 'hayır' demedim. Şahsi imkanlarımı dahi sizin çalışmalarınız için feda ettim. Dünyada değilse de ahrette hesabını sorarım. İlkesizliğin, ölçüsüzlüğün ve de vefasızlığın en vahim örneğini sergilediler..."

Başbakan Erdoğan "Ne istediler de vermedim?" demişti. Eski belediye başkanı da aynısını söylüyor. Davaları uğruna devletin tüm imkanlarını sömürdüler, sömürülmesine izin verdiler. Şimdi utanmadan bu lafları edebiliyorlar.

Asıl bunlara sormak lazım: 'Al gülüm ver gülüm' yaparken aklınıza gelmeyen ilke, haysiyet, vefa gibi etik değerler sadece çıkarlarınız zedelenince mi aklınıza geliyor?

detan
14-04-2014, 20:34
https://scontent-b.xx.fbcdn.net/hphotos-prn2/t1.0-9/10170993_269125639924153_24563091731781075_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
21-04-2014, 18:32
Yalakalıkta sınır tanımayanlar...

https://scontent-a-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-frc3/t1.0-9/10169185_271197886383595_2328402382459884899_n.png

detan
21-04-2014, 18:34
ULUSLAR DİLLERİYLE YAŞARLAR!

https://fbcdn-sphotos-a-a.akamaihd.net/hphotos-ak-frc1/t1.0-9/10011501_271492643020786_5499209707053557321_n.png

detan
27-04-2014, 22:57
https://scontent-b-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-ash4/t1.0-9/10247495_273479952822055_7780012392794593156_n.png

detan
28-04-2014, 20:17
Bülent Ecevit şiirinde "Bir şeyler olacak yarın" diyor.
Biz de inanıyoruz; bugün değilse yarın, toplumsal bilinç uyanacak; bir şeyler olacak!


https://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash4/t1.0-9/10246770_273736396129744_7713004979724383442_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

ayhan53
30-04-2014, 09:47
Bu da oldu: Almanya imamı!

Türkiye'yi ziyaret eden Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck Gezi eylemleri, yargıya müdahale ve sosyal medyaya getirilen erişim yasağına eleştiriler yöneltince Takvim gazetesinin ve A Haber internet sitesinin hedefi oldu.


Radikal.com.tr - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın ağır ifadelerle eleştirdiği Almanya Cumhurbaşkanı Joahchim Gauck için cemaat bağlantısı ortaya atıldı! Erdoğan’ın " Gauck'la dün 2 saat baş başa olduk, açık açık konuştuk. Ama daha sonra ODTÜ'ye gidip orada garip garip şeyler konuştu. Bizimle konuştuğun gibi konuşsana" diye seslendiği Almanya Cumhurbaşkanı için bazı medya organlarında ‘imam’ başlığı kullanıldı.


TAKVİM: GAUCK GUK ETME


Manşetinde Alman Cumhurbaşkanı'nın soyadından yola çıkarak "Gauck guk etme" başlığını atan Takvim, internet sitesinde ise Gauck'u cemaatçi ilan ederek 'Almanya İmamı' başlığını attı.

Takvim, Alman Cumhurbaşkanı için şu ifade kullandı: "Almanya Cumhurbaşkanı Gauck, Ankara 'da haddini aştı... Gauck, adeta Cemaat'in Almanya İmamı gibiydi. Davetli olarak geldiği Türkiye 'de ahlak sınırlarını aşan Gauck, Türkiye'nin 1915 yılında hayatını kaybedenler için yayınladığı taziye hakkında, MİT Yasası ve Gezi olayları hakkında saçmaladı."

ayhan53
30-04-2014, 09:50
olay artık öyle bı-oyutlara vardıki
içeride her muhalife paralel diyenler komplo kuruyorlar iftira atıyorlar diyenler işi ulaslararası bi boyuta ulaştırdılar

yalakalığın had bilmezliğin de bi sınırı olmalı diye düşünmeyin kamyon yokuş aşağı iniyor ve frenleri boşaldı

ancask bi duvara vurup yada uçurumdan aşağı uçtuktan sonra durdurulabilir

şimdi merakım obamaya ne zaman abd imamı diyecekler onu bekliyorum
fetullahı iade etmeyince mi?

yetkisiz
30-04-2014, 09:58
http://www.muhalifgazete.com/files/news/default/almanya-cumhurbaskanindan-erdogana-jet-yanit-az-bile-soyledime106b684be5d552e2dbf.jpg

İstanbul'da yaptığı açıklamada Erdoğan'ın kendisine yönelik eleştirilerine yanıt veren Gauck “Ben kendimde hak gördüğüm ve her zaman yaptığım şeyi yaptım. Bunlar bir toplumda tartışılan kritik meselelerle ilgili. Bu dostlar arasında normal bir durum“ diye konuştu.

Sen fazla yanaşma bizim ustaya mirim...Yanaşanların sonu hiç iyi olmadı...:::kahkaha2 :::kahkaha2 :::kahkaha2

detan
01-05-2014, 21:25
Her şeyi söyledi, bir 'yolsuzluk var' diyemedi!


https://fbcdn-sphotos-a-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/t1.0-9/10268676_274768016026582_1489186270182247730_n.jpg (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
04-05-2014, 21:45
SANA İNANAN SAF SEÇMENİ ALDATABİLİRSİN AMA ALLAH'I DA ALDATABİLECEK MİSİN SAYIN ERDOĞAN?


https://scontent-b-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-prn1/t1.0-9/10247236_275675312602519_8215999769919233283_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
07-05-2014, 13:13
Egemen Bağış için takipsizlik kararı

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Egemen Bağış'ın Gazeteci Metehan Demir ile yaptığı telefon görüşmesinde "İslam dinini açıkça aşağıladığı" iddiasıyla CHP milletvekili Mahmut Tanal tarafından yapılan suç duyurusu üzerine yürüttüğü soruşturmada AK Parti İstanbul Milletvekili Egemen Bağış hakkında "kovuşturmaya yer olmadığına" karar verdi. Karar gerekçesinde, dinlemenin usulsüz yapıldığı ve konuşmaların iki kişi arasında geçtiği, topluma mal edilemeyeceği gibi savlar ileri sürüldü.

Bu kararı okuyunca aklıma Fazıl Say geldi.

Fazıl Say, Twitter’da yayınladığı bir mesaj nedeniyle "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçlamasıyla 10 ay hapis cezasına çarptırılırken eline megafon alıp meydanlarda mı konuşmuştu?

detan
09-05-2014, 20:27
Daha önceki açıklamalarında "Garanti belgesine isim yazmayız ve gazetelere ilan vermeyiz" diyerek Zafer Çağlayan'ın yalanlarını ortaya çıkaran Patek Philippe firmasının yetkilileri bu sefer de Çağlayan'ın yolsuzluk fezlekelerinin görüşüldüğü Meclis oturumunda elinde sallayarak gösterdiği faturanın kendilerine ait bir belge olmadığını açıkladı.


https://scontent-a.xx.fbcdn.net/hphotos-prn1/t1.0-9/10299967_277699282400122_5955889136791235497_n.png

AnnE
15-05-2014, 11:05
Arkadaşlık nedir Mahmut, bir sen bilirsin, ama yoksun.

http://onedio.com/haber/kurtulan-madenci-mahmut-u-alin-onun-karisi-hamile--304231

detan
15-05-2014, 16:34
https://scontent-a.xx.fbcdn.net/hphotos-ash3/t1.0-9/10366180_279586202211430_4809920671750610865_n.jpg

detan
16-05-2014, 20:43
Partinin adı AK, özü kara;
Madencinin yüzü kara, özü AK...


https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/t1.0-9/10313788_280027075500676_3832842196693699139_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
17-05-2014, 21:40
ANTİ FELSEFE!
DÜŞÜNME, KONUŞMA, YAŞAMA...


https://scontent-a-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-ash3/t1.0-9/10336844_280371008799616_2500231459814321978_n.png

detan
18-05-2014, 20:04
https://scontent-a-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-prn2/t1.0-9/1978848_280655945437789_8191486930172573762_n.png

detan
20-05-2014, 08:09
Trajikomik bir gerçek!

CHP'li vekillerin hazırladığı, MHP ve BDP'nin de desteklediği Soma ile ilgili Meclis araştırma komisyonu kurulması önerisini "Soma, Türkiye'nin en güvenilir yeridir, soruşturmaya gerek yok" diye reddeden AKP, yaşanan faciadan sonra Meclis Araştırma Önergesi verdi.

AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, CHP'nin verdiği ama reddedilen Soma önergesi için, muhalefeti “eften püften” önerge vermekle suçlayarak “Araştırma önergelerinin temel hedefi Meclis’i tıkamak” demişti.

Daha önce de buna benzer durumlar olmuş, örneğin 'Hekime karşı şiddetin önlenmesi' için CHP'nin verdiği araştırma önergeleri defalarca AKP oylarıyla reddedilmişti. Ancak Gaziantep'te bir doktorun bıçaklanarak ölmesi üzerine AKP harekete geçmişti.

İnsan sormadan edemiyor;
CHP verince eften püften olan önergeler, AKP tarafından verilince ilahi bir kimliğe mi bürünüyor acaba! Önergeleri vermeden önce okuyup üfleyip öyle mi veriyorlar dersiniz!

detan
21-05-2014, 09:24
Madencilik sektörü, iş kazaları açısından riskli bir sektör olduğu için maden işletmecileri genelde acımasız, kötü insanlar gibi değerlendiriliyor. Hani 'Adın çıkacağına canın çıksın' denir ya, işte öyle bir şey...

Bu sadece bizde böyle değil, dünyanın birçok ülkesinde maden sahiplerine aynı gözle bakılıyor.

Bu genelleme ne kadar doğrudur, bilinmez. İçlerinde mutlaka iyileri de var, kötüleri de. Alttaki karikatür bu bakışı yansıtıyor.



https://scontent-a-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-prn1/t1.0-9/10256479_281426668694050_3976902927016161851_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924?hc_location=timeline)

meraklı
21-05-2014, 12:03
izliyorummmm.... bakıyorum....anlarmış gibi yapıyorum :rolleyes:


916

detan
23-05-2014, 02:10
AKP'nin 22. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı iki hafta önce Afyonkarahisar'daki lüks bir otelde yapıldı. Otelde geniş güvenlik önlemleri alındı. Gazeteciler, görevli polisler ve otel personeline çipli kartlar verildi. Bu kartlar sayesinde gazetecilerin, polislerin ve görevlilerin otel içindeki hareketleri takip edildi. Görevine göre farklı renkte tasarlanan bu kartlar, kullanıcının kendisine tanımlanan görev alanı dışına çıktığında uyarı veriyor.

İnsan 'Bu kadar önleme ne gerek var?' diye sormadan edemiyor.
AKP iktidarda olan, ülkeyi yöneten bir parti. Alınan önlemlere bakılırsa, halktan saklamaya çalıştıkları şeyler olduğu; parti yöneticilerinin ve halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerinin kapalı kapılar ardında bir işler çevirdiği kesin.

Bu kapıların ardında kim bilir ne pazarlıklar, ne tezgahlar ne iş bağlantıları yapılmıştır. Zamanla bunların da kokusu çıkar!


https://scontent-a.xx.fbcdn.net/hphotos-ash3/t1.0-9/10390200_281996505303733_8462505672260244607_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
25-05-2014, 21:11
Lise yıllarında bir edebiyat öğretmenimiz vardı. "Mizahın temel unsurları, çelişkiler ve bu çelişkilerin tekrarlanmasıdır." derdi.

Sağ olsun Başbakan Erdoğan bu iki unsuru bolca kullanarak bizi malzemesiz bırakmıyor.



https://scontent-a-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-prn2/v/t1.0-9/1394207_282616271908423_57810367767235868_n.png?oh =e117137470a2c5d54976acc3cef4cb41&oe=53F40331 (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
26-05-2014, 21:43
Her şeyi o bilir, her şeye karışır, ondan habersiz kuş uçamaz, uçmaya kalkan olursa cezasını bizzat kendisi verir ama diktatör değildir!


https://scontent-a-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-frc3/t1.0-9/10420189_283168971853153_1351093344677678608_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924?hc_location=timeline)

detan
30-05-2014, 01:27
İstanbul Atatürk Havalimanı’nda içinde CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun da bulunduğu THY uçağı 2 saatten fazla bir süre pistte bekletildi.

THY yetkilileri, “TK-2154 sefer sayılı İstanbul’dan Ankara’ya gidecek olan uçağımız saat 14:10′da kapısını kapatarak pist başına hareket etti. Bu sırada beklerken çıkan ters rüzgar nedeniyle uçağımız başka bir pistte yöneltildi. Burada piste sıraya giren uçak sıraya girdi. Bu nedende dolayı uçağımız saat:16.10′da Atatürk Havalimanı’ndan kalkış yaptı” dedi.

DHMİ yetkilileri ise, ” Uçak yakıt sorunu nedeniyle yaklaşık 2 saatlik rötar yaşamıştır. TK-2154 sefer sayılı İstanbul Ankara seferi Atatürk Havalimanı’ndan sorunsuz şekilde kalkmıştır” ifadesini kullandı.


https://scontent-b.xx.fbcdn.net/hphotos-xap1/t1.0-9/10334352_284119595091424_6052019263427311605_n.png

detan
31-05-2014, 23:40
'GEZİ PARKI' PROTESTO EYLEMLERİNİN 1. YIL DÖNÜMÜ


https://scontent-a.xx.fbcdn.net/hphotos-xaf1/t1.0-9/10363349_284710981698952_2524607282164190168_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
02-06-2014, 23:36
Bir televizyon yayınında konuşmacılardan biri, çok bilmiş bir ifade tarzıyla 'linguistik, linguistik' deyip duruyordu. Sinir oldum, bir taşlama yazdım. Hızımı alamadım, alttaki afişi hazırladım.


https://scontent-a.xx.fbcdn.net/hphotos-xpa1/t1.0-9/1469899_285330871636963_2762942124850988298_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
06-06-2014, 01:34
https://scontent-b-vie.xx.fbcdn.net/hphotos-xap1/t1.0-9/10407074_286449188191798_8283405436445712216_n.png

detan
06-06-2014, 21:52
Kimliği belirsiz densizin biri çıkmış, duvara "ZULÜM 1453'TE BAŞLADI" diye yazmış.
Kimliği belli başka densizler ise gazetelerine "ZULÜM 1923'DE BAŞLADI" diye başlık atarak güya nazire yapmışlar.
Zulüm ne 1453'te ne de 1923'te başlamadı.
TÜRK HALKINA ZULÜM 2002'DE BAŞLADI!


https://scontent-a.xx.fbcdn.net/hphotos-xpa1/t1.0-9/10426683_286746201495430_3694515330878649506_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
08-06-2014, 19:59
Geçmişte, belki 'tehlikeli' biri olduğuna şartlandırıldığımızdan Nazım Hikmet'i pek okumazdım. Okumaya başladıktan sonra insanlık ve memleket sevdalısı bir şair olduğunu anladım.

Nazım Hikmet, resimde kullandığım 'Bulutlar adam öldürmesin' adlı şiirini, 1945 yılında Japonya'ya atılan ve 2. dünya savaşını bitiren atom bombasından etkilendiği için yazdığı söyleniyor.

Bizim başımızdaki 'bombanın' da atom bombasını aratır yanı yok!
Yakıp yıkmadığı, ezip geçmediği kesim pek kalmadı. Bu düşünceden yola çıkarak bu şiirin resmi tamamlayacağını düşündüm.


https://scontent-b.xx.fbcdn.net/hphotos-xfp1/t1.0-9/10366324_287378924765491_5905975154456359186_n.png (https://www.facebook.com/pages/Az-gidelim-uz-gidelim-dere-tepe-d%C3%BCz-gidelim/174007939435924)

detan
09-06-2014, 14:58
PKK artık dağda değil, her yerde.
Gün geçmiyor ki şehirlerde gösteriler yapılmasın, yol kesilmesin, güvenlik güçlerine ateş açılmasın, bayrak yakılmasın. Son olarak, Diyarbakır'da askeri bölge içindeki bayrak direğinden Türk bayrağını indirdiler.
'Bu utanca bulunabilecek bir bahane var mıdır?' bilemiyoruz!

https://fbcdn-sphotos-g-a.akamaihd.net/hphotos-ak-xfp1/t1.0-9/10395179_287595644743819_5221200132655683547_n.png

Master
09-06-2014, 16:45
Murat Ide

KIÇINIZDAKİ DONU KONTROL ETTİNİZ Mİ? DURUYOR MU?
Savaşın ortasında, küçük bir tepedeki BAYRAĞI kaybettiği için kendi kafasına sıkan KOMUTANDAN, BAYRAĞIN İNDİRİLMESİNİ seyreden komutancığa..
Sahi siz 30 Ağustos'ta EBEDİ BAŞKOMUTAN'ın huzuruna çıkacaksınız değil mi? Şöyle LİLA RENGİ kıyafetler yaptırın, incik boncuk ne bulursanız takıp takıştırın bari de arada kaynasın mevzu..