Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Haber ve Gelişmeler [Arşiv] - Arka BahÇe Forumu

PDA

Tam Sürüm Bilgini Göster : Haber ve Gelişmeler


alihoca
26-04-2006, 08:15
Güzel Dostlarım;

Bu başlıkta dilerseniz,
Yakın uzak gelecek için önemli gördüğümüz haber ve gelişmeleri toplayalım.

Sayggılarımla

alihoca
28-04-2006, 08:02
//ABD Kongresi üyeleri Ankara'ya Ermeni soykırımı iddiasını tanıması için çağrı yaparken, bir Kongre üyesi "AB üyeliğine soykırım şartı" çağrısı yapan mektubu imzaya açtıklarını duyurdu

ABD Temsilciler Meclisi çatısı altında, Ermeni derneklerinin girişimiyle düzenlenen "Soykırımı Anma" toplantısında, 29 Temsilciler Meclisi üyesi ile 3 senatör konuşma yaparak soykırım tezine sahip çıktı ve Türkiye'yi ağır bir dille eleştirdi.
Senatör Robert Menendez, "ABD yönetimi Ermeni soykırımını resmen tanımalıdır. Türkiye'nin müttefikimiz olduğunu iddia edenler şunu bilmeli ki, belki Türkiye müttefik olsa bile, hiçbir müttefik bize yalan politikası dayatmamalı" dedi. Senatör Paul Sarbanes ise soykırım iddiasını tanıyan Avrupa ülkelerini tek tek saydı ve "Başka ülkeler gerçeği konuşabiliyorsa, bizim ülkemiz de konuşabilmeli" diyerek,

Amerikan Dışişleri'nin "soykırım" tezini resmen benimsemesini istedi.//
Yasemin ÇONGAR/ABD

Master
30-04-2006, 17:46
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Edirne 2. Olağan İl Kongresi'nde, ''Benim vatandaşım bu kongreye geliyorsa, başı örtülüsüyle, başı açığıyla el ele, yan yana, omuz omuza AK Parti'nin kongresi yapılıyorsa, bu, milletin ta kendisidir'' dedi.

Başbakan Erdoğan, AK Parti Edirne 2. Olağan İl Kongresi'ne katıldı. Kongrenin yapıldığı Mimar Sinan Kapalı Spor Salonu'na gelişinde partililer tarafından alkış ve tezahüratlarla karşılanan Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, Türkiye'de önemli ilklere imza attıklarını ve büyük reformlar gerçekleştirdiklerini söyledi.

Erdoğan, ''Türkiye'de çakılı bir tek çivisi bulunmayanların'' kendilerini sürekli eleştirdiğini belirtti. Çağdaşlık ve modernliğin ülkeye hizmetle olduğunu ifade eden Erdoğan, bir gazetede yer alan fotoğrafı ve sözleri eleştirerek,
şunları söyledi:

''Bugün bir gazete manşet yapmış. Söylemek zorundayım. 'AK Parti Kars Kongresi'nde haremlik-selamlık' diyor. Ne yapmak istiyorsun sen? Ne demek o? Benim hanım kardeşim bu kongre salonuna gelmiş, nerede isterse orada oturur. Sana ne ya, ayıptır ya... Yani sen nasıl talimat verirsen öyle mi oturacak? Bunu anlamak mümkün değil. Bu ne biçim gazeteciliktir, ne biçim gazetecilik anlayışıdır. Ne yapmak istiyorsun? Hani özgürlükler, hani demokrasi? Bunun için Edirne İl Kongresi'nde de hanım kardeşlerim istedikleri yere gelmiş oturmuşlar. Eee Milliyet Gazetesi, gel şimdi bakalım onu da resmet.''

''O DEVİRLER BİTTİ''

''Ülkeyi karıştırmanın, ülkeyi bölmenin, ayırmanın, bir yerlere kendine göre sinyal vermenin anlamı nedir?'' diye soran Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''O devirler bitti. Bırakın bu işleri. Halkın onuruyla, halkın iradesiyle, halkın özgürlük anlayışıyla bir kongreye gelme cesaretini gösteren halka, yer biçme gibi bir hakkınız yok. Bunu yapamazsınız. Benim vatandaşım bu kongreye geliyorsa, başı örtülüsüyle, başı açığıyla el ele, yan yana, omuz omuza AK Parti'nin kongresi yapılıyorsa, bu, milletin ta kendisidir. Burada millet var. Burada sipariş üzerine toplanmış bir ekip yok. Burada sipariş yok. Burada millet var. Ve benim bütün arzum oydu zaten...

Ben diyordum ki AK Parti'nin yürüyüşünde başörtülü kardeşim, başı açık kardeşi ile eğer el ele, omuz omuza siyaset yapıyorsa, bu millete hizmet yolunda koşuyorsa, bunu gördüğüm gün kendimi mutlu hissedeceğim. Burada ayrımcılık yok. Bu bir onurlu duruştur. Bu bir onurlu ayağa kalkıştır.''

Erdoğan'ın bu sözleri üzerine salonda bulunan partililer hep birlikte ayağa kalkarak, ''Türkiye seninle gurur duyuyor'' sloganı attılar. ''Ben sizle gurur duyuyorum'' diyerek partililere cevap veren Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

''İnşallah el ele, omuz omuza, ülkemde bölücülük kaygısı içine girenlere siz fırsat vermeyeceksiniz. Siz gönlünüzü herkese açacaksınız. Zorlaştırmayacaksınız, kolaylaştıracaksınız. Hani Mevlana kültüründe, 'Ne olursan ol, yine gel' diyor ya, bizim kapımız küskünler, dargınlar kapısı değil. Kinin, nefretin çatısı altında olduğu bir kapı değil. Bu kapıda dostluk, barış, dayanışma, yardımlaşma var. Türkiye'nin, aydınlık yarınlara koşması var.''

Minik Yorum : Şu Demokrasi okulda YOK OLDUĞU öğretilince kim dedimi hep gülümserim....

account
01-05-2006, 10:49
01.05.2006 / Yiğit Bulut / Yorum





Türk Devleti'nden milyar dolarlık ihale eden Alarko, Türkiye’yi Avrupa’da mahkum ettirerek çok büyük bir hata yaptı. Bu parayı Mehmetçik Vakfı'na veya Şehit Aileleri Vakfı'na bağışlayıp, yanlış bir adım attığını beyan ederek Türk halkından özür dilemeli.



Başlığı görünce "olumlu mu yoksa olumsuz mu” devam edeceğini merak ediyorsanız, lütfen okumaya devam edin.

İlk etapta son 3 gün içinde internet siteleri ve gazetelerde yer alan “Alarko ile ilgili” haberi sizlere aktarmak istiyorum.

* “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Alarko Grubu'na bağlı Yıltaş Yıldız Turistik Tesisleri'nin açtığı davada, Türkiye'nin "hakkaniyete uygun tazminat ödemesine" gerek görüldüğünü açıkladı. Türkiye, karar gereği şirkete 6 milyon 100 bin euro tazminatın yanısıra 10 bin euro tutarındaki mahkeme masrafını da ödeyecek Bu rakam AİHM'in Türkiye'ye verdiği en büyük tazminat cezası olacak. Türkiye daha önce Loizidou davasında 1.1 milyon euroluk tazminata mahkum edilmişti. İstanbul'da Orman Fakültesi yakınlarında villa inşa etmek isteyen Alarko, 4 bin 300 dönümlük arazinin istimlak edildiği ve buna karşılık ödenen paranın normal değerinin altında olduğu gerekçesiyle AİHM'de dava açmıştı. Şirket, yaklaşık 60 milyon dolarlık maddi tazminat talep etmişti.”

* "AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye aleyhine açılan 5 davayı karara bağladı. AİHM’den yapılan açıklamada, Alarko Grubu'na bağlı Yıltaş Yıldız Turistik Tesisleri A.Ş’nin açtığı davada, Türkiye’nin "hakkaniyete uygun tazminat ödemesine" gerek görüldüğü belirtildi. Türkiye, karar gereği 6 milyon 100 bin euro tazminat ödeyecek. İstanbul’da Orman Fakültesi yakınlarında villa inşa etmek isteyen başvuru sahibi şirket, 4 milyon metrekarelik arazinin devlet tarafından istimlak edildiği ve buna karşılık ödenen paranın normal değerinin altında olduğu gerekçesiyle AİHM’de dava açmıştı. Şirket, yaklaşık 60 milyon dolar tutarında maddi tazminat talep etmişti. AİHM, 2003 yılında başvuruyla ilgili aldığı karada, mal ve mülkiyetin korunmasıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 1. protokolünün 1. maddesinin ihlal edildiği görüşüne varmıştı. Türkiye, 10 bin euro tutarında mahkeme masrafını da ödeyecek.”



Devletten en fazla ihale alan şirket Alarko
Haberi okudunuz ve kendi yorumlarınızı yaptınız. Bu noktada ben kendi yorumuma geçmek ve öncesinde başlığı yeniden geniş bir biçimde tekrar etmek istiyorum; “Bravo ALARKO, Türkiye’yi, Türk Devleti'ni Avrupa’da mahkum ettirdin ve 6 milyon Euro kazandın”...

Değerli dostlar, bu konuya neden bu şekilde tepki verdiğimi sizlere aktarmak istiyorum. Herkesin, şirket veya birey olarak hukuken hakkını aramasına sonuna kadar taraftarım. Taraftarım ama bu Türk Devleti'ni Avrupa’ya şikayet etme noktasına geldiğinde “hukuk aramaktan” çıkıyor ve başka bir boyuta geçiyor. Üstelik bunu son 15 yılda Kamudan (Devletten) en fazla ihale alan şirketlerden biri olan Alarko yapıyorsa.

Daha açık yazayım; kardeşim, sen kamudan milyar dolarlık ihale alacaksın sonra da birkaç milyon euro kazanmak için, sana milyar dolar ödeyen Devleti Avrupa’ya şikayet edeceksin. Bu kabullenilmesi mümkün bir davranış değil.



Bu noktada Alarko’nun aldığı bazı ihaleleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

* Ankara-istanbul hızlı tren projesi

* İstanbul Metrosu’nun bir bölümü

* Melen Terfi Deposu Kıncıllı Sırtı Arası İsale Hattı

* İgdaş-Başak konutları (bazı bölümler)

* Cevizli, Sarmaşık I ve sarmaşık II santralleri

* Samsun-Çarşamba havalimanı

* Tüpraş’ta yenileme ihaleleri



Hızlı trende ihale bedeli yüzde 50 artırıldı

Burada saymaya sayfaların yetmeyeceği onlarca irili ufaklı ihale daha var...

Peki bunların toplam değeri ne kadar? Milyarlarca dolar. Evet, yanlış okumadınız, milyarlarca dolar.

Bu noktada örnek olması açısından oldukça ilginç bir hikayesi olan TCDD’nin hızlı tren projesini resmi internet sitesinden alıntılar ile örneklemek ve bir de soru sormak istiyorum. İşte TCDD’nin resmi duyurusu: “ALSİM-ALARKO liderliğinde İspanyol OHL Firması ile oluşan konsorsiyum tarafından yapımına başlanılan 1.etabın sözleşme bedeli+sigorta primi olmak üzere toplam 459 milyon EURO'dur. Ancak, hızın 200 km/s'den 250 km/s çıkması ve mevcut hattın korunması nedeniyle meydan gelen keşif artışları ile birlikte yaklaşık maliyet 629 milyon EURO olarak hesaplanmıştır. Projenin 1.Etabı olan Eskişehir Esenkent arasının Eylül/2006 sonu itibariyle bitirilmesi planlanmaktadır...”

Gördüğünüz gibi sadece bir hattın ihale bedeli 629 milyon euro yani milyar dolara yakın. Bu noktada “6 milyon euro için Avrupa kapılarında koşan Alarko’ya aynı hassasiyet içinde soralım, nasıl oldu da 459 milyon euro olarak belirlenen ilk bedel bir anda 629 milyon euro’ya çıktı?

Sonuç: Türk Devleti'nden milyar dolarlık ihale eden Alarko, Türkiye’yi Türk mahkemelerinde kazanamamasına rağmen Avrupa’da mahkum ettirerek bana göre çok büyük bir hata yaptı. Bu parayı Mehmetçik Vakfına veya Şehit Aileleri Vakfı'na bağışlayıp, yanlış bir adım attığını beyan ederek Türk halkından özür dilemeli. Umarım bu durum, şirketin sahiplerinin genel politikası sonucu değil, orada çalışanların hatası sonucu ortaya çıkmış bir dinamiktir.

Son soru: Ulaştırma Bakanı'na, TCDD Genel Müdürü'ne ve Alarko yetkililerine soruyorum; hızlı tren hattındaki bedel nasıl oldu da bir anda yüzde 50’ye yakın arttı?

AnnE
17-05-2006, 11:24
Erdoğan Danıştay İkinci Daire'nin kararını kınamıştı

ANKARA(ANKA)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, saldırıya uğrayan Danıştay İkinci Dairesi’nin türbanlı öğretmenle ilgili verdiği kararı şubatın ilk günlerinde eleştirmiş ve kınamıştı. Erdoğan bir çiftçiye çıkışmasıyla da hatırlanan Mersin gezisinde Danıştay’ın sokakta türban takmakla ilgili kararının "din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlama" olduğunu belirterek, "Ben özgürlüklerin egemen olduğu bir ülkenin Başbakanı olarak bu kararı kınıyorum" demişti.
AKP Mersin Merkez İlçe İkinci Olağan Kongresi’ne katılan Başbakan Erdoğan, Salona gelişi sırasında bir çiftçi tarafından protesto edilmişti. Erdoğan çiftçiyle tartışmıştı.

"DANIŞTAY KARARI DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNE KISITLMA"
Başbakan Erdoğan, Danıştay’ın türbanlı bir öğretmenle ilgili verdiği ve kamuoyunda kamusal alan tartışmalarına yol açan kararıyla ilgili olarak tepki dolu sözler sarf etmişti.
Erdoğan, "Özgürlükler noktasında Danıştay’ın almış olduğu bir karar var. Bu kararı ben hukuk içerisinde tanımlayamıyorum" diyerek konuşmasını şöyle sürdürmüştü:
"Bir anaokulu öğretmenine, ’Öğretmenlik yaparken başın açık olacak, dışarıda da başın açık olacak’ deme hakkına kimse sahip değildir. Bu anlayış hiçbir hukuk anlayışı içinde tanımlanamaz. Kalkıp da vatandaşımızın din ve vicdan özgürlüğünü kimsenin kısıtlama hakkı yoktur. Ben özgürlüklerin egemen olduğu bir ülkenin Başbakanı olarak bu kararı kınıyorum. Bu ülkenin Başbakanı olarak, bu ülkenin bir evladı olarak, karar verildiği için bu yorumu yapıyorum.
Yapmak zorundayım. İnsanın özel alanı vardır. Kamusal alan vardır. Bir de kamu alanı vardır. Bunlar evin içine de karışacaklar. Türkiye yol geçen hanı değildir.
Artık biz bu ülkede gerginlikler olmasın, birileri nemalanmasın diye sabrediyoruz. Bu ülkede böyle bir zemini hazırlama gayreti içerisine girmesinler. Burada özellikle milletin bir vekili olarak, milletin duygularına tercüman olarak konuşuyorum. Ama ben yargı makamı değilim."

AnnE
17-05-2006, 11:44
yorum mu ?

http://i44.photobucket.com/albums/f25/avrogida/8839.jpg

AnnE
17-05-2006, 11:56
arkadaşlar arazi :
http://www.vakit.com.tr

Süvari
17-05-2006, 13:48
Karara şerh koyan üye ağır yaralanmış.
Tuhaf dünya

Master
28-05-2006, 10:48
Halkın dediği olmaz TÜRK sağının ürettiği


TÜRK sağının ürettiği dogmaların, palavraların en birincisi: "Halkın dediği olur!" Hayır halkın dediği olmaz.
AKP de "Halkın dediği olur" diyor.

Hangi halk?

"Halkın dediği olur" demek, "seçmen kitlesinin tamamının dediği olur" demek anlamında ise ortada herhangi bir sorun yok.

Ama amaç iktidar partisine oy verenler ise ortada büyük bir demokrasi sorunu var.

AKP’nin "Halkın dediği olur!" demesi, diktatorya hevesinden başka bir şey değil.

MİLLET İRADESİNE SAYGI GÖSTERMEK

Haydi hep birlikte AKP ile hesaplaşalım:

Bu partinin ileri gelenleri ve TBMM Başkanı sık sık "Halkın dediği olur!", "Millet iradesine saygı göstermek gerekir" derler. Bunun anlamı şudur: İktidar biziz, bizim dediğimiz olur.

Böyle bir düşünce tarzının ne doğrudan demokrasiyle ne de temsili demokrasiyle ilişkisi vardır. Düpedüz dikta kokan bir düşüncedir bu.

Meclis çoğunluğu bir iktidara ancak Anayasa’ya uygun işler yapma izni verir. Bunun dışında hiçbir iktidar millet iradesinin tamamını, halk oyunun tümünü temsil etmez. Bunun için de kendi iradesini halkın iradesinin yerine koyamaz.

ANAYASA VE YASALAR...

AKP, TBMM’de ezici bir çoğunluğa sahip. Ama bu ezici çoğunluğun arkasındaki oy desteği yüzde 33, nüfus desteği ise yüzde 25. Demek ki AKP, millet iradesinin yüzde 25’ini temsil ediyor. Bu nedenle hiçbir icraatını, "Halk bunu böyle istiyor!" diye savunamaz. Halkın ancak yüzde yirmi beşi istiyor olabilir. Bu da şu anda değişmiş durumdadır.

Aslına bakarsanız, bu noktadan sonra "Halk böyle istiyor!" savunması da saçma. Çünkü bakalım Anayasa ve yasalar böyle istiyor mu, böyle olmasına izin veriyor mu?

Bir zamanlar biri "Halk isterse ne laiklik kalır ne bir şey!" demişti. Yanlış anımsamıyorsam bu biri Recep Tayyip Erdoğan idi.

Bu çok ince ve karmaşık bir noktadır. Çünkü halkın yüzde doksan dokuzunun referandumda onayladığı Anayasa’ya aykırıdır. 1980 Anayasası’nın askeri rejim tasarısı olması da hiçbir şeyi değiştirmez. Değiştirilinceye kadar bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasıdır.

Ve bu Anayasa’nın 4. maddesine göre:

"Anayasa’nın 1. maddesindeki devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2’nci maddesindeki Cumhuriyet’in nitelikleri ve 3’üncü madde hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez."

DENEMEKTE YARAR VARDIR

Ama bir sivri akıllı çıkıp "O zaman 4. maddeyi kaldırıp sonra işimize bakarız" da diyebilir bu memlekette. Böylece akıllarına hiç gelmemiş olabilecek bir olanak da sunmuş olabilirim kendilerine. Bir denesinler, denemekte bir yarar var.

Yukarıdaki hesapları bir yana bırakalım, Anayasa’nın ilk dört maddesi de halkın dediğinin olmayacağının en kestirme kanıtı.
Demokrasi, tuhaf incelikleri olan bir rejim. Anlamayanlar bunu anladığı zaman ülke huzur bulacak! Özdemir İNCE

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/4486244.asp?yazarid=72&gid=61

Mazhi
07-06-2006, 09:53
*ankara 9. AĞir Ceza Mahkemesİ, Necmettİn Erbakan'in, Kayip Trİlyon Davasinda AldiĞi Cezayi Konutunda Çekmesİne Karar Verdİ... (07/06/2006 - 10:43:32)

Mazhi
07-06-2006, 09:58
Özdemir İnce

Orhan Velinin "ezan" yazısı

14 Mayıs 1950: Demokrat Parti, seçimde kullanılan oyların yüzde 53’ünü alarak, 487 milletvekilliğinin yüzde 86’sını kazandı.

2 Haziran: Adnan Menderes hükümeti güvenoyu alarak göreve başladı.

16 Haziran: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırıldı.

18 Haziran: Türkiye’nin ekonomik durumunu incelemek ve bir program hazırlamak üzere Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası heyeti geldi.

18 Haziran’ın ne anlama geldiğini daha sonra yazacağım. Ama 16 Haziran’ın ne anlama geldiğini bir başka şairin, Orhan Veli’nin kaleminden aktaracağım. Aşağıda okuyacağınız yazı 15 Haziran 1950 tarihli "Yaprak" dergisinde yayınlandı:

YAPRAK DERGİSİ’NDEN

"İlk Demokrat Parti hükümetinin ilk ele aldığı meselelerden biri de bu ezan meselesi oldu. Sebebi meydanda: En mühim iş buydu çünkü. Bir hafta daha ezan dinlemeye tahammülümüz kalmamıştı. Ezan hemen Arapça’ya çevrilmese hep birden ölecektik.

Ne hayat pahalılığının önemi vardı, ne de elimizi kolumuzu bağlayan kanunların. Ne köylünün kalkındırılmasını düşünmek gerekiyordu, ne okulları arttırmak, ne yurdu onarmak. İlk üstünde durulacak iş şu, memleketi felakete götürmek üzere olan ezan işiydi. Demokrat Parti’yi de hemen bu işi halletmesi için iktidara getirmiştik zaten.

Şaka bir yana, bu olay basınımızda türlü yankılar, türlü tepkiler uyandırdı. Bizim söyleyeceklerimiz söylenenlere pek bir şey eklemeyecek. Bununla beraber, biz de düşündüklerimizi gelecek nesillere vesika halinde bırakmak istiyoruz. Onun için birkaç cümle söyleyeceğiz:

Ezanın Türkçe okunması Atatürk’ün sağlığında, Atatürk’ün isteği ile kanunlaşmış olmasaydı da ezan Arapça okunsaydı bugün ezan meselesi diye bir meselemiz belki de olmayacaktı. Bu konuda belki bugün düşündüklerimizi düşünmeyecektik. Ama ileriye doğru olduğundan şüphe etmediğimiz bir karardan geriye dönülünce iş değişiyor. Salt bir ezan meselesi olmaktan çıkıyor iş. Daha bir sürü geriliğin başlangıcı, daha bir sürü geriliğe göz yummanın işareti oluyor. Bu düşüncemizin doğru olup olmadığını anlamak için belki de biraz beklemek gerekecekti. Ama ona hacet kalmadı. Başbakanın demecini duyar duymaz sarıklar cüppelerle sokaklara uğrayan softalar düşüncemizin doğruluğunu çabucak ortaya koydu. Sarıkla cüppeyi mühim saymayalım. Ama işin bu kadarla kalmayacağına da kalıbımızı basabiliriz. Daha neler olabilir diye düşünüyoruz da aklımıza şunlar geliyor:

İşte ramazana giriyoruz. Oruç yemenin kafirlik olduğunu düşünen kimseler tarafından pekala taşa tutulabiliriz. O kimseler çoğalabilir. Kafirlik sayacakları işler oruç yemeden ibaret kalmaz. Memleket yararına görmek istediğimiz işler bugün nasıl komünistlik oluyorsa, o gün kolayca kafirlik olur. Milli heyecan’ın yerini dini heyecan alır. Hükümet o heyecanı yatıştırmaktan acizdir. Dini heyecan her istediğini yapmaya başlar. Sonu neye varır bu işlerin? Görmek istemeyiz ama herhalde çok kötüye.

Ezan meselesi tek başına bir şey değil. Mühim olan, sonu. Şaşıp üzüldüğümüz nokta da sayın başbakanın böyle tehlikeyi görememiş, düşünememiş olması." (Orhan Veli, Şairin İşi, YKY, S. 271-272)

BÜYÜK ŞAİR OLMAK

Büyük şair olmanın bir koşulunun da günün önünü görmek olduğunu Orhan Veli’nin bu yazısı bize kanıtlamaktadır. (Devam edecek.)

alihoca
28-05-2007, 13:53
DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk,
Radikal İki’de yayımlanan, "Sevr travması ve Kürtlerin empatisi" başlıklı yazısında,

I. Dünya Savaşı’nın en onur kırıcı anlaşmalarından biri olan Sevr’in Türk-Kürt çatışması üzerinden yeniden kurgulandığını ve ABD’nin Irak işgalinin de bu kaygıyı beslediğini söyledi. Türkiye’deki ve Irak’taki Kürt sorununun emperyalist müdahalelere açık hale gelmesinin Sevr endişesini artırdığını da kaydeden Tuğluk, "Burada bizim açımızdan sorulması gereken, Kürtlerin tavrının ne olacağıdır. Bize göre Türk halkının korku ve kaygıları ciddi düzeyde gerçekçidir, anlaşılmaya değerdir. Türk halkı tekrar Sevr tehlikesine benzer bir durumla karşı karşıyadır tespitini rahatlıkla yapabiliriz. Ve bu tehlikenin temasında Türk-Kürt çatışması kurgulanıyor. Söz konusu travma Kürt olgusunda odaklanıp sürdürüldükçe, bu her türlü istismara açık ve uygun bir ortamı canlı tutar ve gerçek tehlike nedeni olur" dedi.

Tuğluk, Misak-ı Milli’nin Kürt sorunun çözümünde olmazsa olmaz unsurlardan birisi olduğunu da vurgulayarak şöyle devam etti: "Kürt olgusunun bölücülüğe kaynaklık ettiği iddiası, resmi ideolojinin yaygınlaştırdığı bir korku olsa da, toplumun usunda yer edindi ve bu toplumsal algı adeta gelenekselleşti. Emperyalistlerin Kürtlere dayalı politikası Irak işgaliyle derinleşince, Sevr travması da kendisini sürekli güncelleme ortamına kavuştu. Burada Kürtlerin gayet açık ve samimi olması gerekiyor. Şu önkabulle başlangıç yapılabilir: Misak-ı Milli sınırlarını mutlak suretle koruyarak Kürt sorununa çözüm bulunmalıdır. Emperyalist müdahalelere güvenmeden ve de gerçeklik dışı olmayan açılımlarla çözüm arayışı gerekiyor."


TÜRKLER-KÜRTLER DOĞAL MÜTTEFİKTİR

Türklerle Kürtlerin birbirinin en doğal müttefiki olduğunu da hatırlatan Aysel Tuğluk, Kuzey Irak’ın da Misak-ı Milli’nin bir parçası olduğunu vurgulayarak, "Sevr korkularının objesi Kürtler olmamalıdır. Komşu ülkede yaşananlar Türkiye’deki gerçeklikle örtüşmüyor. Zaten başka bir boyuttan bakılırsa orası da Misak-ı Milli sınırlarındadır. Bu işgalci bir yaklaşım değil, samimi ve gönüllü bir kucaklaşma olacaktır.

Burada Kemalist aydınlara büyük görevler düşüyor. Bu kesimler unutmamalılar ki; korkular canlandırılıp iki toplum birbirine geriye dönüşümsüz düşman edilmek isteniyor. Söylemler buna hizmet etmemeli. Kürtler de bu durumu çağrıştırıp, korkuları anımsatan fotoğraflarda yer almamalı" dedi. Aysel Tuğluk, yazısında şunları da yazdı:

"Kan ve gözyaşı acıları büyütüyor. Şiddet ortamına hemen son verilirse harcanan enerji ülkenin birliğini korumak için yoğunlaştırılabilir. Burada dikkat çekmesi ve üzerinde durulması gereken husus, Türklerin Kürtlerin nezdinde sömürgeci ve despot, Kürtlerinse Türklerin nezdinde bölücü ve barbar olarak görülmesinin, bu tüm sıfatları kendinde barındıran Batı emperyalizminin işi olduğudur. Bu bakış açılarında direnmek Türkiye’yi bölünmeye, Kürtleri ise sömürülmeye götürecek esas neden olacaktır. Her iki toplum karşılıklı duygudaşlık kurabilirse geçmiş hatalar unutulup çözüme kavuşturulabilir (...)

Bu ülkenin Kürt-Türk diye bölünmesinin maddi, psikolojik altyapısı asla oluşmadı. Emperyalist ülkeler kendi aralarında ilk kez biraraya gelip kalıcı hukuki, sosyolojik temelleri sağlam birliktelikler kuruyorlar. Oysa tarihleri kanlı çatışmalarla dolu. Bizler de aynı şeyleri kendi aramızda başarabiliriz. Yeter ki bize dayatılan kitle psikolojisiyle düşünmeyelim."

Atatürk ölümsüzdür
Aysel Tuğluk, Atatürk’le ilgili olarak da şunları yazdı: "Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir. Türk halkının ortak bilincinde Sevr ve büyük kurtarıcı imgesi çok güçlü bir enerjiyle ortaya çıkmaya başladı."

Ramo
28-05-2007, 22:32
Hakkında mali yolsuzluk iddiaları bulunan Japonya Tarım Bakanı Toshikatsu Matsuoka (62) intihar etti.


Hakkında mali yolsuzluk iddiaları bulunan Japonya Tarım Bakanı Toshikatsu Matsuoka (62) intihar etti. Evinde bilincini kaybetmiş olarak bulunan Matsuoka'nın öldüğü bildirildi.

Japonya haber ajansları ve televizyon kanalları, bakanın kendini asarak intihara teşebbüs ettiğini, doktorların kalbi duran bakanı yeniden hayata döndürmeye çalıştıklarını duyurmuşlardı.

Hakkında mali yolsuzluk iddiaları bulunan Matsuoka, bu iddiaları ısrarla reddediyordu.

Bakanın, bugün öğleden sonra hakkındaki iddialarla ilgili olarak bir meclis komisyonuna ifade vermesi bekleniyordu.

Japon basınında çıkan haberlerde, bakanın bir dizi mali skandala karıştığı belirtilmiş, kirasız oturduğu bürosu için büyük miktarda harcama yapılmış gibi göstermesinin de bunlar arasında bulunduğu kaydedilmişti. Matsuoka ise iddiaları reddetmişti.

Habertürk
Minicik Yorum:Pastorize Yumurta eyidir.

AnnE
02-07-2007, 23:11
-isvec'teki Bir Otoyolda Olu Deve Bulundu

Stockholm (a.a) - 02.07.2007 - Isvec'in Guneydogusundaki E22 Otoyolunda
Bulunan Olu Deve Saskinlik Yaratti.
Tt Haber Ajansina Konusan Isvec Polisi, Karlskrona Yakinlarindaki
Otoyolda Olu Deve Goruldugune Dair Bir Ihbarda Bulunuldugunu Ve
Kendilerine Saka Yapildigini Sandiklarini, Ancak Devriye Ekibinin
Bolgeye Gitmesiyle Sasirtici Gercege Sahit Olduklarini Soyledi.
Polisin, Olagan Disi Olayi Arastirmaya Devam Ettigi, Yaralarina Gore
Devenin Bir Karavandan Dustugunun Ve Aracin Arkasindan Bir Sure
Suruklendiginin Tahmin Edildigi Belirtildi.
Olayin, Hayvana Yonelik Siddet Sucu Kapsaminda Ele Alindigi Ve Sahibinin
Arandigi Kaydedildi.
(ap-cag-tem)

20:27 02/07/07

--aa--

AnnE
13-04-2009, 10:36
'Polis silah arıyor'

Cumhuriyet Mitinglerinin mimarlarından ÇYDD Başkanı Türkan Saylan'ın evinde arama yapılıyor

"Ergenekon" soruşturması kapsamında ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan’ın İstanbul’daki evinde de arama yapılıyor. Alınan bilgiye göre, Prof. Dr. Saylan’ın Beşiktaş Arnavutköy Beyazgül Sokak’taki evine, sabahın erken saatlerinde gelen çeşitli şubelere bağlı polisler, arama çalışması başlattı. Prof. Dr. Saylan, kendisine cep telefonundan ulaşan AA muhabirine evinde arama yapıldığını doğruladı.

NECLA ARAT: KAN VERİLİRKEN GELMİŞLER

Cumhuriyet Mitingleri'nin organizatörlerinden, CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Necla Arat, ÇYDD Başkanı Türkan Saylan'a rutin olarak kan verildiği saatlerde polisin arama için geldiğini söyledi. Arat, operasyonu haber aldıktan sonra Türkan Saylan'ı aradığını ve görüştüklerini belirterek, şöyle dedi:

"Sabahleyin kendisine kan veriliyorken, biliyorsunuz çok ağır bir hastalığı var, onu da yiğitçe karşılayan bir insan, polisler geliyor ve arama yapılıyor. Kendisine kan verilirken aramaya geldiklerini söyledi. Moralinin düzgün olduğun söyledi."

Arat, Saylan'ın evinde ne gerekçeyle arama yapıldığını söylemediğini belirterek, "Bir gerekçeye gerek yok. Gerekçenin ne olduğunu biliyoruz" dedi.
Önceki operasyonlardaki bazı arama tutanaklarında, 'terör örgütü üyeliği' isnadı gösterildiğinin anımsatılması üzerine Arat, şöyle dedi:


"Terör örgütü üyeliği ne demek, Cumhuriyet Mitingleri yapılırken, bizim en önemli sloganımız: 'Ne şeriat ne darbe' idi. Terörle ilgili herhangi bir şey söz konusu olamaz. Nasıl bir bağlantısı olabilir Saşlan'ın ve ÇYDD'nin. Mantık dışı pek çok iş oluyor Türkiye'de. Şu anda bakın, gözaltına alınması beklenen öğretim üyelerinin sayısı bir üniversite açacak kadar oldu."

Arat, tedirginlik hissedip hissetmediğine ilişkin soruya şu karşılığı verdi: "Eğer Cumhuriyet Mitingleri'ni ele alıyorlarsa, katılanları bile suçladıklarına göre, mitingde konuşma yapmış bizleri suçlamamaları için neden yok, onlar açısından. Bir tedirginliğim yok. Bize de ulaşırlarsa hoşgeldiler. Gereken yanıtları veriririz."

POLİS CANLI YAYINA ALINMASINA ENGEL OLDU

Türkan Saylan'ın evinde Ergenekon kapsamında arama devam ederken, Saylan'ın CNN Türk canlı yayınına telefonla katılmasına polis müdahale etti.

Polis ekipleri, Saylan'ın görüşmesini yarıda kesti.

Saylan'a Radikal gazetesi muhabiri de ulaştı. İşte muhabirle Saylan arasındaki diyalog:


- Evinizde arama yapılıyor mu hocam?
Evet, evet.

- Bir gözaltı işlemi yapılacak mı?
Zannetmiyorum.

- Ne zamandır arama yapılıyor?
8'den beri.

- Şu an ne aşamada hocam?
Herşey yolunda canım.

- Ne zaman bitermiş acaba?
Bitecek...

- Gözaltına alınacak mısınız?
Yok canım o kadar da değil, zannetmiyorum.

- Gözaltı olmaz diye düşünüyorsunuz...
Hayır, olmaz. Zaten hiç bir şeye halim yok ki, ben hastayım, biliyorsunuz (Öksürüyor)

- Ayakta mısınız, yatılı halde misiniz hocam?
Hem yatıyorum, hem idare ediyorum, yürümeye çalışıyorum.

- Tek misiniz hocam?
Hayır olur mu, çocuklarım var, arkadaşlar var, avukatlarım var.

- Belirtmek istediğiniz bir şey var mı?
Hayır hayır, sonra

AnnE
15-04-2009, 08:05
Diyarbakır’da bir lisenin yazılı sınavında yöneltilen soruya tepki yağdı

Diyarbakır Rekabet Kurumu Anadolu Lisesi kimya öğretmeni Zeki Kılıçarslan, yaptığı yazılı sınavda ahret sorusu sordu.

Rekabet Kurumu Anadolu Lisesi’nde öğretmenlerin sınavlarda dini içerikli sorular sorduğu ortaya çıktı. Okulun kimya öğretmenlerinden Kılıçarslan’ın 10’uncu sınıflara yaptığı sınavda sorduğu soru tartışma yarattı:

“X şahsı hayatı boyunca 3.10 üzeri 22 tane iyilik ve 4.10 üzeri -2 mol kötülük yapıyor. Hesap günü mizanda iyilik ve kötülükleri tartılıyor. İyilikleri ağır gelirse cennete, kötülükleri ağır gelirse cehenneme, tam nötrleşme olursa Araf’a (hayvanların ve delilerin barınacağı yere) gidecek. Bu şahsın hesabı görülünce durumu ne olacak. İşlem yaparak sonucu bulunuz (N: 6.10 üzeri 23).”

AnnE
07-11-2009, 06:43
Temizlediği sokağa heykeli dikildi

Maltepe Yalı Mahallesi sakinleri, 17 yıldır semtlerinde çalışan temizlik işçisi Gazi Ceran’ın heykelini dikti.


1983 yılında bu işe başlayan Sivas doğumlu Ceran, 1992’de 17 yıl sokaklarını arşınlayacağı Yalı Mahallesi’yle tanıştı. Gazi Ceran, yıllar içinde mahallenin en sevilen kişisi haline geldi. Her sabah esnaf kepenk açmadan işe başladı. Mahalleli, Ceran’ın mesaiye başladığını sokaktaki süpürge hışırtısından ya da teneke faraşın çıkardığı tıkırtılardan anlar hale geldi. 1995’de başka bir yere gönderilen Gazi Ceran, mahallelinin isyanıyla, semtten sadece bir gün ayrı kaldı.

Birlikte karar verdiler

Ceran’ın heykelini dikme fikri, Beşçeşmeler Meydanı’nda 7 yıldır duran mermer bir heykelin ağustos ayında belediye tarafından kaldırılmasıyla başladı. Esnaf, Anadolu Güzel Sanatlar Derneği’nde resim heykel dersleri veren Güner Yener’e mahalleyi anlatan bir heykel yapmasını teklif etti. Bunun üzerine nasıl bir heykel yapılacağı tartışıldı ve sonunda Gazi Ceran’ın heykelinin yapılmasına karar verildi.

Emeklilikte buradayım

Heykelini görmenin garip bir duygu olduğunu anlatan Gazi Ceran, şunları söyledi: “Üzerimdeki tulumdan hep onur duydum. Çocuğumu bu işten kazandığım parayla okuttum. İşime duyduğum saygının başkaları tarafından takdir edilmesi onur verici. Mahalleli izin verirse şubatta emekli olacağım ama günlerim yine burada geçecek.”


685

dentist
23-11-2009, 19:48
İşte İzmir'deki gerginlik anları
İzmir'de dün meydana gelen gerginlik vatandaşlar tarafından cep telefonları ile kaydedildi. İnternet paylaşım sitelerinde paylaşılan görüntülerde DTP konvoyunun geçişi sırasında yaşananlar tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.



http://v1.iha.com.tr/p5.swf?v=5684

Master
24-11-2009, 06:54
Yılmaz ÖZDİL

yozdil@hurriyet.com.tr




İzmir’de n’oluyor?


Malum arkadaşlara oy vermiyorlar diye “gâvur” demişlerdi, şimdi de, malum arkadaşları kovaladılar filan diye “faşist” diyorlar...


*

Gâvur faşist yani!

*

E üç gün önce savaş gemisiyle gelen Amerikalı askerlere de yumurta attılar İzmir’de... Conilere yumurta atanlar da, “gâvur” ve “faşist” miydi? Yoksa “komünist” midir İzmir?

*

“Etnik gömlek” de giydiremezsin İzmir’e; 81 vilayetin, 81’inden de vatandaş yaşar orada... Bitlisli, Hakkârili, Diyarbakırlı, detaya girmeyeyim, 122 bin Mardin doğumlu yaşar mesela İzmir’de, biri benim Girit’ten savrulan anam... PKK’nın koyduğu bomba hariç, herhangi bir İzmirlinin Kürt, Alevi, Musevi, İtalyan olduğu için burnunun kanadığını görmedim.

*

Milletvekilleri desen, çoğu Egeli bile değildir; Erzurumlu, Ankaralı, Elazığlı, Bursalı, Gümüşhaneli, Mardinli, Erzincanlı, Malatyalı, Konyalı, Kayserili, İstanbullu, Diyarbakırlıdır... Büyükşehir Başkanı, Tokatlıdır.

*

Yani? Anlatayım...

*

Sene, 1954.

Türkiye’de genel seçimi hangi parti kazandı? Demokrat Parti... İzmir’de kim kazandı? Demokrat Parti... Var mı bir anormallik? Yok.

*

1957... Aynı.

*

1961.

Darbe oldu, Türkiye’de genel seçimi silme CHP kazandı...

İzmir’in galibi kim?

Adalet Partisi!

*

Bugün “darbeci” diye suçlanan İzmir, “darbeye karşı duran” şehirdi...

Teslim olmamıştı.

*

Sapma olmuştu...

Örtüşmemişti Türkiye’yle.

İşte buraya dikkat...

1965’in Türkiye genelindeki galibi kim? Adalet Partisi... İzmir, bir önceki seçimde ne dediyse, Türkiye’de de o oldu.

*

1969, Türkiye AP.

İzmir AP.

1973, Türkiye CHP.

İzmir CHP.

1977, Türkiye CHP.

İzmir CHP.

*

1983.

Darbe oldu, Türkiye’de genel seçimi silme ANAP kazandı... İzmir’de? Halkçı Parti!

*

Sapma olmuştu gene...

Ve, bu sapmanın İzmir için “özel bir durum”u vardı... Çünkü Turgut Özal, bir önceki seçimde İzmir’den, Milli Selamet Partisi’nden milletvekili adayı olmuştu. Türkiye, bu durumu hiç önemsemedi... İzmir ise, unutmadı, tedirgindi. Vermedi Özal’a oy... Sonradan, Özal’ın “milli görüş” çizgisinde biri olmadığı ortaya çıkınca, İzmirli rahatladı. ANAP’a da oy verdi.

*

1987, Türkiye ANAP.

İzmir’de de ANAP.

1991, Türkiye DYP.

İzmir’de de DYP.

*

1995.

Türkiye’den Refah çıktı.

İzmir’den DSP.

Sapma oldu.

Dikkat isterim...

1999, Türkiye DSP!

*

Tarih tekerrür etmiş, İzmir bir önceki seçimde ne dediyse, Türkiye’de de o olmuştu.

*

2002, Türkiye AKP.

İzmir’de CHP.

2007, Türkiye AKP.

İzmir’de CHP.

Duble sapma var.

*

Tarihimiz boyunca, ilk kez, bir sonraki seçimde İzmir’in dediği olmadı. Ama, olanı değil, olacağı gören İzmir, kararında ısrarlı... Şimdilik 2-2, demokrasi derbisi devam ediyor.

*

Demem o ki:

“Gâvur” sıfatı, yobazların kastettiği manada iltifattır İzmirliye, Levanten cennetidir, ırkçı değildir... Tablo yukarda, sağcı değildir, solcu değildir, darbeci değildir, hatta ahali tırsarken darbeye karşı durmuştur, çünkü, tatlı su demokratı değildir.

*

81 vilayetten toprağı İzmir’de yapıştıran “Atatürk çimentosu”dur... Ve, “Son günlerde n’oluyor orda” dersen, fiziki müdahaleyi tasvip etmek mümkün değil; ancak, her zamanki gibi “öngörü alarmı”nı çalıştırıyor, olacakları gösteriyor, “uyarıyor” İzmir.

Master
25-11-2009, 06:52
Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr




Ahmet Türk İzmir’in kaymak tabakasındandır!


Ahmet Türk diyor ki:

“Sivil faşistler İzmir’de saldırdı.”


*

Vay canına!

*

İzmir’den Çeşme Otoyolu’na gir, topukla, Çeşme’desin, Ilıca’ya sap, Ildırı levhasını takip et, Ildırı’ya gelince, şahane Gerence Koyu önünde, Günkent Sitesi’ni sor... Eski adı, 18’inci Dönem Parlamenterler Sitesi, helikopter pisti var, müstakil, bahçeli, tripleks, almaya kalk, 300 milyar lira.

*

Ahmet Türk’ün
yazlığı orda.

*

Dalyanköy’de çipuraları kalamarları götürürken, “fıstık”, işine gelmeyince “faşist” öyle mi?

*

Bitmedi...

*

Ahmet Türk’ün “Türkiye” isimli üvey annesi, kocasının kuma getirmesi üzerine, kaçmış, Necimoğlu Aşireti’ne sığınmıştı. Ahmet Türk’ün ağabeyi, gitti, annesini vurdu. Bu cinayet yüzünden, iki aşiret arasında kan davası başladı. Bi ondan, bi bundan, 34 sene devam etti, 40 kişi öldü. Baktılar ki, olacak gibi değil, Mardinli bu iki aşiret, barışmak için, bir “barış şehri” seçti... Restoran kapattılar, buluştular, sarıldılar, barış yemeği yeyip, kan davasını bitirdiler.

*

Neresi o seçilen barış şehri?

İzmir!

*

Milletvekili olduğun memleketin Mardin’in Derik İlçesi’ne 34 sene giremeyeceksin... Kan davalılarınla barışmak için, 81 vilayet içinde İzmir’i seçeceksin... Sonra “faşist” öyle mi?

*

Doğma büyüme İzmirliler bile, İzmir’in nimetlerinden Ahmet Türk kadar faydalanmamıştır.

*

Gözünü seveyim Ahmet Türk, şunun şurasında üç beş kişiyiz, birbirimizi biliriz... Bak, DTP Milano Milletvekili Sırrı Sakık’ın hiç sesi çıkıyor mu? Onun da yazlığı orda!

AnnE
14-12-2009, 06:52
Yumruk da yedi


DÜN partisinin Milano’daki mitinginde konuşan Berlusconi kürsüden inerken, avucunda demirden bir hediyelik eşya bulunan 42 yaşındaki Massimo Tartaglia’nın yumruklu saldırısına uğradı.
Saldırıdan sonra kaldırıldığı San Raffaele Hastanesi’nde 48 saat kalacak olan 73 yaşındaki Berlusconi’nin
burnunun ve iki dişinin kırıldığı ve dudaklarına dikiş atıldığı belirtilirken, 10 yıldır psikolojik tedavi gördüğü iddia edilen ve sabıkası bulunmayan erkek saldırgan, polis tarafından yakalanarak gözaltına alındı.

Kışkırttı mı

Yabancı liderler ve İtalyan siyasi yetkililerin büyük çoğunluğu başbakana geçmiş olsun dileğinde bulunup saldırıyı kınarken, muhalefetteki İtalyan Değerler Partisi (İDP) Genel Başbakanı Antonio Di Pietro, Berlusconiyi suçladı. İtalya’daki Temiz Eller dönemindeki savcılığının ardından siyasete atılan Di Pietro, Milano’daki saldırıya ilişkin yaptığı değerlendirmede, şunları söyledi: “Ben, şiddet olsun istemiyorum. Ancak Berlusconi, davranışlarıyla ve umursamazlığıyla insanları kışkırtarak şiddete yöneltiyor. Milyonlarca insanın işinden olduğu, ay sonunu getirmekte zorlandıkları bir dönemdeyiz. Berlusconi ise kendisini ve de salt kendi çıkarlarını kollayacak kanunlar çıkarma amacıyla parlamentoyu adeta bloke etmiş vaziyette. İnsanların böyle bir Başbakanı her gün görmekten duydukları rahatsızlığı gayet iyi anlıyorum.”

Diplomatik kaynaklar, hafta içinde Türkiye ve İtalya başbakanları liderliğinde yapılacak hükümetler arası zirvenin zora girdiğini belirtiyor.

‘Oh be, bunu da gördük’

Saldırıdan hemen sonra internette karşılıklı gruplar oluştu. Kimileri “Oh be sonunda birisi gerekeni yaptı” derken bazıları “Utan Tartaglia” diye tepki verdiler. İşte kısa zamanda yaratılan gruplardan bazılarının başlıkları: Massimo Tartaglia yılın adamı, Tartaglia: Berlusca’nın suratını ikiye yaran adam, Ben Tartaglia’dan yanayım, Utan Tartaglia. Ailecek merkez solu desteklediklerini belirten Tartaglio’nun babası Alessandro ise “Ama ailemizde Berlusconi’ye karşı bir kin ve nefret de yok. Oğlum, psikolojik rahatsızlığına rağmen, hiç kimseye bir zarar vermemiştir. Böyle bir şeye niyetlendiğini sezinleseydim, onu engellerdim” diye konuştu.

Tartaglia, Berlusconi’ye saldırırken yumruğunda Duomo Katedrali’nin demirden minyatürü vardı.

AnnE
14-12-2009, 08:33
Bu arada, bir düzeltme yapmam gerekiyor. Bizim basının özensizliklerini ayıklamadan kopi-peyst yaptığım için özür dilerim.

DOUMO zaten katedral demektir. Bizim angutlar, doumo kadetrali heykelciği gibi bir angutluk yapmışlar, bende olduğu gibi yapıştırmışım.

Doumo, dome, dom.... malum, en, büyük bina, katedral, hükümet binası gibi farklı dillerde benzer anlamlarda kullanılagelen bir sözcük. İtalya'da her şehirde bir Doumo meydanı var, ve her meydanda doğal olarak bir katedral. Bu meydanların da hepsine katerdal meydanı, '' piazza del douma '' denir ki, görülmezse olmaz.

Medyayı düzeltirim.

LAZIO
14-12-2009, 13:50
Nerede benim "Kodumu oturturtan" iki seksen uzatan yurdumun delikanlilari.....

Zaten adamin,Tokat'ta hain baskin,parti kapatma derken,acilim kalmis elinde.....Essekten dusmuse donmus....

Istermisiniz simdi ufak capta bir ic kagasa.....Zaten,iki tarafinda basari ile kiskirttigi, millet birbirini sokakta silahla kovalamaya basladi bile.....Ondan sonra gelsin siki yonetim,muhtura,yasaklar,kapatmalar falan sonrada bir erken secim....Ay cok heycanlandim....Ates basti valla...

Secim dedik ama ya bu ampul kafalilar gidip gene abuk subuk birilerini iktidar yaparsa?.......Aman tasalandiginiz seye bakin......Elimizde kapi gibi yuksek mahkemeler var......Degistirirsin secim kanununu......Mesela dagdaki cobanin oyunun yarim......Aysun Kayaci kizimiz ve onun gibi demokrasiyi gercekten ozumlemis,okumus kardeslerimizin oyunu 135 sayariz....Tulum cikar tulummm......Oh happy days.....LAZIO

---------------------------------------------------------------------------

AnnE
15-12-2009, 09:22
Valla ben Aysun' 3 basarım ; yani 405 isterim.
Ama o 405 i basacak yer bulamamam da ayrı bir meseledir.

Gozlemci
17-12-2009, 17:57
Son olaylara, hukumet ve yandas basindan gelen tepkileri okuyunca ancak sunu diyebiliyorum. Utanmasalar "bana PKK'lilar adam olduruyor dedirtemezsiniz" diyecekler. Bir de bunlara halkin inanacagini saniyorlar.

Trusty
19-02-2010, 21:48
Haramın üstüne bina yapılmaz, burası Atatürk Türkiye'sidir...

BAŞSAVCI CİHANER, TAM CAN DAMARINA DOKUNMUŞ:

Nakşibendi Dergâhı, 12. Eylül.1980 Askeri Darbesinden sonra, Devlet yönetiminde etkin olmaya başladı ve bu etkinlik artarak günümüze kadar devam etti.

Bu etkinliğin en önemli göstergesi ise,tarikatın şimdiye kadar kendi içinden iki kişiyi CUMHURBAŞKANI makamına getirebilmiş olmasıdır.

Başka bir ifade ile ATATÜRK’ÜN koltuğuna şimdiye kadar, Nakşibendi Dergâhından iki kişi oturabilmiştir. Bunlar; TURGUT ÖZAL VE ABDULLAH GÜL’dür. Dergâhın diğer ünlüleri ise; Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Recai Kutan, Kemal Unakıtan, Kadir Topbaş,Ömer Dinçer ve benzerleri.

Bu dergâhın kurucusu, Şeyh Ahmet Ziyaüddin Efendidir. Onu da yetiştiren ve “KÜRT HOCA” namlı Şeyh Abdurrahman el-Harputi idi.(Soner Yalçın-Siz Kimi Kandırıyorsunuz)

Nakşibendiliğin günümüzdeki güçlü kollarından biri de MENZİL GRUBUDUR. Adıyaman-Kahta-Menzil Köyünde kurulmuştur. Kurucusunun vefatından sonra ikiye bölünmüş, bir kolu da AFYONKARAHİSAR’DA faaliyet göstermektedir. Bakanlıklarda örgütlenmede çok mesafe almıştır.

Bu dergâh’tan çok daha güçlü, ekonomik olarak 25 Milyar Dolara hükmedebilen diğer tarikat ise; “Said-i Kürdi(Nursi)hareketinden doğan “FETHULLAH GÜLEN” hareketidir.

Bu üç ekibin ve bugün yönetimde olan talebelerinin, BARZANİ ile dostlukları buradan gelmektedir.

Barzani Nakşibendi Tarikatına bağlı, Sünni- Kürt’tür.

Bu üç tarikat ve sayıları çok fazla olan diğer tarikatlar, özellikle 1980 sonrasında ABD’nin, Sosyalist Bloğu güneyden çevreleme projesi olan YEŞİL KUŞAK ‘ı bölgede uygulanmaya koymasından sonra, Devlet kadrolarına sızma gayretlerini arttırarak sürdürdüler.

Yukarıda ki isimlerin yönetimde oldukları zamanlarda, nasıl çalıştıklarını takdirlerinize bırakıyorum. Bir örnek vermek gerekirse, KADIN ELİ SIKMAYAN KAYMAKAMLARIN çoğu, Oğuzhan Asiltürk’ün İçişleri Bakanı olduğu dönemde devlete alınmıştır, sayıları 300 kadardır. Bunların çoğu bu gün Vali Muavini veya Vali olmuştur!

AKP tüm bunların ve Emperyalist Devletlerin desteği ile kuruldu ve iktidara getirildi. Ben bu oluşumun gelişini ve engellemek için yapılması gerekenleri zamanında anlatamadım. Aylardır da yazarak bazı kişileri ve kurumları uyarmaya çalışıyorum.

Başsavcı İlhan Cihaner Bey’in başına gelenler umarım, herkesin gözünü açmıştır. Özellikle, kendi Türk Subayına “ŞÖVALYELİK” gibi kültürümüze aykırı nitelikleri yakıştıranlar! FATİH’İN, KANUNİ’NİN ve ATATÜRK’ÜN asil ve bilge duruşunun yanında, şövalyeliğin lafı olur mu?

Tehlike’nin büyüklüğünün anlaşılması için belirtmek zorunda olduğum bir konu daha var. Bu siyasi ve dini hareketlerin maddi gücü çok fazladır. Fransa Cumhurbaşkanının “ Berlusconi ve siz Dünyanın en zengin siyasetçilerinden olmuşsunuz” diye bir Devlet Adamına konuşması çok manidardır.

Ayrıca çok yakında dünyada ki gizli hesaplarla ilgili kayıtlar ortaya döküldüğünde neler olacağını beraberce göreceğiz. Kutsal dinimizi, siyasi amaçları için çekinmeden kullanmaya kalkanların unuttukları şey şudur; HARAMIN ÜSTÜNE BİNA YAPILMAZ, ve BURASI ATATÜRK TÜRKİYE’SİDİR.

Şimdi gelelim Başsavcı Cihaner’e. Kendisine gelen bir ihbarı değerlendirip, Nakşibendi Tarikatına bağlı İsmailağa Cemaatinin, Gülen ve Menzil tarikatlarının, yasa dışı faaliyetlerini, görevi gereği incelemeye kalktı, başına gelmeyen kalmadı.

Sadece onun mu? Gözler o kadar karartılmış ki, MİT mensupları, Askerler, “ Ergenekoncu” diye cezaevine tıkıldılar.

Doymadılar, Cemaat’ler ağızlarından salyalar akıtarak, Ordu Komutanının kellesini istedi. Yapılan hukuksuzluk, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararı ile durduruldu. Yargıtay’da ,Danıştay’da alınan kararın hukuka uygun olduğunu oybirliği ile kamuoyuna duyurdu.

Türkiye’nin Hukuk Devleti olarak kalıp kalmayacağını, AKP İktidarının tavrı belirleyecektir. AKP Hükümetini dikkatle izliyoruz.

Bir kez daha seslenmek istiyorum.

Herkesin tarafını belirlemesi zamanı geçmek üzeredir.

TÜSİAD-TOBB- SANAYİ ve TİCARET ODALARI-MESLEK KURULUŞLARI-SENDİKALAR lütfen tercihinizi yapın, ve sesinizi çıkarın.

Cemaatlerden yana iseniz, onu da söyleyin. Lâik Cumhuriyetten, Atatürk’ten, çağdaşlıktan, demokrasi’den yana iseniz konuşunuz. Bugün seslerinizi Türk Milleti olarak duymak istiyoruz.

Sağlık ve başarı dileklerimle,
18. Şubat. 2010

Rifat Serdaroğlu
Eski Sağlık ve Devlet Bakanı

Trusty
19-02-2010, 21:54
Bu arada, bir düzeltme yapmam gerekiyor. Bizim basının özensizliklerini ayıklamadan kopi-peyst yaptığım için özür dilerim.

DOUMO zaten katedral demektir. Bizim angutlar, doumo kadetrali heykelciği gibi bir angutluk yapmışlar, bende olduğu gibi yapıştırmışım.

Doumo, dome, dom.... malum, en, büyük bina, katedral, hükümet binası gibi farklı dillerde benzer anlamlarda kullanılagelen bir sözcük. İtalya'da her şehirde bir Doumo meydanı var, ve her meydanda doğal olarak bir katedral. Bu meydanların da hepsine katerdal meydanı, '' piazza del douma '' denir ki, görülmezse olmaz.

Medyayı düzeltirim.



Validanim,

Medya'dan baska duzeltecek kimse bulamadinmi ?:kafasız:

Yaziyi tesadufen gordum.

Bizim Angutlar deyince, acaba dedim, yine banami sardI.-search-.

Neyseki degilmis.:**:

Trusty
19-02-2010, 23:18
Birçok kişi İsmailağa Cemaati’nin adını ilk kez 3 Eylül 2006’da emekli bir imamın camide bıçaklanarak öldürülmesiyle duydu.

İddialara göre cinayeti işleyen kişi de cemaat tarafından linç edilerek öldürülmüştü.

Adli Tıp raporu bu kişinin linç edilerek öldürüldüğünü ortaya koydu ama...

Nasıl olduysa; katilin kaçmak isterken “mihraba kafasını çarparak” hayatını kaybettiği anlaşıldı!

Bu olaydan sonra elbette “cemaat korunuyor mu, korunuyorsa kim koruyor” tartışması başladı!

***
Olayın yaşandığı yer İstanbul’un göbeğindeki Fatih’in Çarşamba semtiydi.

İsmailağa Cemaati bu mahallede bir “İslami getto” kurmuş, “kurtarılmış” bölgelerinde Şeriat kurallarıyla yaşayıp gidiyordu.

Bu cemaat Nakşibendiliğe bağlıydı.

Eğer cemaat üyesi değilseniz; semtte ev bulmayı bırakın, sokaklarında dolaşmanız bile olanaksızdı.

Cemaatin lideri ise Trabzon Çaykara doğumlu Mahmut Ustaosmanoğlu’ydu.

Nakşibendi şeyhliğini 1960 yılında ölen Ahıskalı Ali Haydar Efendi’den devralmıştı.

***
Cemaatin Türkiye genelindeki sempatizanlarının sayısı yüz binlerle ifade ediliyor.

Erkekler sarık, cübbe ve şalvar, kadınlarsa çarşaf giyiyor...

Birbirlerine “ihvan” (aynı tarikata mensup kişiler) diye hitap ediyorlar ve “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” diye düşünüyorlar.

Emniyet İstihbarat Dairesi’nin hazırladığı rapora göre İBDA-C ile de ilişki içindeler.

Ve elbette siyasetle...

Meclis’te özellikle dini söylemi ön plana çıkaran parti ve vekiller üzerinde etkililer... Her dönemde, her partide mutlaka bir “tanıdıkları” oluyor.

***
Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı, 2 Kasım 2007’de İsmailağa Cemaati’nin okul öncesi çocuklara eğitim verdiği ihbarı üzerine harekete geçti.

Yapılan çalışma sonucunda, cemaatin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yaşadığı İstanbul başta olmak üzere 16 ilde operasyon için hazırlığa başlandı.

Operasyon 235 şüpheliye yönelik olarak gerçekleştirilecekti. Bunların arasında bir Büyükşehir Belediye Başkanı ile Mahmut Ustaosmanoğlu, “Cübbeli” lakabıyla tanınanAhmet Mahmut Ünlü ve bir gazete sahibi de bulunuyordu.

Ama...

Cemaatin üye ve yöneticilerine “içeriden” bilgi sızdırıldığı anlaşılınca, operasyonlar askıya alındı.

Sadece Erzincan’da harekete geçildi.

Erzincan Başsavcılığı, cemaat üyesi 9 kişiyi gözaltına aldı...

Ondan sonra da olanlar oldu!

Adalet Bakanlığı’nın suç duyurusu üzerine; operasyonu gerçekleştiren Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında, Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi’nde 26 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Savcı Cihaner Ergenekon üyesi olmakla suçlandı...

İşin ilginci Savcı Cihaner, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na başvurarak, İsmailağa Cemaati’ne yönelik operasyonların yapıldığı gün Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in kendisini aradığını ve gözaltındaki kişileri bırakmasını istediğini öne sürdü.

***
Sonra da cemaat soruşturmasına katılanların başına gelmedik iş kalmadı!

Önce Erzincan Jandarma İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı ile 2 askeri istihbaratçı...

Ardından Erzincan Şube Müdürü’nün de aralarında bulunduğu 3 MİT’çi gözaltına alınıp tutuklandı.

Tam olay soğumaya başlamıştı ki bu kez o dönemde Erzincan’da görev yapan Eskişehir Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Recep Gençoğlu Ergenekon üyesi olmakla suçlanarak tutuklandı.

Sıra şimdi bölgedeki en üst rütbeli subaya geldi:

3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk dün şüpheli sıfatıyla 10 gün içerisinde ifade vermeye çağırıldı.

***
Bugün size bir “Türkiye hikâyesi” anlattım!

Öyle bir hikâye ki; dini siyasete ve ticarete alet edenlere karşı soruşturma başlatan cumhuriyet savcıları, istihbarat mensupları, komutanlar “Ergenekoncu” olup çıkıveriyor!

Cemaate ise dokunan yok...

***
Hani her fırsatta, “Türkiye laiktir, laik kalacak” diyoruz ya...

Sormak istiyorum:

Böyle mi?



MUSTAFA MUTLU

Master
20-02-2010, 21:56
CİNE 5
TMSF tarafından CİNE 5’e atanan Prof. Mehmet Altan’a kaç para ödendiği bir süredir merak konusuydu. Yeniçağ’da Sabahattin Önkibar dün Mehmet Altan’a ayda 50 milyar lira ödendiğini yazdı. Devlet kapısından beslenmeyen gazetecilere “Ordu tarafından faydalanılacak” diye çamur atanlar, “siyasi iktidarın faydalandığı” isimler listesinde yer almaktan hiç sıkılmıyor. Kendileri de karşılığında 50 milyarcık faydalanıyor. Çifte kaymaklı ekmek kadayıfı.
Melih Aşık..

+++++
Melih Aşık’a not:

Dünkü yazındaki bana ait parasal iddiaları ispatlayamazsan, yazarlık kisvesi altında iş gören “kullanışlı” bir gazeteci olduğun iyice ortaya çıkacak.

Bir nebze haysiyetin, onurun, dürüstlüğün varsa o yazdıklarını kanıtla, belgelerini göster.

Koskoca adam oldun hala böyle yalanlar yazmaya utanmıyor musun?

Daha ne kadar böyle yalanlarla, “andıçlarla” kendini kullandıracaksın?
Mehmet Altan

++++
Mehmet Altan’a not
Demagojiyi bırak... TMSF’nin elindeki CİNE 5’ten kaç para aldığını açıkla.
O para halkın parası. Paramızın nereye, nasıl harcandığını sormak hakkımız.
Sabahattin Önkibar’ın yazdığı 50 milyar lira yanlış mı? O zaman doğrusunu açıkla.
Dürüstlük, onur, haysiyet bunu gerektirir.
Hem siz ailece Hazine’den geçinmeye karşı değil miydiniz?
Odatv.com’da da dün sana yönelik meraklı sorular vardı. Onları da buraya iliştirelim:
“Aldığı paralar açıklanamayacak kadar çok mu?
Peki, bu kadar çok para 20 yıldır aynı cümleleri eden bir kişiye niye verilir?
‘Kullanılmışlık’ konusunu bu kadar sık telaffuz eden biri hiç mi aynaya bakmaz.’ Melih Aşık

++++

Master
20-02-2010, 22:44
SABAHATTİN ÖNKİBAR:İSTİSMAR...

İktidarı methiyeye kaç para, TMSF demokratı!

Bu sütunu izleyenler bilir, haftalardır Mehmet Altan’ın devlete ve millete ait TMSF’ye bağlı Cine-5 Televizyonundan kaç para aldığını sormuş ve son olarak da aldığımız bir duyuma dayanarak ayda 50 milyar maaş aldığını duyurmuştuk. Milliyet’ten Melih Aşık, Sözcü’den Emin Çölaşan, Vatan’dan Mustafa Mutlu, bunu sütunlarına taşımıştı. Mehmet Altan dün konuyu çarpıtarak kendisinin devlete ve millete ait bir televizyondan kaç lira maaş aldığını sormayı klasik istismarına alet ederek andıçlama olarak sundu.Tam ona yakışan bir tavır! İktidarla olan özel ilişkilerin ile methiye karşılığı onlarca milyar para alacaksın, sonra kaç lira aldığını soranlara da andıçlıyor diyeceksin!.. Ondan sonra da demokratlık pozları...

Hadi oradan TMSF demokratı!.. Kıvırma da açıkla, kaç para alıyorsun?


NOT: Akşam saatlerinde Cine-5 yönetimi, tepkiler üzerine Mehmet Altan’ın işine son verdi.